Son günlerde yukarı doğru hareketini hızlandıran dolar kuru, bir süredir ara verilen tartışmaları yeniden canlandırdı. Şimdi herkesin aklında aynı soru var: Döviz nereye kadar tırmanacak?
Son birkaç gündür ABD Doları-TL paritesi 1 Dolar = 15 TL eşiğini aştı. İktidarın kendisi için bir hedef belirlediği ve uğruna çok çaba sarfettiği son mevzi olan 14 TL’ler platosu da böylece aşılmış oldu. Peki neden? Ve geriye dönüş olasılığı var mı?Kolay tarafından başlayalım: Geriye dönüş olasılığı yok. Çünkü bunun için hiçbir iyimser beklenti kalmamış durumda. Dolar-TL paritesinin belleğinde daha önce yaşanmış bir 18 TL seviyesi olduğu için de ayrıca kur artışının önü açık. Kuşkusuz daha nesnel nedenleri de var.
Kur artışlarının nesnel nedenleri nelerdir?
Karşılıklı etkileşim halinde çok sayıda neden var.
Eğer iktidarın para politikasının temel aracı olan faiz silahını kullanmamaya seçimlere kadar elinin mahkûm olduğunu düşünürsek, bunun kurun ve enflasyonun şirazesinden çıkmasında en temel belirleyici olduğunu kabul etmek gerekir.
Kur artışının veya TL’nin değer yitiminin enflasyonu körüklediği itiraz kabul etmez bir olgu ise, bunun tersi de geçerlidir. Dolayısıyla ikinci sıraya yüksek enflasyonist eğiliminin sürecek olmasını koyabiliriz. Her enflasyon artışı TL değerini aşağıya çeker, kuru da önünde-sonunda yukarı iter. Bu gelişme dövize olan talebi arttırır ve kur buradan aldığı etkiyle de yükselir.
Öte yandan dış ticaret açığının beklenenin çok üzerinde artması (ilk 4 ayda 32 milyar dolar), turizm gelirlerinde de beklentilerin aşınması, döviz açığının (cari açığın) beklentilerin üzerinde olmasına yol açacağı için kurlar üzerinde yukarı yönlü baskılar artacaktır.
Bütçe açıklarının öngörülenin üzerinde artıyor olması, iç borçlanmayı ve bunlar içinde dövize endeksli borçlanma türlerini de yükseltmektedir. Zorlama bir kredi genişlemesini de eklersek, bunların hepsi enflasyonu (ve dolayısıyla kuru) besleyecek etkiler yaratır. Buna bir de TCMB para matbaasına fazla mesai yaptırıldığını eklersek tablo tamamlanır.
ABD Merkez Bankası FED’in faiz arttırma patikasının aylık 50 baz puanlara taşınmış olması ve bilanço küçültmeye gitmesi, doların diğer paralara karşı değer kazanması ve sermaye/fon hareketlerinin yönünün ABD’ye doğru çevrilmesi sonucunu vermektedir. TL’nin henüz çevre ülke paraları kadar değer yitirmemiş olmasının nedeni, arka kapı döviz satışlarıydı. Ancak bu yol tıkandığında veya artık yeterli etkiyi yapmadığında kurlar yukarı gitmektedir. Ama TL’nin hâlâ dolara karşı değer kaybedeceği bir boşluk vardır. (Bu arada Avrupa Merkez Bankası’nın da varlık alımlarına son vereceği açıklaması dikkate alınmalıdır).
Arka kapı döviz satışları ve KKM üzerinden içerde döviz talebini belirli ölçüde sınırlayabilen iktidar, TL’nin dış piyasalardaki değeri konusunda çaresizdir. Risk primlerinin yani CDS’lerin 700 puan düzeyine yaklaştığı bir ortamda, TL’nin yurtdışı piyasalarda değer kaybı çok daha yüksek olmaktadır. Bu da sonuçta içeriye bir şekilde yansıyacaktır.
KKM süreleri dolanların hepsi devam etmeyecektir; çünkü şimdiye kadar faiz+kur farkları enflasyona karşı yeterli koruma sağlamış değildir. İktidar, KKM’nin çözülmemesi için TL’nin değer kaybının önünü açmak durumundadır; ama bu da Hazine’nin üzerine yük bindirmektedir. Şuna karar vermek durumunda: Kurlar yükselmesin diye emanet dövizlerin satışı üzerinden (ki bu da maliyetsiz değildir) çaresiz çıkışlara mı devam edilmeli yoksa TL serbest bırakılarak kur farklarını ödemeye razı mı olunmalı?
İktidar faiz aracını kullanmayarak hatta ters yönde kullanarak enflasyon beklentilerini kıramamış hatta körüklemiştir. Bu da kurları zıvanadan çıkarmıştır. O da dönüp gelip tekrar enflasyonu sıçratmıştır. Bu arada ithalata ve özellikle ara malı ithalatına bu derece bağımlı bir ülkede, üstelik dünyada emtia fiyatları yükselirken, Türkiye’de enerji ve gıda fiyatları başta olmak üzere ithal malların önemli bir bölümünün fiyatları çifte etkiyle yükselmiştir. Dünya ülkeleri faizleri yükselterek milli paralarının değerini korumaya ve enflasyon ithalini sınırlamaya yönelmişken, kendisini “ekonomist” olarak gören bir numaralı kamu personeli bunun tersini savunmuş ve uygulamıştır. Bunun ekonomik maliyeti çok yüksek olmuştur ve olacaktır. En büyük maliyet de geniş halk kitleleri tarafından taşınmaktadır.
Hazine’ye maliyeti çok yüksek
Faiz aracını rafa kaldıran iktidar yan yollardan ve gene sonuçta halka binen yüksek maliyetlerle kuru kontrol etmeye kalkmıştır. KKM, şimdiye kadar bu mevduat sahiplerini enflasyona karşı koruyor gözükmese de Hazine’ye maliyeti çok yüksektir. Sadece ödenen kur farkları üzerinden değil, bu kur farklarını alan şirketlere hediye edilen (tahsilinden vazgeçilen) Kurumlar Vergisi, Gelir Vergisi Stopajı ve kambiyo vergisi nedeniyle.
Ayrıca dövize endeksli tahvilden sonra enflasyona endeksli tahvil ve mevduat gibi uygulamalarla, bu uygulamalardan yararlananlara enflasyon oranında örtük faiz verilmiş olmaktadır. Gelir dağılımın alabildiğine bozan bu uygulamalar, aynı zamanda anayasal suç kapsamına girmektedir.
Faiz aracını kullanmayı reddeden, bu arada TCMB rezervlerini tüketip net bakiyesini eksi 61 milyar dolara kadar düşüren iktidar, dalgalı kur rejiminden uzaklaştırıcı adımlar atmaya mecbur kalmaktadır. Bu bağlamda ihracat döviz gelirlerinin yüzde 40’lık bölümünün bankalarda bloke edilmesi uygulaması şimdi de turizm döviz gelirleri için getirilebilmiş, ayrıca bankalardan 5 milyon dolar ve üzerindeki döviz çekilişleri özel izne bağlanmıştır. Bir ülke kuşkusuz dalgalı kur rejimini tartışabilir, bundan çıkabilir; ama bir taraftan ihracat ve turizmi teşvik etmek isteyip diğer taraftan bu uygulamalara gitmek az rastlanır bir çelişki değildir. Belki çelişkiden ziyade çaresizlik adımları denilmesi gerekir.
Sonuç olarak, ekonominin hakimiyetin yitirmiş bir iktidarın Hazine’ye, hane halkına ve bazı üretici çevrelere çok büyük zararlar vererek bir seçim dönemini daha kurtarmaktan başka bir şeyi dert etmediği bir dönemden geçilmektedir. Ancak iktidar bu kadarının yeterli olmayacağını hesaba katarak, yargı ve siyaset alanlarını da kendi oyuncağına çevirme peşine düşmüş gözükmektedir. Böylesine çaresizleşmiş bir iktidar türüne bu kadar geniş alan bırakmamak gerekmektedir.
Oğuz Oyan / SOL-ANALİZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder