Avukat Eren Selanik, 6 Şubat tarihinde yaşanan depremlerin ardından başlayacak hukuki süreci, öncesinde yaşanmış İzmir depremiyle yorumlayarak mücadelenin önemine dikkat çekiyor.
6 Şubat depremi sonrasında yıkımlardan sorumlu olduğu gerekçesiyle çok sayıda kişi tutuklandı. Yakında başlayacak yargılamalar öncesinde siyasi iktidar bu tutuklamalarla kamuoyuna bir mesaj verme derdinde: Sorumlular cezalandırılacak. Oysa gerçek olan şey bu iddianın aksi yönünde.
Suç kapsamının ne olduğu, cezai sorumluluğun nerede başladığı sorularının yanıtı önemli. Soruşturmaların yalnızca müteahhit ve fenni/teknik sorumlularla sınırlanmasının tartışılması gerekli. Depremi göz önünde bulundurmadan imar düzenlemesi yapan yasama ve kimi özel düzenlemeleri yapan idarenin cezai sorumluluğu, depreme geç müdahale eden veya müdahale için ihtiyaç duyulan mekanizmaları tasfiye eden siyasi iktidarın sorumluluğu… Hızlı ve etkili müdahale etmeyen, çadır satan, stok yapan yöneticiler ve dahası.
Tüm bu önemli soruları bir an için bir kenara bırakıyorum, bu sorulara yalnızca hukuki yanıtlar verilemeyeceğini hatırlatarak. Bu yazı sadece şuna odaklanmakta: Kamuoyunun tepkisini kontrol etmek maksadı taşıdığı anlaşılan tutuklamaların, bu tutuklamaların akabinde başlayacak olan yargılamaların sonucunda sanıkları bekleyen cezalar nedir? Salt bu yargılamaları veri alsak bile netice adil olacak mıdır?
Terminoloji tartışması değil: Bilinçli taksir ve olası kast
Bilinçli taksir ve olası kast. Deprem yargılamalarında bu iki kavram üzerinden bir hukuki tartışma yürüyecek. Yargılananlar sorumluluklarının olsa olsa bilinçli taksir kapsamına gireceğini iddia ederken depremzedeler sorumluların en az olası kast kapsamında cezalandırılmasını talep edecek.
Türk Ceza Kanunu’nun 22. maddesinde yer alan tanıma göre kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksirden söz edilecektir. Olası kast ise 21. maddede “Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır.” şeklinde tanımlanmıştır.
İlk bakışta birbiriyle arasında çok küçük bir fark olduğu zannedilse de bu iki kavramın hukuki rejimi ile bağlandığı sonuçlar arasında devasa bir fark bulunmakta.
Ölüme sebebiyet verenlerin sorumluluğunun bilinçli taksir kapsamında kaldığının kabulü halinde fail 2 yıl 8 ay ile 27 yıl 6 ay arasında yalnızca tek bir ceza alacak. Failin kusurlu eylemi sonucunda kaç kişi hayatını kaybetmiş veya yaralanmış olursa olsun alacağı ceza bu sınırın üzerinde olmayacak. Faillerin olası kast ile insan öldürme suçundan cezalandırılması durumunda ise hayatını kaybeden her bir kişi için ayrı ayrı müebbet hapis cezası ile 20 yıldan 25 yıla kadar hapis cezasına hükmedilebilecek.
"Bilinçli taksirin kabulü demek cezalandırılmak üzere yargılananların, başta müteahhitlerin, iyi niyetli olmasıdır, talihsizliğidir. “Ortak acımız”, “Şimdi siyaset zamanı değil”, “Dualarımızı esirgemeyelim” demektir."
Yalnızca bir terminoloji tartışması değil. Bilinçli taksirin kabulü demek cezalandırılmak üzere yargılananların, başta müteahhitlerin, "iyi niyetli olması" ve "talihsizliğidir". "Ortak acımız, şimdi siyaset zamanı değil, dualarımızı esirgemeyelim" demektir. Enkaz altında kurtarılmayı bekleyen onbinlerce yurttaşa sela dinletmektir. Sanıklara daha az cezalar verilmesi, birkaç yılı aşmayan tutukluluklar ve yakında gelecek tahliyeler demektir.
Olası kast ise cinayettir, katliamdır. İnsanların göz göre göre ölüme gönderilmesidir. Daha fazla kar için gerekli önlemlerin alınmaması, yoksul insanların rant uğruna sağlıksız konutlarda yaşamaya zorlanmasıdır.
İzmir depremi yargılamaları, 6 Şubat depremi yargılamalarında bizi neyin beklediğine dair ciddi bir fikir veriyor.
İzmir Depremi Yargılamaları: Ödül Gibi Cezalar
İzmir 11. Ağır Ceza Mahkemesi‘nde görülen davada 11 kişinin hayatını kaybettiği Yağcıoğlu Apartmanı müteahhiti ve fenni müdür hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olmak suçundan 12 yıl 6’şar ay hapis cezası; İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 15 kişinin yaşamını yitirdiği Doğanlar Apartmanı müteahhiti hakkında 18 yıl hapis cezası, statik-betonarme proje müellifi hakkında 12 yıl, sürveyan hakkında ise 4 yıl 5 ay 10 gün hapis cezası; İzmir 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 11 kişinin hayatını kaybettiği Yılmaz Erbek Apartmanı müteahhiti hakkında 15 yıl, diğer bir dizi sorumlu için 7 yıl 6 aydan başlayan hapis cezası verildi.
"Gölcük Depremi’nde yaklaşık 200 yurttaşın ölümüne sebebiyet vermekten mahkum edilen Veli Göçer’e 18 yıl 9 ay hapis cezası verilmiş, Göçer infaz düzenlemesi ile 7 buçuk yıl cezaevinde kalıp tahliye olmuştu"
36 kişinin yaşamını yitirdiği Rıza Bey Apartmanı yargılaması ile 30 kişinin yaşamını yitirdiği Emrah Apartmanı yargılamasında da aynı şekilde bilinçli taksirle insan öldürme suçlamasıyla açılan davalar sürmekte. Bu davalarda çıkacak sonucun da biten yargılamalardakine benzer olması muhtemel.
Çarpıcı bir örnek olduğu için hatırlamakta fayda var. 1999 Gölcük Depremi’nde yaklaşık 200 yurttaşın ölümüne sebebiyet vermekten mahkum edilen Veli Göçer’e 18 yıl 9 ay hapis cezası verilmiş, Göçer infaz düzenlemesi ile 7 buçuk yıl cezaevinde kalıp tahliye olmuştu.
Hali hazırda 6 Şubat depremine ilişkin yürütülen soruşturmaların tamamı, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi “bilinçli taksirle ölüme sebebiyet verme” suçundan yürütülmektedir. AKP iktidarının kamuoyuna servis ettiğinin aksine depremlerde ölüme ve yıkıma sebep olduğu için yargılanacak failleri, İzmir depremi yargılamalarındakine benzer cezalar ve yakın tarihli tahliyeler beklemektedir.
Soma Katliamı Davası Örneği
Bu denklemi aşmak mümkündür. Bunu net olarak söyleyebilmekteyiz. Başka bir dizi faktörün ve sayısız mücadelenin yanısıra bir örnek, yıllara yayılan ve büyük bir toplumsal ve hukuksal mücadelenin neticesi olarak görülmesi gereken bir örnek, yargılamaların seyrinin farklı olabileceğini göstermektedir: Soma katliamı davası.
Bilinçli taksir ile olası kast tartışmasının süregeldiği Soma katliamı davasında türlü skandala, iktidar müdahalesine, manipülasyon ile baskıya sahne olan yargılamanın bir aşamasında sorumlular hakkında olası kast ile insan öldürme suçundan ceza verilmiştir.
Hukuk siyasal ve toplumsal mücadelelerin belli bir soyutlama düzeyinde yansımasıdır. Ancak bazı özel örneklerde bu soyutluk esneyebilir, bu siyasal ve toplumsal mücadeleler yargılama üzerinde daha doğrudan bir etki gösterebilir; doğal olarak. Soma katliamı davasında ilk karardan kısa süre önce hakimin değiştirilmesi, yeni gelen hakimin sanıklar hakkında bilinçli taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan –sembolik sayılacak- cezalar vermesi, tutuklu tek bir sanığın kalmamasının akabinde uzun yıllara varan hukuki ve toplumsal mücadele sonuç vermiştir. Yargıtay 12. Ceza Dairesi sanıklar hakkında verilen bilinçli taksirle ölüme sebebiyet verme cezasını bozmuş, bu ödül gibi kararın yerine olası kast ile insan öldürme suçundan patron hakkında 301 kez olası kastla öldürme 162 kez olası kastla yaralama suçundan ceza vermiştir. Akabinde siyasi iktidar yargılamaya bir kez daha doğrudan müdahalede bulunmuş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu karara itiraz etmiş, tam bu anda kararı veren 12. Ceza Dairesi’nin 3 hakiminin yeri değiştirilmiş, yeni gelen hakimler tekrar bilinçli taksir yönünde karar vermiş ve bunun sonucu olarak sanıkların hepsine tekrar ödül gibi cezalar dağıtılmıştır.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi olası kast yönünde verdiği ve daha sonra bozulan kararında; sanıkların karar alma süreci içerisinde bulunmaları ve şirketteki pozisyonları gereği yüksek riskleri bilmelerine rağmen, ‘olursa olsun’ mantığı ile hareket ederek bu risklerin önüne geçmek için herhangi bir girişimde bulunmayarak, gerçekleşen bu neticeden olası kastlarıyla sorumlu tutulmaları gerektiğini belirlemiştir.
"Böyle bir kavganın verilmesi sadece tek tek yürüyecek davalar özelinde “adaletin” sağlanabilmesi için değil bir kez daha enkaz atında kalmamak için önemli olacak"
6 Şubat depremi sonrasında başlayacak yargılamalar söz konusu olduğunda; sayısız iş cinayeti, deprem vs. davalarında yürütülen mücadele ile özel olarak Soma katliamı davasında verilen mücadele vesilesiyle aralanan kapının önemi büyüktür. Çok sayıda hukuk örgütünün müdahalesinin yanında Türkiye Barolar Birliği de yargılamaların “kast” unsuru ile yürütülmesi yönünde depremi yaşayan 11 il başsavcılıklarına başvuruda bulunmuş durumda. Bu başvuruya göre binaları inşa eden müteahhitler, yapıların mimari, statik ve her türlü plan, proje, resim ve hesaplarının hazırlanmasını ve bunların uygulanmasıyla ilgili fenni mesulleri, uzmanlık konularına ve ilgili kanunlarına göre sorumlulukları bulunan her türlü teknik görevliler ile inşaat aşamasından itibaren görev yapan her türlü yapı denetim görevlileri ve ilgili kişiler; binalara yapı kullanma izin belgesi veren, oturma izni veren görevli ve yetkililer; onlara bu yönde emir ve talimat veren yetkililer; denetim görevini yerine getirmeyen ilgili belediye, bakanlık yetkilileri ile depremin gerçekleşmesinin ardından arama ve kurtarma çalışmalarının geç, eksik ya da hatalı başlaması neticesinde kayıpların artmasına sebep olan sorumlular hakkında yürütülecek ceza soruşturması sonucunda Türk Ceza Kanunu'nun kasten öldürme başlıklı 81. maddesi ve kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi başlıklı 83. maddesi uyarınca kovuşturma başlatılması ve ceza verilmesi talep edilmiştir.
Yakında başlayacak olan 6 Şubat depremlerine ilişkin ceza yargılamalarında bir öncekilerde olduğu gibi davaların kısa elden bitmesi amaçlanacak, yıkımın sorumlularına dair kapsamlı bir hukuki tartışmanın önüne geçilmeye çalışılacak. Diğer taraftan ise bu tartışmaların yapılması, bu yönde bir kavganın verilmesi sadece tek tek yürüyecek davalar özelinde “adaletin” sağlanabilmesi için değil bir kez daha enkaz atında kalmamak için önemli olacak.
AV. EREN SELANİK / soL-Görüş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder