10 Kasım 2021 Çarşamba

Devlet çıkarı gerektirirse… İşte Eymür’ün anlatmadıkları - Orhan Gökdemir / SOL

 


Çakıcı ve Yılmaz’ı kahraman ilan edip salıverdiler. Peker dışarıda, atanamamış vatan kurtaran Şaban rolünde. Bu time bir de iş bilir şef lazım olacak belli ki. Eymür’ün konuşması bir iş dilekçesidir.

“İşkence yaptık, ülkücü çeteyi ve mafyayı kullandık, bomba attırdık, insanları öldürdük, hepsini devletin çıkarları için yaptık”… Eski MİT yöneticisi Mehmet Eymür’ün sıklıkla yaptığı “basın açıklamaları”nın ortak noktası işte bunlar. “Devlet çıkarı” bütün yasadışı işleri meşrulaştıran bir hokusfokus aslında. Sözü edilen eylemler ise bambaşka çıkar ortaklıklarına işaret ediyor.

Malum silahlı külahlı ülkücüler zaman içinde kemale erdi, saf birer mafya babasına dönüştü. Dolayısıyla Abdullah Çatlı-Oral Çelik-Mehmet Ali Ağca dönemi kapandı, Alaattin Çakıcı-Sedat Peker-Kürşat Yılmaz döneminin kapısı aralandı. Devlet ve MİT, ihtiyaç olursa, artık onlarla sefere çıkacak!

“Ne seferi” diye merak ediyorsanız biraz geçmişe gidelim.

Yakın tarihimizde bilinen ilk “ülkücü terör timi” Ermeni terörüne onun kullandığı yöntemlerle yanıt vermek için oluşturuldu. 

Timi oluşturma görevi MİT’ten Nuri Gündeş, Erkan Gürvit (o tarihte Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren’in damadı), Hiram Abbas ve Mehmet Eymür’e verilmişti. Avrupa’daki ülkücülerle ilişkiyi MİT’çi Cengiz Abaoğlu kuracaktı. Abaoğlu, Abdullah Çatlı ve Oral Çelik’le buluşup konuştu. İki kafadar, Ermenilere yönelik eylemler karşılığında Alpaslan Türkeş’in serbest bırakılmasını ve Bahçelievler’de 7 TİP’li gencin öldürülmesi davasında idam cezası çıkartılmamasını istedi. Söz aldılar, işi yapmayı kabul ettiler.

Oral Çelik, “Bunlar bize, birilerinin vasıtasıyla ulaştılar. Daha önce bunlar herkese geldiler, Türk Federasyonu’ndan tutun da ne bileyim orada ne kadar Türk şeyleri varsa herkesi gezdiler, teklif götürdüler, bilmem ne yaptılar, bunlarla ortaklık yaptılar. Her şeyi denediler ve en sonunda bize geldiler” diye anlatıyor o günleri. İddiasına göre MİT’çiler önce ülkücü Türk Federasyonu’na gidiyor, daha sonra adı Papa’ya Suikast davasında da geçecek olan Musa Serdar Çelebi’ye Ermenilere karşı eylem yapması için yalvarıyor. 

Ancak her nedense onlarla anlaşamıyorlar ve devletin köşe bucak arar göründüğü iki cezaevi kaçkınını verdikleri sözler ve yüklü bir miktar para karşılığında ikna ediyorlar.

Ardından bir iki ülkücüyü alıp “eğitmek” üzere Türkiye’ye getiriyorlar. 25 Ocak 1995 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer alan bir habere göre bu iş için İstanbul’un Küçükçekmece ilçesindeki Cennet Mahallesi’nde bulunan E-5 Moteli’nin arkasında bulunan poligonu kullanıyorlar. Tabii Mehmet Eymür başlarında. Burada eğitilen ülkücülerin ilk hedefi İsviçre Ermeni Cemaati liderini öldürmek. Ancak suikast için görevlendirilen ülkücü, silah ve bombalarla birlikte yakalanıyor. MİT’in ülkücüler eşliğinde düzenlediği Marsilya seferi böyle başlıyor…

Ülkücü çetecilerden bazıları kendilerine teslim edilen bombaları Ermeni Taşnak Partisi’nin binalarına ve açılışı yapılan bir Ermeni heykeline yerleştirmeyi başarıyor. Bir ikisini patlatmayı da başarıyorlar. Fakat hepsi kısa zamanda derdest ediliyor. Yakalananlar anında çözülüyor, ne biliyorlarsa eksiksiz anlatıyorlar. Türkiye’nin ASALA operasyonunun nasıl gerçekleştirdiği, nerelere bombaların konulduğu Batılı gizli servislerin bilgi bankasındaki yerini alıyor. Özetle, MİT’in ülkücü kaçaklarla çıktığı Marsilya seferi büyük bir fiyaskoyla sonuçlanıyor.

Bulgaristan bağlantısının aslı astarı

“Marsilya Seferi”nin hazırlandığı günlerde Mehmet Eymür Bulgaristan’da görevliydi. Rastlantı bu ya, Papa’ya Suikast olayında kilit rolde olduğu söylenen kaçakçı Bekir Çelenk ve Abuzer Uğurlu da işlerini bu ülkeden yürütmekteydi. Silah kaçakçısı Uğurlu cebinde MİT’in kimliğini taşıyordu, “haber alma elemanı”ydı. Haliyle Marsilya seferinde onları da göreve çağırdılar. Ülkücülerin Avrupa’ya geçişini onlar organize edecekti.

Bu tür silah kaçakçılarının Bulgaristan’da üstlenmelerinin sebebi Bulgaristan merkezli Kintex şirketiydi. Sovyetler Birliği bu şirketi devrimci hareketlere silah yardımı yapmak için kurmuştu. Kintex kaçakçılarla bağ kuruyor ve onlar aracılığıyla silah temin ediyordu. Çünkü bu silahların doğası gereği “piyasadan” toplanması gerekiyordu. Bekir Çelenk ve Abuzer Uğurlu Kintex’in korumasındaydı. Haliyle Bulgaristan’da tutunmalarına izin veriliyordu. Onlar da bu ayrıcalıklarını gerektikçe MİT’in ufak tefek ricalarını karşılamak için kullanıyorlardı. Böylece hem Türkiye’de hem de Bulgaristan’da koruma şemsiyesi edinmiş oluyorlardı.

Mehmet Eymür o günleri şöyle anlatıyor: “1980 yılında yurtdışında bir demirperde ülkesine gönderildim. Gittiğim yerdeki önemli görevlerimden bir tanesi Türkiye’ye müteveccih ideolojik kaçakçılık faaliyetlerini izlemekti. Burada Oflu İsmail denilen İsmail Hacısüleymanoğlu ve onunla ilişkili bazı Türk ve Ermeni kaçakçıların içlerine sızdım. Beni kendilerine yakın bulup çekinmeden yanımda bazı işlerini konuşuyorlardı. Bir demirperde ülkesinde bile bellerinde silahları, altlarında lüks otomobilleri, körpe yaştaki Bulgar ve Rus sevgilileri ile lüks otellerde ve villalarda yaşayan bu kişiler, tabiatıyla esas görevimi bilmiyorlardı.”

Ancak bir süre sonra bu ilişkiden bambaşka hikayeler üretilecekti. Papa Suikastı davasında Mehmet Ali Ağca’yı Bulgar ve SSCB gizli servisinin yönlendirdiğine değin hikâyeyi yaratan Claire Sterling ve Paul Hanze adlı CIA ajanlarıydı. Bulgaristan bağlantısını böylece tersine çevirmiş ve antikomünist bir silaha dönüştürmüşlerdi.

Papa 2. Jaen Paul’ün vurulmasının Bekir Çelenk aracılığıyla ülkücülere ihale edildiği bilgisi doğruydu. Bir iki Ermeni anıtına Molotof kokteyli atarak gürültü çıkarılması seferi de yine Bulgaristan üzerinden organize edilmişti. Ancak bunların Bulgaristan devleti veya istihbaratı ile hiçbir ilgisi yoktu. CIA yalanı imal etmiş, MİT susarak yalanın yaygınlaşmasını sağlamıştı. “Papa Suikasti’nde Bulgaristan bağlantısı” yalanı o yıllarda Türkiye’de de komünizme karşı kullanılan en güçlü argümandı. MİT’in bu iddiayı desteklemek üzere susmakla yetinmemiş, elindeki bütün kaynakları da seferber etmişti.

Kaldı ki “Süper NATO” da devredeydi. O bağlantı sayesinde Ülkücü tetikçiler Alman Gizli Servisi’nin korumasında olmuşlardı. Kırmızı bültenle aranan Abdullah Çatlı ve Mehmet Şener Almanya’da yakalandıkları halde Türkiye’ye iadeleri yapılmamış ve serbest bırakılmışlardı. Eymür’ün “devlet çıkarı” dediği gerçekte uluslararası kapitalizmin çıkarıydı.

Ağca'nın elindeki silah

Haliyle cebinde MİT kimliği taşımanın rahatlığıyla hareket eden silah kaçakçılarının da uluslararası bağlantıları vardı. İtalya’da yaşayan Suriye kökenli Hanry Arslanyan o bağlantılardan biriydi. Arslanyan İtalya’daki en büyük silah kaçakçısıydı, işini CIA gözetiminde icra ediyordu. P-2 Mason Locasıyla ve Gladioyla yakın ilişki içindeydi. CIA, İtalya’nın Komünizme teslim olmaması amacıyla mafyayı, Vatikan’ı, Mason Locasını, gazetecileri, önde gelen bürokratları bir araya getirmiş organize etmişti.

Arslanyan’ın Türkiye’deki bağlantıları Bekir Çelenk ve Abuzer Uğurlu’ydu. İtalya’da P-2 skandalı patlak verip savcılık organizasyonun peşine düşünce Vatikan gemiyi ilk terk eden oldu. Dini pozisyonları soruşturmadan sıyrılmalarını kolaylaştırmıştı. Ancak hem Gladio hem de İtalyan mafyası bu ihaneti karşılıksız bırakmak istemiyordu. Papa’yı vurmaya karar verdiler.

Tabii onlar da tıpkı MİT’in yaptığı gibi Hanry Arslanyan aracılığıyla Türk kökenli silah kaçakçılarının kapısını çaldı. Bekir Çelenk ve Abuzer Uğurlu’ya planı anlattı. Ülkücü çete bu iş için biçilmiş kaftandı. Mafya silah ve para sağlayacaktı, ülkücüler de bu sansasyonel suikastla adlarını duyuracaktı.

Sonucu özetleyeyim; Papa Suikastının ardından Mehmet Ali Ağca ve Abdullah Çatlı yakalandı. Suikastı organize eden Bekir Çelenk mahkemede her şeyi anlatacağını söyledikten kısa bir süre sonra hapishanede kalp krizinden öldü. Yargılamalar sırasında Bulgaristan bağlantısının doğru olmadığı ortaya çıktı, bağlantıyı kurduğu iddia edilen Bulgar vatandaşı Sergey Antonov suçsuz bulunup salıverildi. Olayın Sovyetler Birliği ile ilişkisini gösteren hiçbir delil bulunamadı.

Uyuşturucu son durak

MİT’in ülkücü kahramanlarının sonraki işleri de çok aydınlatıcı. Marsilya Seferinde başı çeken “reis” Abdullah Çatlı 1986’da Fransa’da eroin bulundurmaktan tutuklandı. 1988’de İsviçre Hükümeti’nin talebi üzerine Zürih’e getirildi, yargılandı, yedi yıl ceza aldı. 21 Mart 1990’da beş mahkumla birlikte Bostadel ZG cezaevinden kaçtı. Demir parmaklıkların penceresini anahtarla açıp, alarma ve kurt köpeklerinin takibine rağmen iz bırakmadan kaybolmayı başardı. Türkiye’ye geldi, MİT’e haber gönderdi, serbest bırakılma şartıyla teslim olacaktı. İddialara göre MİT anlaşmaya yanaşmayınca tekrar yurtdışına çıktı. 3 Kasım 1996'da Susurluk’ta kaza yapan lüks aracın içinde cesedi bulunana kadar kaçak yaşadığı sanılıyordu.

Mehmet Eymür, 1987’de MİT için bir rapor kaleme almış ve devletin bir takım yasa dışı güçler tarafından ele geçirilmek üzere olduğunu iddia etmişti. Bir yıl sonra rapor bir dergi tarafından elde edilip yayımladı. Susurluk’taki o kaza rapordaki iddianın iddia olmaktan çoktan çıktığını gösteriyordu. İşkencecilerin, mafya elemanlarının, uyuşturucu kaçakçılarının, kiralık katillerin, istihbarat teşkilatlarının fink attığı yeni bir düzen kurulmuştu. “Kutsal devlet” bu organizasyonun kurbanı değil kurucusuydu.

Devlet çıkarı yine depreşti son günlerde, Alaattin Çakıcı ve Kürşat Yılmaz’ı kahraman ilan edip salıverdiler. Sedat Peker dışarıda, atanamamış vatan kurtaran Şaban rolünde. Bu time bir de iş bilir şef lazım olacak belli ki. Eymür’ün konuşması dolaylı bir iş dilekçesidir.

 Orhan Gökdemir / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder