Bu metin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a bir yurttaş mektubu olarak yazılmıştır:
“Bir ev düşünün, tek göz oda. Tek göz odanın duvarları rutubetten kararmış. Odada tek bir pencere var, iki gözlü pencerenin bir gözü kalın bir kartonla kaplanmış, diğerinde silinse de temizlenmeyen bir cam var. Odanın bir yanında bir lavabo, bulaşık yıkama yeri niyetine. Hemen altında bir Aygaz tüpü, boş.
En büyüğünün yaşı onu geçmeyen dört çocuk, ayaklarında yırtık çoraplar, üstlerinde başkalarının olduğu belli olan hırkalar, bir yer sofrasının çevresinde toplanmış annelerinin onlara birer dilim ekmek vermesini bekliyorlar.
Anne kapının hemen önündeki giriş yerinde duruyor. Buradan çocukların onu görmesi mümkün değil ama o çocuklarını görüyor. Yüzlerinde derin bir açlık, annelerinin önüne koyacakları bir dilim ekmeği bekliyorlar. Uzun bir zamandır, ekmek dışında hiçbir şey yemediler. Arada sırada komşuların getirdiği tarhana çorbası dışında.
Anne tek tek çocuklarının yüzlerine bakıyor. Onların ilk meme emişlerini anımsıyor, hele küçük oğlan nasıl da asılırdı memeye. Sonra usul usul büyümelerini, söyledikleri ilk ‘anne’ sözcüğünü anımsıyor. Büyük oğlanın okula gideceği gün nasıl da heyecanlı olduğunu, ortancasının ‘ben de okula gideceğim’ diye bir ağıt tutturmasını anımsıyor.
Bir zamanlar ufak tefek işler bulan kocasının, bir bayram öncesi her çocuğa bir çift ayakkabı alacak parayı kazanınca, nasıl da sevindiklerini, çocukların ayakkabıyla uyuduklarını, ayakkabıları eskimesin diye çamurlu, tozlu yollarda nasıl da özenle yürüdüklerini anımsıyor.
Annenin bugün bir dilim ekmek bekleyen çocuklarına verecek ekmeği yok. İşsizlikten bunalan baba, sabahları erkenden evden çıkıp gidiyor, kahvede kim ona bir bardak çay ısmarlarsa onun masasında akşamı ediyor. Mahalledeki bakkal artık onu ve çocuklarını doyurmaktan bıktı. Küçük oğlan geçen gün kovalandı bakkaldan, bakkal onu çiklet çalarken yakalamıştı.
Komşulara gidecek yüzü yok. Onlarda da ekmek azaldı, çoğu bir yıllık tarhanalarını şimdiden bitirdi.
Anne çocuklarına bakıyor. Küçük dışında hiçbiri ağlamıyor, anne onların midelerinin kazındığını biliyor ama renk vermiyorlar, uslu uslu annelerini bekliyorlar, birazdan yanlarına gelir, onlara birer dilim ekmekle dört tane zeytin mutlaka getirir. Anneleri onları asla aç koymaz. Öyle görmüşler, öyle bilirler.
Anne dalıp gidiyor, artık çocuklarını görmüyor, onların yerinde dört melek var şimdi, bir dilim ekmeğe ihtiyaçları olmayan, dans edip eğlenen, ölümsüz melekler. Onun çocukları birer melek artık, onları Tanrı’ya emanet etti, hiçbir şeyden korkmuyor artık, kapının yanında duran dedelerden kalan eski av tüfeğine uzanıyor eli, yüzünde bir garip gülümseme... Çocuklarına, meleklerine son bir kez bakıp, av tüfeğini kalbine doğru tutuyor ve eli hiç kımıldamadan tetiği çekiyor.
Çocuklar tüfek sesiyle bir an birbirlerine bakıp kapıya doğru koşuyorlar, orada anneleri bir kan gölünün içinde yatıyor. Hiç kımıldamadan öylece bakıyorlar ve dışarıdan bir ses duyuluyor, komşulardan biri kapıyı açıyor ve gördükleri karşısında çığlık çığlığa mahallede koşmaya başlıyor.
Kötü haber, kahvede oturan babaya ulaşıyor. Baba anlıyor karısının kendini neden öldürdüğünü ve içinden kendisine beddua okuyarak eve doğru koşuyor; koşarken komşulardan birinin kapısı önünde duran gazyağı dolu bidonu alıp eve varır varmaz, hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey söylemeden evi ateşe veriyor. Ev yanarken çocuklar sığındıkları komşudan alevleri seyrediyorlar.”
Size bir hikâye anlatmadım. Bu trajedi, kalkınıyor masallarıyla uyutulan insanların yaşadığı Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşandı. Ve ben bir seyyar satıcının kendini yaktığı Tunus’ta birlerce kişinin sokaklara çıktığını anımsadım. Bu gelir adaletsizliği böyle çılgın bir ivmeyle giderse, çevrenizdeki danışmanlar, partiniz için çalışanlar, tarikat üyeleri inanılmaz paralarla lüks içinde yaşamaya devam ederse Türkiye’de de binlerce insan sokaklara dökülecek. Belki ben görmeyeceğim ama dökülecek! O zaman ne din ne de darbe sizi ve çevrenizi kurtarabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder