12 Ocak 2023 Perşembe

Devlet balesinin karanlık gecesi: 21 Aralık 2022 - MELİS GÖNENÇ / SOL

 2022’nin Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri listesinde Tan Sağtürk’ün yer alması, kurum olarak devlet balesine, sanat olarak ise baleye yapılmış büyük bir saygısızlıktır.

Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri arasına ilk kez bu yıl “dans-bale” alanının sıkıştırıldığına tanık olduk. Şaşırtıcı sayılabilir çünkü islamcıların cehennemlik sanatlar listesinde bir numara baledir. Ama ödülün Tan Sağtürk’e verildiğini öğrenince, ortada çelişik bir durum olmadığı kolayca anlaşılıyor.

Neden? Kimdir bu Tan Sağtürk?

Kapsamlı bir yazıda cemaziye’l-evvelini ve cibilliyetini ele almıştık. (Milli tacir Tan Sağtürk (4)29 Ekim 2021) Tekrara gerek yok. Ödülün ne anlama geldiği üzerinde duralım.

Tan Sağtürk’ün ödül gerekçesi, 21 Aralık 2022 akşamı Saray’da yapılan törende, Erdoğan’ın ağzından noktası virgülüyle şöyle:

“Dans-bale alanında ödül alan Tan Sağtürk, Türk balesi denilince akla ilk gelen isimlerdendir. Balenin ülkemizde tanınması ve yaygınlaşması amacıyla uzun yıllardır gayret gösteren, Diyarbakır’da açtığı dans ve bale okuluyla önemli bir sosyal sorumluluk projesini hayata geçiren Tan Sağtürk’ü tebrik ediyoruz.”

1) Türk balesinin önde gelen isimlerinden… 2) Balenin tanınması ve yaygınlaşması… 3) Diyarbakır’da açtığı bale okulu. Bu üç gerekçenin üçü de doğru değildir.

Yukarıda linkini verdiğimiz yazıda ayrıntıları var.

Peki, islamcılar bu ödülü niye verdiler? Tan Sağtürk neyi temsil ediyor?

Sıralayalım:

1) Ödülün sanatsal hiçbir içeriği yoktur. Bütünüyle siyasaldır. Tan Sağtürk bale sanatının değil, dans ticaretinin önemli bir ismidir. Yani, ödül, sanatsal bir başarıya değil, ticari bir beceriye verilmiştir. Nitekim, gerekçenin hiçbir yerinde “sanat” sözcüğü geçmiyor. İslamcıların baleyi sanat değil, spor olarak gördükleri ve bu yönde düzenleme için adım attıkları, Tan Sağtürk’ün de bu yaklaşıma destek verdiği henüz belleklerden silinmiş değil.

Bu ülkede bale sanatına ödül verilecekse, Tan Sağtürk’e gelene kadar, bir çırpıda, halen çalışan ya da emekli en az 25 kişi sayılabilir.

Dolayısıyla, bir yüksek sanat dalı olan bale, sanat değil, ticari faaliyet olarak değerlendirilmiştir.

Bale sanatına yapılmış büyük bir saygısızlıktır.

2) İslamcıların iki temel özelliğini unutmamalı: Ekonomik anlamda liberaldirler, siyasal anlamda Laik Cumhuriyet düşmanıdırlar. İkisini topladığınızda, Laik Cumhuriyet’in kamusal güvenceye alarak kurduğu balenin “özelleştirilmesi”, özel sektör eliyle seyreltilip, zayıflatılması formülüyle karşılaşırsınız. Tan Sağtürk, Türkiye’deki 25 yıllık dans yaşamının yalnızca üç yılını devlet balesinde geçirmiş, sanatçılığından çok, dans okulu işletmeciliği ve magazin figürü olarak tanınmış biridir. Bale sanatçısı olarak ne ağırlığı, ne de ciddiyeti söz konusudur. Sanatsal yeterliliği olmadığı için kadroya alınmayıp, 1997-1998’deki bir yıllık stajyer sanatçılığı dışında, devlet balesinde yer bulamamış, ayrılıp, özel işletmeciliğe yönelmiştir. Buna karşın, tüccar olarak son derece başarılı biridir.

2020’de, 50 yaşında, devlet balesi sanatçılarının büyük şaşkınlığına yol açarak, islamcılar tarafından devlet balesine kadrolu olarak sokulmuştur. Bir Truva Atı’dır. Amaç, devlet balesini özel sektöre peşkeş çekerken, sanatsal ve kültürel anlamda içini boşaltmaktır.

Nasıl ki, devlet operasının başına getirilen Oğlan’a, 5’li çetenin ağır topu Nihat Özdemir’in LİMAK orkestrası kurdurulmuş ve genel müdürlük ile özel sektör yöneticiliği aynı kişide toplanmıştır, bunun sonucu olarak da, devlet operasının sanatsal/kültürel düzeyi Zeki Müren hattıyla belirlenir olmuştur; benzer model, Tan Sağtürk üzerinden devlet balesine dayatılmak istenmektedir. İslamcıların siyasal ömürleri yetse, Tan Sağtürk’ü Devlet Opera ve Balesi’nin başına getirmekte bir dakika bile tereddüt etmezler. Sağtürk’ün okullarındaki müfredata göz atmak, sanatsal/kültürel düzeyden ne anladığını ortaya koymaya yeter.

Devlet balesine yapılmış büyük bir saygısızlıktır.

3) İslamcıların kültürü arabesktir. Bunu hiçbir zaman gizlemediler. 2015’te, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü müzikte Orhan Gencebay’a verdiler. 2018’de, Berhudar Orhan’ı, bu kez Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu’na atayıp, ülkedeki müzik politikasını belirleyen kişi koltuğuna oturttular. AKM’nin temel atma töreninde baş köşe, AKM açılışında ilk konser Sibel Can’ındı.

İlk dans klibini, “Bir Teselli Ver” ile çekmiş olan Tan Sağtürk, baleye arabeski bulaştıran kişidir. Berhudar Orhan’a hayranlığını defalarca dile getirmiştir.

Bu ödüllerin seçici kurulunda Berhudar Orhan’ın ağırlığı biliniyor. Tan Sağtürk ismine çok sıcak bakacağı açık değil mi?

Bale kültürüne yönelik büyük bir saygısızlıktır.

“Bir Teselli Ver”, Tan Sağtürk’e teselliden çok daha fazlasını verdi.

4) İslamcıların Kürt dosyası ve siyasal işlevi kimsenin meçhulü değil. Seçimlere giderken, Diyarbakır simgesinin tekrar gündeme taşınması doğaldır. Tan Sağtürk ile Diyarbakır adlarının yan yana getirilmesinin, ödüle anlamlı bir siyasal meşruiyet temeli sağlayacağı tartışmasızdır.

Peki, Tan Sağtürk ile Diyarbakır’da açtığı iddia edilen bale okulu arasında nasıl bir ilişki var?

Gelin, bu soruyu, sözü edilen okulun gerçek kurucusu ve sahibi, Diyarbakırlı Zeliha Yılmaz’a soralım.

Aşağıdaki uzun söyleşiyi gerçekleştirirken, balenin Güneydoğu macerasını da birinci elden dinlemiş olduk. Çok şey anlattı. Yazılmasını istemedikleriyle, Diyarbakır dışındaki diğer illerde olup bitenleri dışarıda tutarak, söyleşinin bütününü veriyoruz:


Zeliha Yılmaz: “Diyarbakır’ı kendi reklamı için kullandı.”

“DİYARBAKIR’DAKİ OKUL İLE TAN SAĞTÜRK’ÜN HİÇBİR İLİŞKİSİ YOK”   

Zeliha Hanım, söyleşiyi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Bildiğiniz gibi, bu yıl Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri listesinde Tan Sağtürk de var. Ödül gerekçesinin önemli bir ayağını “Diyarbakır’da açmış olduğu dans ve bale okulu” oluşturuyor. Bu okulun öyküsünü ve Tan Sağtürk’ün katkısını sizden dinleyebilir miyiz?

Memnuniyetle. Diyarbakır’daki okulumuz 24 Kasım 1999’da açıldı. Kuğu Bale Okulu. Ben açtım. Esas desteğim devlet balesi oldu. Tan Sağtürk’ün hiçbir ilişkisi yok. Çorbada hiç tuzu yoktur. Ödül gerekçesinde Diyarbakır olduğunu duyduğumda epey şaşırdım. O sırada Tan Sağtürk’ü tanımıyordum bile. Bari ödülü alırken veya sonrasında Diyarbakır’a ve bizlere teşekkür etmesini beklerdim. Onu bile yapmadı.

Peki, bale okulu düşüncesi nereden çıktı?

Ben Ankara’da Kız Teknik yüksek öğretmen okulu mezunuyum. Kız meslek liselerinde, düz ortaokul liselerde öğretmenlik yaptım. Ev ekonomisi öğretmeniyim, asıl branşım o. Ablam da öğretmendi. 1995 yılında 36 yaşında öldü. Üç tane çocuğu kaldı. Benim de çocuğum olmadı. Eniştemize rica ettik, bu üç çocuğu bize verdiler. Helin bir yaşındaydı. O bana anne diyordu, bana bağlandı. O dört yaşına geldiğinde eşimden ayrılmaya karar verdim. O yaz Bodrum’daki yazlığımıza gittik çocuklarla birlikte. Helin çok içine kapanıktı. Onunla aynı yaştaki, alt katta oturan komşumuzun kızı ise tam tersi. Endamlı, kendine özgüveni var. Annesiyle konuştum. Kızının bale ve piyano dersleri aldığını söyledi. Ben de o sıralar, kendi kendime, emekli olup, Diyarbakır’da ne yapabilirim, diye düşünüyordum. Diyarbakır’a döndükten sonra buraya nasıl bale okulu açabilirim diye düşünmeye başladım. Konuyu açtığım insanlar bana güldüler. 1999’da balenin b’sinin bilinmediği bir yer. Vali Bey’in yanına gittim. O zamanlar vali ile görüşmek zor bir konu değildi. Konuyu valiye açtım. Yanındaki stajyer kaymakamlar kıs kıs gülmeye başladılar. O da beni vali yardımcısına gönderdi. Sonra o, kültür müdürüne yolladı. Kültür müdürü Devlet Opera ve Balesi’ni aradı. Ömür (Uyanık) Hanım’la konuşup durumu anlattı. Ömür Hanım, çocuk balesinin başında. Onun için onunla konuşuyor. Ömür Hanım, ona, Diyarbakır’da bale okulu açmanın ütopya olduğunu söyledi. Kültür müdüründen telefonunu aldım. Eve gidip ertesi gün ben aradım. “Yok” dedi, “Diyarbakır’da henüz otel bile yok”, dedi. Doğru söylüyordu. Destek olamayacaklarını belirtti. Ben de, “Diyarbakır’ı çok küçük görüyorsunuz. Diyarbakır her şeye hazır”, dedim. “Adım atmak lazım bu işlere”, dedim. Telefonu kapattı. Ertesi gün yine aradım. Bir ay boyunca neredeyse her gün kadını rahatsız ettim. Sonunda randevu aldım, Ankara’ya gittim. Ben onunla konuşurken, herkes odaya girip bakıyor, gaipten gelmişim gibi. Yalvarıyorum yakarıyorum, yok diyor olmaz. Diyarbakır’a döndüm. Tabii, yine peşini bırakmadım. Kadıncağız baktı ki benden kurtulamayacak, tamam, dedi, gelip bir bakayım. Çok mutlu oldum. O zaman plaza yapılıyordu. Basın, medya da o binaya yerleşiyordu yeni yeni. Ömür Hanım zorla ikna oldu.

Tan Sağtürk ile herhangi bir ilişki yok…

Yok, yok. Benim derdim devlet balesinden yardım alabilmek. Onu tanımıyoruz. Balede bu işe Ömür Hanım bakıyor.

Sonra?

Biz bir hafta içerisinde balenin bütün işlerini yaptık orada. Açılışımız olacak, Ömür Hanım’a uçak biletini gönderdim. Havaalanından alacağım. Bugün bile gözümün önünde. Pek inanmadığı için, adeta zoraki şekilde gelmişti. Yani, alışverişe çıkmış gibi, ev haliyle. Karşıladım. “Ayol uçakta basın, medya doluydu” dedi. Şaşırmıştı. Bale kursumuz Prestij Otel Ofis’te açılıyordu. Ticaret Odası Başkanı kurdelemizi kesecek.  Bir gittik, sokak kapısına kadar medya. İstanbul’dan gelmişler. Ömür Hanım bunları görünce, “Aman ben nereye düştüm?” dedi. Ben onu herkese tanıtıyorum, “Ömür Hanım, Devlet Opera ve Balesi’nden” diye.

Devlet balesi işe ciddiyet katıyor…

Evet. Kebapçı açmıyorsunuz ki! Bu işlerin nasıl yapılacağını da bilmiyorsunuz. Ben o zaman reklam işlerini falan da bilmiyorum.

Basın mensupları neler sordu, neler söylediniz?

Ömür Hanım medya kalabalığını görünce, hemen orada benim kulağıma fısıldadı. “Zelişim” dedi, oysa hep Zeliha Hanım derdi, “sakın, röportaj vermiyorsun, henüz hazır değilsin” dedi. Sonra basının karşına geçip, “Çok duygulandım” dedi, gözyaşı döktü. “Ben böyle bir yaraya merhem olacağımı düşünememiştim” dedi. Ama tabii hep kendisini anlatıyor. Ertesi gün bir de ne görelim, bütün gazetelerin en baş sayfasında yer almışız: “Diyarbakır’da terör bitti, bale başladı” diye. Çocukların fotoğrafları, Ömür Hanım’ın fotoğrafları, ben yokum ama. Projenin başı ben, ama yokum. Gazeteci Namık Durukan, “Dikkat et, seni kullanırlar; fikir senin ama, herkes kendi reklamını yapıyor” dedi. Ne yapabilirdim ki? Benim bale ile uzaktan yakından alakam yok. “Gitseler, sap gibi ortada kalırız” dedim. Ömür Hanım kendini anlatıyor, velilerle tanışıyor, oranın sahibi gibi. Sene sonu oldu, gösteri zamanı. Kostüm yapılacak. Ankara’da kendi bale okulu varmış. Oraya kostüm yapan birileri varmış. “Kostümleri orada yaptıralım” dedi. Bu kez itiraz ettim, “Neden orada yaptırıyoruz, İstanbul’da Nişantaşı’nda yer buldum” dedim. Dilim açılmaya başlamıştı yavaş yavaş. “Seni kandırırlar” dedi. “Yok” dedim.

Tan Sağtürk bu aşamada mı devreye girdi?

Evet. Şöyle oldu: Kostümler için Riskullah Hayat’a gittim. Nişantaşı Vali Konağı Caddesi’nde. Sağ olsun, tamam, dedi. Konuşma sırasında “Tan Sağtürk’ün de okulu yakın buraya” deyince, “Aa” dedim “keşke Tan Sağtürk’ü de okulumuzun gecesine getirseydik.” Bana telefonunu verdi. Diyarbakır’a geldim, gösteri bitti. Bu defa karne gecemiz var. O zaman da yeni otel açılıyor, orada yapalım istiyorum. “Tamam, hazırlarız” dediler. Ömür Hanım’ı aradım. “Tan Sağtürk’ün telefonu var bende, gecemize gelsin, renk katar” dedim. “Aa, Zelişim biz yetmiyor muyuz sana?” dedi. Neyse, Tan Sağtürk’ü aradım. “Tabii gelirim” dedi. Gittim, karşıladım. Ömür Hanım ile tanıştırdım. Tanışmıyorlardı. Sonra çok samimi oldular, dans etmeler, halaylar, halayların başındalar… Basın, medya yine orada. Ertesi gün, basında Tan’ın fotoğrafları. Zeliha Hanım derken, onun için de Zeliş oldum. “Zelişim, okuluna benim ismimi ver” dedi. Ben de, “Ticaret odasında, her yerde Kuğu Bale Okulu olarak geçiyor, şimdi senin adını nasıl koyarım?” dedim. Çok ısrar etti. “Tamam” dedim. Ticaret odasında, resmi bir yerde, ortağımız olup da ismini vermiş değil. Bir tabela hazırlattım, iç kısımda, yani, üçüncü katta, odanın bir kenarına astırdım. Bu durumu medyada kendi reklamı için öyle bir fırsata çevirdi ki... Canlı yayınlara çıkıyor. “Diyarbakır’da okul açtım” diyor, “okulu böyle yaptım, şöyle yaptım” diyor. Herkes Tan’ın okulu demeye başladı.

Medyadaki bu reklamın size bir getirisi olmadı mı? Sonuçta bedava reklam.

Ben, Tan’ın okulu olmakla artı bir puan kazanmadım. O hep kendi reklamını yapmak istiyordu. Bize bir yararı yoktu. Ben devlet balesinden yardım gördüm. Genel müdür o zaman Remzi Buharalı idi. Ömür Hanım ile haber göndermişti; Ankara’nın bir gösterisi var, bana da orada ödül verecekler. Ömür Hanım da, sağ olsun, doğruya doğru çok güzel bir program hazırladı. 15 kişilik bir grupla bizlere de sponsor oldu. Otobüsle Ankara’ya gittik. Bizim çocuklar sahneye çıktı, bana plaket verildi. O zaman Remzi Buharalı’nın bize çok desteği oldu.

Ama basına yansıyan haberlere göre, 2002 Ekim’de okulunuz hocasızlıktan kapanacakken Tan Sağtürk gelip…

Hayır, hayır, hayır. Sansasyon yaratmak için yaptı. Ben de bunlara alet oldum. Yoksa devlet balesi bize hocaları gönderiyordu. O dönemde Remzi Buharalı genel müdürdü. Hatta kırgınlık da olmuştu. “Zeliha Hanım, ben her hafta sonu size hocaları gönderiyorum. Ne diye Tan Sağtürk gelip de caddelerde dans etti?” demişti. Ne için? Reklamı için. Bütün gazetelerde yer alsın diye. Yoksa benim hocasızlık diye bir derdim, kaygım yoktu. Sağ olsunlar, devlet balesi bize çok büyük destek veriyordu.

Peki, hocasızlık konusu nereden çıktı?

Bir gün Tan beni aradı. Kar yağıyor, soğuk. “Bir proje aklıma geldi, diyeceğim ki Diyarbakır’da öğretmen yok, öğretmen arayışı içerisindeyiz, ve çıplak ayakla dans edeceğim” dedi. Ben okulu oturtmuşum, devlet balesi ile ilişki gayet güzel yürüyor; keyfini yaşıyorum açıkçası. Çok önemsemedim. Reklam işlerine çok meraklıydı. Herhalde öyle bir şeydir, diye düşündüm. Sonra Diyarbakır’a yabancı bir balerin ile geldi. Programı yapmış. Hasan Paşa Han yeni açılmıştı. Reklam için en ufak şeyi kaçırmıyorlar. Sonra Tan davul zurna da getirdi. Bir yerde davul zurna ile halay çekilecek, yanda da, bunlar dans edecek. Güya sentez olacak. Neyi sentezliyorlarsa. Ulu Camii’nin önünde davulcular. Yine NTV’den Nizamettin Toprak falan vardı. Hava soğuk, ben onlarla beraber geziyorum. Tan “burada dans edelim” diyor. Zavallı işçiler, oradan geçenler falan halayın başına geçtiler, bizimkiler saftır, o soğukta nasıl dans ediyorlar. İstanbul’da falan olsa, kimse gelmez, para vermemiz lazım. Teyp gibi bir şeyden Bach çalıyor. Tan kadını kucaklıyor, indiriyor aşağıya. Kimse bir şey anlamıyor. İşçiler halay çekiyorlar, niye oynuyorlar bilmiyorlar. Neyse, o işi de bitirdik geldik. Tan, “Zelişim büyük reklam oldu” dedi. Ertesi gün baktım basına, “Diyarbakır’da öğretmen yok, Tan Sağtürk sokaklarda çıplak ayakla dans etti!” Dedim ya, sonra devlet balesinden aradılar bizi. “Nankör kadın” demişlerdir içlerinden, “Sana hafta sonu öğretmen gönderiyoruz ya.”

Velhasıl, bizim Diyarbakır ve okulumuz Tan’a çok güzel bir reklam konusu oldu. Her yerde, okulum da okulum, dedikçe, herkesin aklında da öyle kaldı. Düşünseniz ya, ta bugüne kadar, ödül nedeni bile oldu…

Çıplak ayaklı dans büyük reklam oldu, “artık yakamı bırakır” dedim ama, mümkün olmadı.

Basında, çıplak ayaklı danstan sonra, okulunuza 150 öğrencinin yazıldığı bilgisi var.

Yok canım ne 150 kişisi. Diyarbakır’da o potansiyel mi var? İlk açıldığımızda 50-52 kişiydi. O da, yarısı askeriyedeki filo komutanlarının, albaylar falan vardı, bir de işadamlarının çocuklarıydı. Şimdiki gibi kasap, bakkal baleye getirmezdi çocuğunu. Altınlar takılıp gelinirdi okula, birbirlerine hava atarlardı.

Tan’ın reklam işlerinde bizi kullanmasının bize faydası olmuyordu. Ama, İstanbul’da işlerinin bayağı açıldığını söylüyorlardı.

Tan Sağtürk sizden hiç para talep etti mi?

Hayır. Bir lira olsun istemedi. Gerçi, bana bir şey yapmıyor ki, benden para talep etsin. Onun bana para vermesi lazım. Yine de her gelişinde hediye verirdim.

Peki, malzeme, öğretmen konusunda destek oldu mu?

Hayır, hayır. Onu Ömür Hanım, DOB yapıyordu. Remzi Buharalı destek oldu. Okulun gecesi olurdu, Remzi Buharalı gelirdi, konuşma yapardı. Ama Tan’ın bize bir çöpü yoktur. İstanbul’dan gelirken bir öğrenciye sakız bile getirmezdi. TRT 2’de canlı yayın oluyor, Tan gidiyor, benim okulum, benim okulum, diyor.

CNN Türk’ten canlı yayına geldiler. Ömür Hanım ile Tan beni ekarte ediyorlar. Artık ben de bu işin içinde olmak istediğimi söylüyorum. Beni kim takar. Her gelen, Tan’ın okulu diyor.

Tan bizim ne ticari ortağımız, ne de hocamız oldu. Öğretmen de getirmedi. Ama  Diyarbakır’ı o kadar güzel, muazzam bir şekilde kullandı ki. Tabii, Ömür Hanım da. Hatırlıyorum, yazar Leyla (Umar) Hanım Diyarbakır’a benimle röportaj yapmak için gelmişti. Ömür Hanım, “Sakın, sen röportaj veremezsin” demişti. Neden? “Biz elimizi eteğimizi çekeriz.” Artık ne Tan Sağtürk’ü istiyorum, ne Ömür Uyanık’ı istiyorum. Anlatacak çok şey var, boş verin… Ama Remzi Buharalı her zaman destek vermiştir. Ankara’dan hediyeler getirirdi. Gerçekten çok beyefendi biri. “Diyarbakır’ı çok seviyorum” derdi.

Bir gün geldi, genel müdürlükten alınmış. Ömür’le Tan da okuldalar. Ben bunları Kervansaray’da ağırlıyorum. Bir baktım Ömür Hanım Remzi Bey’i adeta tanımıyor. Remzi Bey, “Eee Zeliha Hanım, hayat çok acımazdır” demişti.

Bir de, Tan Sağtürk, “O kadar gelip gittim ki, otelde kalmaktan bıktım, ev aldım” diyor.

Nereden almış?

Güneydoğu’dan, artık Diyarbakır’dan mı bilmiyorum.

Ne yalanlar, ne yalanlar. Ay, ya Rabbim! Kurban olduğum Allah’ım! Burada villalar yapılmaya başladı. Gezdiriyorum bunları. “Tan, sana buradan ev alalım, buralar kıymetlenecek, ilerde çok para edecek” dedim. “Zelişim, keşke onlar bana bedava verseler, benim adımı koysalar” dedi. Yahu, müteahhit “bana ne senin adından” demez mi?

Okulunuzun 2010 Ekim’inde kapanma durumu oldu mu?

Hayır. Hiç kapanmadı. Açıldığı günden bu yana faal.

Siz Güneydoğu’nun başka illerinde de bale okul açtınız mı?

Mardin’de okul açayım, dedim. Orada akrabalarım var, binaları var. Ömür ile Tan benden para talep ettiler. Mardin’e adımızı vereceğiz, diye. Avukatıma gittim. “Bunlar seni sömürdüler, üste para mı vereceksin?” dedi. Neyse, orayı açtık. Açılışta yine reklamlarını yaptılar bir güzel. 2004 yılında. Baktım bunlar hep reklamlarını yapıyorlar. O sırada devlet balesinden biri buraya askerliğini yapmak için gelmişti. Uçan Türk diyorlardı. Adı Serhat (Güdül). Çok tatlı bir çocuk. Oradan bir albay alıp bunu getirdi. “Bu burada asker, ders versin” dedi. Sokak çocuklarıyla ilgili bir çalışma yaptık. Serhat ile hazırladık. Bunlar ne geldi, ne ders verdi. Leyla Umar benimle röportaj yapmak istedi. Onunla Neşe Kavak’ın evinde tanıştım.

Leyla Umar kaç defa evine de davet etti. Gösteri zamanı da Amerika’dan bir işadamı getirdi. “Siz sokak çocuklarına proje yapın, bu adam da size destek olacak” dedi. Ben projeyi hazırladım. Serhat çocukları güzelce çalıştırdı. Program başlayacak, Tan’lar geldi. Basında, medyada bir reklam, bir reklam… Sokak çocuklarını çalıştırdı, şöyle yaptı, böyle yaptı falan. Projemi elimden aldılar. Ben bir kenarda oturdum. Bunlar sahneye çıktılar, ödüller aldılar. O işadamı da ne oldu, bilmiyorum. Leyla Umar’ı da ertesi gün yolculadık gitti.

Tan Sağtürk basına verdiği demeçte, “Kürtçe türkü eşliğinde ilk ben dans ettim” diyor.

Ayıp, ayıp... Esefle kınıyorum, esefle.

Sokak çocukları programını yaptığım zamandı. Bizimkiler sahnede klasik müzik dinlemiyorlar, sevmiyorlar. Ben bu çocukları Kara Üzüm Habbesi ile çıkarayım, dedim. Elimizdeki şartlarla yapıyorum. O sahnede Serhat onlara eşlik etti. Mercan Dede’nin müziği ile dans etti. Bunlar hiç doğru söylemiyorlar. Beni ne kadar saf bulmuşlar… Yine de nankörlük yapmayayım; işletmeciliği Ömür Uyanık’tan öğrendim. Göre göre öğrendim. Acısıyla tatlısıyla öğrendim. Ama her zaman kendilerine fikir verirdim. Ama onlar da benim fikirlerimi alıp kendi fikirleri gibi satıyorlardı.

Bir demecinizde, Mart 2010’da Antalya Devlet Balesi ile Hêjira Çiya şarkısı eşliğinde edilen dans için, ilk defa kendi dilimizle dans ediliyor, diyorsunuz. İlk olan bu mu?

Evet. Gerçi ben Kürtçe bilmiyorum ama, bunu ilk yapan benim. Bütün basın oradaydı. Çocukların elbiseleri de şıktı, başlarına da puşu bağlamıştım. Ömür Uyanık da, Tan Sağtürk de yoktu. Belli bir süreden sonra ilişkimi kestim artık.

Diyarbakır, Mardin, Antep, Batman… Hepsinde bale okulları 1999-2005 arası açılıyor.   

Hepsinde açıldı fakat ne yazık ki, Sur olaylarından sonra hepsi kapatıldı. Yabancı hocalar buradaydı. Olaylar bayağı kötüleşince, yabancı hocalar gitti. Bundan dolayı sadece Diyarbakır’daki okulumuz faaliyette.

MELİS GÖNENÇ / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder