11 Aralık 2023 Pazartesi

Büyük iddia ve uyum (V) - Bilsay Kuruç / Cumhuriyet


“Geçiş”

Türkiye ekonomisi dünya kapitalizminin “zayıf halka” modeli oldu. Sermaye sınıfı dışa karşı pasif, içeride topluma karşı katı ve aktif.  Bu yapı Türkiye’yi 21. yüzyıla taşıyacak toplum için siyasal enerji üretmiyor.

“Geçiş”

Cumhuriyetin yüzüncü yılındayız. Karşıdevrim sürecinin içindeyiz. 2000’in dönemecinde ülkeye giydirilen modelin ekonomik ve jeopolitik boyutları üzerinde durmuştum. Şimdi bunları tamamlayan siyasal boyuta kısaca bakalım.

2010

1990’lar sürekli enflasyon ve çaresiz hükümetlerle geçti ve kapitalizme “tam giriş” için bir zemin tasfiyesi yapmış oldu. Bir siyasetçi kuşağı tükendi. 2002’den sonrası bambaşka bir dönem için uvertürdü. Dünya sermayesinin terziliğindeki yeni, “ortakyaşam” modeli o uvertürden sonra yerine 2010’da tam oturacaktır. Ekonomi ve jeopolitikten sonra siyaset topluluğunu da içine alacaktır.

2010 ile model adı konulmayan, farklı bir kavram getirdi ve onun çizgisine yerleşti: “Bir sonraki iktidar diye bir şey yoktur!” Siyaset bu kavramın feneriyle aranan dönüşümle harmanlandı. Önce iki ana damarda tasfiye yapılacaktı: Yargı ve ordu. Şekillendirilen yargıyla büyük ordu tasfiyesi yürütüldü, sürdürüldü. Sonuç alındı. Eski ve yeni katmanlarıyla artık daha fazla vakit geçirmek istemeyen ve kabına sığamayan sermaye “mutlak güce geçiş”le uçmak istiyordu. Ayrıntıya girmeyelim. Rejim “yetmez, ama evet”in referandumu ile açılan yoldan büyük adımlarla ilerledi. 2010’un senaryosu, ülkeyi Ortadoğu’ya doğruca çeken BOP 2.0 “oldubitti”leri de içinde, “mutlak güce geçiş”e pek elverişli zemine oturdu. Anayasa uzmanları zeminin nasıl kullanıldığını anlatmışlardır, anlatırlar. İlk menzile 2017’de varıldı.

‘UZUN BIÇAKLAR’

“Ortakyaşam” bir amalgamdı. Ekonomi ile siyasette kaynaşan çıkarlarla büyüyordu. Çıkarlar büyüdükçe, hele denizaşırı coğrafyaları ortak ettikçe “daha çok güç” yaratması gerekiyordu. Bu 2010’da başlatılan büyük tasfiye ile bir ölçüde yapılıyordu. Ancak, kısa sürede şu gerçek ortaya çıktı: Sadece “mutlak güç” ile beslenerek var olan “amalgam”ların bir kaçınılmaz özelliği vardır. Zorluk halinde kenetlenir ortak savunmaya geçerler. Başarı halinde ise ganimetin tamamı üzerinde bir iç hesaplaşma başlar. Siyaset biliminde yerleşmiş bir deyişle, “uzun bıçaklar”la hesaplaşma!

2010’un başarısından az sonra, 2013’ün sonlarında iç hesaplaşmanın tarafları karşılıklı düğmeye bastılar. Hangi taraf “mutlak güce geçiş”in sahibi olacak? Denizaşırı taraf kaybetti. Sonra bir hamle daha yaptı: 2016 Temmuz’unda bir “operet darbesi”. O da olmadı. Şu ortaya çıktı: Cumhuriyetin yapılarını tasfiye ederek kendini var etmeye çalışan karşıdevrim (“ortayaşam”ın militan damarı) kendi içinde çelişki taşımaktadır. Büyük adım atarsa çelişki de büyümektedir.

‘MECLİS DEMOKRASİSİ’NDE SON

2010’da başlayan “geçiş”, ordu ve yargıyı operasyonlarla tasfiye etti. Siyaset topluluğu ise uyumla “geçiş”e oturdu. 2014 seçiminde önde gelen iki aday da BOP 2.0’ın uygun adaylarıydı. Siyasette tam uyumun aynasıydı. “Ortakyaşam”ın düzenleye geldiği siyaset gündemine aykırılık söz konusu olmadı. 

Şu var: Siyaset topluluğu 2010’dan sonra “Meclis demokrasisi”ne yerleşmişti. Dışına çıkmıyordu. “Ortakyaşam” ise siyasal kanadıyla Meclis’in hem içinde hem dışındaydı. Ve hamleler hep o kanattan geliyordu. Sermaye “geçiş”in aktif olacak siyasetçilerini arıyordu. İşçi sınıfı çoktan siyaset dışında bırakılmıştı. Cumhuriyetçi orta sınıf da bu siyaset zemininde temsil edilmiyordu. Ancak, sermayeye çoktan sağlanmış bu “konfor” onun güncellenmiş arzularını karşılamaya yeterli değildi. “Meclis demokrasisi” 2000’lerde “serbest birikim”e alışan sermayeye artık hafif geliyordu. “Meclis demokrasisi”nin topluma ne vermekte olduğu ise ayrı konu!

“Meclis demokrasisi”, biliyoruz, tükenerek 2017’de son buldu. Geriye bir “Bakiye Meclis” kaldı. Yasamayı 2018’den sonra gitgide yürütme şekillendirmeye başladı. Yargı ise doğruca siyasal karar sahipleri alanına alındı. 1961 Anayasası ile egemenlikten sorumlu “ikinci kat” olan kuvvetler ayrılığı çoktan tarih oldu.

‘SIFIR’DAN SONRA NE GELİR?

“Geçiş”in ikinci aşaması 2018’de başlıyor. Artık ciddi birsoru ile yüz yüzeyiz: Cumhuriyet yapılarında 2010’dan sonraki tasfiye ve “Bakiye Meclis”e geçiş “ortakyaşam”a gerçek bir güç kazandırmış mıdır? Artık ana soru budur: Erişilen noktada bambaşka, kendini “şarj” edebilecek, “kendine sürekli rejim” kurabilecek bir güç oluşumu ile mi karşı karşıyayız? Yoksa çelişkiler içinde bir konjonktüre mi giriliyor?

2018, Türkiye’nin bir “sıfır yılı”na giriş başlangıcı oldu. Bir ad takılmasına karşın tanımı, işlevleri berrakça tanımlanamayan, hele hesap verme ve denetlenme çizgileri belirsiz kalan bir “manzume” Cumhuriyetin sınanmış, işlekliğe sahip yapılarının yerini alıyor. Unutmayalım, Türkiye 2000’lerle ekonomisini kapitalizmin “emerging” modeline vermiştir. Nüfusu son 20 yılda 20 milyon artmış, ama dünya hasılası içinde payı hep yüzde 1’in altında kalmıştır. Orada duruyor. Kapitalizmin dünya ekonomisi içinde bir “zayıf halka”sı olmuştur. Bunları biliyoruz.

Gelinen noktada mesele açıktır: Bu ekonominin üretim kapasitesi sermayenin yeni yeni çıkarlarla donatmak istediği “rejimi”ni garantiye alacak bir siyasal güç üretmekte yetersizdir. Aradaki boşluk zamanla büyüyor. “Sıfır yılı” (2018-2023) bunu berraklaştırdı. Bir karşıdevrim rejimine geçiş böylece “reel” olarak tıkanıyor. Üretim gücü ile siyasal güç arasında oluşan boşluk sadece daha çok zora başvurarak kapatılmaya çalışılıyor, yani perdeleniyor. “Zor”un arkasında görünen “güç”, Türkiye’nin birikimine ve boyutlarına sahip bir ülkede süreklilik kazanması şart olan bir “yumuşak güç” değildir. Olacağa da benzemiyor. 

MACUN

Modelin “geçiş”le oluşan siyasal malzemesi macun kıvamındadır. Hep sürekli ayar istiyor ve daha çok isteyecektir. Macunun bir kıvamından ötekine geçiliyor. Kurumları ve kuralları oluşturamayan bir “manzume” bir sistem halini alamaz. Macunluğu azalmaz. Zaman ilerledikçe çürüme kaçınılmaz olur.

Gelinen noktada siyaset topluluğu gitgide zayıf düşüyor. Siyasetçi, topluluk içinde varlığını sürdürebilmek, erimemek için içgüdüsüyle “ittifak” arıyor. Bu arayışın dışında bir “siyaset yapma tarzı”, pratiği kalmamış görünüyor. Çelişki düşündürücüdür: 2010’la gözünü açan siyasetçi kuşağı “geçiş”e olabildiğince uyum sağlayarak siyasette var olacağına inanmıştı. Şimdi, modelin bu kuşağı tükenme noktasına yaklaştırdığını izliyoruz. Ekonomi ise daha sonraya, bir büyük iş olarak kalıyor.

Hep bizi düşünen üstat, 423 yıl öncesinden dikkatimizi çekmek için Marcellus’u konuşturmuş. Yapıtın sonunu beklememiş, ortalarına gelirken (Perde I, Sahne IV-Platform) “Bu Danimarka ülkesinde çürümüş bir şey var!” dedirtmiş. Düşünerek okuyalım, okuyarak düşünelim.

Bilsay Kuruç / Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder