Yalanı mubah gören Goebbels’in “yalan ne kadar büyük olursa inandırıcılığı da o denli yüksek olur” demesinin nedeni şimdilerde anlaşılıyor. Yeter ki kitleye denetleme şansı bırakılmasın!
İlk çağların en ünlü propagandistlerinden birisi M.Ö. eski Roma’da yaşamış olan devlet adamı, hatip, yazar Marcus T. Cicero’dur. Döneminin egemenlerinin başka insanları köleleştirmek için vazgeçmedikleri savaşmayı öngören propaganda etkinliğine karşı çıktığında fütuhat peşinde koşanlarca idam edilmekten kurtulamamıştır. “Aydınlanma” öncesi dönemlerde böyle aykırı önerilerle de pek karşılaşılmamıştır. Gücü elinde tutan “kaderi” de belirlerdi.
17. yüzyılda başlayan oluşumlarla 18. yüzyılda “Aydınlanma” çağı açılır. Aklın kurucu öğe olarak benimsenmesini, tüm toplu yaşamın ve düşüncenin akla göre biçimlendirilmesini öngören yeni bir döneme adım atılır. Propaganda etkinliklerinin sorgulanması da böylece başlar. Diyalektiğin “zıtların birliği” ilkesi harekete geçmiştir. Sorgulanmadan kabul edilen “doğrular” yanı sıra olup biteni başka biçimlerde nitelendiren değerlendirmeler de böylece sahneye çıkarlar.
Yaşanılan dünyanın “Antik Çağ”, “Orta Çağ” vb. “nötr” kavramlarla açıklanması anlamını yitirir. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler toplu yaşama kimi kolaylaştırıcı öğeler sunsa da ilişkilerin yoğunlaşması ortalığı karmaşık hale dönüştürür. Kamusal enformasyonun topluma yayılımı da kurumsallaşır. Kamusal iletişim yakından denetlenen bir etkinlik olarak yoğunlaşır. Aynı zamanda “kurulu düzenin” işleyişi de daha fazla sorgulanır. Genellikle daha mutlu yaşama koşulları öngören “ütopyalar” yanında “distopyalar” dile gelmeye başlar. G. Le Bon’un ismini koyduğu “kitle toplumunda” geleceğe yönelik kâbus dolu senaryolar da seslendirilir.
GÜÇ KULLANIMININ VAZGEÇİLMEZ BİR AKSESUARI
Bu arada “kitle toplumlarında” yalnızlaşan bireylerin daha kolay manipüle edildiği da farkına varılır. Baskının kaynağının sadece kaba fiziksel güç olmadığı görülür. Propagandanın hızla gelişen teknolojinin katkısıyla “masum” olmadığı ortaya serilir. Böylece propagandanın güç kullanımının vazgeçilmez bir aksesuarı olduğu görülür. “Kitlelerin Propaganda İle İğfali” başlıklı yapıtıyla insanları uyaran S. Tchakhotine, Hitler’in cellatlarının kurbanı olur. Sonralarda ise izler tam anlamıyla birbirine karışırlar. Çok sayıda tarihçiye göre 2. Dünya Savaşı önce radyo dalgalarında propaganda ile başlamıştır.
Büyük savaşın yıkımını takip eden yıllarda edebiyatçılar kâbus dolu senaryoların yinelenmemesi için çok okunan ürünler verdiler. Sosyal bilimciler konuyu masaya yatırdılar, dünyayı uyardılar. Propagandanın nesnel toplumsal temelleri irdelendi. J.M. Domenach, Türkçeye de çevrilen kitabında, propagandanın tekniklerini açıkladı. Okunduğunda günümüzde olup bitenlerin nasıl sulandırılıp, cıvıtıldığı açıkça görülüyor. Yalanı mubah gören Goebbels’in “yalan ne kadar büyük olursa inandırıcılığı da o denli yüksek olur” demesinin nedeni şimdilerde anlaşılıyor. Yeter ki kitleye denetleme şansı bırakılmasın!
AYNI SORU VE ÖZAL'LI YILLAR...
Faşizme ve savaşa giden yolları da döşemiş olan bir etkinlik elbette artık masum sayılamazdı. Bu nedenle günümüzde “tanıtım” ve “halkla İlişkiler” kisvesiyle yürütülmektedir. 1970’li yıllarda ODTÜ’de “Medya ve Toplum” dersimde önce öğrencilerime “propagandist olmanız önerilirse çalışır mısınız diye” diye sorardım. Hiç olumlu yanıt gelmezdi. Özal’lı yıllar başladığında ise aynı soru, sayıları az olsa da “Kaç para verirler?” diye karşı soruyla yanıtlanırdı. İzler birbirine karıştı denilen günümüzde ise “söz bitti” deniliyor. Doğu Batı Dergisi, iletişim konusunda yetkin akademisyenlerin günümüzde yaşanılanları inceleyip, irdeledikleri son iki sayısında durumu “Akıl Tutulması Çağı” olarak nitelendirdi.
Gazeteciliğin baskı altına alınıp, medyacılığın sanayileştiği günümüzde bana göre bu isimlendirme “aklınızı başınıza toplayın” mesajını da içeriyor. Gerçeklerin ortaya çıkması için “taşların çekilmesi” öğütleniyor ama önce hangi taşların çekileceğinin belirlenmesi gerekiyor. Taşların altında kalıp ezilmemek için. Belki de V. I. Lenin, bunun için Goebbels’in tam aksine “olay ve olgular konusunda hiç yalan söylememeyi” salık verirdi.
Konuk Yazar: Prof. Dr. A. Raşit Kaya / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder