Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanı, “Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, psikoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 05.30’da kalkmıştı” diye başlar. Haliyle cinayeti ilk cümleden itibaren izlemeye başlarız.
Bu yazı siyasi bir cinayeti anlatmak için yazıldı. Hayır, parmağımızla gösteremiyoruz. Kapının ardında konuşulanları duyduk. Aklımız, gözlerimizin önünde gidiyor.
“Ahmak davası”nı biliyorsunuz. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, üç yıl önce, Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nde konuşmuştu. Toplantı, Türkiye’deki yerel seçimlere dair hazırlanan rapor üzerine olağan bir buluşmaydı. Katılımcılar arasında, AKP dahil, farklı partilerin belediye başkanları vardı. İmamoğlu, İstanbul seçimlerinin tekrar edilmesi dahil, yaşanan sıra dışı olayları eleştirmişti.
“Bedel” kelimesini ise şöyle kullanmıştı: “Sadece üç ayda, 13 bin oydan 806 bin oya çıkan bir farkla bedel ödeten bir halk var.” Birkaç gün sonra, İçişleri Bakanı Soylu’nun hedefi oldu: “Avrupa Parlamentosu’na gidip, Türkiye’yi şikâyet eden ahmağa söylüyorum, bunun bedelini bu millet sana ödetecek.” İmamoğlu’nun cevabı, tabiri caizse, “Sensin o” şeklindeydi: “31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır.”
Sözlerin muhatabı çok açık ki Soylu’ydu. Ancak Bizans’ta oyun bitmez derler ya... Seçimi resmi olarak iptal eden YSK (Yüksek Seçim Kurulu) olduğu için, sözlerin hedefi de YSK üyeleri imiş gibi, hakkında dava açıldı. “Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine karşı görevlerinden dolayı alenen zincirleme hakaret” suçlamasıyla, 1 yıl 3 ay 15 günden 4 yıl 1 aya kadar cezalandırılması istendi. İstanbul Anadolu Adliyesi 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen dava halen devam ediyor. Önümüzdeki günlerde, belki de 11 Kasım duruşmasında karar çıkabilir.
Buraya kadar hikâyeyi az çok biliyorsunuz.
Gelelim perde arkasında olanlara...
OLAĞANDIŞI DEĞİŞİKLİK
Hafta sonu, davayı anlatan “Ahmak” isminde bir belgesel yayımlandı. Ben de görüşüne başvurulanlardan biriydim. Davanın açılmadığını, açtırıldığını anlattım. Dosyaya bakan hâkimden istenen kimi şeyleri kabul etmediği için görev yerinin değiştirildiğini, yargı kulislerine dayanarak aktardım. Davanın son derece siyasi bir hedefi olduğunu söyledim. İşte bundan sonra, belgeseli izleyen yargının kritik isimlerinden biri sayesinde, hikâyenin görünmeyen bazı taraflarını öğrendim.
Şöyle anlatayım...
Davaya bakan 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin hâkimi Hüseyin Zengin, Haziran 2022’de, yaz kararnamesiyle, Samsun’a gönderilmişti. Yerine aynı adliyeden bir başka hâkim getirilmişti. Zengin, İstanbul’da, sadece bir yıldır görev yapıyordu. Bu yer değişikliği olağandışı görünüyordu.
Zira İstanbul, yargı atamalarında birinci bölge. Görev süresi de 8 yıl. “Hâkimler ve Cumhuriyet Savcıları Hakkında Uygulanacak Atama ve Nakil Yönetmeliği”nin 7. maddesine göre, bazı şartlarda bu yer değişikliği olabiliyor. O durumlar şöyle sıralanmış:
- Bulundukları yerde kendi kusurları olmaksızın herhangi bir nedenle hâkimlik ve Cumhuriyet savcılığının gerektirdiği onur ve tarafsızlık içerisinde görev yapamayacağı veya bulunduğu yerde kalması mesleğin nüfuz ve itibarını sarsacağı anlaşılanlar,
- Görev yerlerindeki işlerin çokluğuna ve çeşidine göre gereken sürat ve başarıyı gösteremedikleri soruşturma ve belgelerle anlaşılanlar,
- Haklarında Hâkimler ve Savcılar Kanunu gereğince yer değiştirme cezası verilenler.
HÂKİM NELER ANLATIYOR
Eşi hamile olan Hüseyin Zengin de durumdan rahatsız olmuş olacak ki HSK’ye itiraz etti. Zira hiçbir gerekçe bu atamayı karşılamıyordu. Hadi birinci sebep gösterilse, bunun için bile somut delillerin olması gerekiyordu.
Zengin’in, güvendiği kimi hâkim ve savcılara neler anlattığını öğrendim. Şunları söylüyordu:
“Ben de hükümete destek veriyorum. Hatta eşim, hükümetin desteklediği 2 No’lu Baro’da çalışıyor. Ancak ben hâkimim. Tarafsızlığımı korumak zorundayım. Buna rağmen bazı savcılar aracılığıyla, İmamoğlu’na iki yıldan fazla ceza vererek, onu siyasi yasaklı hale getirmem telkin edildi. Bu suçlara ilişkin daha önce verilmiş kararları inceledim. Vicdani olarak, böyle bir cezanın adaletsiz olacağını gördüm. İmamoğlu hakkında, asgari sınırdan ceza verip, hükmün açıklamasını ertelemenin en doğrusu olacağına karar verdim. Bunu birkaç kişiye de söyledim. Durumdan haberdar olan ve adliyeyi yöneten bir isim, hükümetle görüşerek atamamı yaptırdı.”
Zengin’in adını verdiği ismi, hukuki nedenlerle yazmıyorum...
YARGIYA İŞLETİLEN CİNAYET
Peki planlanan ne?
Hâkim Zengin’in kabul etmediği senaryoyu da anlatayım:
- İmamoğlu’na hapis cezası verilmesi, cezanın çabuklukla kesinleştirilmesi,
- Ardından TCK’nin 53. maddesine dayanarak İmamoğlu’nun seçme ve seçilme hakkından yoksun bırakılması, infaz tamamlanıncaya kadar milletvekili, belediye başkanı ve parti yöneticisi olamaması,
- Nihayetinde hem İBB’nin muhalefetten alınması hem de İmamoğlu’nun siyasetten tasfiye edilmesi.
Yeni göreve getirilen hâkim, Hüseyin Zengin’in kabul etmediği şartları kabul ederek mi göreve geldi, bilmiyorum. Ancak hâkimlerin siyasi cinayet işlediği bu senaryoda, muhalefetin rıza göstermekten daha fazla yapabilecekleri var. En basiti, HSK’de Millet İttifakı’nın üç üyesi var. Bu yazı bile, konu üzerine müfettiş görevlendirilmesi için gerekçe yapılabilir. İddiaları inceleyen müfettişler, sürecin tüm aktörleri ile görüşebilir. Belki de Hâkim Zengin, her şeyi yalanlayan bir açıklama yapar! Yine de yaşananlar kamuoyu ile paylaşılarak, hazırlanan kumpas bozulmaya çalışılabilir.
Nasar cinayetinin dava dosyasına hâkimin düştüğü not, sanki olan biteni izleyen herkesi anlatıyor: Kader bizleri görünmez kılar. Hikâyenin sonunda “Beni öldürdüler” dememek mümkün. Yeter ki görünmezliği kabul etmeyelim...
Barış Terkoğlu / Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder