İdam aşığı üç Cumhurbaşkanımız oldu. Denizlerin idamını gönülden isteyen ve bunun için çaba gösteren üç Cumhurbaşkanı...
Kızıldere’de Mahir Çayan ve dokuz arkadaşının katledilmesi ile Deniz, Yusuf, Hüseyin'in idamlarının 50. yılı...
Her nedense, öncesi ve sonrasıyla bu iki önemli olayın yaşandığı 12 Mart'ın ülke toplumsal tarihindeki yeri yeterince irdelenmemekte, dahası sol, sosyalist çevrelerde bile görmezlikten gelinmektedir. Oysa, 12 Mart'ta yaşananlar, getirdiği demokratik kazanımlar nedeniyle sermaye sınıfının hedefe koyduğu 61 Anayasası ve bağlı yasalarda yapılan ilk emek karşıtı değişiklikler, sermayenin çıkarları doğrultusunda hayata geçirilen ekonomik, siyasal ve yargısal dönüşümler, oldukça yeşermiş ve toplumun ordu dahil tüm kesimlerinde yaygınlaşmış olan bağımsızlık ve sosyalizm düşüncesinin ve sosyalist solun yediği o büyük tırpan, çok sayıda köşe yazısının konusu olması gereken bu olgular hep o dönemin ürünleridir.
12 Mart, 12 Eylül'ün bir ön laboratuvar denemesidir. İç ve dış sermaye sınıflarının, tehdit altında olduğunu düşündükleri siyasal ve ekonomik çıkarlarını "sıkıyönetimli ve balyozlu, olağanüstü mahkemeli ve darağaçlı, kontrgerillalı" bir askeri ve "sivil" yapı eşliğinde düzeltmek ve sağlamlaştırmak, bir "yönetme krizi"ni çözmek için toplumun her kesiminde yürüttükleri bir "seferberlik hareketi" olarak nitelenmiştir bir çok araştırmacı tarafından. 12 Mart aynı zamanda egemen sınıfların bozulan iç dengelerinin düzenlenmesi, sermaye birikim süreçlerinin önünün açılmasını, düzenin kendi kurumları -özellikle ordu- içinden çıkan radikal ve sol dinamikleri tasfiye etmesini de içerir. 12 Eylül'e, ikinci faşist darbeye gidiş yolunda yaşanan "bireysel ve toplu katliamların yol haritası" 12 Mart'ta çizilmiştir ve 12 Mart darbesi en önemli kilometre taşıdır.1
Tarihimizdeki bu önemli dönemi ele alıp enine boyuna analiz edecek araştırmacıları, özellikle de genç akademisyenleri görmek umudumuzu belirterek gelelim başlıktaki konuya.
İdam aşığı üç Cumhurbaşkanımız oldu. Denizlerin idamını gönülden isteyen ve bunun için çaba gösteren üç Cumhurbaşkanı; Birisi başbakanlığı, öteki ise Dünya Bankası çalışanı olduğu dönemde, sonuncusu ise Cumhurbaşkanı iken sürece müdahil oldular.
İlki, gençliğimizde Dev Genç mitinglerinde "Morrison Süleyman/Yolculuk ne zaman!" diye seslendiğimiz, AP genel başkanı Demirel'dir. TBMM'de üç arkadaşımızın idam hükmü tartışılırken iki elini birden havaya kaldırarak bir futbol maçında taraftarlarını galeyana getirmek isteyen bir amigo gibi "üçe üç" diye haykırmasıyla ünlenmiştir. Parlamentoda çoğunluğu, temsil ettiği Adalet Partisi'nde olduğundan, Güven Parti’li ve bazı CHP'li milletvekilleri ve senatörlerin de desteğiyle, TBMM'ye iki kez getirilen idam yasasının onanmasını gerçekleştirmeyi başarmıştır.
Diğeri ise Denizlerin idam kararı AYM tarafından usülden bozulup TBMM'ye geldiğinde Dünya Bankası'ndaki "yoğun" görevinden vakit ayırarak Tercüman yazarı Ahmet Kabaklı' ya mektup yazan ve üç genç devrimcinin affedilmemeleri, onlara "bir şans daha verilmemesi" için Meclis'e dolaylı bir çağrıda bulunan Turgut Özal'dır. MESS başkanı, "İşçilerin Düşmanı, Çankaya'nın şişmanı" Özal. 24 Ocak kararlarının 12 Eylül'deki yürütücüsüdür aynı zamanda.
Ne var ki bu yazıda sözünü edeceğimiz Cevdet Sunay bu üçlünün belki de en az bilinenidir.
Sunay, Denizlerin idam kararını imzalayan Cumhurbaşkanıdır. Demirel'le çok yakınlığı olan bir ordu mensubudur. Cüneyt Arcayürek "Demirel dönemi - 12 Mart darbesi 1965-1971" başlıklı kitabında bu yakınlığı şöyle anlatır;
“AP iktidarı işbaşı ettikten sonra [1965 seçimleri sonrası – SG], Genel Kurmay başkanı olarak öteki komutanlarla yeni başbakanı ziyaret edip kutlayan, son derece saygılı bir tutum sergileyen de Sunay'dı. Demirel, Genel Kurmay başkanının 1961 seçimlerinden sonra parlamentoyu açtırmamak için başlayan girişimlere karşı vaziyet aldığını da biliyordu... Demirel , Sunay'ın ölümünden sonra "5 yıl, cumhurbaşkanı Sunay ile rahat çalıştık. Birbirimizi anlıyorduk".
Sunay'ın ölümünden sonra eşi Ankara'ya gelir. Demirel'i görünce ağlamaya başlar ve "Köprüden her geçişinde size dua ederdi. Bırakmadılar ki çocuğu, daha neler yapacaktı diye konuşurdu" der. Demirel'e göre "Sunay, Başbakana hep inanmıştır."2
1966' da Sunay tek turda Cumhurbaşkanı seçilir. Yedi yıllık başkanlık süresi içinde 12 Mart, solcu avı, katliamlar, Kızıldere ve idamlar da vardır.
Arcayürek'in "Çankaya'ya giden yol, 1971-73" başlıklı kitabında da Denizlerin idamı konusunda İnönü ile ters düşen Sunay'ın yaptığı konuşmalar resmi tutanaklardan aktarılmaktadır.
30 Mart 1972 günü Cumhurbaşkanı Sunay parti liderleriyle bir görüşme başlatır. Tutanaklardan alınan konuşması aynen şöyledir:
"...Partiler üstü hükümete [Nihat Erim hükümeti'ni kastediyor- SG] karşı daha yumuşak davranmak lazımdır... işler müspete giderken bu kere üç anarşistin cezasının infaz edilememesi adaleti gölgeledi. Hükümete ve devlete beliren itimat doğmak üzere iken yok oldu. Sıkıyönetime kati zaruret olduğu ve bir devlet reisinin Türkiye'yi ziyaret edeceği sırada başbakana yapılan ağır hücumlar başbakanın moralini bozmuştur... kararname yetkisi istenmiştir, bu yetki verilmemiştir... Anayasa mahkemesi Sıkıyönetim kanununun bazı maddelerini bozmuştur. Bu haller hükümet başkanını ezmiş ve moralini bozmuştur..."3
Cumhurbaşkanı konuşmanın ilerleyen bölümlerinde, siyasi partilerin de birlik olması gerektiğini vurgular. AP' den memnundur ama İsmet İnönü'den yakınmaktadır! Yakındığı konu ise İnönü'nün idam karşıtı tutumudur!
"Benim asıl derdim bu gidiş huzur sağlayacak mı sorusudur. AP ile hiç bir meselem yoktur. Meselem İnönü iledir. İnfazlar için geldi. iki saat konuştuk. Sonunda ‘ben size yalvarmaya geldim. Anlayış göstermiyorsunuz’ dedi. Ben de kendisine politikacı olmadığımı asker olduğumu söyledim... Seçim yapılırsa AP iktidara gelecektir. AP ile olan soğukluk ortadan kalkıncaya kadar partiler üstü hükümete ihtiyaç vardır..." der Sunay.4
Sunay'ın idamseverliği bununla da kalmaz.
Halit Çelenk’in "İdam Gecesi Anıları"nda, CHP'nin idam kararlarının iptali için AYM'ye açtığı dava üzerine Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri general Cihat Alpan tarafından Prof. Dr. Faruk Erem'den görüş istendiği anlatılır. Erem'in, 22.3.1972'de ilettiği görüş idam kararlarının yerine getirilmemesi yönündedir. Ne var ki, yukarıda da belirttiğimiz gibi Sunay idam yanlısıdır.
Sunay'ın idam severliği ve bu konuda yasaları ne denli zorladığına dair bir başka öykü ise Ahmet Kahraman'ın "Darağacında" adlı kitabında yer alır.
İdam kararı , ikinci kez -usul hataları düzeltilerek- parlamentodan geçer ve onaylanarak Resmi Gazetede yayınlanması için Sunay'a gönderilir. İşte tam da bugünlerde, Sunay'ın idamlardan yana tutumuna Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi öğretim üyelerinden Prof. Necdet Özdemir tanıklık eder.
Özdemir, arkadaşı Sencer Güneşsoy' la Ankara'da Atatürk Bulvarı üzerindeki bir kahvede otururken MİT'te görevli bir tanıdığı yanına gelir. Kendisini acilen aradıklarını söyler. Yanında Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği görevini vekaleten yürüten emekli Albay Kemal Özçelik de bulunmaktadır. Aynı göreve bakan General Cihat Alpan idamlara karşı olduğundan Sunay'la ters düşmüş ve izinli olarak "tatil"e gönderilmiştir!
MİT mensubu ile genel sekreter vekili Özdemir'in idamlar konusunda ağzını yoklarlar ama bekledikleri yanıtı alamazlar. Hoca, ceza değil ticaret hukuku bölümünde olduğunu ve konuyu bilmediğini söyler. Yine de solcu olmadığı için Cumhurbaşkanı'nın isteği doğrultusunda Özdemir'den idamlar konusunda görüş isterler. Özdemir geceyi Prof. Uğur Alacakaptan ve Prof. Mümtaz Soysal'la geçirir. Birlikte çalışır ve 14 sayfa tutan bir rapor hazırlarlar.
Sabah üçü birlikte Çankaya köşküne çıkarlar. Yolda profesörün görüşünü soran Kemal Özçelik idam karşıtı olduğunu öğrenince "Kökleri kazınmadığı için huzur gelmiyor" diye azarlar Özdemir'i.
Sunay gülerek, iltifat ederek Özdemir'i karşılar. Oturması için yer gösterir. Sonra, "Dışarda profesör kalmadığı için sizi rahatsız ettik" diye konuşmasına başlar ve idam konusundaki fikrini sorar. Özdemir raporu okumaya başlar.
"Üç kişiyle Anayasa zorla değiştirilemez. Üç kişi bir devleti yıkamaz. Türkiye güçlü bir devlettir. Anayasa düzeninin yıkılmasından söz edebilmek için, karşı gücün de Anayasa düzenini koruyan güce eşit ya da yakın olması gerekir... 3 - 5 kişinin silahlanmasıyla Anayasa düzeninin yıkılması olanaksızdır. O nedenle idamların onaylanmaması gerekir. Ayrıca idamların yapılmaması için Parlamento dilekçe komisyonuna bir başvuru olmuştur. Bu sonuçlanmadan idamların onaylanması ilerde onarımı güç sorunlar yaratabilir...
Bunun da ötesinde, İstanbul bölgesi Sıkıyönetim komutanlığının Albay Remzi Şirin başkanlığındaki askeri mahkemesi, bunlarla aynı nitelikte olan suçlulara ölüm cezası vermemiştir. Mahkemenin kararında "anayasa düzeni ancak onu koruyan güce eşit bir güçle sarsılabilir".5
Profesör'ün sözlerini "Yeter!" emriyle keser Sunay. İmzalamasını ve odayı terk etmesini emreder.
Cumhurbaşkanı istediği görüşü AP Kütahya Milletvekili Fuat Azmioğlu' dan alır! Bu görüş ile Adalet Bakanı Suat Bilge'nin görüşünü birleştirerek idamları onaylar.
Sunay’ın 68 kuşağına bu büyük düşmanlığının kaynağını Muzaffer Erdost’un, "Türkiye'nin Kararan Fotoğrafları" kitabındaki şu bölümde bulabiliriz.
Yazar her köye bir okul değil, her köye bir cami ve bir imam sloganı ile bugünlerin taşları döşendiğini anlatırken Cevdet Sunay’ın İmam Hatip Liseleri ile ilgili görüşlerini de aktarır.
Sunay, konuştuğu şahsın İmam Hatiplerin desteklenmesi ile laik okullara gölge düştüğünü söylemesi üzerine, “Bugünkü okullar birer anarşi yuvası haline geldi. Bu okullardan yetişen gençlere memleket idaresi teslim edilemez. 10 yıl sonra bunlar işbaşına geçecekler. Onlara nasıl güvenebiliriz? Hem biz laik okullara karşı İmam Hatip okullarını bir 'alternatif' olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine getireceğimiz kişileri bu okullarda yetiştireceğiz” der hiddetle.6
4-6 yaşındaki çocuklara kuran okutulan, eğitim birliğinin tarih olduğu, Diyanet'in şeri devletin başına, başkanının ise şeyhülislama dönüştüğü, tarikat yurtlarında çocukların istismar edildiği, ülkenin bir tarikat- cemaat koalisyonu ile idare edilmeye başlandığı günlere nasıl geldiğimizi anlamak istiyorsak tarihimize bakmalıyız. Verilen mücadelelerin anlamını ve değerini bilmeli, özünü anlatmalıyız genç kuşaklara. Bunun için de ilk iş o günleri unutmamak ve unutturmamak olmalı.
SERPİL GÜVENÇ / SOL
- 1.Halit Çelenk, 12 Mart Hukuku, Yeni Ülke içinde, Nisan, Mayıs, Haziran 1978, s. 62; İsmail Cem, 1977, " Tarih açısından 12 Mart", s.433, Cem Yayınları, Vahap Erdoğdu, "12 Mart ve CIA", anafikir.gen.tr, 12 Mart 2012.
- 2.C. Arcayürek, Ocak 1985,"Demirel Dönemi 12 Mart darbesi 1965-71 ", s. 90-94, Bilgi Yayınevi, Ankara
- 3.C. Arcayürek, "Çankaya'ya Giden Yol, 1971-73", s. 279, Bilgi Yayınevi, Ankara
- 4.aynı eser, s. 282
- 5.Ahmet Kahraman, Ekim 1986, "Darağacında", Milliyet Yayınları, İstanbul, s.411-413
- 6.Muzaffer Erdost, 2003, "Türkiye'nin Kararan Fotoğrafları", Onur Yayınları, Ankara , s. 250-51,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder