26 Mayıs 2023 Cuma

Demokrasi yerine tek adam tercihi! (I+II)- RIFAT OKÇABOL/soL

 


(I)

5 yıllık tek adam rejiminde yaşananlara bakıp, tek adam anlayışına he deyince başkanlık sisteminin diktatörlüğe dönüşebileceğini düşünmek gerekiyor.

İnsanın belki de en olumsuz özelliklerinden biri kindarlık oluyor. Bu nedenle kindar insandan herkes korkuyor. Kindarlık kişileri istemediği ya da sonradan pişmanlık duyacağı eylemlere sürükleyebiliyor ve hatta suça teşvik edebiliyor. Örneğin kan davası bir kindarlık olayı olarak yaşanıyor. Mağdur olan kinini kontrol edemeyince, adaletin kendisini mağdur edeni cezalandırmasını beklemeden, cezayı kendisi kesiyor. 

Toplumda bir de, gerçekte kimsenin mağdur olmadığı ya da gerçekte yaşanmamış uyduruk söylemler üzerinden de kindarlık yaşanıyor. Örneğin gerçek olmasa da, “CHP,  geçmişte camileri yaktı” söylemine inananlar, yaşamları boyunca CHP’ye kin duyuyor. 

İnsanın olumlu özelliklerinden birinin başında ise sevgi geliyor. İnsan, ailesini, akrabalarını, arkadaşlarını, komşularını, yurdunu, diğer insanları, güzel sanatları, güzellikleri ve doğayı sevdikçe insancıllaşıyor. Ancak her olayda olduğu gibi, sevginin de aşırısı, bazen insancıl olmuyor. Örneğin karasevdaya tutulanlar arasında, intihar edenler ya da sevdiklerini öldürenler çıkıyor.   

Tutkulu sevgi de, kişinin kendisine ve de başkalarına zarar verebiliyor. Bir futbol kulübünü tutkuyla sevenler, “Kanımı kesseler sarı-kırmızı/sarı lacivert, … akar” diyebiliyor. Bu tür tutku, kişiyi, takımı kazandıkça sevindirirken kaybettiğinde üzüyor. Bu tutku fanatiklik düzeyine çıkmadıkça kimseye zarar vermiyor. 

Ancak tarikat lideri ya da parti lideri gibi kişileri tutkuyla sevmek, insancıl olmayan sonuçlar doğurabiliyor. Tutkulu sevgi, kişiyi bağımlılaştırıyor; kişinin aklını ve vicdanını özgürce kullanmasını da, tutkuyla sevdiği kişinin söylem ve davranışlarını sorgulamasını da engelleyebiliyor. İnsan sorgulamadığında, tutkuyla sevdiği kişi ne söylerse söylesin ona inanabiliyor ve işler çığırından çıkabiliyor. Bu durumda kişinin davranışları, kendi iradesi yerine tutkuyla sevdiği kişinin iradesine göre şekilleniyor. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında ortaya çıktığı gibi, nice subayın, yargı mensubunun, polisin, … Fettullah’a tutkuları nedeniyle hareket ettikleri anlaşılıyor. Tarikat üyelerinin, “Kızların okuması haramdır” diyen tarikat liderine inanıp kızını okutmak istememesi, tarikat içinde yaşanan istismarları görmezden gelmesi de böylesi bir tutku nedeniyle gerçekleşiyor. 

Tutkulu sevgide yaşanan akıl-sır erdirelenemeyen ya da insancıl olmayan tutum ve davranışlar, tarikat üyeleriyle sınırlı kalmıyor. Parti liderini tutkuyla sevenlerde de görülüyor. “x ne yaparsa yapsın, ona her zaman oy vereceğim” diyenler, bir parti liderini peygamberliğe yüceltenler sevgilerinin tutku düzeyinde olduğunu gösteriyor. Örneğin Recep Tayyip Erdoğan için 2008’de “Sayın Başbakanın kalbi Ali diyor, dili Muaviye söylüyor” diyen Numan Kurtuluş’a inananlar, o AKP’ye geçip bu sözlerinin tersini söyleyip savunmaya başlayınca da ona inanmaya devam ediyor. 12 Eylül 2014’te yolsuzluklar konusunda “Etrafımızda bu tür kişiler olursa temizleriz” açıklaması yapan Erdoğan’a “Temizlesen adam kalmaz Tayyip Bey, adam kalmaz etrafına bir bak bakalım" diyen Süleyman Soylu’ya inananlar, o AKP’ye geçip Erdoğan’ın neferi gibi çalışmaya başladığında da ona inanmayı sürdürüyor. 9 Mayıs 2015 günü “Recep Tayyip Erdoğan tipi Başkanlık sistemi Türkiye'nin bölünmesinin reçetesidir. Demokrasinin idam fermanıdır. Tek adam diktatörlüğünün beratıdır. Hırsızlık ve yolsuzluk ruhsatıdır” diyen Devlet Bahçeli’ye inananlar, bugün Başkanlık sistemini savunan Bahçeli’nin arkasından gidebiliyor.  

Erdoğan’a tutkuyla bağlı olanlar;

  • Cami imamı “Hayır, öyle bir şey olmadı” dese de, Erdoğan “Dolmabahçe Camii’nde içki içtiler” dediğinde,
  • Türkçe bilim dili olamaz” dediğinde de “Türkçe bilim dili olur dediğinde” de,
  • Neredeyse öğrenciliği zamanında açılan üniversiteler için “Biz yaptık”  dediğinde de,
  • Amerika istediği için, ABD’nin Ortadoğu Projesinin eş başkanı olan, Suriye’ye giren,  NATO’nun Kaddafi karşıtı harekatına destek veren, hapse mahkum olmuş ve göndermeyiz dediği Amerikalıyı Trump istedi diye ertesi gün gönderen Erdoğan, “CHP’yi, Amerikancılıkla” suçladığında da;
  • Şu gazeteyi, bu gazeteyi okumayın diyen, LGBT’leri insan yerine koymayan, kadınlardan üç beş çocuk yapmasını isteyen, kürtaja karşı olan, “Affedersiniz Ermeni” diyen Erdoğan, “Hiçbir vatandaşımızın hayat tarzına, yaşam biçimine karışmadık” dediğinde de,
  • İktidarın deprem bölgesine saatlerce yardım etmediğini fiilen yaşayanlar, Erdoğan depremi ve o bölgede yaşananları kadere bağladığında da,

ona inanıyorlar. 

Erdoğan’a sevgileri ya da bağlılıkları tutkuya dönüşmüş olanlar; 

  • Tek adam rejiminin geçerli olduğu son beş yılda TL değer kaybetmiş, pahalılık artmış, tüm devlet kurumlarında yozlaşma artmışsa da, toplumun yüzde 60’ı açlık ve yoksulluk sınırında yaşıyor olsa da,
  • Erdoğan, “Egemenlik halkındır” dedikten sonra “Egemenlik halkın değil Allah’ındır, Allah’ın” dese de,
  • Yasama, yargılama ve yürütme erki tek adamda toplanmış olsa da,
  • Süleyman Soylu, “Cumhurbaşkanımız 'rahatsızım, bunları derhal görevden alacaksın' dedi. İki gün geçti, hepsini görevden aldık” diyerek, tek adam yönetiminin ne menem yönetim olduğunu açıklasa da,

Erdoğan, “Demokrasimiz ağır aksak, zor yürüyordu; güçlendirdik” dediğine inanıp tek adam rejimine onay verebiliyor. 

Bu ülkede yaşayanların tek adam rejiminin sakatlığını görebilmek için, tek adam rejimini savunanların ne söylediklerini ve ne yaptıklarını sorgulamaları gerekiyor. 5 yıllık tek adam rejiminde yaşananlara bakıp, tek adam anlayışına he deyince başkanlık sisteminin diktatörlüğe dönüşebileceğini düşünmek gerekiyor.

(II)

'28 Mayıs’ta, yasama, yürütme ve yargılama yetkilerinin tek adamda toplandığı başkanlık sisteminin devam edip etmemesi oylanacaktır.'

28 Mayıs’ta yapılacak seçim, adayların boyu-posu, dindarlığı, etnik kimliği, yakışıklılığı, gençliği, sağlıklı oluşu, kültür düzeyi, sevecenliği ya da daha başarılı cumhurbaşkanı olabileceğiyle ilgili bir seçim değildir.

28 Mayıs’ta, yasama, yürütme ve yargılama yetkilerinin tek adamda toplandığı başkanlık sisteminin devam edip etmemesi oylanacaktır. Erdoğan’a verilecek oy, tek adam rejiminin devamını; Kılıçdaroğlu’na verilecek oy ise yasama, yürütme ve yargı yetkisinin tek adamda toplanmadığı parlamenter demokratik sisteme dönülmesini sağlayacaktır.

Dolayısıyla özellikle sandığa gitmemiş seçmen ile Erdoğan’a oy vermiş seçmen, aşağıda özetlenen gerçekleri göz önüne alıp kime niçin oy vereceğini bir kez daha düşünmelidir.

Gerçek 1. AKP 20,5 yıldır iktidardadır ve ülke son 5 yıldır yasama-yürütme ve yargılama erkini kendi elinde toplayan tek adam tarafından yönetilmiştir. Başkanlık sisteminde, ülke daha önceki yıllara göre hemen her alanda geriye gitmiştir. TL büyük değer kaybetmiş, enflasyon artmış; tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar, ücretliler ve emekliler yoksullaşmıştır. Bütçe açığı ile dış borç tavan yapmış, Merkez Bankası’ndaki döviz rezervi eksiye düşmüştür. Tarikatlaşma ve tarikat niteliğindeki kuruluşlara aktarılan kaynaklar artmış, tarikatlaşma devlet kurumlarında bile yaygınlaşmıştır. Ülkeyi terk eden eğitimli sayısı artmıştır. Cinsel istismar, çocuk evlilikleri ve kadın cinayetleri artmıştır. Genel müdürlük ve rektörlük gibi üst düzey devlet görevlerinde, yargı da dahil neredeyse AKP’li olmayan kimse yoktur. Tek adama oy verenler dahil toplumun büyük çoğunluğunun ev ya da araba alma olasılığı ortadan kalkmıştır. Başkanlık sistemine oy vermek bu olumsuzlukların artarak devam etmesine izin vermek demektir.

Gerçek 2. Türkiye, İnsan Hakları Sözleşmesi gibi pek çok evrensel bildirgeyi imzalamıştır. Bu evrensel bildirgeler çağdaş anlayış doğrultusunda ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi dünyada kabul gören vazgeçilmez haklarla ilgilidir. Bu haklar ancak Anayasa’nın 2. maddesinde yazılı olduğu gibi, “laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti”nde gerçekleşebilmektedir. Ancak son beş yılda laiklikle ve insan haklarıyla bağdaşmayan uygulamalar artmıştır. Başkanlık sistemine oy vermek, laiklikten sapılmasını ve oy verenler de dahil olmak üzere herkesin evrensel haklarının kısıtlanmasını kabul etmek demektir. Bu bağlamda, birilerinin kendi hakları da dahil olmak üzere başkalarının haklarını kısıtlamaya yol açması demokratik bir tutum değildir.

Gerçek 3. Son yıllarda iktidar mensuplarının muhaliflere yönelik hakaretleri akıl-almaz boyutlara ulaşmıştır. İktidar, istediğini yapmayı demokratik hak olarak görürken, muhalefetin demokratik isteklerini suç saymaktadır. Yargı tarafsızlığını yitirmiştir. Yargı için, hakaret içeren sözler AKP’liler tarafından söylenmişse demokratik haktır, muhalifler tarafından söylenmişse suçtur. Muhalifler dahil tüm yurttaşlardan toplanan vergilerle çalışan TRT, seçim sürecinde Erdoğan’a 34 saat, Kılıçdaroğlu’na ise 32 dakika yer vermiştir. Başkanlık sistemine oy vermek, bu tür haksızlıkların olmasına aldırmamak ve artmasına onay vermek demektir.

Gerçek 4. ABD’nin her isteğini yerine getiren iktidar, ABD istemediği için, peşinen milyarlarca dolar ödediğimiz F 34’leri alamadığı gibi milyarlarca dolar ödeyip Rusya’dan alınan S400 füzelerini de kullanamamaktadır. Türkiye’nin demokratiklikten uzaklaşması, AİHM’nin kararlarına uymaması, Trump’ın hakaret içeren mektubuna yanıt verememesi ve Putin’in kapısında bekletilmesi, yolsuzlukların artması ve benzeri nedenlerle, saygınlığı ve güvenirliği uluslararası düzeyde azalmıştır. Dış yatırım neredeyse sıfır düzeyine inmiştir. Başkanlık sistemine onay vermek, ülke olarak saygınlığımızın ve güvenirliğimizin yok olmasına izin vermek demektir.

Gerçek 5. Başkanlık sisteminin devamını sağlamak için iktidar, muhalefete akıl almaz iftiralarda bulunmaktadır; kadın, bayrak ve Cumhuriyet düşmanı olan, kızların okumasına karşı çıkan ve ülkenin Afganistan’a benzemesini isteyen tarikat ve partilerle işbirliği yapmaktadır. Başkanlık sistemine onay vermek, gericilerle yapılan işbirliğini de desteklemek demektir.

Gerçek 6. AKP yetkilileri, resmi bayram kutlamalarından kaçınmaktadır. Statlardan, hava alanlarından, … Atatürk adını çıkarmak için her fırsatı kullanmaktadır. Diyanet, resmi bayramlarda Atatürk’ün adını anmamaya başlamıştır. Bir yandan Atatürk unutturulmaya çalışılmakta, öte yandan da fırsat buldukça Atatürk ve İnönü’ye hakaretler edilmektedir. Eğitim müfredatı, Cumhuriyet yerine Osmanlıyı, laiklik ve bilimsellik yerine hilafeti öne çıkaran bir niteliğe dönüştürülmüştür. Başkanlık sistemine oy vermek demek bu gidişata onay vermek demektir.

Gerçek 7. Geçmiş seçimlerde yaşanan deneyimler, sandığa gitmeyenlerin genellikle muhalifler olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla demokratik sisteme dönülmesini isteyenlerin sandığa gitmeleri gerekmektedir.

Gerçek 8. Başkanlık sistemine oy verenlerin bir bölümü, ihaleye girmeden AKP’den iş alanlardır, bir birimlik işi 5-10 birime mal edenlerdir; hak etmedikleri görevlere getirilenlerdir; tarikat üyeleri ile mitinglerde ‘Rabia1 ’ işareti yapanlardır. Bu kesim, kısaca piyasacı ya da gerici denen kesimdir. Bu kesim, kendi çıkarlarına ve dünya görüşlerine uygun olduğu için bile bile AKP’ye ve başkanlık sistemine oy vermektedir. Piyasacı olup AKP’ye/başkanlık sistemine oy verenlerin önemli bir bölümü, laik ve bilimsel anlayış sahibi olsalar da, mali çıkarlarına göre hareket etmeyi yeğlemektedir.

AKP’ye/başkanlık sistemine oy verenlerin büyük çoğunluğu ise, ne piyasacıdır ne de gerici. AKP mitinglerinde görülen pırıl pırıl gençlerdir, kadınlardır, asgari ücretle çalışandır, tarımla ya da hayvancılıkla uğraşandır, emeklidir, yoksuldur dar gelirlidir; ‘Rabia’ işareti yapmayanlardır; Laiklikle, bilimsellikle ve de Cumhuriyet’le bir derdi, bir sorunu olmayanlardır.

Dolayısıyla ülkenin geleceği, sandığa gitmeyenlerle piyasacı-gerici olmadıkları halde AKP’ye oy verenlerin elindedir. Özellikle bu kesim, ülkenin geleceğini, bir imamın neden “28 Akşamı silahları hazırlayın” dediğini; “Erdoğan’ın hangi dediği doğru” diyen Sinan Oğan’ın neden tutum değiştirdiğini; neden Kılıçdaroğlu hakkında sahte videolar ve afişler üretildiğini, kime niçin oy verdiğini, vereceği oyun ne anlama geldiğini bir kez daha düşünmek zorundadır.

Gerçek 9. Yukarıda özetlenen gerçeklerin göz ardı edilmesi durumunda, kısa sürede tek adama oy verenlerin pişman olması ve parlamenter demokratik sisteme geçene değin hepimizin ‘dokuz doğurması’ kaçınılmazdır.

RIFAT OKÇABOL/soL

  • 1.‘Rabia’ işareti, genelde dünyanın en fanatik dinci örgütlerinden biri olan ‘Müslüman Kardeşler’ örgütünün lideri Mursi’ye destek işaretidir; Mursi’nin anlayışını benimseyenlerin kullandığı bir işarettir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder