Devlet ve din işlerinin tam ayrımı, 5 Şubat 1937 tarihinde Türk anayasasına dahil edilerek laiklik devrimi anayasal gelişimini kazandı. Ama bu ayrımın kökeni daha önemli: 10 Nisan 1928 günü “Türkiye Devleti’nin dini İslamdır” maddesi 1924 Anayasası’ndan çıkarıldı. 10 Nisan 1928 ve 5 Şubat 1937 tarihleri Çağının Çağdaşı Türkiye Cumhuriyeti’nin biçimsel ve ideolojik bağlamda kuruluşunu tamamladığı günlerdir.
Edebiyat dergilerinde, Hürriyet, Aydınlık ve Cumhuriyet gazetelerinde laiklik üzerine o kadar çok yazı yazdım ki Türk Aydınlanması ve Laiklik (SİA Yayınları, 2020) kitabımdan başka epeyce kalın bir kitap daha olur. “Azgın jakoben laikcilik”imden olacak, 29 Mart 2012 günü, AKP iktidarı tarafından Hürriyet gazetesinden atıldım.
Bu olay üzerine, zibidinin biri Radikal gazetesinde “Bir kökten laikçiyi gözyaşları ile uğurlarken” başlıklı bir yergi yazısı yayımlamıştı. Ancak tanım yanlıştı: Ben “kökten laikçi” değilim, iflah olmaz bir “köktenci laik”im. “Köktenci laik” olmak çağının çağdaşı olmak demektir. Bunca yazıdan, bunca mücadeleden sonra laikliğin en anlamlı, en kapsamlı tanımını bize ilkokulda (1943-1948) öğrettiklerine karar verdim: “Laiklik din ile devlet işlerinin ayrılmasıdır.” Yani dinsiz devlet! Bir ara kendimce de bir tanım yaptım: “Laiklik birey ve toplumu din adamlarının saldırısına karşı korur.”
***
Bugün, (Prof. Dr.) Mustafa Gündüz’ün hazırladığı İştihad’ın İçtihadı, Abdullah Cevdet’ten Seçme Yazılar (Lotus Yayınları, 2008) adlı kitaptan alıntılar yapacağım. Dr. Abdullah Cevdet, çağının çağdaşı Türkiye Cumhuriyeti’nin düşünce kaynaklarından biridir:
“Bizim için dindar, yalnız o adamdır ki, hakikati arar, hakikati düşünür, hakikati sever. Dindarlığın bu manasıyla, herkesin dindar olduğu gün din, hem lâhûti (ilahî) hem nâsutî (dünya ve insanla ilgili) müesseselerin en derini ve en güzeli olur.” (s.33)
“Samimi emelimiz, gerek iç gerek dış boyunduruklarından kurtulmuş vatandaşlarının hepsini birlik halinde ve kardeş oldukları, ırk ve din farklılıklarının yok edildiği bir Türkiye görmek [...] Uzun tecrübeler sonunda gördüm ki ışık Hıristiyan dünyasından gelirse Müslüman ruhu ona bütün kapılarını kapatacaktır. Biz ki, Müslüman damarlarına yeni bir kan akıtmak vazifesini alıyoruz, ilerici prensipler bizzat İslam müesseselerinden aramalıyız.” (s.40)
Birinci alıntının yayın tarihi 1 Şubat 1932; 40. sayfadan yapılan alıntı 1905 yılının mayıs ayında İçtihad dergisinin Fransızca ekinde yayımlanmış. Dr. Abdullah Cevdet sadece Osmanlı yönetimi ve halkını değil, Prof. Dr. Mustafa Gündüz’ün de dile getirdiği gibi “Bir kelime ile İslamı da Batılılaştırmak istiyordu.” (s.40)
Dr. Abdullah Cevdet’in hayalleri, 1922-1950 yılları arasında büyük ölçüde gerçekleşti: Başta eğitim-öğretim (Öğrenim Birliği), adalet sistemi (Medeni Kanun vb.) toplumsal hayat büyük ölçüde çağı yakaladı. Dr. Abdullah Cevdet 9 Eylül 1869’da doğmuştu, 29 Kasım 1932 günü öldü ve hayallerinin büyük ölçüde Cumhuriyet devrimleriyle gerçekleştiğini gördü. İslamı çağdaşlaştırmayı gerçekten düşünüyor muydu, bundan emin değilim. Onun sıradan bir izleyici-öğrencisi olarak İslamdan çok din adamlarının (ulema ve cami çalışanları) çağdaşlaşması gerektiğini düşündüğünü sanıyorum. Daha önce de yazdım: Devlet ve din kurumları birbirine benzerler, onları kullananlara, yönlendirenlere göre nitelik kazanırlar. Luther ve Calvin reformlarıyla Hıristiyanlık değişmedi, evrilmedi; Papalık kurumu ve din adamlarının (kardinaller, papazlar, rahipler) kafası değişti. Türkiye’ye gelince, tarikatların yasaklanmasına, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karşın, 1950’den sonra mürteci din adamları yani (mürteci) ulema ve cami çalışanları (hocalar, imam ve hatipler) tam anlamıyla hortladılar ve Cumhuriyet karşısında bir yeminli düşman cephesi oluşturdular.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1924) ve Serbest Cumhuriyet Fırkası (1930) ile bitleri biraz kanlandı ama 1950’de Demokrat Parti ile birlikte yeraltından çıktılar. 1950’den sonra 2002’de AKP ile “muhalefet süreci” sona erdi ve “iktidar süreci” başladı. AKP dini irticaya (gericiliğe) istediğinden fazlasını verdi. Artık sadece arkalarında değil, iki yanlarında ve önlerinde de devlet aygıtını istediği gibi kullanan bir iktidar gücü var. Şu anda eğitim ve öğretim devrimleri ölüm döşeğinde zekaret (koma) durumda. Neredeyse gidici...
Tıpkı 19 Mayıs 1919’da olduğu gibi Türkiye (bir darülharb ülkesi olarak) olarak işgal altında. 19 Mayıs 1919 günü kurtuluş günü belli değildi ama şimdi belli: 2023 yılının haziran ayında.
Özdemir İnce / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder