Bu acımasız ve akıl dışı dünyada herkes bulunduğu ülkede işçi sınıfı siyasetinin saflarına, başka sığınak yok!
Gazze halkına dönük askeri operasyonun bir soykırıma dönüştüğü her bakımdan görülüyor. İsrail Filistin halkını Gazze’nin kuzeyinden güneyine itmek için bölgeyi ağır bir bombardımana uğratıyor. Hiçbir savaşta hedef alınmayacak hastanelerin vurulması soykırım girişiminin kanıtı olarak gösteriliyor. Buraya sıkışıp kalmış halkın susuz, elektriksiz, ilaçsız, evsiz bırakılması, 9 bini geçkin insanın çoluk çocuk demeden katledilmesi diğer kanıtlar.
Aşağıdaki haritada İsrail’in santim santim bombalayarak halkı güneye göç etmeye zorladığı Kuzey Gazze görülüyor.
Şekil 1: İsrail, Mısır ve Akdeniz arasına sıkışıp kalmış Gazze şeridi görülüyor. İsrail’in yoğun ve insanlık dışı bombardımanı ile halkın haritada işaretli olan Kuzey bölgesini terk etmesi isteniyor.Gazzeli Filistinliler güneye de göç etseler güven içinde olmayacaklarını ve Mısır’a kadar sürüleceklerini biliyorlar.
İsrail kendi sınırlarını net bir şekilde açıklamayan bir devlettir, çünkü yayılmacılık bu dini-milliyetçi devletin değişmez resmi politikası olmuştur. Aşağıdaki haritanın iyi bilinmesine ve yaygın olarak kullanılmasına rağmen tekrar hatırlanmasında yarar var.
Şekil 2: İsrail’in kuruluşundan itibaren Filistin topraklarını nasıl kemirdiği görülüyor. Batı Şeria Yahudi yerleşimleri ve örülen duvarlarla bütünlüklü yapısını yitiriyor, Doğu Kudüs İsrail’in işgaline uğruyor. Şimdi ise Gazze’yi yutmak için bir strateji yürütüyorlar.Filistin sorunu yakın tarih içinde bu toprakların dini olarak kendilerine verildiğine inanan bir sapkınlığa emperyalizmin verdiği ölçüsüz desteğin ve uluslararası işçi sınıfı siyasetinin geçici yenilgisinin ürünü olarak ortaya çıktı.
Bu kadar ayrıntısı olan bir sorunu köşe yazısına sığdırmak mümkün değil, bu yüzden güncel duruma ilişkin birkaç soru sorup yanıtlayalım:
Hamas’ın 7 Ekim’deki ani saldırısı bir komplo muydu?
Bu saldırının İsrail ve ABD tarafından yönlendirildiği veya göz yumulduğu söylendi. Şimdi ise Rusya’nın dahli olduğu bile ileri sürülebiliyor.
Açıkçası ne Hamas’a, ne ABD ve İsrail’e, ne de Rusya’ya kefil olabilecek durumda değiliz. Yakın tarih buna benzer komplolara tanıklık etti.
Ancak komplolardan oluşan bir tarih anlayışı insan iradesine ve örgütlülüğüne olan inancın ve umudun yok edilmesi anlamına gelir, bu nedenle çok zarar vericidir.
Hayır, insanlar, bu örneğimizde Filistin halkı, iradeleri ve azimleri ile en zorlu düşmanı yenebilirler, hedeflerine ulaşabilirler.
Gerçekten de 7 Ekim iki olayın kesişmesiyle gerçekleşmiş gözüküyor. İlki, yolsuzluk şampiyonu olan Netanyahu’nun lideri olduğu faşizan-dinci bloğun yasaları kendi suçlarını örtecek şekilde değiştirmek istemesi üzerine başlayan ve bir yıla yayılan protestoların güvenliği zayıflatmış olmasıydı. İkincisi ise sürekli katledilen, mağdur olan, yaşama hakkı elinden alınan bir halkın öfkesinin bir askeri operasyonda cisimleşmesiydi.
Hamas tarafından güvenlik düzeneği ortadan kaldırılınca Gazze halkının açılan boşluktan İsrail’e aktığı ve öfkesini kustuğu için olayın kontrolden çıktığı söyleniyor.
Geçen hafta işçi sınıfı siyasetinin geriletilmesi nedeniyle Hamas’ın direnişin liderliğini ele geçirdiğini yazmıştık.
7 Ekim sonrası şiddetlenen Filistin sorunu ne kadar emperyalist hegemonya krizinin bir parçası haline geldi?
ABD hegemonyasındaki Batı emperyalizmi blok olarak İsrail’e sahip çıktı, ABD uçak gemileri İsrail kıyılarına yanaştı, askeri yardımlar arttı, Batı medyası haberleri ve gerçeği çarpıtarak İsrail’in başlattığı soy kırımı haklı göstermeye çalıştı. Burası tamam, nedenleri ABD Başkanlık seçimlerinden, Ortadoğu’daki emperyalist hegemonya çekişmesine kadar çok çeşitli burada altını doldurmayacağız.
Ancak bu desteğin başka bir boyutu vardı, İsrail’i dizginlemek.
Gazze halkının yaşamına bir gıdım değer verdikleri için değil. Kendi yarattıkları ve bir zombiye dönüşen İsrail’in önce bölgesel, sonra bir dünya savaşı çıkartabilecek kontrolsüzlüğünü önlemeye çalıştılar.
İsrail faşizmin bütün rasyonelleştirilmiş siyasetini gösterir. Resmi stratejileri içinde gerekirse nükleer silah kullanmak, İran’a saldırmak, Lübnan’da Hizbullah işe karışırsa taktik nükleer silahlara başvurmak, bir anda bütün evleri yıkıp 2 milyondan fazla insanı mülteci haline getirmek, ne ararsanız var.
Batı emperyalizmi, gizli toplantılarda şunu söylemiş olmalı: “Bakın savaşı biz istediğimiz koşulda, zamanda ve mekânda başlatırız, siz değil, kendinize gelin”.
Öte yandan İsrail’in başlattığı soykırım ABD’nin hegemonyasının zayıfladığı yerlerde ABD aleyhine dönmeye başladı. Bolivya, Kolombiya ve Şili İsrail ile diplomatik ilişkiyi kestiler. Birleşmiş Milletler’de ateşkes oylanarak kabul edildi. 120 ülke lehte oy verirken, ABD ve İsrail kendileri gibi faşizan veya satın alınmış 18 ülke ile aleyhte oy vererek yalnız kaldılar.
Rusya Hamas ile resmi olarak görüştü. Çin ve Rusya ekseni İsrail’in duymaktan nefret ettiği Birleşmiş Milletler’in 1967 sınırlarına dönülmesi ve iki devletli çözümü giderek yükseltmeye başladılar.
Dolayısı ise emperyalist hegemonya krizinde bir cephe daha açılmış oldu.
7 Ekim olayının ve İsrail’in başlattığı soykırımın geniş çaplı bir savaşa dönüşme olasılığı var mı?
Tabi ki kesinlik değil ama bu olasılığı kim reddedebilir?
Ukrayna’da savaş Batı emperyalizmin istediği gibi gitmedi, Ukraynalı gençleri cepheye ellerine silah vererek sürme taktiği bir neslin yaşamının mahvolması dışında sonuç vermedi. Almanya Savunma Bakanı geçenlerde Avrupa’da bir savaşa hazırlanmalıyız diye demeç verdi.
Pasifik’te durum çok gergin, herkes elde silah bekliyor.
Şimdi İsrail’in Gazze’de bir kara operasyonuna girişmesi savaşın Lübnan’a, Ürdün’e, Mısır’a sıçraması olasılığını güçlendiriyor.
Tabi İran’a ve sonra her yere.
Böyle bir durumu bir yandan önlemeye çalışıyorlar, bir yandan kışkırtıyorlar.
Çok uzun sürmez ne olacağını anlamak.
Bu acımasız ve akıl dışı dünyada herkes bulunduğu ülkede işçi sınıfı siyasetinin saflarına, başka sığınak yok!
Erhan Nalçacı / soL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder