Seçim sonucu karışık değil, berraktır. Yirmi yıldan sonra, yanıltmayan ipuçlarını ancak sermaye sınıfına bakarak elde edebiliriz. Çünkü Türkiye, son 20 yılda gitgide yerleştiği bir sermaye rejimini yaşıyor. Türkiye için “reel kapitalizm” de diyebilirsiniz.
KRİZLER, ŞOKLAR
Kırk yılı geçti, sermaye sınıfı iktidar olabilmek için dünya sermayesine (ve “ağa devlet”e) tabi olmayı tek, zorunlu koşul saydı ve bunun ana kurallarını kabul etti. Bir ayağı ekonomik modeldir. Buna “emerging market” (dünyanın yeni yetme piyasası olmak) denildi. Öteki ayağı jeopolitiktir. Sykes-Picot (1915) coğrafyasında bir Ortadoğu devleti olmaya çekilmek, denilebilir. İki ayak iç içe, eşzamanlı düzenlendi, son 20 yıl uygulamaya geçildi. Modelde siyaset topluluğu bu ikisinin türevidir. Birikim ve ekonomik kriz modelin sermaye sınıfına ait kısmından, gövdesinden okunur. Oradan kaynaklanır. Emekçiler kısmından değil.
Modelin (sermayenin) ekonomik krizleri, dünya sermayesiyle göbek bağından ötürü, döviz kuru ve faiz üzerinden konuşulur. Sermaye içi çıkarlar (pay) tablosunun “balans ayarı” bunların kırmızı/yeşil ışıklarıyla yapılır. Birikim ve kriz önce oradan okunur. Modelin iktisatçıları hep, öncelikle bunları konuşurlar. Emekçiler kısmı ise sermaye sınıfının kararları ile şekillenen “bölüşüm şokları”na tabidir (Korkut Boratav, 16 Haziran). Orada iktisatçılar öncelikle emeğin payındaki daralmaları konuşurlar. Model “dolar”la işler. En yüksek fiyat hep kıt kalan dövizin fiyatıdır (“kur”). “Dolar”la dile getirilir. Daima yükselir. En düşük fiyat hep bol olan emeğin fiyatı, “ücret”tir. TL ile dile getirilir. Daima düşer. Tüm fiyatlar bu ikisinin arasında, bu makasın özelliğine göre oluşur, kâr ve rant yaratırlar. Model son 20 yılda kendi sermaye katmanlarını yaratmış, bunun “kritik halka”sı olarak kendi “orta sınıf”ını şekillendirmiştir. Onun işlevi ekonomi ve siyasetin üst katları ile modelin tabanı “razı olan insan” kitlesi arasında irtibattır. Son seçim kalın çizgilerle tümünü berraklaştırıyor.
KİM YÖNETİYOR, YÖNETECEK?
İngiliz tarihi kapitalizmi öğretir, anlatır. Oradan şunu görebilirsiniz: Kapitalizmin bir başlangıcı vardır. “Sermayenin ilkel birikimi” zamanı. Çünkü “tulumbanın ilk suyu” olan o “birikim” kapitalist üretim tarzının sonucu değil, başlangıç noktasıdır. Kitap (Kısım VIII) öyle yazıyor.
Orada (Tudor’larla başlayıp) 300 yıldan uzun sürmüş. Toplum mülkiyetine zorla el koyup özel mülkiyete çevirmek, insanları çaresiz (bedava emek) kılmak ve ticareti özel ihalelerle “âbât” edip şirketleştirerek dünyaya “açılmak” ve coğrafyalara el koymak. Böyle yaratılan ilk birikim ve gücü. Siyasal dokusu mutlakiyettir. Sarayla sermaye sınıfları arasında örülen bir dokudur. Entrika ve savaşla pekişir.
Şimdi bize gelelim. Gerçekçi olalım. Türkiye kapitalizminde ciddi ölçekte ve hızda “sermayenin ilkel birikimi zamanı” son 20 yıldır. Evet, bizde sermayenin sınıf olarak en az yüzyıllık geçmişi var. Ama “İşte benim rejimimdir!” diyebileceği bir kapitalizm için önünü açacak çapta bir “ilkel birikim”e hiç kavuşamamıştı. Son 20 yıl dünya sermayesinin “Haydi!” demesi bunu getirdi. “İlkel birikim” İngiliz tarihinin kendi ürünüydü. Bizde dünya sermayesinin “sezaryen”i ile doğdu. Doğal kaynaklara, tüm coğrafyaya, Cumhuriyetin kurduğu tüm tesislere, kısacası toplumun mülkiyet alanına kısa süre içinde el koydu. Kendi mülkiyet ve güç alanını genişletti. Bir hızlı çekim oldu. Orada 300 yıl, burada 20 yılda yaşandı! Ve bu birikim sermaye sınıfına kısa sürede yeni katmanlar ekledi, onu irileştirdi.
ATAR DAMARLAR
Dünya sermayesiyle bütünleşmeyi ticaret sermayesi üstlendi; finanstan destek aldı. Dünya kapitalizminin önde koşan atları da finans ve ticaretti. Ticaret burada sermayenin tüm damarlarını düzenleyen, “emerging” modelinin garantörü “amir” rolüne sahip oldu. Sanayiyi bu modele göre “marke” etti. Ticaret dünya sermayesine göbekten bağlıydı, sanayi de ticarete bağımlı oldu. Ticaret ve finans birlikte sanayiyi ithalata yönlendirdiler. “Dışa açılma”nın atardamarı ithalat oldu. Sanayi ithalatsız üretim yapamaz bir yapıya dönüştü. Böylece, sanayi hızlandıkça ekonominin dış açığı hep arttı. Hep artan açık hep yeni borç getirdi, bunun alışkanlıklarını bünyeye yerleştirdi. Döviz getiremeyen sanayi yapısı (5 Haziran’da yazdım) bu “emerging” modelinin dokusuna yerleşen “dolar kıtlığı”nı hep karnında taşıdı, ekonomiye yaydı. Sermayeye özgü krizlerin göbeğine bu kıtlık yerleşti.
Siyasetin yorumuna girmeyelim. Ancak şunu gözden kaçırmayalım: Son 20 yılda siyaset topluluğu bu modele aykırı düşmemeye özen ve uyum gösteren bir eleme (seleksiyon) geçirdi. Dili değişti. Tarihin hangi zamanında yaşadığını kestirememişçesine, geçmiş yüzyılların “ilkel birikim” zamanına özgü üslup edinip “kul hakkı” ile konuşmaya, eski zamanların mezheplerinden medet ummaya başladı. Bu vurguları gitgide arttı ve modelin başta işaret ettiğim iki ayağı ile tam bağdaştı. Dünya sermayesi ve “ağa devlet” nezdinde modelin tümüyle istikrarlı zemine oturduğu güvencesini yarattı. Yirmi yılda, “tüm iktidar sermayeye” iddiası böylece ekonomiden siyasete, oradan topluma yayıldı.
BAĞDAŞMALAR, BAĞDAŞMAZLIKLAR
ANAKRONİZM
“İlkel birikim” ve “dünya ile bütünleşme” özdeşleşti mi? İki süreç tarihin farklı zamanlarına ait. Gerçi bunlar burada birlikte işliyor ve yapısında ilginç çelişkiler taşıyan bir “burjuvazi”nin yükselen sınıf olduğunu herkes görebiliyor. Ve bu kapitalizmde bu “anakronizm” (farklı zamanları bir arada, aynı anda yaşama tuhaflığı) gitgide keskinleşiyor. Dünya kapitalizmi “son aşaması”na erişerek kendine modern kurumlar ve kurallar yapmış ve siz yüzyıllarca gecikmiş “ilkel birikiminiz”le onun bağrında yer almaya çalışıyorsunuz! Buradan doğan bağdaşmazlıklar (çelişkiler) üzerinde durmayalım. Dünya sermayesi de bunu umursamıyor. Seçim sonuna bakalım.
Seçim takvimi boyunca ve sonunda sermaye sınıfından “çıt” çıkmadı. Siyasetin özellikle 2018’den sonra resmileşen, mutlakiyetin baskın olduğu yönetimine itirazları yoktu. Gitgide siyasallaşan, beslenen karşıdevrim damarına da karşı çıkmadılar. Sermayede, karşısında siyasal enerji birikimine sahip bir toplumsal, sınıfsal güç kalmamış olmasının rahatlığı, konforu vardı. Sermaye sınıfının mutlakiyet anlayışıyla siyasal uyumu, bağdaşması tamdı. Ancak, son iki yıl ekonomide, sınıf içi çıkarlar tablosunda “damar tıkanıklığı” belirtileri getirdi. Şimdi oradayız.
SİYASET İLE EKONOMİ
Dünya sermayesi (ve “ağa devlet”) için bu modelde ekonomi ve siyaset eş ağırlığa sahiptir. Ayrışmamalıdır. Oysa iktidarın anlayışında, siyaset ana eksendir; ekonomi buna göre şekillenebilmelidir. Bu çizgiden sapılırsa iktidar “ilkel birikim”le başlayıp artan yaşamsal desteklerinden yoksun kalır. Siyasetteki desteklerin özü ve “güvence”si, iktidarın, başından itibaren ülkeye bir “büyük gayrimenkul” olarak bakışı ile somutluk kazanıyor. Bunu kaybedemez. Bunun pratikte yarattığı ve yaratacağı nimetleri kendi, yükselen sermaye sınıfı ile sonsuzlaştırabilmelidir. Yapabildikçe gücünü tahkim edecektir. Yarattığı orta sınıf ve denetimindeki taban bu çizgiye bağlıdır, sadıktır. Son 20 yılda böyle olmuştur ve olmalıdır. Ekonomide bu çizgiden ve bununla bütünleşen “sosyal yardımlar” gibi “al-ver”lerden vazgeçemez. Çünkü mesele elde edeceği güçle yeni rejimi inşa edebilmesidir. Herhangi bir iktisat politikası ile olmaz, olamaz. Seçime kadar böyle gelindi. Ancak sermaye ile iktidarın 20 yıllık bütünlüğüne gölge düşmeye başladı.
Şunu görebiliriz: 2018’den sonra iş çatallaşıyor. Özellikle 2009’dan başlayarak, döviz getirecek/getirmeyecek her “muhataba” döviz kredisi yolu açıldıktan sonra sermaye kendi içindeki “dolarlaşma” yarışını hızlandırdı ama bir çatala doğru ilerledi. 2018’e gelince sermaye sınıfının “kol kırılır, yen içinde kalır” krizleri başlıyor. Sermayenin iç uyumu zorlaşıyor. Niçin? Temel nedeni var mı? Herhalde bunu öncelikle kapitalizmin “ilahi” özelliğinde, yani, bir sürekli birikim ve servet yaratma güdüsünü damarlarında taşımasında aramak doğru olur. O güdü “kutu”dan çıktı mı, zapt edilemiyor. Hele, son 20 yılın “reel kapitalizm” Türkiye’sinde sermayenin her “damarı”nın birbiriyle yarışırcasına mülkiyete ve servete hücumunu durdurmak, olsa olsa masum bakışlı iktisatçıların uykusunu kaçıracak, gerçekdışı bir niyettir. 2018 tarihi “Dolar kıtlaşacak, haberiniz olsun”un sessiz duyurusu ile yaşandı. Sonrasını biliyoruz. 2021’de, “artık dolar yok, KKM verelim, TL verelim”le başlayan “ucuz para=enflasyon” senaryosu düzenlendi. Seçime, sermayenin her katmanına ve hatta emekçilere bile TL dağıtarak erişildi. Ve böylece sermaye 2000’in dönemecinde başladığı yeni tarihinde 2018’den sonra 2023’de daha ciddi bir çatala geldi.
ASOSYAL PAKT
Bu çatalda sermayenin temel sorunu “emerging” (ekonomi) modeli ile Ortadoğu devleti şekillenmesi (jeopolitik) arasında bağdaşmazlık çıkmamasını sağlamak olacak. “Dünya” bunu isteyecek. Bunu biliyor. Buna halel gelmemesinin kendisi için önemini bilecektir. Sermayenin “damarları” arasında son beş yılda giderek artmış olan uyumsuzluk çıplak gözle görülebiliyor. Uyumsuzluğu giderme görevi yine ticaret ve finans sermaye “damarları”nın maharetine bağlı olacak. Modelin masum iktisatçıları bunu bir “döviz/faiz” düzeyinin sağlayacağına inanarak gecelerini gündüzlerine katabilirler. Ama tarih 2002 değil. 2023 çatalı gösteriyor ki, buradan çıkış için mutat olarak emekçilere bir ağır fatura yüklemek yetmeyecektir. Bu “reel kapitalizm”, yapısıyla sınırlarına dayanmış görünüyor. Şairin söylemini biraz değiştirirsek “İlginç günler göreceğiz, çocuklar!”
Biliyoruz, emekçileri “bölüşüm şokları”ndan koruyacak anayasal, kurumsal, siyasal, sendikal “barikatlar” kalmadı.
Okuyucu soracaktır: Kalmamışsa biz de sermayenin iç bağdaşmazlık krizlerine çare aramakla mı uğraşalım? Bir “asosyal kontrat”a katkı için seferber mi olalım?
Ne dersiniz?
Bilsay Kuruç / Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder