MHP, kurulduğu 9 Şubat 1969 tarihinden bugüne düşman ilan ettiği sola ve tüm halklara karşı provokasyonlarını sürdürdü.
Faşizmin ülkedeki öncülerinden Nihal Atsız oğluna şöyle bir vasiyet bırakmıştı: “Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol. Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romanlar, yeni düşmanlarımızdır. Japonlar, Afganlılar, Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Zazalar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler, Çingeneler, içerideki düşmanlarımızdır. Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için hazırlanmalı. Tanrı yardımcın olsun."
Turancı-Milliyetçi görüşleri Hitler'den alan, ABD yardımlarıyla bu fikri büyüten MHP, fikrini yazı üzerinde bırakmadı. ABD destekli MHP kurulduğu 9 Şubat 1969 tarihinden bugüne düşman ilan ettiği tüm halklara karşı provokasyonlarını sürdürdü.
Bu partinin “vurucu gücü” olan Komandolar ise partiden önce çıkmıştı yola. MHP’den önceki faşist parti CMKP'nin Genel Başkanı olan Alparslan Türkeş bu komandoların yetiştirildiği kamplara ilişkin 19 Ağustos 1968'de bir açıklamada, “Komünistler memleketi sahipsiz sanıp da sokak hakimiyeti kuramazlar. Memleketimizde onların anladığı dilden konuşacak milliyetçi çocuklar var. Bunun için gençlerimizi mücadeleci olarak yetiştiriyoruz” diyordu.
Bu kamplar ve bu parti “sokak hakimiyetini komünistlere bırakmamak” için kurulmuştu.
Komando kamplarından bugüne
1960’lı yılların sonlarına doğru silahlı saldırı-cinayet olaylarında adına sıkça rastlanan “komandolar” paramiliter bir güç olarak örgütlenmişti.
Komandoları yetiştirmek üzere kurulan kamplarla kamuoyu ilk defa 60’lı yılların sonralarında karşılaştı. “Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (Sonra Milliyetçi Hareket Partisi), gençliğe özel önem veriyordu. 1968 yazında gençleri özel eğitimden (saldırı ve saldırıdan korunma) geçirmek üzere ‘komando kampları’ kuruldu. Kamplar İstanbul, Ankara ve İzmir yakınlarında açılmıştı. Samsun yakınlarında ve Anadolu’da daha küçük kamplar kurulduğu yolunda haberler de çıkıyordu. CKMP’nin yarı resmi organı Milli Hareket dergisine göre, kampların günlük programı şöyleydi: Dua, iki saat beden eğitim (judo, güreş ve boks dâhil), kahvaltı, okuma, öğle yemeği, iki saat beden eğitimi (yukarıdaki gibi, ayrıca ipte yürüme ve duvara tırmanma), dua, uzun yürüyüşler ve spor, dua, akşam yemeği ve ders (örneğin komünizm karşısında milliyetçilik ruhu).
Buna karşın, gençlerin ateşli silahlarla eğitildiği yolunda söylentiler yaygındı. Parti, bunları yalanlıyordu. Eğitim gören genç sayısı hiçbir zaman açıklanmadı. Yalnız tahminler ileri sürüldü. Kamplarda, kimi yayınlara göre birkaç yüz, kimi kaynaklara göre 5 bin kişi eğitim görüyordu.
İlhamlarını “Nasyonal sosyalizm”den aldıkları başlangıçta daha belirgindi. Ancak, faşizme duyulan geniş tepki yüzünden, kullanılan kavramlar giderek faşist literatürden uzaklaşmaya başladı. Başlangıçta ‘komando’ sözcüğünü benimseyen militanlar, partinin de isteğiyle ‘milliyetçi toplumcular’ adını aldılar. Ardından ‘Bozkurtlar’, bir süre sonra da ‘Ülkücüler’ diye anıldılar. Önceleri olaysız sokak gösterileri yapan bu militanlar, 31 Aralık 1968’de Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği’ni basarak ilk şiddet hareketine giriştiler.
Komandoların, antikomünist mücadeleye odaklandıkları da belliydi. CKMP (sonra MHP) lideri Alparslan Türkeş bunları “Türkiye’yi komünizme karşı korumada partiye yardımcı olmak için” kurduğunu söylüyordu. Ankara ve İzmir’deki komando kamplarını Türkeş’in en yakın arkadaşları ‘14’ler’den Dündar Taşer ve Rifat Baykal ile CKMP Genel Başkan Yardımcısı İ. Hakkı Yılanlıoğlu yönettiler. Daha sonra Ülkü Ocakları Birliği ile Genç Ülkücüler Teşkilatı kuruldu; komandolar bu ocaklarda toplandılar. İki klik halinde çatışmalar başlayınca, silaha ilk davranan, onu ilk ateşleyen Ülkü Ocakları mensupları olacaklardı.
İlk eylemleri 31 Aralık l968 de A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrenci yurdunu basmak oldu. Önce Vedat Demircioğlu'nu vurdular. Sonra Kanlı Pazar'da Duran Erdoğan ve Ali Turgut Aytaç'ı. Sonra Mehmet Cantekin, Taylan Özgür, Mehmet Büyüksevinç ve Battal Mehetoğlu'nu katlettiler.
Mücadele Birliği
Faşist paramiliter örgütlerin doğurgan olduğu kısa süre sonra anlaşılacaktı. Komandolardan sonra, dinci gericilik içinde de benzer örgütlenmelerin kurulması gecikmedi. 18 Kasım 1967’de üç imamla bir Yüksek İslam Enstitüsü öğrencisi tarafından kurulan Mücadele Birliği’nin ‘ideologu, teorisyeni, taktisyeni, perde arkasındaki fikir babası’, 1991 seçimleri öncesinde Islahatçı Demokrasi Partisi lideri olan Aykut Edibali’ydi. Bu kuruluş, 1969 Şubatında ‘Huzur ve Asayiş Komitesi’ adı altında bir vurucu güç oluşturdu. İstanbul’da, Büyükçekmece’ye 4 kilometre uzaklıktaki Gürpınar köyünde militan kadroya judo, ateşli silah ve bomba eğitimi verdi. Bir takım olaylara karışan ve kimi mitingler düzenleyen Birlik, Yeniden Milli Mücadele adlı bir dergi çıkarıyordu.
Bu hazırlıkların tamamlanması ve örgüt yapılarının oturması ile birlikte sola karşı yönelen faili meçhul saldırılar ve cinayetler 12 Mart’a kadar artarak sürdü. Bu dönemin sonuna doğru Türkiye, yeni ve farklı bir örgütün adını da telaffuz etmeye başlamıştı: Kontrgerilla. Örgütün köklerinin 12 Mart’tan daha geri tarihlere dayandığı ise çok daha sonra ortaya çıktı. Kıbrıs, bu örgüt için laboratuvar görevi görmüştü. Türk Milli Mukavemet Teşkilatı, örgütün kuvveden fiile çıktığı ilk yerin Kıbrıs olduğunu gösteriyordu.
Elbette işin içinde MHP de vardı ama bu partinin kontrgerillayla ilgisi ancak geç bir tarihte resmi kanallardan doğrulanabildi. 12 Eylül öncesinde ülkeyi istikrarsızlaştıracak bir darbeye zemin hazırlama planında bütün dikkatler MHP’nin ve ülkücülerin üzerinde toplanıyordu. Bülent Ecevit, başbakanlığı sırasında, Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’ın örtülü ödenekten Özel Harp Dairesi için büyük miktarda para istemesi üzerine böyle bir örgütten haberdar olmuş, araştırınca Özel Harp Dairesi’nin finansmanın Amerikalılarca karşılandığı ve ülkenin her köşesinde sivil kadrolar beslediğini öğrenmişti. O sivil kadroların kimlerden oluştuğunu ise Sarıkamış’taki bir yemekte yine tesadüfen öğrenecekti. O yemeği şöyle anlattı:
“Bir ilçeye gittiğimde oradaki askeri birliğin komutanıyla konuşuyorduk. Konuşmamız sırasında komutanın Özel Harp Dairesi’nde çalışmış olduğunu öğrendim. Ben de bir ara kim Özel Harp Dairesi’nde çalışmışsa birtakım bilgiler almaya çalışıyordum. Çünkü resmi kanallardan bilgi almak zordu. ‘Hiç merak etmeyin, endişe edecek bir faaliyeti yoktur bu kurulun’ dedi. Dedim ki, ‘Benim Özel Harp Dairesi’nin kendisinden kuşkum yok, ama bunun sivil uzantısından ciddi kuşkum var’. ‘Hiç kuşkunuz olmasın’ dedi. Ama ‘mesela’ dedim, ‘Bu ilçedeki MHP Başkanı bu kurumun sivil uzantılarından biri olamaz mı’ dedim. ‘Öyledir ama çok iyi bir kimsedir’ dedi.”
Ali Yurtarslan itiraflarında, MHP içindeki çekişmeler içinde hücrelerin kuruluşunu şöyle anlatıyor:
“Şevkat Çetin, teşkilat başkanlarının aradan çıkmasını ve hücreler kurulmasını önerdi. Böylece ileride daha etraflıca anlatacağım ETKO, TİT gibi örgütler ortaya çıktı. Şevkat Çetin ayrıca şöyle diyordu: ‘Tek bir mermiyi boşa atmayalım. Artık bunların beyin takımını hedef alalım. Bir semtte devrimcilerin elebaşı kimse o hedef alınmalıdır. Bu, onların kolunu kanadını kırıyor. Emir verenleri yönlendirenleri vuralım. Sıradan devrimcileri vurunca onları militanlaştırıyoruz.’ Bu konuşmalardan sonra devrimcilerin önderleri hedef alınmaya başlandı.”
Artık cinayetlerin ardından yeni imzalar ortaya atılıyordu: Benzeri bütün NATO ülkelerinde de olan paralel örgütlenmeler, Ülkü Ocakları, TİT (Türk İntikam Tugayı), ETKO (Esir Türkleri Kurtarma Ordusu), İslami Cihat yeni faili meçhul cinayetlerin meçhul failleriydi. Aynı zamanda bu dönemde ünlenmeye başlayan yeni isimler de vardı; Mehmet Ali Ağca, Oral Çelik, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı vb. Bunlar yeni dönemin en acımasız tetikçileri olarak ünlenmişlerdi. Özel Harp Dairesi veya yaygın adıyla Kontrgerilla örgütü de adını duyurmaya başlamıştı.
Bu çetelerin oluşmasının ardından sokaklar kan gölüne döndü. Hafızalara kazınan pek çok katliam ve cinayette onların parmağı vardı. Bunlardan bazılarını hatırlatalım:
- 16 Mart Katliamı
- Doğan Öz Cinayeti
- Bedrettin Cömert Cinayeti
- Cavit Orhan Tütengil Cinayeti
- Prof. Ümit Doğanay Cinayeti
- Balgat Katliamı
- Bahçelievler Katliamı
- Abdi İpekçi Cinayeti
- Piyangotepe Katliamı
- Cevat Yurdakul Cinayeti
- Mamak Katliamı
Maraş Katliamı
MHP’nin adının karıştığı katliamlardan biri Maraş’ta yaşandı. 18 Aralık 1978 akşamı Maraş'taki Çiçek Sineması’nda başrolünü Cüneyt Arkın'ın oynadığı "Güneş Ne Zaman Doğacak" filmini seyredenlerin üzerine bomba düştü. Sinemaya bombayı koyanlar içeridekiler çıktığında "bombayı komünistler attı" dediler. "Allah’ını, peygamberini seven yürüsün, Komünistleri, Alevileri yaşatmayın. Bunları öldüren cennetliktir. Maraş, Alevilere mezar olacak. Müslüman Türkiye, Aleviler Moskova’ya. Sütçü İmam aşkına vurun" sesleri arasında yüzden fazla -kadın, erkek, çocuk, genç, ihtiyar- insan katledildi. Kadınlara tecavüz edildi, evler yakıldı, insanlara işkence yapıldı. Sinemaya bombayı koyan da, sokağa çıkıp "Komünistler attı" diyen de MHP'li faşistlerdi.Günler öncesinden belirledikleri evleri işaretlemişlerdi. Katliamı başlatan bombanın sahibi Çatlı'ydı. Katliamı organize edenler ise Haluk Kırcı, Ercüment Gedikli, Ünal Osmanağaoğlu, Ökkeş Kenger'di.
Işığı tekellerden
Paramiliter bir örgüt olan MHP silahlı saldırılarını ideolojik bir kılıfla örttü. Bu kılıf “Dokuz Işık Doktriniydi”; bu doktrin paramiliter faşist harekete, bir "fikir hareketi" görünümü veriyordu.
1960’lı yıllarda 16 sayfalık bir Broşür olarak kaleme alınan bu doktrin daha sonra genişletilerek 672 sayfalık bir programa dönüştürüldü. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin 1967 yılındaki kongresinde Türkeş, Milliyetçi-Toplumcu görüş olarak kabul ettirdiği bu ilkeleri pek çok etkilenmeler sonucu oluşturmuştu. İlkelerin büyük bölümü CHP'den, Alman ve İtalyan faşist parti programlarından alınmıştı. Kurulduğu günden 12 Eylül’e kadar bu partinin tek işlevi sermaye düzeni adına sokakları tutmak oldu. Bunun için de ülkeyi baştan sona bir kan gölüne çevirmekte hiç tereddüt etmediler.
12 Eylül'de faşistler tarafından “Fikri iktidarda kendisi içerde” bir parti olarak tanımlanan, vatan için çarpıştığı iddia edilen MHP’nin militanları Susurluk’ta devlet, mafya ve uyuşturucu baronlarıyla iş üstünde yakalandı. Dün olduğu gibi bugün de iktidarın en önemli ortağı. Başladığı gün görevi neyse bugün de görevi o. Her türlü sömürü, soygun ve talanın “devlet ve ülke yararı” adına yapıldığı bir düzenin militan vurucu gücü onlar.
(SOL)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder