(I)
Ülkenin batısında İstanbul Galatasaray Meydanı’nda haftalardır, aylardır Cumartesi Anneleri’ne, kayıp yakınlarına, onlara destek olmak için gelen insan hakları savunucularına işkenceyi aratmayan bir şiddet ve zulüm uygulanıyor. Ne yazık ki 85 milyonluk ülkede bu acıyı duyumsayan, dayanışma, yanlarında olma, destek olma duygusu ve sorumluluğuyla orada olabilen insan sayısının “bir avuç” olması devlet güçlerinin yasakçı, baskıcı müdahalelerinin dozunu arttırarak sürdürmesine yol açıyor.
Bu hafta da gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemi yapan Cumartesi Anneleri, Anayasa Mahkemesinin (AYM) hak ihlali kararına karşın 963’üncü haftada da polis tarafından engellendi. İstiklal Caddesi’ne çıkar çıkmaz polis tarafından ablukaya alınan Cumartesi Anneleri gözaltına alındı, görüntü almak isteyen basın mensupları da engellendi.
Gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanmasını talep etmek için Galatasaray Meydanı’nda 1995 yılından beri oturma eylemi yapan ‘Cumartesi Anneleri’nin Cumartesi İnsanları’nın 963’üncü hafta eylemlerinde de Anayasa Mahkemesi kararı polis tarafından çiğnendi. Engellemeye ve polis ablukasına tepki gösteren eylemciler, yapılanın suç olduğunu dile getirmesine rağmen polis çok sayıda kayıp yakını ve insan hakları savunucusunu gözaltına aldı.
SİNEMAYA YANSIYAN KAYIPLARIN İZİNİ SÜRMEK
On yıllardır can alıcı toplumsal sorunları görmezden gelen, yok sayan sinemamız bu konuda da kör sağır dilsiz oldu; kayıpları yakınlarının onların izini sürme çabasını, mücadelelerini bir elin parmak sayısını geçmeyen film dışında görmezden geldi.
30 YIL 1 GECE
7 Ağustos 2023 tarihinde Independent Türkçe’de “Gözaltında kayıplar, ‘30 Yıl 1 Gece’ filmiyle beyaz perdede başlığıyla Veysi Polat imzalı bir haber yer aldı. Haberin alt başlığında “Türkiye’de gözaltında kayıplar olgusu, Diyarbakır’da beyaz perdeye taşındı. Cumartesi Anneleri’nin sembol ismi Berfo Ana’ya atfedilen “30 Yıl 1 Gece” isimli filmde, bir annenin kayıp oğlunu bulma mücadelesi konu ediliyor” bilgileri yer alıyordu.
Haberde yer alan bilgiye göre “çekimleri Diyarbakır ve Mardin’de yapılan filmde, Diyarbakır’ın Hani ilçesine bağlı Gömeç köyünde 1993 yılında gözaltına alındıktan sonra kendisinden haber alınamayan bir gencin annesinin oğlunu bulma mücadelesi konu ediliyor.
Yönetmenliğini Mehmet İsmail Çeçen’in üstlendiği; Selman Süer ve Cemile Ceylan’ın başrolünü paylaştığı “30 Yıl 1 Gece” isimli film, Kevok adlı bir annenin, elinde mezar taşıyla kayıp oğlu Serhat’ı arama mücadelesini konu ediyor.”
Bir kısmı Diyarbakır’da çekilen filmde, 29 Ekim 1995 ile 8 Mart 1996 tarihleri arasında 3’ü çocuk 7 sivilin kemiklerinin bulunduğu JİTEM ana davasında da geçen Mardin’in Dargeçit ilçesindeki “ölüm kuyuları”na da atıfta bulunulmuş.
Independent Türkçe’ye konuşan Yönetmen Mehmet İsmail Çeçen, “10 yıl önce bir TV kanalında 33 yıl boyunca oğlu Cemil Kırbayır’ı ararken oğlunun hasretiyle ölen annesi Berfo Kırbayır’ın haberinden çok etkilendiğini ifade ederek, ‘Bu haberden sonra Berfo Ana’nın hikayesini araştırdım. Yaşamının son 33 yılını oğlunun arayışına adayan, o gelecek diye kapıları pencereleri aralayan ve her gün bir gün olsun geri dönecek diye bekleyen ve umudu kesildiğinde kemiği bile görmeyi bile büyük bir hasretle bekleyen bir anne. Bu tek bir annenin hikayesi değildi. Birçok annenin, babanın ve evladın kayıplara olan özlemin hikayesiydi. O dönem öğrenciydim, şimdi imkanlar gelişti ve beyaz perdeye taşımaya karar verdim’ diyor.
Filmiyle ilgili de “Olayın siyaset üstü bir konu olduğunu ifade eden Çeçen, “Bir annenin oğluna olan hasretinin hikayesidir. Dünyanın neresinde olursa olsun din, dil ırk ayırmaksızın bir annenin dramı var" diyor.
Filmde ana karakter 30 yıl önce çocuğunu kaybeden bir anne. Demans hastası olmasına rağmen hayatının büyük bir evresini oğlunu unutmamak için direniyor. Bir gece oğlunu asit kuyusunda görüyor ve 30 yıl önce boşaltılan köyüne gitmeye karar veriyor. Bu zorlu sürecinde avukat olan oğlu eşlik ediyor. Önce adli tıp kurumuna gidiyorlar. Asit kuyusunda bulunan kemikler üzerine DNA vermek için. Daha sonra anne kendi mezar taşını yaptırıyor. Mezar taşına hem kendi hem oğlunun ismini yazdırıyor ve “Ölmeden oğluma kavuşursam ve ölürsem oğlum öldükten sonra onu üstüme gömün. Eğer ben görmeden ölürsem onun kemiklerini bulduğunuzda da gömün toprağım doysun” diyor.
KAYIP FİLMLERİ HAFTASI
2016 yılında “Gözaltında Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele Haftası” kapsamında Batman Belediyesi’nin hazırladığı ve İnsan Hakları Derneği, Ortadoğu Sinema Akademisi Derneği, Mezopotamya Sinemasının katkılarıyla yapılacak film günleri bir basın açıklaması ile duyurulmuştu. Batman Belediye Meclis Salonu’nda yapılan duyuruda film günlerinin 19 ve 22 Mayıs tarihleri arasında başlayacağı ve film günlerinin kayıp yakınlarına adandığı söylenmişti.
19 Mayıs 2016 tarihli Batman Yön gazetesinde yer alan habere göre basın açıklamasında konuşan Batman Belediyesi Eş Başkan Vekili Kaytar kayıp yakınlarının yaşadığı acılara değinerek, “Çığlıklarını çok az insan duydu. Duyanların bir kısmı onların hikayelerine inanmadı. ‘Kullanıldıklarını düşünenler oldu. Evlatlarını, eşlerini, kardeşlerini, sevdiklerini aradıkları için polis saldırılarına maruz kaldılar, dövüldüler, yerlerde sürüklendiler, coplandılar, gözaltına alındılar. Ama durmadılar, durdurulamadılar. Dertlerine derman bulunmadıkça acıları da kendileri de çoğaldı” dedi.
Kaytar konuşmasının devamında, “Kayıplar ile ilgili, uzun metraj, kısa film ve belgesel filmlerden oluşan 12 film seyredeceğiz” dedi.
“Kayıp Filmleri Günleri”nin gösterim programında genel görmezden gelmenin, yok saymanın dışına çıkılarak yapılan “Hiçbiryerde” ve “Gelecek Uzun Sürer” filmleri de yer alıyordu.
(II)
TAYFUN PİRSELİMOĞLU VE HİÇBİRYERDE
Sinema kariyerine senarist olarak başlayan Tayfun Pirselimoğlu yönetmen olarak ilk kısa filmi “Dayım’ı 1999’da Il Silenzio e d’Oro’yu (Sükût Altındır) 2002’de çeker. İlk uzun metrajlı filmi Türkiye-Almanya ortak yapımı “Hiçbiryerde”yi de 2002 yılında yazıp yönetir Hiçbiryerde’den sonra yönetmen, senarist ve yapımcılığını üstlendiği ‘vicdan ve ölüm’ temalı üçlemesi olan, “Rıza” (2007), “Pus” (2009 Türkiye-Yunanistan ortak yapımı) ve “Saç” (2010 Türkiye-Yunanistan ortak yapımı) filmleriyle Berlinale Forum, Locarno, İstanbul Film Festivali gibi birçok festival tarafından seçilmiş ve ödüller alır. “Ben O Değilim” (2013), “Yol Kenarı” (2017) ve “Kerr” (2021) filmleriyle birçok ulusal ve uluslararası festival tarafından ödüle layık görülmüştür. Son filmi “Kerr” 95. Akademi Ödülleri En İyi Uluslararası Film dalında Türkiye’den aday gösterilmiştir.
Çok yönlü sinemacılarımızdan sinema çalışmalarının yanı sıra edebiyat çalışmalarına da önem veren Tayfun Pirselimoğlu’nun, yayımlanmış altı romanı ve üç hikaye kitabı bulunuyor.
İlk gösterimi, 26 Nisan 2002’de 21. Uluslararası İstanbul Film Festivalinde yapılan “Hiçbiryerde” filminde kaybolan oğlunu arayan Şükran’ın koşuşturması, hikayesi anlatılır. Haydarpaşa Garı’nın gişesinde çalışan Şükran ölen kocasının siyasi geçmişinden dolayı çok zor zamanlar geçirmiş olan Şükran, oğlu Veysel’i siyasi olaylardan uzak tutarak korumaya çalışmıştır. Ancak, bir gün Veysel kaybolur. Şükran, oğlunun doğal nedenlerden kaybolduğunu düşünerek yetkili makamlara başvurur fakat aramalarından sonuç alamaz, çabaları da sonuçsuz kalır.
Yetkili makamlar da ona yardım etmez. Veysel adında hiç kimsenin tutuklanmadığını söyleyip, bilinmeyen cesetleri tanımasını isterler. Bunların arasında bir tanesi tanınmayacak haldedir ve Şükran onun Veysel olmadığından emindir ama oğlunun nişanlısı Şule onun Veysel olduğu konusunda diretir. Veysel’in hiçbir politik olaya karışmadığından emin olduğu için Şükran, Veysel’in hayatta olduğu ve bir gün mutlaka ortaya çıkacağı konusunda ısrar eder. Şükran umutsuzca her yerde oğlunu aramaya başlar. Şule’nin, kendisini oğlunun öldürüldüğüne inandırmaya çalışması da onu ikna etmez. Aramalarına devam eden Şükran, konuştuğu kişilerin verdiği bilgiler doğrultusunda oğlunun Mardin’de olduğuna inanarak oğlunu aramaya bu şehre gider.
Başrolünde Zuhal Olcay’ın yer aldığı filmin oyuncu kadrosunda Parkan Özturan, Devin Özgür Çınar, Michael Mendl, Ruhi Sarı, Meral Okay, Cezmi Baskın, Şehsuvar Aktaş, Selçuk Uluergüven, Erdinç Dinçer, Sermiyan Midyat, Bülent İnal gibi isimler var.
ÖZCAN ALPER VE GELECEK UZUN SÜRER
Özcan Alper ilk filmi “Sonbahar”la sinemamıza bir başyapıt kazandırmıştı. Sonbahar filminde Yusuf 1997 yılında 22 yaşında üniversite öğrencisi iken girdiği cezaevinden, 10 yıl sonra sağlık nedenleriyle tahliye edilir. Yusuf’ u, cezaevinden çıkıp geldiği Doğu Karadeniz’deki köyünde bir tek yaşlı ve hasta annesi karşılar. O cezaevinde iken babası ölmüş, ablası ise evlenip büyük bir kente taşınmıştır. Ekonomik nedenlerle sadece yaşlıların kaldığı bu dağ köyünde Yusuf bir tek çocukluk arkadaşı Mikail ile görüşmektedir. Yusuf, Mikail ile gittiği bir meyhanede fahişelik yapan genç ve güzel Gürcü kızı Eka ile karşılaşır. Farklı dünyalardan gelen bu iki insanın birlikteliği için ne zaman ne de koşullar uygundur. Yine de Yusuf için aşk son bir kez hayata tutunma ve kendi yalnızlığından sıyrılma çabasına dönüşür. Eka içinse Yusuf bu dünyadan çok uzakta, hatta şimdiki zamanda yaşamayan, Rus romanlarından kaçmış bir karakterdir. 1990 sonrasını arka planına alarak bir dönemin ironisini, acımasızlığını ve gerçekliğini ele alan filmde, yakın tarih hem belgeleniyor hem de eleştirel bir süzgeçten geçiriliyordu.
Özcan Alper, ikinci filmi “Gelecek Uzun Sürer”de, biraz deneysel, biraz belgesel bir kurmaca filmle çıkmıştı seyirci karşısına.
Müzik araştırmaları yapan Sumru, ağıtlar üzerine yaptığı tez çalışması için, birkaç aylığına İstanbul’dan ülkenin güneydoğusuna doğru bir yolculuğa çıkar. Kısa süreceğini sandığı yolculuk, Sumru’nun hayatının en uzun yolculuğuna dönüşür. Bu yalnız yolculuğa Diyarbakır’da tek başına kalmış eski bir kilisenin bekçisi olan Antranik amca, Diyarbakır sokaklarında korsan DVD satan Ahmet ve bölgede sürmekte olan ‘adı konulmamış savaşa’ tanıklık eden pek çok karakter eşlik eder. Tanıştığı insanların acıları Sumru’nun sakladığı acılarını da ortaya çıkarır, ertelediği acısıyla da yüzleşir. Diyarbakır’dan Hakkâri’de bulunan boşaltılmış bir dağ köyüne doğru yola çıkarken bu tehlikeli yolculuğa anlam veremeyen Ahmet’in “Neden bu köy, orada ne var?” sorularını yanıtsız bırakır. Yıllar önce inandığı gelecek uğruna kendisini bırakıp dağa çıkan ve bir daha haber alamadığı kayıp sevgilisinin izini sürüyordur Sumru. Sonunda o dağ köyünün mezarlığında rastlar ona.
KÜF VE ALİ AYDIN
İstanbul doğumlu Genç Yönetmen Ali Aydın, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat Yönetiminde okuduktan sonra dizi ve film setlerinde asistan olarak çalışır. Ali Aydın ilk uzun metrajlı filmi Küf’ü 2012 yılında çeker. “Siyasi kayıp ve faili meçhul hikayesinin anlatıldığı Küf, Hülya Avşar başkanlığındaki jüri tarafından görmezden gelinir fakat Ali Aydın filmiyle Venedik Film Festivali’nde “Geleceğin Aslanı Ödülü”nü alır.
Demir yolları işletmesinde çalışan Yol Bekçisi Basri yalnız bir hayat sürmektedir. Hayattaki tek varlığı olan oğlu Seyfi bundan 18 yıl önce üniversite öğrencisiyken gözaltına alınmış ve o günden sonra ortadan kaybolmuştur. Kendisinden ne bir haber alınabilmiştir ne de yetkili kurumlar herhangi bir bilgi vermiştir.
Tek düşüncesi kayıp oğlunu bulmak olan Basri her gün raylar boyunca kilometrelerce yol yürür. 18 yıl önce oğlu İstanbul’da üniversitede okurken, hükümet karşıtı eylemlere katılmaktan tutuklanmış, sonrasındaysa gizemli bir şekilde ortadan kaybolmuştur. Seyfi ortadan kaybolduktan 6 yıl sonra Basri’nin karısı da vefat etmiştir. Kayıplarından sonra gitgide içine kapanan ve toplumdan uzaklaşan Basri, Seyfi’nin geri döneceğine dair umudunu hiç yitirmez ve 18 yıl boyunca oğlunun bulunması için dilekçeler yazar...
Mesut Kara / Evrensel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder