Kısacık köyünde, asırlık bir çınar ağacını çepeçevre kuşatmış jandarma bariyerlerinin önünde 150-200 kişi toplanmıştı. Ayvacık’tan, Burhaniye’den, Çanakkale’den, Küçükkuyu’dan ve yakınlardaki köylerden gelenler ellerinde altın madeni projesini protesto eden döviz ve pankartlar taşıyorlardı. Jandarmanın demir bariyerlerle çevrelediği güvenlik alanının içine bir sahne kurulmuş, sinevizyon gösterimi için bu sahnenin üzerine bir de perde yerleştirilmişti. Sahnenin hemen soluna konulan masanın arkasında ise Çevre İl Müdürlüğünden gelen yetkililer vardı. Yetkililerin tedirginlikleri yüzlerine yansımıştı. Gerçi bu tür protestolara artık alışmışlardı. Jandarma da etraflarında demir bariyerlerden güvenlik şeridi çekmişti. Yine de bunun gibi her toplantı öncesi tedirgin oluyorlardı. Halkın kendilerine “şirketlerin iş birlikçisi” gibi baktıklarını biliyorlardı. Bu yüzden her zaman diken üstündeydiler.
ÇED heyetinin ve firma yetkililerinin kurdukları sahne ve gösterim için ayarladıkları perde bir işe yaramadı. Firmanın sunumu perdede gösterilmeye başladığında müthiş bir gürültü koptu. Islıklar, yuhalamalar, düdük sesleri, sloganlar birbirine karışıyordu. Küçükkuyu’dan gelen gençlerden oluşmuş müzisyen grubun davulu, tefi, zilleriyle bütün bu gürültüye katkıları epeyce fazlaydı. Velhasıl bu gürültü patırtı içinde sunumu okumaya çalışan ÇED firmasından bir kadın bir süre sonra firma sahibinin el işareti ile konuşmasını sonlandırmak zorunda kaldı. Firmanın sunumu bitince gürültü de tıp diye kesildi. Yerini genç müzisyenlerin şarkıları ve bu şarkılarla uyumlu sloganlar aldı.
KOCA KÖYDE BİLGİLENMEK İSTEYEN TEK KİŞİ
Bu kalabalık grubun içinde toplantının yapıldığı Kısacık köylülerinden pek kimsenin olmaması dikkat çekiciydi. Onlar daha çok camiye bitişik bir evin terasına çıkmışlar, oturdukları yerden açık hava sinemasında film izler gibi aşağıda olan bitenleri izliyorlardı. Konuşmalar başladığında Çanakkale belediye başkan yardımcısının “Bilgilenmek isteyen var mı?” diye kalabalığa yönettiği soruda kalabalıktan ‘hayır’ sesleri yükselirken beyaz tişörtlü, iri yarı, göbekli bir adam “Ben bu köylüyüm, beni bilgilendirin” diyerek ortaya atıldı. Adam, caminin yanındaki terasta oturanları işaret ederek karısı ve kızlarının da orada toplantıyı izlediklerini, onların da bilgilenmek istediklerini söylüyordu.
Adam orada bulunan diğer köylülerin “Kime yağcılık yapıyorsun?” tepkileri üzerine geri adım atıp gruptan uzaklaştı. Madenin zararlarına dair birkaç konuşmadan sonra kalabalığa tekrar yanaşıp mikrofonu aldı; “Bu kadar gürültü patırtı arasında bazı şeyleri ancak anlayabildim. Ne ağaç kesilsin ne toprak gitsin. Bu köyün insanının maden yanlısı olarak gösterilmesi doğru değil” dedi.
Zaman zaman hararetlenen tartışmalar eşliğinde ÇED toplantısı sürerken biz toplantıya gelen köylüleri birer ikişer bu keşmekeşin içinden alıp az ötede söyleşi yapıyorduk. Komşu Güzelköy’den eşiyle birlikte gelen Mehmet Şen’in anlattıkları karşısında şaşırıp kaldık. Kaz Dağı’nda, 85 yaşına merdiven dayamış, hiç okula gitmemiş bir köylüden eni konu ekonomi, ekoloji ve dış politika dersi dinledik!
Mehmet amca ile mor eşarbı, allı güllü şalvarı, nasırlı ellerine yaktığı kınası ile tipik bir Anadolu köylüsü olan eşi Ünzile Şen birlikte konuştular kameramıza. İkisinde de memlekette her olanı biteni anlayacak ve yorumlayacak pırıl pırıl bir düşünce açıklığı vardı. Olan biten her şeyin farkında idiler.
HALKI KANDIRIYORLAR
Yetmiş üç yaşında olduğunu söyleyen Ünzile Şen’in madene karşı olmasının en önemli nedeni hemen her kadın gibi çocuklarıydı. O bir anneydi ve kendinden çok çocuklarını düşünüyordu: “Benim çocuğumun biri Ayvacık’ta, biri Tekirdağ’da biri bilmem nerede! Bizim burada ürettiğimiz ürünleri gönderiyoruz onlara da. Bu ürünler zehirli olursa onlar da zehirlenecek.” Konuşmasının başında eşi Ünzile’nin de kendisinin de okula gitmediklerini, köylerine gelen eğitmenden okuma-yazma öğrendiklerini söyleyen 84 yaşındaki Mehmet Şen’in anlattıkları Kısacık köyünde aldığımız kısacık bir hayat dersi gibiydi bizim için:
“Maden şu arkadaki tepeden çıkarılacak. Buraya 200 metre. Bizim köy, Güzelköy de şurada, 1 kilometre aşağıda. Bu halkı kandırıyorlar evladım, bu halk uyuyor! Demin orada mühendisler söyledi ‘300 metre derinlikte patlama olursa burada taş üstünde taş kalmaz’ diye. Ama bunu bilmiyor köylü. Madenci buranın önde gelen insanlarını satın alıyor. Birçok şey vadetmişler. Halk bunlara inanıyor. Ancak biz Kurtuluş Savaşı vermiş, Çanakkale’de şehit vermiş dedelerimize ihanet etmek istemiyoruz.”
KÖYLERİ İMAMLARA TESLİM ETTİLER
Sonra kendi yaşamlarını anlattı Mehmet amca. Yiyip içtiklerinden öte topraktan ve ormandan geçinen bir dağ köyünden ülkenin ve dünyanın nasıl göründüğünün cümleleriydi kurdukları. Yaşamın içinden süzülüp gelen ve kendi deyimiyle “Cahil de olsa her şeyi gören” insanların bilgeliği vardı sözlerinde: “Biz burada kırsal kesimdeyiz. Yediğimiz ot, çöp! Kurban Bayramı’ndan bayrama et buluruz. Havamızla, suyumuzla yaşıyoruz. Bunun zehirlenmesini istemiyoruz. Ancak bizim beynimizi karıştırıyorlar. Eğitmenden çıkmış insanlarız biz ama gözümüz de görüyor, aklımız da yerinde!”
Köylerin boşalması, kente göç, eğitim ve tarım politikalarına dair söyleyecekleri de vardı Mehmet amcanın: “İnsan kalmadı köylerde. Herkes kasabaya çekildi. Ne yapsın insanlar? Tarımla geçinemiyorlar. Okulları kapattılar, bütün aydın kesimleri köyden uzaklaştırdılar öğretmenleri çektiler. Köyleri imamlara teslim ettiler. Eskiden sıkışan öğretmene koşardı. Artık imamlara koşuyorlar. İmamlar zaten bunlardan yana!”
‘ÜRETİM OLMAZSA MİLLET AÇ KALIR’
Çocuklarının köyden kente göçmesini “Körün elinden değneğini almak” gibi değerlendirdi Mehmet amca. Köyde insan kalmamasının sonuçlarını da anlattı: “Bizim çoluk çocuğumuzu şehirlere taşıdılar, köylerde hep yaşlı nüfus kaldı. Körün elinden değneğini alırsan kör yürüyemez. Bizim elimizden çoluk çocuğumuzu aldılar. Artık üretim bitti. Üretim olmazsa bu millet aç kalır. Rusya’dan, Ukrayna’dan buğday gelip besleneceksek bu ülke bitmiştir.”
İnsanın ömrü öğrenmekle geçiyor. Kaz Dağı’nın giriş kapısı denilen Kısacık köyünde aldığımız hayat dersi, kimilerinin halkın politik tercihleri nedeniyle alay etmek için kullandığı “Anadolu feraseti”nin külün altındaki köz gibi hâlâ dipdiri olduğunu gösterdi bize.
Özer Akdemir / Evrensel
Fotoğraflar: Özer Akdemir / Evrensel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder