Dinamo’nun trajedisi: Lobanovskiy Bulvarı'nda çatışmak
Ne futbolda ne de siyasette Gorbaçov'a yer yok. Ancak içinden geçtiğimiz günler sosyalizme olan ihtiyacın yakıcı bir hâl aldığını gösteriyor...
Başlıkla ilişkisiz görülmesin. Ancak önce bir “sığlık” örneğiyle başlamak yerinde olacak.
Acun’un bizim paralarımızla kendisine satın aldığı Hull City’e “teknik direktör” olarak atanan Gürcü Şota Arveladze, Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesine tepki gösterip Sovyetler’e bulaştı.
Şota, dezenformasyon medyasının önemli temsilcisi İngiliz The Sun’a şöyle konuşmuştu: "Neden, bugün sahip olduğumuz kadar iyi olmayan bir sisteme geri dönmek zorunda kalalım? Bu benim için hassas bir konu çünkü böylesine uzun bir tarihi olan milletim ile gurur duyuyorum ve Sovyetler Birliği'ne benzer bir oluşum istemiyorum. Sovyetler Birliği 1990'ların başında çöktüğü zaman bağımsızlığımızı, kendi kimliğimizi kazandık. Ayrıca Gürcüce, dünyanın en eski dillerinden biridir. Kendi alfabesi vardır ve benzersizdir. Bu kadar küçük bir ulustan çok sayıda ünlü ressam, müzisyen ve hatta Olimpiyat şampiyonu çıktı”.
Acunla çalışıp, The Sun’a konuşmanın yan etkileri arasında bunlar da varmış demek ki...
Anlaşılıyor ki Şota’nın Sovyetler Birliği alerjisi nüksediyor.
Olmasın dediği sosyalizm, maalesef olmadığı için de kardeşçe ve eşitlikçi bir düzende yaşamamanın bedelini emekçiler canlarıyla ödüyor.
Şimdiki saçmalama modası budur...
Belli ki, Rusya’nın sermayenin çıkarları adına yaptığı hamleyi, Sovyetler’e ve sosyalizme mal etmeye çalışanlar teyakkuzdadır.
***
Dezenformasyon düzeyiyse başka bir raddeye erişmiş durumdadır.İnternette dolaştırılan bir haberde, Dinamo Kiev takımının Ukraynalı oyuncularının silahlanarak Rusya’ya karşı direnişe katıldığı, kimi haber sitelerinde ise futbolcular yerine taraftarlar olarak haberin servis edildiği görülüyor.
Konuya ilişkin yapılan yorumlarda ise Dinamo Kiev takımının gerçek olmayan bu durumu, Nazi işgali dönemindeki Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde tarihe “Ölüm maçı” olarak geçen ve komünist sporcuların Nazizm terörüne direnip can verdikleri 1942 yılı referans alınarak yeniden üretiliyor, kıyaslanıyor.
Oysaki bu iki durum, biri gerçek dahi olmasa da ve tüm olaylarda benzer bir süreç işletilerek bir yalan haber furyasına çanak tutuyor.
Dinamo Kiev’in futbolcu askerleri ya da taraftarları olarak servis edilip övgüler düzülen kişilerin “Honor” sokak hareketi üyesi neo-Nazi bir grup olduğu, daha önce Bolşevik komutanların ve Sovyet anıtlarının yıkılması gibi eylemlerde roller aldıkları iddia edilirken, Dinamo Kiev'in de böyle bir açıklaması ya da paylaşımı da bulunmuyor.
Futbolcularla bir eşleşmenin de şüpheli olduğu ortadayken, yine de bu durum, haberin böyle verilmesine engel olamıyor.
Gerçek ise tarihsel dayanaklarıyla yerli yerinde duruyor. Ancak başlanacak yer bilinmeyince akıl tutulması kalıcılaşıyor.
1942’de “Her şeye rağmen biz kazanacağız” diyen kızıllar, Kievliler ve onların güzel takımı Dinamo’yu emperyalizm ve NATO kışkırtıcılığının merkezi hâline gelen şimdiki Ukrayna filtresiyle değerlendirmek, hem Dinamo Kiev’in tarihine hem de de Sovyet geçmişi ile futbol efsanelerine leke sürüyor.
***
Hoşumuza gitmiyor, sosyalizmin Kiev’inden, çatışma ve patlama görüntüleriyle gündeme gelen ve adı Lobanovskiy Bulvarı olan adreste yaşananları izlemek...
Sovyet futbol dehası antrenör Lobanovskiy’i duyunca akıllara Oleg Blokhin’li, Zavarov’lu, Igor Belanov’lu kadrolar ve yıllar geliyor.
Onlardan birisi, Lev Yaşin’den sonra “Altın Top” ödülüne erişen ikinci Sovyet futbolcu olan Blokhin, altyapısından çıkıp 18 sene formasını terlettiği Dinamo Kiev formasıyla takımın en temel dişlisi haline gelirken, buna kolektifin gücüne güvenerek erişiyor.
Futbol Taktikleri Tarihi kitabında da not ediliyor. Şöyle deniyor dönemin, 1971’in Dinamo’su için:
“Oyuncuların hareketleri ve senkronizasyonu, aritmi ve hücum aksiyonlarının yoğunluğu 1971 yılı Dinamosu’nun temel ilkeleriydi. Takım fiziksel presi ve on sekize atılan uzun topları neredeyse tamamen bırakmıştı. Seri kombinasyonlar ve beklenmedik pozisyonlar yaratmak için çaba gösteriyorduk”...
2000’li yılların futbolunu o zamanlardan oynatıyor Lobanovski...
Kievliler, barış ve eşitlik içinde diğer Sovyet takımlarıyla dayanışmacı bir tatlı rekabete girişiyor.
Sovyet döneminde, sadece futbolda değil, birçok spor dalında başarı kazanan sayısız Ukraynalı sporcu var oluyor. Sovyetler Birliği’nin milli takımında Ukrayna SSC’li sporcular her zaman önemli bir rol oynamayı başarıyor.
Emekçi kimlikler öne çıkıyor.
Kardeşlik ve eşitlikle donatılmış, tutkalı emek olan bir futbol takımı oluyor Dinamo Kiev...
Ne zaman ki sosyalizm mola alıyor, halklar birbirine düşman ediliyor, yoksullaşma kural olup ve savaşlar pazarlanmaya başlıyor; yeniden başa, barbarlığa dönüyoruz.
Lobanovskiy’nin Kiev’i şimdilerle bunlarla uğraşıyor.
Onun için bir röportajda, Alman gazetecinin kendisi için “Futbolun Gorbaçov”u dediğinden bahsedilerek, konu hakkında ne düşündüğü soruluyor.
O, soruya “Bu söylediğiniz gazetecinin fikri. Ben antrenörüm, politikacı değilim” diye cevap veriyor.
Onun, antrenörler arasında en iyilerinden biri olduğuna kuşku yok.
Öte yandan ne futbolda ne de siyasette Gorbaçov'a yer yok. Ancak içinden geçtiğimiz günler sosyalizme olan ihtiyacın yakıcı bir hâl aldığını gösteriyor.
Yaşanabilir bir düzeni inşa etmenin olasılıkları bir yandan artarken, eşit yaşamanın gereği doğru siyaset içinde olmaktan geçiyor.
Sadece Kiev ve Moskova için değil, bizim için de zaman sıkıştırıyor.
***
Her şeye rağmen biz kazandık(04/05/2020)
Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin en büyük gazetesinin spor yazarı Klaus Huhn, "Hiçbir zaman karşılaşmadım ikisiyle" diye not etmiş.
Karşılaşmak gerçekten gerekmiyor.
Nikolay ve Anatoli iki Sovyet vatandaşıydı. Onları farklı kılan, olanca sadelikleriyle ama bitmeyen enerji ve kararlılıklarıyla savaşta ve sporda birer mücadele sembolü haline gelmeleri oldu. Faşizme karşı verdikleri Anayurt savunmasında, niceleri gibi onlar da direnmişler ve işçi sınıfının vatanına sahip çıkmışlardı.
Anatoli Parfyonov, bu kişilerden sadece birisi idi. 21 Haziran 1941 günü, memleketi Woskessensk’te okuduğu meslek okulunun avlusuna çağrılıp, ‘İyi bir çilingir olacağına eminim’ denmişti kendisine.
Çilingir olamadı. Çünkü ertesi gün Naziler ülkesine savaş açtılar.
Baltıklardan Karadeniz kıyılarına değin geniş bir cepheye yayılan faşist saldırı, onu farklı bir yaşama zorladı. Gönüllü olarak hizmete hazırdı ve yalnızca 17 yaşındaydı.
1943 yılında ise 19 yaşında bir onbaşı olarak gittiği cephede, boyu ve fiziksel gücünü kullanarak, çakı gibi bir askere dönüştü. Faşistlere karşı savunmada çok önemli başarılar yakaladı. Tam dört kez yaralanması, toprak altında kalışı ya da başka herhangi bir şey durdurmaya yetmiyordu onu.
Hatta bir T-34 tankını kullanan da bizzat kendisiydi.
Anayurda zafer geldiğinde ise, aklında spor yapmak vardı 25 yaşındaki Sovyet gencinin. Antrenör Gordiyenko, Anatoli’yi bir güreşçi olarak yetiştirmek istemişti. Öyle de oldu ve Anatoli, 1956 yılında Melbourne Olimpiyatlarına Sovyetler Birliği sporcusu olarak katıldı.
Anti-komünist propagandanın en etkin üretildiği yerlerden birisi idi olimpiyatlar. Ancak engellemeler yetmedi ve genç Sovyet delikanlısı, savaş madalyalarının yanına bir de olimpiyat madalyası ekledi.
Anatoli cephede savaşırken, kendisi gibi birçok Sovyet insanı da faşizme karşı mücadelede en ön safhada yer alıyorlardı. Bir diğeri, Nikolay Trusseviç, 1942’nin soğuk kışının Nazi kara propagandası ve nefreti ile kuşatılan ortamında Kiev’de yaşayan bir kaleciydi.
Sovyet milli futbol takımı oyuncusu ve Dinamo Moskova’nın kalecisi Trusseviç, futbolsever bir Alman subayının komutası altındaki bir fırında yaşamaya çalışıyor ve takım arkadaşlarının da aynı yerde kendisiyle birlikte çalışmasını sağlıyordu. Futbola düşkün Nikolay, çok geçmeden Start adını verdiği bir takım kurdu. İlk maç, Alman demiryolu işçileri karması ile gerçekleşti. 9-0 kazandılar. Sonucun haberinin Kiev’de yayılması tedirginlik yarattı işgalcilerde. Yeni bir karma takım çıkarıldı hızlıca. Güçsüz olan demiryolu işçileri nasıl olur da bu maça gönderilirdi ki?
Futbolu Stalin’e ve onun sistemine karşı kullanmak vardı Nazilerin akıllarında.
Naziler, kazanabileceklerini düşündükleri asker karması bir takım uydurdu.
Sonuç aynı kaldı. 6-0 kaybedilen bir maç ve sevince boğulan bir izleyici kitlesi.
Start’ın dağıtılması fikri gündeme gelse de, olası olumsuz sonuçları kaygı verici düzeye gelebilirdi işgalciler için.
Bir sonraki rakip sipariş edildi. Kievlilere karşı Macar karması. Sonuç yine değişmedi ve maç 5-1 bitti. Nikolay ilk kez gol yemişti.
1942’nin Ağustos’unda ise rakip, dişli Alman Hava Kuvvetleri oldu.
3-2 biten maç, Nazilere maçlar öncesi dönemleri mumla aratır oldu.
Rövanş isteyen Naziler, bu kez kesin talimatlarını verdiler. Almanlar kazanacak ve tersi bir durum olursa Trusseviç ve arkadaşları toplama kamplarına gönderilecekti.
Maç, bir futbol maçı değildi artık; bir mücadele aracına dönüştü.
Maçın başında 2-0 geriye düşen Kievliler, ikinci yarıda maçı 5-3 kazanıyor; ‘Kızıllar kazanıyor’ diye bağrışan halk ise sokaklara doluşuyordu.
Galip takım ise Sirza’ya, toplama kampına.
Gaddar bir biçimde işkenceden geçirildi Kievliler. Nikolay’ın arkadaşları, Korotkiç, Kusmenko ve Klimenko katledildiler.
Kendi dudaklarından ise net bir cümle duyuluyordu, katledilmeden önce.
"Herşeye rağmen biz kazanacağız!"
Kievliler ve Nikolay Trusseviç diz çökmedi. Farklı cephede çarpışan, yoldaşları Anatoli Parfyonov gibi…
Kazandılar Kızıllar…
Ve kazandık, öğrendik kazanmayı.
Brecht’in spor şarkısındaki gibi bir araya geldik ve öğrendik zafer haftasında.
Kızıl bayrağı Berlin’de meclis binasına dikerken ve Naziler teslim olurken 9 Mayıs 1945’te…
Yine kazanacağımızı bilerek…
Brecht’in ifadeleriyle;
Zafer gününde
Kavga verilen şehirlerin karanlık sokaklarının
İnsan dolu arka evlerinden
Bir araya geliyorsunuz
Birlikte mücadele etmek için.
Ve kazanmayı öğreniyorsunuz!
Mahrumiyetin kuruşlarını biriktirerek
Botlar satın aldınız
Yol paralarını zorla denkleştirdiniz.
Kazanmayı öğrenin!
En acili için verilen zorlu kavgalardan
Birkaç saatliğine
Bir araya geliyorsunuz
Birlikte mücadele etmek için.
Ve kazanmayı öğreniyorsunuz!
İSMAİL SARP AYKURT/SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder