19 Aralık 2023 Salı

Devrim Kanunu: Diyarbakırlı muskacı 'şeyhin' hatası ‘STK’ kurmamak mı? + Bakan Tekin’e Anayasa kitapçığı fırlatacak kimse kalmadı mı? (soL-Özel)

Devrim Kanunu: Diyarbakırlı muskacı 'şeyhin' hatası ‘STK’ kurmamak mı? (Burcu Günüşen)

Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanun cemaat ve tarikatlara, mehdi ve gavslara karşı işletilmiyor, ‘sahte şeyhler’, 'muskacılar' ve 'falcılar'a gelince akla geliyor.

Devlet kurumlarının tarikatlar ve cemaatler arasında paylaşıldığı, tarikat ve cemaatlerin holdingleşerek dört bir yanı sardığı ülkemizde tekke ve zaviyeleri yasaklayan 677 sayılı kanun yalnızca konu muskacılara, falcılara, “sahte şeyhler”e gelince hatırlanıyor.

1925 yılında çıkarılan ve Anayasa’nın 174. maddesiyle korunan 677 sayılı kanun halen yürürlükte olmasına karşın Cumhuriyetin 100. yılında toplumu tarikat ve cemaatler sarmış durumda.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in alenen Meclis kürsüsünden “sivil toplum kuruluşu” adı altında tarikat ve cemaatlerle protokol yapmaya devam edeceğini duyurmasından bir gün sonra açılan bir davanın haberi 677 sayılı kanunun hatırlandığını gösterdi.

Ancak Cumhuriyet savcılarının Bakan Tekin’e ya da protokol yaptığı “vakıf” adı altında faaliyet gösteren tarikatlara karşı harekete geçmesi haberi değildi bu.

Muskacıya gelince hatırlanan yasa

Diyarbakır’da yüksek duvarlar, dikenli teller ve güvenlik kameralarıyla donatılmış bir evde 250 ila 500 lira karşılığında muska yazan “sahte şeyh” A.A.’ya karşı açılan davaydı sözkonusu olan. 

Hakkındaki soruşturma tamamlanan A.A. hakkında “Dini inanç ve duygularının istismarı suretiyle dolandırıcılık” suçundan takipsizlik kararı verilmiş, “Tekke ve zaviyelerle türbeleri seddine ve türbedarlıklar ile bir takım unvanların men ve ilgasına dair kanuna muhalefet” suçlaması yöneltilen A.A. için hazırlanan iddianamede 6 ay hapis cezası istenmişti.

Daha önce avukatının "Kadiri Şeyhi" olduğunu söylediği A.A.'nın da savunmasında "Ehlibeytin soyundan geliyorum, ben ve ailem Seyidiz, para almadım gönüllü dua yazarım" dediği öğrenildi.

Elbette bu yasanın "Şeyhim" diyerek halkı soyanlara karşı işletilmesi doğru.

Ancak 677 Sayılı Kanuna muhalefet suçlamasının Türkiye’nin gündemine sık sık gelen, tarikat ve cemaatlere ait yurtlarda, evlerde cinsel istismara uğrayan, çıkan yangınlarda ölen, şiddete maruz kalan çocuklar, kadınlarla ilgili davalarda bu yapılara karşı yöneltilmediği biliniyor.

Örneklerine nadir rastlanan bu suçlamanın yöneltildiği davalarsa genellikle “sahte mehdi”, “falcı”, “büyücü”, “muskacı” gibi kişilerin yargılandığı davalar oluyor.

Ne Ensar'da ne Hiranur'da ne de Aladağ'da gündeme geldi

Bu kanun ne İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’ndaki çocuk istismarında, ne Uşşaki tarikatı lideri Eyyüp Fatih Şağban’a açılan çocuk istismarı davalarında gündeme geldi.

Kanun Aladağ’da Süleymancılara ait yurtta çıkan yangında 11 kız çocuğunun yaşamını yitirmesiyle ilgili davada da, Karaman'da Ensar Vakfı’na ait evlerde onlarca çocuğun cinsel istismara uğramasıyla ilgili davada da işletilmedi.

Yakın zamanda Çanakkale Bayramiç’teki Külcüler köyünde iki otele yerleşen ve kendilerini “Hilafeti Muhammediye” diye adlandıran tarikat lideri ve mensuplarından oluşan 21 kişinin tutuklandığı soruşturmada da 677 sayılı kanuna muhalefet suçlaması, basına yansıyan haberlere göre, yöneltilmedi.

Oradaki suçlama “kaçak kazı” yapmaktı. Daha önce İstanbul’da bir internet kafe işlettiği öğrenilen, kendisini “mehdi” ilan edip Bayramiç’teki köye “mürit”leriyle birlikte yerleşen tarikat lideri Mustafa Çabuk ile 20 müridi tutuklanırken, 200’ün üzerinde tarikat mensubuysa halen köyde tarikat faaliyetlerini sürdürüyor.

Tüm tarikat ve cemaatler, hâlâ yürürlükte olan Devrim Kanunu'na göre derhal kapatılmalı. Ama, görünen o ki, sorun "şeyh" olmakta değil, "sahte şeyh" olmakta. Buradaki sınır, belli ki, güce göre çiziliyor. Cenazelerine devlet erkanının çakarlı araçlarla doluştuğu Menzil tarikatının şeyhi kendisini "gavs" olarak görüyor, bizzat tanrıyla özdeşleştiriyordu. Ancak bu gibi iddialar dahi, yeterince güçlü olunduğunda, tarikat ve cemaatleri yasadan koruyor.

Suriyeli iki 'büyücü' sınır dışı edilmişti

Peki 677 sayılı kanuna muhalefet suçlaması kimlere yöneltiliyor?

Kamuoyuna yansıyan haberlere göre son olarak 2022 Nisan’ında İstanbul’da iki müteahhit arasındaki husumette taraflardan birinin “büyü yaptırması” için tuttuğu Suriyeli Eymen A. ve beraberindeki S.H.’ya "677 Sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanuna Muhalefet" suçlamasıyla adli işlem yapıldı. Bu kişiler sınır dışı edildi.

2021 yılında da yine İstanbul Esenler’de kendisini hoca olarak tanıttığı kadınları evliliklerini kurtarma vaadiyle dolandırdığı ve “dini duyguları kullanarak cinsel birliktelik yaşadığı” için yargılanan B.D. hakkında "Zincirleme olarak dini inanç ve duyguları istismar ederek dolandırıcılık" ve "Tekke ve zaviyelerle türbeleri seddine ve türbedarlıklar ile birtakım unvanların men ve ilgasına dair kanun'a muhalefet" suçlarından dava açıldı.

677 sayılı kanuna muhalefetten açılan bir başka davanın tarihiyse 2014 yılına uzanıyor. İstanbul Taksim'de çalıştığı kafede para karşılığında kahve falı bakan 37 yaşındaki A.B.’ye 677 sayılı tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanun kapsamında 3 aydan az olmamak üzere hapis cezası istemiyle dava açılmıştı.

Anayasal koruma altındaki 677 sayılı kanun yurdun dört bir yanında kamu kurumlarından bakanlıklara, hastanelerden okullara, öğrenci yurtlarına, medyaya uzanan vakıfları ve holdingleriyle hüküm süren tarikat ve cemaatlere işlemiyor.

Menzilciler, İskenderpaşacılar, Nurcular, Işıkçılar, Hakyolcular, Nakşibendiler, Süleymancılar, Kadiriler, Mevleviler, Halvetiler, Rufailer, Bayramiler bu ülkenin emekçilerinin bugününü karartmaya devam ediyor.

                                                              /././

Bakan Tekin’e Anayasa kitapçığı fırlatacak kimse kalmadı mı? (İrem Yıldırım)

Tekin, TBMM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada bakanlığın tarikat ve cemaatlerle protokol yapmaya devam edeceğini açıkça ilan etti.

AKP’yi iktidara getiren sürecin temel taşlarından biri, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Başbakan Bülent Ecevit’e Anayasa kitapçığı fırlatmasıydı.

Dün Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Meclis’te tarikat ve cemaatleri savunurken, ona Anayasa kitapçığı fırlatacak tek bir vekil bile çıkmadı.

30 Kasım 1925, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tekke, zaviye ve türbeleri kapattığı gün. Cumhuriyet’in 100. yılına girdiğimizde, bu konu her mecrada özel olarak gündeme geldi. soL Haber de 30 Kasım vesilesiyle 4 aydınla konuşmuştu. Yasanın en önemli ayağı eğitimdi. Çok uzun süredir, devletle iç içe geçen tarikat-cemaat gerçeğini hissetmediğimiz tek bir gün bile yok. 15 Temmuz’a kadar yan yana oldukları Gülencileri sonrasında tasfiye eden iktidar, onların yerine yeni tarikat ve cemaatlere kucak açtı. Anayasaya göre yasa dışı olan ve memleketi saran bu ağ, iktidar dahil herkes tarafından bilinen bir gerçeklik ve uzun zamandır devlet kadrolarında da düşük sesle tartışılan, eleştirilen bir durum halini aldı.

Yeni Şafak 15 Aralık günü, kitap ekinde yayımladığı “Tekkeler ne idi ne oldu?”  yazısında açık açık tekke ve tarikatların “şimdilerde vakıf, dernek statüsünde devam etmekte” olduğunu yazdı. Aslında bu bir ‘savunma’ yazısıydı.

Tam olarak şu ifadeler kullanıldı:

“Osmanlı toplumunda önemli bir yere sahip olan tasavvuf ve tarikat kültürü, Cumhuriyet’e geçişle birlikte yer altına çekilmek durumunda kalmıştı. Binlerce yıllık bir kültürden tevarüs edilerek gelen ve müesseseleşmiş bu yapı, şimdilerde vakıf, dernek statüsünde devam etmekte.”

Yani, Cumhuriyet’in kazanımlarını nasıl deldiklerini bir güzel anlattılar.

soL o gün yaptığı haberde“Yeni Şafak’ın ‘Cumhuriyet’le birlikte yeraltına çekilmek durumunda kaldığını’ yazdığı cami ve mescitler dışındaki tekkeler, zaviyeler ve türbeler bundan 98 yıl önce 677 sayılı kanunla yasaklanmıştı. 677 sayılı bu kanun halen yürürlükte ve Anayasa'nın 174. maddesiyle koruma altında. Ancak Cumhuriyet'in 100. yılında bugün tarikatlar toplumu sarmış durumda” ifadeleriyle durumu gözler önüne sermişti. 

Eğitimin direksiyonunda olan Bakan Yusuf Tekin dün Meclis’te yaptığı konuşmayla 'STK' kılıfından çıkan ‘tarikat-cemaatlere’ değinmeden geçmedi.

Aile ve Sosyal Hizmetler ile Milli Eğitim bakanlıklarının 2024 yılı bütçeleri TBMM Genel Kurulu’nda görüşülürken, Yusuf Tekin kürsüye çıkıp şu cümleleri kurdu:

"Milli Eğitim Bakanlığı'nın 2023 yılı itibarıyla geçerli 2 bin 709 tane protokolü var. Bunların içerisinde sizin 'tarikat, cemaat' dediğiniz, bizim 'STK' dediğimiz yapılarla toplasanız 10 tane protokolümüz vardır. Onlarla protokol yapmaya da devam edeceğiz. Çünkü onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor.”

Bakan tarikat-cemaat gerçeğini STK kılıfına tekrar tıkıştırmaya çalışırken, Yeni Şafak’ta yazanları da unutmuştu. Tabii ki unuttuğu falan yoktu. Bir kucak dolusu hamasetle kürsüye çıkan Tekin, tarikat ve cemaatlere, "STK" görünümlü tarikatlara ihtiyaç olduğunu söyledi. Sebep olarak “çocukların dağa çıkmasını engelliyor” dedi. Yusuf Tekin’in bu sözleri Meclis’te rahatlıkla dile getirebilmesinin en büyük sebeplerinden biri, 21 yıldır süren AKP iktidarında muhalefetin bir kez bile sağlam ve kapsamlı bir şekilde ‘tarikatlar ve cemaatler kapatılsın’ sesinin çıkmaması.

Peki Cumhuriyet’in 100. yılında devlet, çocuklarını korumak için tarikat ve cemaatlere mi ihtiyaç duyuyordu?

Çocukları ‘koruyan’ tarikat ve cemaatlerde neler oldu?

  • İstanbul'da devlet korumasındaki çocukların tarikat kampına götürülmesi skandalı ortaya çıkmıştı. Çocukların kampta fiziksel ve psikolojik şiddete de uğradıkları soL Haber tarafından yazıldı. Nur Cemaati’nin bir kolu olan Suffa Vakfı’yla ilişkili derneğin 3 Temmuz - 11 Ağustos tarihleri arasında vakfın Güngören ilçesinde faaliyet gösteren Özel Gündüzalp Erkek Öğrenci Yurdu’nda planlanan kampı haberin kamuoyundan tepki toplaması üzerine erken sona erdirilmiş ve çocuklar çocuk evlerine geri teslim edilmişti.
  • Ensar Vakfı ile Karaman Anadolu İmam Hatip ve İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği'ne (KAİMDER) yakın kişilerin kiraladığı evlerdeki 9 ve 10 yaşlarında olan 45 öğrencinin, rehber öğretmen Muharrem Büyüktürk tarafından cinsel istismara uğradığı ortaya çıktı.
  • Adana’nın Aladağ İlçesi’nde Süleymancılara ait kız yurdunda 29 Kasım 2016’da çıkan yangında 11’i öğrenci olmak üzere 12 kişi yaşamını yitirdi.
  • Antalya İlim ve Kültür Derneği'nin yurdunda 18 yaşındaki bir öğrencinin başı, yurt görevlilerinden İhsan Güney tarafından kesildi. Katil, "Deccal'i vurdum" dedi.
  • Üç yıl boyunca Süleymancılara bağlı Ümraniye'deki Özel Osmangazi Arifiye Ortaokul Erkek Öğrenci Yurdu'nda kalan bir erkek öğrencinin, hoca İ.S.'nin cinsel istismarına maruz kaldığı ortaya çıktı.

AKP’li yıllarda eğitim dincileşti, gericilik ve piyasacılık eğitimi çürüttü

Şuradan başlamak yanlış olmaz, 2002 yılından bu yana 18 bin 432 köy okulu kapatıldı. Anadolu’nun dört bir yanında yanan eğitim meşaleleri bir bir AKP iktidarının politikasıyla söndürüldü. 

Bakan'ın 'eğitimin karma olmasını zorunlu kılan bir hükmün olmadığını' söylemesi eğitime bakış açışını anlamak için yeterli olsa da eğitimde geldiğimiz noktayı daha iyi anlamak adına bakmamız gereken şeyler var.

soL yazarı Rıfat Okçabol, “AKP’li yıllarda eğitim” adlı yazı dizisinde (AKP’li yıllarda eğitim (I)!AKP’li yıllarda eğitim (II): Eğitimin gericileşmesi ve AKP’li yıllarda eğitim (III): 2012 ve sonrasında eğitimin gericileşmesi) AKP’nin eğitim karnesine mercek tutmuştu.

Okçabol tek tek şunlara dikkat çekmişti:

  1. Eğitimi piyasalaştırdılar:  Veliler, eğitim hizmetlerinden yararlanabilmek için her yıl daha fazla para ödemek zorunda bırakıldı. 2012’de çıkan 4+4+4 yasasıyla eğitimde gerici dönüşümlere yol açtı. Liseye geçişte sınırlı sayıda belirlenen ve nitelikli denilen liseleri kazanamayanların çoğu; imam hatip, meslek liseleri ya da açık liselere gitmek zorunda bırakıldı bu da özel okul talebini artırdı. Eğitim-öğretim süreçlerinde, piyasacı tutum ve davranışlar öğrencilere dayatıldı. 2005 yılında AKP, Prof. Dr. Ziya Selçuk’un Talim ve Terbiye Kurulu başkanlığında, AB’nin dayattığı ilköğretim programını uygulamaya koyarken, girişimci öğrenci yetiştirilmesini de hedefledi. AKP, mesleki eğitimde de piyasacı uygulamaları büyüttü. Özellikle meslek okulu öğrencilerinin sömürülmesine yol açan staj adı altındaki uygulamayla öğrencileri sanayi sektöründe ucuz işgücü olarak kullanmaya başladı. Kitap basımı ve ders araçları üretimi gibi bakanlıkça yapılan işler bir bir özel sektöre havale edildi. 
  2. Okullarda 23 Nisan Çocuk ve Egemenlik Bayramı kutlamalarını engellemek için ilgili haftalarda ‘Kutlu Doğum’ etkinlikleri düzenlendi.
  3. Laiklik ve bilimsellik karşıtı olan eğitim sendikası üyelerinin okul müdürü ve yardımcısı olmaları yaygınlaştı.
  4. AKP, imam hatipliği misyon edinerek Ensar Vakfı ile 2005’te çağdaş değerlerin hemen hiçbirini içermeyen ‘Değerler Eğitimi’ projesini başlattı.
  5. 27 Ağustos 2011 tarih ve 651 sayılı KHK ile TÜBİTAK ve Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) özerk yapısına son verildi.
  6. 14 Eylül 2011 tarih ve 652 sayılı KHK ile bakanlığın yapısı değiştirilirken, Talim ve Terbiye Kurulu’na eğitimci olmayanların atanmasına yol açtı ve Din Öğretimi Genel müdürlüğü neredeyse bakanlığın en önemli birimi haline getirildi. Bu KHK ile bakanlık bürokratlarının tümünün görevleri sona erdirildi ve yerlerine gerici kişilerin atanması kolaylaştırıldı.
  7. 17 Eylül 2011 tarih ve 653 sayılı KHK ile de, Kuran kurslarına katılmak için 5. sınıfı bitirmiş olma koşulu kaldırıldı.
  8. 4+4+4 yasalaştı ve imam hatip ortaokulları açıldı. İlkokula başlama yaşı 7’den 6’ya ve ilkokul süresi de 5 yıldan 4 yıla indirilerek, 10 yaşındaki çocukların kendi istekleri ile değil de ailenin isteği doğrultusunda imam hatip ortaokullarına gitmelerini önü açıldı. 'Kuran-ı Kerim' ile 'Hz. Peygamberimizin hayatı' adlı iki seçmeli din dersi getirildi. Açıköğretim zorunlu eğitimin bir parçası sayıldı. 
  9. 4+4+4 yasasının kabulünden hemen sonra, hafızlık kursuna gideceklere ilkokula geç başlama hakkı verildi ve ‘temel din bilgisi’ adıyla üçüncü seçmeli din dersi açıldı.
  10. Öğretmen liseleriyle sınavsız öğrenci alan genel liseler kapatılarak imam hatibe ya da Anadolu lisesine dönüştürüldü.
  11. Ortaöğretime geçiş sınavı değiştirildi. Bakanlığın belirlediği ve sınava girenlerin yaklaşık yüzde 10’unun girebileceği ‘nitelikli liseleri’ kazanamayan yoksul öğrenciler, imam hatip liselerine ya da açık liseye gitmek zorunda bırakıldı.
  12. Lise öğrencilerine evlenme izni verildi, evlenenler açık liseye transfer edildi.
  13. Anadolu lisesi açmak için en az 50 binlik nüfus koşulu getirilirken, imam hatip okulu açmak için herhangi bir koşul getirilmedi.
  14. ‘Proje okulu’ uygulamasıyla, kısa sürede toplumun gözdesi olan Anadolu liseleri niteliksizleştirildi.
  15. 15 Temmuz sürecinden sonra Gülen Cemaati ve onların eğitim kurumları silinirken, diğer tarikatlar öne çıkmaya başladı. Özellikle 2017 yılında gerici eğitim müfredatında gaza basıldı. Müfredatla, dini öğretimde, güncel sorunları din kitabına ve hadislere göre çözecek öğrenci yetiştirilmesi hedeflendi.

Özetle, eğitim piyasalaştırılarak eğitim hizmeti almak için yapılan harcamalarla özel okul sayıları artarken, tarikatlarla diğer gerici kuruluşların açtığı yasal ya da yasa dışı kreşler, anaokulları ve Kuran kursları da arttı.

Kim bu direksiyonu gericiliğe kıranlar?

Bu gericileşmede şimdi Yusuf Tekin’in ne kadar payı varsa AKP’nin eğitim bakanları Mahmut Özer, Ziya Selçuk, İsmet Yılmaz, Nabi Avcı, Ömer Dinçer, Nimet Çubukçu ve Hüseyin Çelik’in de büyük bir payı var. Zamanında Gülen Cemaatine tanınan fırsatlar şimdi tüm tarikat ve cemaatlere sağlanırken, eğitimin gericileşmesinde atılan adımlar devam ediyor.

Peki son bakan, Tekin kim?

2011 yılında Gençlik ve Spor Bakanlığına Bakan Yardımcısı olarak atandı. 28 Mayıs 2013 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarı olarak atananan Tekin, 2018'de profesör olduktan sonra görevinden istifa etti. İstifanın ardından Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi rektörü olarak atandı. Tekin’in atama süreci tartışmalara neden oldu, çünkü rektörlük için gereken 3 yıl profesörlük şartı, Tekin için kaldırılmıştı.

Yusuf Tekin, 12 yılı aşan bürokratlığı süresinde tartışmalı birçok açıklamayla  gündeme gelmişti.

2013 yılında 19. Milli Eğitim Şurası'ndan karma eğitimin masaya yatırılması üzerine Yeni Akit'e konuşan Tekin, karma eğitimle ilgili mevcut yasal düzenlemelerde eğitimin karma olmasını zorunlu kılan bir hüküm bulunmadığını söylemişti. "Halk siyasal iktidara egemen olduğu gibi, burada da halkın değerleri belirleyici olmaya başladı" ifadelerini kullanan Tekin, "Halkın istediği şekilde Milli Eğitim Bakanlığı gerekli düzenlemeleri yapar" demişti.

Yusuf Tekin, Milli Eğitim Bakanlığı'nda Müsteşar görevini sürdürdüğü 2013'te İmam Hatip Liseleri Uluslararası Sempozyumu’nda ''1930'lar bir daha yaşanmasın'' demiş ve şöyle konuşmuştu: "1930'lu yıllar Türkiye coğrafyanın bir daha asla yaşamasını istemediği dönem. Bu dönemin başında dini referans kaynaklarının diliyle oynanmış, bu kurumlar siyaset malzemesi haline gelmiş.''

(soL-Özel)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder