4 Haziran 2023 Pazar

Sevdalınız komünisttir I Nâzım’ın mirası: Umut, cesaret, inanç… - İREM YILDIRIM / soL-Kültür

Komünist şair Nâzım Hikmet ölümünden 60 yıl sonra yine, yeniden ve hep bu memleketteki herkese umut, cesaret, güç ve omuz vermeye devam ediyor. Dizelerindeki memleket sevdası hepimizin içindeki umudu yeşertmeye yetiyor. Büyük ustanın ölüm yıl dönümünde soL okurları için Nâzım'ın umudunu sanatçılarla konuştuk.


 
Tiyatro ve sinema sanatçısı Orhan Aydın, tiyatro ve sinema sanatçısı Metin Coşkun, tiyatro sanatçısı Levent Üzümcü, tiyatro ve sinema sanatçısı Levent Ülgen ile yönetmen Çağrı Kınıkoğlu komünist şair Nâzım'ı kendi dizeleriyle anlattı...

ORHAN AYDIN: UMUDUMU YEŞERTMEK İÇİN ÖNCE NÂZIM YOLDAŞIN ŞİİRLERİNE SARILIYORUM

Yürümek;

yürümeyenleri

arkanda boş sokaklar gibi bırakarak,

havaları boydan boya yarıp ikiye

bir mavzer gözü gibi

karanlığın gözüne bakarak

                                 yürümek!..

Yürümek;

dost omuzbaşlarını

omuzlarının yanında duyup,

kelleni orta yere

yüreğini yumruklarının içine koyup

                                  yürümek!..

Yürümek;

yolunda pusuya yattıklarını,

arkadan çelme attıklarını

                                  bilerek

                                  yürümek...

Yürümek;

yürekten

gülerekten

                                   yürümek...

Doğrudur, ben de hayatımın her döneminde umudumu yeşertmek için önce Nâzım yoldaşın şiirlerine sarılıyorum. Bu dönemde en fazla tutunduğum Nâzım şiiri ‘Yürümek’ şiiridir. Çünkü birebir örgütlenmeyi anlatan bir şiirdir ve de kendi içinde vicdanlı bir şekilde hesaplaşmayı da içerir.

Umut da umutsuzluk da elbette insan içindir. Ancak hangi ülkede hangi koşullarda yaşadığımızı anladığımızda umutsuz ve özgür, eşit bir gelecek kurmanın mümkün olmadığı gerçekliğiyle karşı karşıya kalırız. Örgütsüz toplumların başına gelen binbir türlü beladan biri değil ülkenin başına gelen. Örgütsüz kaldıkça, örgütlenmedikçe, yan yana gelip omuzlarımızı birleştirmedikçe, vicdanı ve iyiliği örgütlemedikçe hem dinci gericilik hem de ırkçılık alanı boş bulacaktır. Yaşadığımız gerçeklik budur. Ancak bu coğrafya küllerinden her seferinden yeniden doğmayı bilmiş, bunu da hep geleceğin eşit ve özgür olması umuduyla becerebilmiştir.

                                                                          ***

METİN COŞKUN: NÂZIM’IN UMUT VE GÜÇ VERMEYEN DİZESİ, ESERİ YOK

“(…) Diyelim ki hapisteyiz,

yaşımız da elliye yakın,

daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.

Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,

insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla

                                    yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım

          hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak (…)”


Yaşamaya Dair, umudu büyüten güç ve omuz veren şiirlerinin başında geliyor… Ayağa kalkmak için bu dizelere sarılıyorum..

Nâzım’ın umut ve güç vermeyen dizesi, eseri, yok. Çünkü kaleminden çıkan her bir kelime umutla cesaretle dolu. Hayranım. Dünyaya gelmiş geçmiş en büyük, en iyi şair o. Bunu sadece ben söylemiyorum, Pablo Neruda da söylüyor. Neruda, Nâzım'ın ne kadar büyük olduğu şu dizelerle anlatıyor "Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın, Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun? Teşekkürler, böyle olduğun için! Teşekkürler o ateş için, Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca." ve teşekkür ediyor, hepimiz gibi.

                                                                  ***

LEVENT ÜLGEN: NÂZIM'IN BU DİZELERİYLE HARLANIR CESARETİM

“(…) Sen de bilirsin ki ben

          ne dedemden

          miras bekledim,

ne babamdan şeref, şan!

Hasep, nesep, kan, soy, sop işinde yoğum.

Çünkü ne soyu sicilli bir buldoğum

ne de tecrübelik bir tavşan.

Ben sadece ölen babamdan ileri doğacak çocuğumdan geriyim,

ve bir kavganın adsız neferiyim.(…)

(…) Fikir dediğin (…)

şahlanmış bir savaş kılıcıdır.

Bu ata atlayacak yürek

ve bu kabzaya bilek

                 gerek…”


'Bir provokatör üzerine hiciv denemeleri' şiiri benim için umut doludur. Ne zaman umutsuzluğa düşsem, bu dizelerle harlanır cesaretim. Ve “Bir kavganın adsız neferi” olmayı en başından benimsemiş olmam, beni güçle, umutla, inançla ayağa kaldırır yeniden. 

                                                              ***

LEVENT ÜZÜMCÜ: GELMEKTE OLANI GÖRMEKTE ÇOK ZORLANIYORUZ

“Annelerin ninnilerinden

                              spikerin okuduğu habere kadar,

yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,

anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,

anlamak gideni ve gelmekte olanı.”

Ben çağın en büyük probleminin insanların birbirlerine karşı yitirmiş oldukları güven ve 'çağın vebası' olarak adlandırdığım yalan olduğunu düşünüyorum. 1946 yılında Nâzım’ın yazdığı bir şiir bu, Beş Satırla. Dünya daha yeni bitirmiş 2. Dünya Savaşı'nı. Kimilerinde müthiş bir umutsuzluk kimilerinde geleceğe bir umut var o tarihlerde.

Genellikle insanlar çağları kendi ömürleriyle hesaplıyorlar ama çağlar, çağların gerekliliği bazen gelmekte olanı kendi kısacık ömürlerimizde fark edememize yol açıyor. Fark edebilsek aslında her şey çok çok daha güzel olabilir. Bir sistem çöktü. Kapitalizm dediğimiz sistemin çöküşünü yaşıyoruz, içindeyiz ama farkında değiliz. Geniş insan topluluklarının istedikleri gibi bir hayatı yaşayamamalarından ama o hayatın özlemiyle, düşüyle yaşatılmalarından dolayı maaleseftir ki bir türlü kendi gerçekliklerinin farkında varamıyorlar. Bir hayal aleminde yaşıyorlar. Bir gün zengin olacakları, bir gün onların da yarın kaygısı olmadan yaşayabilecekleri gibi bir maması var kapitalizmin. Ancak bu sistem hala bu mamayla yürüyor ve gelmekte olanı görmekte çok zorlanıyoruz, ister istemez.

Ama bir parça kendi ömrünün uzunluğundan sıyrılıp da çağların uzunluğuna bakabilen birisi mutlaka fark edecektir, gelmekte olanı. Ustaya saygıyla, umutla...

ÇAĞRI KINIKOĞLU: NÂZIM OKUMAK, MEYDAN OKUMAKTIR

Nâzım'ın bütün bir üretimini birkaç şiire indirgemek hem olanaksızdır hem de Nâzım'a ve mücadelesine haksızlık olur.

Bazen bir tek dizesi, bazen bir tek imgesi, okuyucusunda büyük etkiler uyandırır: dünyayı kavrayışına derinlik katar, bilincinde kıvılcımlar yakar, mücadelesinde omuz verir, karanlıkta yönünü buldurur, yüreğini sarıp sarmalar... 

Her halükârda, okurunun bulunduğu yerde kalmasına izin vermez, onu ilerletir, sıçratır.

Tarihe, topluma, insana gelişkin bir marksistin, bir komünistin teorik derinliği ve zenginliğiyle bakar Nâzım. Bu sayede de umutsuzluğun koyulaşıp insanın yüreğine ve aklına çöktüğü zamanlarda umudunu yitirmemesi, umudun nerede olduğunu gösterebilmesi ve ona yönelmesi, yöneltmesi mümkün olur.

Bir acayip seçim sürecini geride bıraktığımız bu dönemde, karamsarlıkla nihilizm arasında gidilip gelinen bir dönemde, tam da bu nedenle Nâzım'ı tekrar okumakta fayda var. Hangi şiirini, hangi eserini olursa olsun, Nâzım, aklının aydınlığına sorular sorulacak ve yanıtlarında yalan söylemediğine güvenilecek insanlığın yüz akı sanatçılardan biridir.

Ancak bu kayıtları düşerek yanıtlayabilirim sorunuzu ve umudu nasıl kavrayabileceğimize dair bir ufuk sunduğunu düşündüğüm ve ilk aklıma gelen birkaç Nâzım eserinden bahsedebilirim.

Örneğin İstanbul'da tutukluyken yazdığı "Fevkalade memnunum dünyaya geldiğime" dizesiyle başlayan şiiri...

"Fevkalâde memnunum dünyaya geldiğime,

toprağını, aydınlığını, kavgasını ve ekmeğini seviyorum. (...)" diye devam eder. 

Bir başkası "Yirminci Asra Dair" şiiridir. Şiirin akışı içinde:

"(...) Asrım sefil, / asrım yüz kızartıcı, / asrım cesur, / büyük / ve kahraman.

Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman. / Ben yirminci asırlıyım / ve bununla övünüyorum. (...)" 

dizelerini okuruz.

Umut bağlamında hemen aklıma gelen bir diğeri eser de "Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim" romanıdır. Bu otobiyografik romanında, çarpıcı bir kurgu yoluyla, memleketi işgal altındaki bir gencin büyüme öyküsü çerçevesinde karanlık bir dünyada hayatı tanıma, bilinçlenme, toplumu anlama, aydınlanma ve değiştirme mücadelesine atılma sürecinden kesitler işlenir. Öyle karanlıktır ki dünya, insan kendine "Böyle bir yaşamın neresi güzel de Nâzım romanına bu adı koymuş?" diye düşünür ister istemez.

Bu üç örnekten yola çıkarak bir soru sorabilirim:

Nâzım 1902'de doğduktan sonra, Balkan Savaşları'nı, Çanakkale Savaşları'nı, Birinci Dünya Savaşı'nı, seferberlik yıllarını, Kurtuluş Savaşı'nı, İspanya İç Savaşı'nı, İkinci Dünya Savaşı'nı görmüş bir kuşaktan. Sermaye düzeni ve emperyalizmin kıyıcılığı ve zalimliğini her defasında arttırdığı bir başka uğrağa tanıklık etmiş çok nitelikli bir sanatçı. Kendi yurdunda da, her milletten yoldaşının bulunduğu coğrafyalardan da gelen ve ardı arkası kesilmeyen moral bozucu, kahredici, perişan edici haberler ve gelişmeler eksik olmamış hayatında...

Buna rağmen nasıl umutlu olmuş? Umutlanabilmek için dönüp okumaya gereksinim duyduğumuz şiirleri nasıl yazmış?

Öncelikle, kıyıcılığı ve zalimliği gördüğü kadar, buna boyun eğmeyen insanı da görmüş. Ateşi ve ihaneti görse de dayanan insanı görmüş. İnsanlığın ileri atıldığını ve devrimler yaptığını da görmüş. Toplumsal yaşamın bu mücadele ile biçimlendiğini görmüş, daha da önemlisi, gördükleri üzerine kafa yormuş.

Nâzım'da umut, yaşam sevinci, neşe, içinde yaşadığı toplumsal düzeni ana hatlarıyla kavramış olması ve o kavrayış doğrultusunda mücadele edebilmesinden kaynaklanır. "Gücüm yeter mi, şimdi zamanı mı, bana mı düşer?" sorularından kurtulmuş. Kolayına kaçmamış. Örgütlenip, tarihin akışını hızlandırmak üzere sorumluluk üstlenmiş ve bunlar Nâzım'da geri dönüşsüz bir bilinç sıçramasına kaynaklık etmiş.

Bu yüzden diyebilirim ki Nâzım okumak, fonunda ağlak kanun melodilerinin bulunduğu hüzünlü bir atmosfere gömülmek değil, çağına ve yurduna çöken zalimliğe ve bağnazlığa "seni anladım, kavradım, senin karşında safımı seçtim ve sana meydan okuyorum" diyebilmektir. Hangi eseri olursa olsun, Nâzım okuyalım, yazdıklarına kafa yoralım: bu güzel yoldaşımızla içten bir sohbete hepimizin ihtiyacı var.

İREM YILDIRIM / soL-Kültür




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder