ABD: Resmin parçaları yerlerine oturuyor
Son yazımda faşizm sürecinin, “özgün bir ideoloji, bir toplumsal hareket, lider, parti ve terörist eylemler üzerinden” ilerlediğini anımsatmış, “ABD’de Yüksek Mahkeme’deki karar taslağının ve Buffalo katliamının ‘evreni’ tüm bu unsurları içeriyor” demiştim. “Süreç olarak faşizm”in diğer parçaları kısaca şöyle özetlenebilir: Egemen kriz yönetim modelinin kuralları (ekonomik ve kültürel) içinde aşılamayan bir yapısal kriz; egemen sermayenin kimi temsilcilerinin faşist harekete ilgi duymaya başlaması. Devletin yasama, yargı ve yürütme organlarının faşist parti ve hareketin eline geçmeye başlaması.
ABD’de faşist hareket Yüksek Mahkeme’yi ele geçirmiş görünüyor. Bu yıl yapılacak ara dönem seçimlerinde, federal düzeyde Temsilciler Meclisi’nin, Senato’nun, bölgesel düzeyde birçok eyaletin yönetiminin ve yerel yönetimin kontrolünün faşist hareketin temsilcilerinin eline geçme olasılığı hızla artıyor.
‘YAPISAL KRİZ’ VE TERCİHLER
Sermaye sınıfına bakınca “yapısal krizin”, neoliberal küreselleşme olarak tanımlanan “yönetim modeline” ilişkin genel bir eğilim dikkat çekiyor. Bu yıl Davos toplantısının gündemini oluşturması beklenen bu eğilim, neoliberal küreselleşmenin çözülmesinin hızlandığının, artık restore edilemeyeceğinin kabulüne ilişkindir.
Küreselleşmenin çözülmesinin arkasında, ülkeler düzeyinde, küreselleşme döneminin özelliği serbest ticarete karşı yükselen siyasi tepkiler var. Serbest ticaret döneminde, her “1 dolar verimlilik artışına karşılık 50 dolar” zenginlere gitmiş (D. Rodrik’ten aktaran, R. Faroohar, Financial Times, 22/05). Tepkiler haksız değil.
Küresel düzeyde, sermayenin (mallar ve finans) serbestçe dolaşımının üzerinde yeni ekonomik-siyasi güç merkezleri yükseldi. Bu merkezler, egemen sermayenin koyduğu kuralları artık kabul etmek istemiyorlar. Böylece jeopolitik dengeler bozuluyor, çelişkiler sertleşiyor.
Bu ikili eğilimin üzerine gelen pandemi, hemen arkasından Ukrayna savaşı, uluslararası serbest ticaret ağlarını kırarak, gıda ve enerji tedarikini aksatarak yapısal krizi daha da derinleştirdi. Küresel ısınmanın daha çok gelişmekte olan ülkeleri vuran kuraklık, aşırı sıcaklar ve açlık dalgalarının etkilerinin derinleşmesi hızlandı.
Bu iki eğilimin birleştiği yerde, yerinden yurdundan edilmiş 100 milyon göçmen ve bunların sığındıkları yerlerde, kaynaklar daralmaya devam ederken sertleşen ekonomik kültürel çelişkiler var.
Ancak “yapısal krizin” toplumsal sonuçlarını hafifletecek, kapitalist toplumları ekonomik ve siyasi olarak yeniden stabilize edebilecek yeni bir kriz yönetim modeli ortada yok. Eski modeli restore etmek de olanaksız.
Bu koşullarda, ABD’de egemen sermayenin önemli bir kesimini oluşturan yüksek teknoloji sektörünün Alman asıllı Thiel gibi kimi liderlerinin, bugünün kapitalizminde “demokrasiyle özgürlüklerin uzlaşamadığını” ileri sürmeye, 1920’lerden bu yana yaşanan, sosyal devlet, kadınlara oy hakkı, 1960’larda kazanılan eşit haklar gibi gelişmelerden yakınmaya başladıkları (Aktaran Krugman, New York Times) görülüyor. “Yapısal krizi”, küresel ısınmanın yükünü halkın sırtına yıkarak sömürüyü, baskıyı artırarak, hakları ve özgürlükleri kısıtlayarak yönetme arzusu güçleniyor.
Egemen sermayenin, Ellison (Oracle), Bezos (Amazon), Musk (Tesla, Space X), Zückerbeck (Meta), Thiel (PayPal, Palantir) gibi düne kadar “liberal” eğilimli plütokratları Demokrat Parti’ye karşı tutum almaya başlıyor, Cumhuriyetçi Parti’nin, Müslüman, LGBTİ+, kürtaj, göçmen, Yahudi, düşmanlığı konularında Trump’tan çok daha radikal adaylarına milyonlarca dolar kaynak aktarıyorlar. Trump’ın harekete geçirdiği “canavar” artık Trump’ın denetiminde çıkıyor.
***
ABD: Süreç olarak faşizm ivme kazandı (I)
Bu ay ABD’de süreç olarak faşizmin ivme kazandığını gösteren iki olaya tanık olduk. Basına sızdırılan bir karar taslağı metni, ABD Yüksek Mahkemesi’nin kürtaj hakkını güvenlik altına alan 1973 tarihli “Roe vs. Wade” ve 992 tarihli “Planlı anne-babalık hakkı” kararlarını iptal etmeye hazırlandığını gösterdi. İkincisi, Buffalo, New York’ta çoğunlukla siyahların alışveriş yaptığı bir süpermarketi hedef alan silahlı faşist terörist, 10 kişiyi öldürdü 3 kişiyi de yaraladı.
Korkutucu olan şu ki “saygın hâkimlerin” oturduğu Yüksek Mahkeme ile Buffalo’da 10 kişiyi öldüren 18 yaşındaki faşist terörist arasında Cumhuriyetçi Parti ve Donald Trump üzerinden geçerek gelen güçlü bir ideolojik bağ var.
GİLEAD OLARAK ABD
Cumhuriyetçiler Trump döneminde atanan “ultra-muhafazakâr” ve çoğu erkek hâkimlerle Yüksek Mahkeme’de çoğunluğu ele geçirdiler; ölene kadar görevde kalacak hâkimler ABD federal yasalarını ve yargıyı dinci ırkçı bir dünya görüşüne göre yeniden şekillendirmeye başladılar.
Bu tehlike karşısında, Damızlık kızın öyküsü, başlıklı kâbus “distopyanın” (Gilead) yazarı Margret Atwood, tepkisini “Gilead’ı ben yarattım, Yüksek Mahkeme gerçekleştiriyor” biçiminde ifade etti. Gerçekten de şimdi, artık Trump’ın siyasi, dinci ırkçı hareketlerin ideolojik etkisi altındaki birçok eyaletin yönetimi, kadınların bedenleri üzerindeki haklarını ortadan kaldırmaya, tecavüz, “ensest”, annenin yaşamını tehdit eden durumlarda bile kürtajı yasaklamaya hazırlanıyor. Texas eyaleti çoktan yasakladı, dahası ihbar edenlere de ödül veriyor, adeta eski “vahşi Batı”nin “ödül avcıları” gibi.
Bu durumun iki boyutu var. Birincisi: “Rose vs. Wade”, ABD sağının temel nefret nesnesi olan toplumsal haklar-eşitlikler hareketinin, kazanımlarına, sosyal ilerlemelere ait bir gelişmeydi. Birçok yorumcu, “Rose vs. Wade”in iptal edilmesinin bir ilk adım olacağını, bunu LGBTQ+ bireylerin, siyahların, haklarını ilgilendiren federal güvencelerin kaldırılarak, o konuların eyalet yönetimlerinin yasama yetkisine transfer edilmesinin izleyeceğini düşünüyor. ABD faşizmi nihayet 1960’ların, 70’lerin toplumsal ilerlemelerini geri çevirme şansını yakalamış görünüyor.
BİR SOYKIRIM PROJESİ
İkinci boyut, “Rose vs. Wade”in iptalinin arkasındaki ideolojiyi, Buffalo’daki katilin inançlarına bağlayan, “büyük yer değiştirme” teorisiyle ilgili. Bu “teori”, Cumhuriyetçilerin etkili ihtiyarlarından, Newt Gingrich’in deyimiyle, ABD’nin, “klasik” nüfusunun (uzun süreli bir soykırım ile yok edilmiş yerliler değil, beyaz Protestan nüfusu) sistemli bir biçimde yabancı, (Latino, Asyalı, Ortadoğu ve Afrika’dan gelen Müslümanlar) göçmenlerle değiştirilmekte olduğunu iddia ediyor. Bu “teoriye göre” “değiştirmeyi” Demokrat Parti’nin seçkinleri (ilericiler, sosyal demokratlar), Yahudiler, Küreselleşmeciler ve Soros (Yahudiler), Birleşmiş Milletler planladılar ve yönetiyorlar. Doğum kontrolü ve kürtaj hakları da “beyaz kadınların doğurganlık oranını düşürmeyi amaçlıyor”, o da bu komplonun bir parçası. Bu teori, beyazların yok edilme tehlikesi altında olduğunu iddia ederken bunun mantıki sonucu olarak bir özsavunma refleksini, bu bağlamda, beyaz ve Protestan olmayan göçmenleri, Yahudileri hedef alan soykırım projelerini, eylemleri meşrulaştırıyor. Bu “teorinin” uluslararası boyutu da var; Avrupa’da, soy kırım üzerinde kurulan Avustralya ve Yeni Zelanda’da faşistlere, ABD faşistleriyle ortak bir işbirliği, söylem zemini sunuyor.
Bu da bizi, “büyük yerdeğiştirme” teorisine dayanan, ABD ve Avrupa kapitalizminin emperyalist ırkçı-köleci geçmişine ışık tutan söylemlere nefret kusan, kitleleri hedef alan terör eylemlerine getiriyor. ***
ABD: Süreç olarak faşizm ivme kazandı (II)
Faşizm süreci, özgün bir ideoloji, bir toplumsal hareket, lider, parti ve terörist eylemler üzerinden ilerler. Faşist ideoloji, öncelikle iki amaç tanımlar: Orijinal/otantik bir toplumsal grubun yaşantısını, hatta varlığını “tehdit eden” değişimleri, altüst oluşları, etnik/dini bir “ötekinin” seçkinlerinin komplosuna bağlar. İkincisi de kadınların vücutları üzerinde hâkimiyet kurmak, bu hâkimiyetin kurumsal ifadesi olan aileyi tehdit ettiği iddiasıyla LGBTQ+ pratikleri bastırmak ister.
ABD’de Yüksek Mahkeme’deki karar taslağının ve Buffalo katliamının “evreni” tüm bu unsurları içeriyor. Yüksek Mahkeme de kürtaj hakkını koruyan yasayı kaldırma gerekçesini, “ülkenin kurucu anayasasında, tarihsel değerleri içinde yeterince derin kökleri yok” gerekçesine dayandırıyor. Irk eşitliğinin, kadınların oy verme hakkının, bir seri cinsel konunun, kurucu anayasada, tarihsel değerler içinde olmadığını anımsatan, Margaret Atwood da “17. yüzyıldaki gibi yaşamak istiyor musunuz” diye soruyor.
Buffalo katliamcısı da “büyük yer değiştirmenin”, geleneksel “beyaz toplumu” yok etmekte olduğuna inanıyor; ancak, ABD tarihinin “büyük yer değiştirmelerin tarihi” (Stephens, New York Times) olduğunu unutuyor:
Gelen göçmenler yerlileri yok ettiler, Katolikler ve Yahudi göçmenler Protestanları, Avrupa’dan gelenler (İrlandalı, İtalyan, Danimarkalı vb.) etnik İngiliz nüfusu azınlığa düşürdü. Ardından Anglosakson seçkinlerin yerini giderek göçmenlerin yetiştirdiği seçkinler almaya başladı. Nihayet son yıllarda üçüncü dünya ülkelerinden gelen, ucuz işgücü kaynağı göçmenler var. Kısacası, Buffalo katilinin manifestosu, kendi ülkesinin tarihinden habersiz bir fantezi. Ancak sıra kadınların bedenlerine gelince, Yüksek Mahkeme ve katil aynı frekansta buluşuyorlar.
Bu ideoloji üzerinde, bir toplumsal hareket, lider ve partinin şekillenmesi, Trump döneminde hızlandı. Beyaz üstünlüğü gruplar üzerinde yapılan araştırmalar, bunların birbirleriyle ilişki içinde olduğunu, mekânları, kaynakları paylaştıklarını, “6 Ocak 2021 kalkışmasında” olduğu gibi eylemlerini koordine ettiklerini gösteriyor. Trump döneminde güçlenerek, büyük bir oy makinesine dönüşen bu hareketin basıncı, Cumhuriyetçi Parti’yi (GOP) faşistleştiriyor. Kamuoyu yoklamaları, ABD seçmeninin 1/3’ünün, GOP seçmeninin yarısının “büyük yerdeğiştirme” komplosuna inandıklarını gösteriyor. Fox News’dan Tucker Carslon gibi çok izlenen TV yapımcıları, Elise Stefanik, Matt Gaetz, Scott Perry, Ron Johnson gibi temsilciler, senatörler, Blake Masser, J.D. Vabxe gibi senatör adayları, bu komplo teorisini açıkça savunarak oy toplamaya çalışıyorlar.
Siyahları, Müslümanları, Yahudileri, Latin Amerikalı göçmenleri, hedef alan terör eylemleri de son yıllarda sıklaştı. FBI’ya göre nefret suçları son yıllarda yüzde 35 artmış. Beyaz ırkçı teröristlerin hepsi “büyük yer değiştirme” savına dayanıyorlar: 2017’de Charlotswille’de “Siyahlar ve Yahudiler yerimizi alamayacak” sloganlarıyla yürüyenler, ırkçılık karşıtı bir eylemciyi öldürdüler, 2018’de bir sinagog saldırısında 11 kişi öldü, 2019 Latin Amerikalı göçmenleri hedef alan saldırıda 23 kişi öldü, 2019’da Yeni Zelanda Christ Church’de 51 Müslümanı öldüren saldırganın manifestosu, son Buffalo katliamını gerçekleştiren teröriste ilham verdi. 2020’de faşist militanlar en az 16 kişiyi öldürdüler. 2020-21 polis cinayetlerinin ayyuka çıktığı yıllardı. Göstericilere ateş açarak iki kişiyi öldüren ırkçı Rittenhouse, GOP taraftarlarınca kahramanlaştırıldı. Trump döneminde süreç olarak faşizm güçlendi. Biden yönetimi herhangi bir önlem alamadığı, sol hareket yetersiz kaldığı için de şimdi ivme kazanıyor.
Ergin Yıldızoğlu(Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder