Yeni-faşist bir AB’ye doğru
Avrupa’da ilk “faşistleşme” döneminde (1920-33), liberal demokrasi, ekonomik krize ve komünizme karşı bir çare üretemiyordu; bu kez ekonomik krize, küresel ısınmaya, büyük göç dalgasına karşı çözüm üretemiyor.
Bu “durum” içinde Avrupa Birliği ülkelerinde faşist partiler güçleniyor, gittikçe artan oranda ya hükümetlere ortak oluyorlar ya da muhafazakâr partilerin, hükümet kurmalarına yardımcı olurken önemli tavizler koparıyorlar. Bu dinamikler önce Türkiye, Macaristan son olarak İsrail örneklerinde gördüğümüz gibi devlet biçimini değişmeye zorluyor ya da “değişim” için gerekli siyasi kültürel zemini geliştiriyor.
Bir “faşist Avrupa” olasılığının arkasında bu partilerin, Avrupa Birliği projesine, klasik milliyetçilik bazında muhalefet etmekten vazgeçerek beyaz/Hıristiyan üstünlüğüne dayalı bir AB oluşturma amacına yönelmeleri yatıyor. İtalyan Başbakanı Meloni, İspanyol faşizmini temsil eden VOX’un bir mitingine uzaktan katılarak yaptığı konuşmada “Avrupa yurtseverlerinin, Avrupa’nın dünyadaki rolünü ve gücünü yeniden kazanmasını sağlamak için birleşmesi gerekiyor” diyordu.
SIRA İSPANYA’DA MI?
AB’nin, 4. büyük ekonomisi, 5. en kalabalık ülkesi İspanya’da pazar günü genel seçimler vardı. Muhafazakâr Halk Partisi’nin (PP) bu seçimlerde tek başına hükümet kurmasına olanak verecek bir çoğunluğa ulaşması beklenmiyordu. Son belediye seçimlerinde birçok bölgede, falanjist gelenekten gelen Katolik, ırkçı ve göçmen, feminizm, LGBTİ+, Katalan-Bask ayrılıkçılığı karşıtı VOX ile işbirliği yapan PP’nin yeni hükümeti VOX ile kurma olasılığı güçlüydü.
Bu gerçekleşirse Macaristan, Polonya, İtalya, Yunanistan’dan sonra İspanya’da da bir faşist parti devlete erişecek. Almanya, Avusturya, Fransa’da faşist hareketler güçleniyor. Kısacası AB’nin merkez ülkelerinde ve kimi çevre ülkelerinde hükümetler giderek faşist partilerin eline geçiyor. Böylece “göçmenlere, ‘geleneksel değerleri yıkan’ feminizm, LGBTI+ karşıtı, beyaz, emperyalist/sömürgeci bir AB fantezisi” giderek güçleniyor.
KÖTÜ RÜZGÂRLAR ALTINDA...
Küresel rüzgârlar faşizmden yana esiyor. Bu rüzgârların başında, bu yaz doğrudan yaşadığımız gibi küresel ısınmanın getirdiği iklim krizi var. Bir araştırmanın işaret ettiği gibi genelde küresel çapta sıcaklık artışına bakarken kimi önemli yerleşim merkezlerinde ani ve aşırı sıcaklık artışlarının, 1950’den bu yana çok daha büyük sıklıklarda yaşanıyor olması gözden kaçabiliyor (Örneğin Atina’da 2.7 kez, Bangkok 1.3x, Barcelona 3.7x, Pekin 5.7x, Hong Kong 5.3x, Kuala Lumpur 4.4x, Londra 10.4x, Marsilya’da 4.2x, Paris’te 8.1x, Roma’da 2.6x). Geçen hafta sıcaklıklar Tunus’ta 49, Cezayir’de 51, Ürdün’de 46 dereceye ulaştı. Genel olarak sıcak kıta diye bilindiğinden Afrika’da sıcaklıkların birçok yerde yaşanmaz düzeye ulaşmaya başlaması ise gereken dikkati çekmiyor.
Bu gelişmeler kronik su ve gıda krizlerinin, güneyden kuzeye doğru sonu gelmez göç dalgalarının habercisi. Aşırı sıcaklar Avrupa nüfusunun tükettiği meyve, sebze gibi ürünlerin tedarik zincirlerini aksatıyor, gıda krizini fiyat artışları üzerinden yaygınlaşma eğilimi güçleniyor. Stratejik teknolojiler için gerekli kıymetli mineraller de genellikle Afrika’da bu sıcaklık krizlerinin yaşandığı bölgelerde çıkarılıyorlar. Bu alanda da ya tedarik zinciri ya da maliyet artışı sorunlarının oluşması riski hızla artıyor.
Son olarak ABD’nin militarist boyutlu bir sanayi politikası izlemeye başlaması karşısında, AB devletlerinin de benzer militarist politikaları, korumacı önlemleri gündeme almaya başladığı görülüyor. “Büyük/müdahaleci devlet” geri dönerken buna uygun bir ideoloji ve siyasi söylem de gerekiyor. Dahası, “Büyük güçler” arası rekabet sertleştikçe Avrupa’nın yalnızca bir ekonomik blok değil aynı zamanda askeri bir güç olarak ağırlığını koyma arzusu artıyor. Bu da bir aşamada egemen sermaye grupları, devlet seçkinleri ve “faşist Avrupa” projesi arasında bir yakınlaşma olasılığına açılıyor
/././
Faşizm yeniden yükseliyor
İngiltere’nin İşçi Partili son başbakanı Gordon Brown, “İspanya’da pazar günü yapılacak seçimler, Avrupa’da faşizme karşı mücadele açısından çok önemli” diyor. “Feminizm, göçmen, LGBTİ+ düşmanı VOX’un iktidara ortak olması durumunda Avrupa’da faşizm genel olarak hızlanacak”...
UĞURSUZ ÜÇLÜ
Avrupa’da yeni faşist canlanmanın başını Nazizmin, faşizmin, falanjizmin vatanı, Almanya, İtalya ve İspanya çekiyor. Almanya’da AfD ulusal düzeyde 2., doğu eyaletlerinde 1. parti düzeyine yükselirken, AfD karşıtı cephe dağılıyor. Hıristiyan Demokratlar hızla sağa kayarken, AfD’nin ilk genel seçimlerde federal hükümete girmesi kaçınılmaz görünüyor. İtalya’da Mussolini’nin mirasçısı, İtalya Kardeşliği partisinin lideri, Başbakan Giorgia Meloni, yargı bağımsızlığını hedef alıyor, dini gerekçelerle, LGBT+ bireylerin özel yaşamlarına giderek daha fazla karışıyor. İspanya’da da Franco’nun ruhu hortladı. Katolik falanjist VOX’un, ilk genel seçimlerde merkez sağ Halk Partisi’nin koalisyon ortağı olması bekleniyor. VOX, kadınları erkek şiddetinden koruyan yasayı da kaldırmak istiyor.
Bu uğursuz üçlünün yanı sıra Fransa’da LePen’in Ulusal Toparlanma Partisi, şimdilerde 1. konumunda. Hollanda, Avusturya, Finlandiya, İsveç ve Yunanistan’da yeni faşist partiler merkez sağ hükümetlerin politikalarını etkileyerek güçlenmeye devam ediyorlar. İsrail’de faşist partilerle koalisyon kuran Netanyahu’nun kendi hükümetinin politikaları üzerinde kontrolü kaybettiği görülüyor. İngiltere’de hükümetteki Muhafazakâr Parti o kadar sağa kaydı ki faşist akımlara söyleyecek söz kalmadı.
SÜRECİN İKİ DÜZEYİ
“Süreç olarak faşizmin” hızlanmasını, iki düzeyde düşünebiliriz. Bir düzeyde kapitalizmin neoliberal kriz yönetim modeli tükendi, yenisi yavaş yavaş, devlet önderliğinde yeniden sanayileşme, militarizm, ticari korumacılık gibi temalarla şekilleniyor. Ancak, dönemin “yeni ruhunu” temsil edecek bütünsel bir anlatı hâlâ şekillenmiş değil. Kapitalizmin bu en kırılgan döneminde, inandırıcı bir karşıt seçeneğin yokluğunda, kapitalizmin ırkçılık, milliyetçilik, militarizm, faşizm gibi en karanlık eğilimlerinin önü neredeyse tamamen açık.
Bir düzey de kapitalist uygarlığın andaki durumuna ilişkin: Küresel ekonomi yeniden yavaşlamaya başladı. Öyleyse yoksulluk, işsizlik artacak; kaynaklar üzerinde sınıflar ve uluslar arasında rekabet hızlanacak. Bu yıl yaz aylarında artık inkâr edilemez biçimde kendini gösteren iklim krizi, su ve gıda sıkıntısı da artacak: Yaşanamaz/eski sömürge bölgelerden yaşanabilir/gelişmiş/eski sömürgeci ülkelere doğru göçmen, sığınmacı akımı hızlanacak. Bu düzeyde, etkenlerin basıncı üç alanda “süreç olarak faşizmi” besleyecek: “Merkez” partilerin ve siyasi seçkinlerin, ekonomik kaynakları en güçlü sermaye gruplarına aktaran yönetim modeli (neoliberalizm), göçmenler sorunu karşısındaki çaresizlikleri, iklim krizine karşı önlemler konusunda sermayenin çıkarlarına öncelik verirken halkın yaşam koşullarıyla bunları bağdaştırmaktaki isteksizlikler daha fazla tepki çekecek. Faşist partiler de merkez partilerin, seçkinlerin (uzmanların) temel sorunlar karşısındaki beceriksizliklerini vurgularken basit ve anlaşılır öneriler sunarak güçlenmeye devam edecekler.
Bu ortamda, Avrupa hükümetlerinin göçmenler politikası giderek faşist partilerinkine yakınlaşıyor. Devletler, kontrol ve baskı araçlarını, yeni teknolojilerin de yardımıyla hızla güçlendiriyorlar. Göçmenlerin Avrupa’ya geçmesini önleme karşılığında, Türkiye ve Tunus gibi çevre ülkelerdeki totaliter/otoriter rejimleri türlü rüşvetlerle destekliyor.
Merkez sağ ve merkez sol partilerin “süreç olarak faşizmi” yavaşlatma şansı yok. Bu süreci yavaşlatacak belki geri çevirebilecek tek güç sosyalist hareket. Ne yazık ki o, hâlâ geçmişin ağır yüklerinden kurtulamıyor, durumun vahametini kavrayamıyor, güçlerini birleştirerek ortak bir gelecek vizyonu üretemiyor.
Ergin Yıldızoğlu / Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder