Sansürün, sansürcüleri vurmak gibi bir huyu var - Hakan Güngör / EVRENSEL

 

Adnan Menderes, 555K eyleminde gençlere “a… s… p…” diye küfrediyor. Zafer gazetesi haberi şöyle veriyor: “Menderes, halkın tezahüratına, sevgi ile mukabele ediyor.” Kapatılmasına bu da engel olamadı.

Önce yaşanmış bir diyalog:

- Kanunu okuyunca gördüm ki, maalesef haddi aşıyor ve bazı noktalarda Anayasa’mızla kesinlikle uyuşmayan hükümler içeriyor.

- Ben aynı kanaatte değilim. Kanun sadece bazı ar ve hayâ yoksunu gazetecilerin maksatlı yorumlarla bu görüşmeleri saptırmasını önlüyor.

Tartışma uzadı; o ana dek konuşmayan bu kez söze girdi:

- Bu vaziyet karşısında ne yapmalıyız? Toplantının gayesi ve halledilecek mesele, zannederim budur.

Eylemler, itirazlar, yasaklama kararları, polis baskıları öyle bir hale gelmişti ki “çözüm”ü gazeteciliği sansürlemekte arıyorlardı.

Yasaya itiraz eden devam etti: - Önce, Anayasa’ya tamamen uymadığına göre, hükümleri tatbik etmemelisiniz. Bu bakımdan tekrar gözden geçirilmesi için, kanunu derhal Meclise geri göndermelisiniz. Bilhassa gençliğe karşı çok sert tedbirlere başvurmamalısınız.

Vaziyet karşısında ne yapmak gerektiğini soran devreye girdi:

- Ben hiçbir şekilde bu görüşe katılmıyorum. Bilakis, son derece sert davranmak ve tahrikleri cezalandırmak lazımdır. 

Ve o sözü söyledi:

- Tenkit zamanı çoktan geçti, şimdi tenkil zamanıdır.

Tenkit, eleştiri demekti; tenkil ise “kökünü kazıma”.

Gazetecilere yönelik sansürcülük ve “kök kazıma” isteği barındıran bu diyalog oldukça güncel görünüyor. Ancak bu çok güncel diyalog esasen 1960’ta yaşandı.

GAZETE KAPATMA "YETKİSİ"

Diyaloğa konu olan Tahkikat Komisyonu ve onun yetkilerini belirleyen Salahiyet Kanunu’nuydu. Savcı ve mahkemelerin yetkileri bir komisyona verilecekti, komisyon gazete kapatabilecek, gazeteci tutuklatabilecek, siyasi parti toplanmalarını yasaklayabilecekti. Dahası itiraz hakkı dahi yoktu. İtiraz edenler 1 yıldan 3 yıla kadar cezalandırılacaktı. (Şu an gündemdeki sansür yasasında öngörülen ceza kaç yıl dersiniz? Yine 1 ila 3 yıl.)

Bu diyalogda yasaya itiraz eden Ali Fuat Başgil’di. Başgil uzun yıllar boyunca Demokrat Partinin “akıl hocalığı”nı yapmış bir isimdi. Her nasılsa son kertede artık o da itiraz eder olmuştu. Yaratılmasına vesile olduğu canavara şaşıyordu.

“Ar ve hayâ yoksunu gazeteciler” ifadesini kullanan Başbakan Adnan Menderes’ti. “Köklerini kazımak isteyen” ise Cumhurbaşkanı Celal Bayar.

AKP’yle ilgili herhangi bir adımda dönüp Menderes dönemine bir kez daha bakıyorum ve bunun sık yapıldığını biliyorum. Çünkü hâlâ çıkarılacak sonuçlar var. Özellikle de bu yasayı destekleyen “gazeteciler” için.

Salahiyet Kanunu’na dönelim…

"BUGÜN CANIM YAZI YAZMAK İSTEMİYOR"

Kanun, 27 Nisan 1960’ta Meclisten geçti.

Bu bir sivil darbeydi. Bir gün sonra hukuk fakültelerindeki öğretim üyeleri derslere girmeme kararı aldı. Hemen ardından öğrenci hareketleri geldi. İstanbul’da başlayan eylemler, Turan Emeksiz’in polis kurşunuyla öldürülmesi, eylemler sırasında Nedim Özpulat’ın hayatını kaybetmesi; eylemlerin farklı şehirlerde devam etmesi, son olarak Ankara’da 555K eyleminin yapılması…

Yazılamıyordu.

29 Nisan günü Çetin Altan köşesini bu yüzden yazamadı mesela, “BUGÜN CANIM YAZI YAZMAK İSTEMİYOR” notunu düşebildi sadece. Boş sütunlar da bazen çok şey anlatıyordu.

Kritik örneklerden biri 555K eylemiydi. Öğrenciler gizlice örgütlenmiş, Ankara’nın kalbinde eylemi düzenlemiş, hem de sözlerini bizzat Menderes’in yüzüne haykırmıştı. (Neymiş, öğrenciler Menderes’in yakasına yapışıp hürriyet istediğini söylemiş, Menderes, “Bir başbakanın yakasına yapışıyorsunuz, bundan büyük hürriyet mi olur” demiş, uydurmadır; hadiseden yıllar sonra şeyh uçurmak isteyen müritlerin yalanıdır.)

YANDAŞ GAZETE MENDERES ÖVERKEN NASIL KAPATILDI?

555K eyleminden hemen sonra basın yasağı geldi, İçişleri Bakanlığı bir bildiri yayımladı. Bildiriyi basmak “mecburi”ydi.

Bildiride tanıdık ifadeler vardı. “Eylemi düzenleyenler ‘bir merkezden’ idare ediliyordu!” “Eylem alınan tedbirlerle önlenmişti!” “Eylemi düzenleyenler işsiz güçsüz takımıydı!” Hepsi birden yalandı. Ama hükümet kaynaklı yalan haberler cezalandırılacak değildi.

Yalan böyledir, bir ikisi yenilerini ve daha büyüklerini doğuruyordu. En geniş olanaklara sahip olan, her ne hikmetse en mağdur oluyordu.

6 Mayıs’taki yayınlar gerçek dışıydı. En “tuhaf” ve “gülünç” yayını yandaş Zafer gazetesi yaptı.

Eylemde Menderes kendini kaybediyor, gömleğini kravatını çekiştirip küfürler edecek hale geliyor; ben buraya açıkça yazamam ama o “a… s… p…” diye bağırabiliyordu eylem esnasında. (Evet, parti lideri halka küfrediyor.)

Zafer bunu nasıl mı verdi?

“Başvekile Dünkü Sevgi Tezahüratı” başlığıyla!

Zafer, eylem anından özenle seçip iki fotoğraf yayımladı, şunu yazdı:

“Vatandaşların sevgi ve muhabbet gösterilerine muhatap olan ve coşkunca alkışlanan Başvekil Adnan Menderes, halkın tezahüratına, sevgi ile mukabele ediyor.” Tabii Zafer’e teşekkür etmemiz gerekiyor, sayelerinde o güne dair iki fotoğraf daha var elimizde.

Ama kaş yaparken göz de çıkardılar; çünkü eylem anından fotoğraf yayımlamak yasaktı.

Sonuç: Yandaş gazete Zafer kapatıldı!

SANSÜR FISILTI DOĞURUYORDU VE FISILTILAR SANSÜRLENEMİYORDU

Tahkikat Komisyonu ve Salahiyet Kanunu sivil darbeydi, ardından askeri darbe geldi ve Türkiye’de darbeler alışkanlığı başladı, olan Türkiye’ye oldu.

Ağır sansür koşulları Menderes cephesi için hiç beklenmedik sonuçlara yol açtı. Yaşananlar yeterince korkunçtu ama söylentiler durumun daha ötesine işaret ediyordu. Bilinenden çok daha fazla öğrencinin öldürüldüğü, yaralandığı, dövüldüğü haberleri herkesin dilindeydi. Öğrencilerin bir bir öldürülüp asfaltlara gömüldüğü ama kimsenin bunları yazamadığı düşünülmeye başlanmıştı. Sansür fısıltı doğuruyordu ve fısıltılar sansürlenemiyordu.

Menderes ise radyodan halka sesleniyordu:

“Şöyle çarpışmalar oldu, şu kadar yaralı var, ölü var veya tanınmış isimlerden falan yerde filan öldü. İstanbul’da veya Ankara’da şunlar oldu, bunlar oldu. Yalan İstanbul’da ise başka, Ankara’da ise başka olarak piyasaya sürülür. Aileler telaş içinde, telefonlarda taziyeler, dostlardan başsağlığı dilemeleri… Yaratılmak istenen bu. Ne alçakça hengame…” Kendi kazdığı kuyuya düşen Menderes bu kez de “söylentilerden” şikayet ediyordu.

Konuyla ilgili bir görüşmemizde dönemin tanıklarından Altan Öymen de aynı noktaya değinmişti:

“Dün İstanbul’da olan hadiselerin yayını yasaktır’ diye bir ifade yayımlanıyordu. Hatta onu bile yasakladılar. Hiçbir şey yokmuş gibi çıkıyordu gazeteler. O zaman fısıltı gazetesi ortaya çıkıyor, kulaktan kulağa, herkes bir şeyler söylüyor, birbirine anlatıyor. Görenler var tabii, orada adam vurulmuş, kanlar içinde götürülüyor. O yaralı kurtarılmış sonradan ama ölmüştür diye düşünülüyor. Hangi hastanede olduğu bilinmiyor. Ankara’da silah atılıyor, bir kişinin ağzına girip çıkıyor, acaba öldüler mi sorusu çıkıyor ortaya. Fısıldana fısıldana daha fazla insan öldü sanılıyor. Bu da basın özgürlüğünün önemini gösteriyor. Yaşananlar açıkça aktarılsa o tepkiler belki daha ılımlı olacaktı.”

"ŞÖHRET ZEDELEME" BAHANESİYLE TUTUKLAMALAR

Tabii Demokrat Parti döneminde basına yönelik baskılar bir gecede ve bir kanunla başladı sanılmasın, Demokrat Partinin iktidarı boyunca kullandığı bir metottu.

Kısıtlayıcı ilk adım 1954’te atılmıştı. Artık basın ve radyo yoluyla “İtibar kırılamayacak”, “Şöhret ya da servete zarar verilemeyecekti”.

İtibar kırmak neydi, şöhrete zarar vermek neyle ve hangi ölçütlerle belirlenebilirdi? (Bugünün sorusu da benzer; “yalan” haberin yalanlığına kim, neye göre karar verecek?)

Sonrasında tutuklamalar da birbiri ardına geldi. Burayı da kısa geçelim; Cemal Sağlam, Metin Toker, Şinasi Nahit, Fuat Arna, Bedii Faik, Cüneyt Arcayürek tutuklandı. Hüseyin Cahit Yalçın hapse atıldığında 79 yaşındaydı. DP son 5 yılında 2 bin 300 kadar dava açtı, 867 gazeteciyi mahkum etti.

RESMİ İLANLAR YANDAŞ BASINI BESLEDİ

1958’de ikinci hamle geldi. Bu kez konu ilanlardı. Artık ilanlar tek elden verilecekti. Ve DP ilanlar konusunda da demokratik bir tavır takınmayacaktı elbette.

DP dönemi boyunca resmi ilanların nasıl yandaş basına verildiği, muhaliflerin bu haktan alıkoyulduğu; dahası basamayacakları oranda kağıdın besleme basına nasıl verildiği, diğer gazetelere kağıt bile verilmediği konusu da oldukça güncel.

Tıpkı Evrensel’in 1011 gündür hakkı olmasına rağmen alamadığı resmi ilanlar gibi…

BESLEME BASINDAN İBRETLER

Şüphesiz ki o süreçteki “besleme basın”ın başına gelenlerde ibretler vardı.

Dönemin palazlanan yayınları Zafer, Havadis, Son Posta; ilana ve kağıda boğuldu evet, ama sonra yok oldu gitti.

Sansürü savunan, “Komünistlerle böyle başa çıkılır” diyen Ahmet Emin Yalman’ın, sonra kendisi bir yazısından dolayı tutuklandı.

Yassıada sürecinde, Necip Fazıl Kısakürek’in Demokrat Partiden örtülü ödenek yoluyla nasıl para dilendiği, para aldıkça nasıl sakinleyip DP’yi savunduğu ayyuka çıkmıştı, utanç vericidir.

Bugün sansür yasasına güçlü bir itiraz yükseliyor ama yandaş cenah alkışlamaya devam ediyor. İbretler diyorum (tekrar), bakın orada duruyor.

Son bir not: Ar ve hayâ, aşağı yukarı aynı anlamlarda, utanma duygusu demek. Abdülhamid ve Menderes yazılıyor; daha ne kadar yazılacak? Abdülhamid ve Menderes’in baskı yöntemleri tekrarlanmaktan utanılmıyorsa, biz de tekrar tekrar yazmaktan utanmıyoruz.



Hakan Güngör / EVRENSEL


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Okuyan ve Terkoğlu 'Cumhuriyet meselesi'ni konuştu: 'Cumhuriyetçiler ve komünistler ortak programda buluşmalı' -soL-

Urla'da "Cumhuriyet Meselesi" başlıklı söyleşiden konuşan Kemal Okuyan ve Barış Terkoğlu, cumhuriyetin bir mücadele başlığı ol...