9 Aralık 2023 Cumartesi

soL KÖŞEBAŞI - 9 ARALIK 2023 -

 

Solun iyi zamanları için(Aydemir Güler)

Yeniden solun “iyi zamanlarını”, aynı anlama gelmek üzere halkımızın umutlu zamanlarını yaşayabiliriz. Üstelik bu kez adlı adınca sosyalizm halkımızın umudu haline gelebilir.

Bizde de solun iyi zamanları da oldu. Birinci Dünya Savaşı dünyanın uzun süredir Türkiye diye adlandırdığı ülkenin üstüne çizik atılması anlamına geliyordu. İşte o sıra muhtaç olduğu barışın adresini Devrim Rusya’sı olarak karşısında bulan Türkiye siyaseti topluca sola döndü. İşçi sınıfına değil, sınıfsız topluma giden yol olarak komünizme de değil; ama emperyalizme karşı duran ve Anadolu’ya elini uzatan Bolşevizme duyulan sempati bir solculaşma dalgası yarattı. Tomurcukları boğmak için az uğraşmadı, egemen güçler.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Türkiye’nin, Nazizmden feyz alan bir sağcılığın hüküm sürdüğü limandan demir alması zorunluydu. Sağın dibinden ayrılış solculaşma anlamına gelecekti. Sendikalar kuruldu, aydınlar başlarını dikleştirdi. Siyasette komünizmin rüzgârı esmese de, ateşini komünistlerin harladığı bir demokratikleşme havası oluştu. Egemen güçler bu havayı, Tan matbaasını basarak, tez zamanda Kore üstünden kapağı NATO’ya atarak, Amerikancılığı kökleyerek ve komünistleri toplama kampına koyar gibi topluca zindana doldurarak zor bela dağıttılar. 

1960’a gelindiğinde sağ ülkeyi yine batırmıştı ve yeniden toparlanmak gerekiyordu. Bu kez mecburi sola dönüşün içini dolduran, yeni, topluma yayılmış özneler vardı. Mücadeleci işçi önderleri, devrimci aydınlar vardı. Artık yükseköğrenime erişen halk çocukları, kentlere göç etmiş Aleviler, avukat, öğretmen, doktor çıkmış Kürt demokrat aydınları vardı. Elbette onlarca yıldır deneyim biriktirmiş solcular, komünistler de vardı. Solculaşmanın önü neredeyse yirmi yıl kesilemedi!

Hikâyemizin bu noktasında 12 Eylül darbesine geliyoruz. Adı üstünde darbe. Katliamlarla hazırlanan, işkencelerle süren bir askeri faşist darbe. Ama kesinlikle bu kadar değil. 

Sol sadece şiddetle ezilmedi. Solculuk, siyasete devrimci mücadelenin birikimiyle değil liberalizmle iğdiş edilmiş biçimlerde yansıdı. Arkamızda 15-16 Haziran vardı. 1 Mayıslarda ortaya konan sınıf iradesi vardı. Devrimcilerin kanıtlanmış boyun eğmezliği vardı. Lakin bunların yerini tövbe etme ayinine dönen örgüt özeleştirileri aldı. İktidarı nasıl ele geçireceğini tartışan sol gitti, tövbe ayinine dua kitabı niyetine sivil toplumcu teoriler geldi.

“Memleket hazır değildi sola! Kapitalizm ne kadar gelişmişti ki? Hâlâ köylü değil miydik! Bu işçilerle mi olacaktı devrim? Marksizm Türkiye’yi açıklamaya yetmiyordu zaten. Ve örgüt diye diye bireyi yok etmiştik…” 

Asıl yenilgi budur. O gün bugündür solun üstünden “liberal vesayet” kalkmamıştır. 

Bugün Türkiye bir kez daha sağ tarafından batırılmış bulunuyor. Sağın batağından çıkışta mecburi istikamet solu gösterir. Bu, 2023’ün yeniliği değil. Doğrusu, sermaye “AKP zaferini” solun görevini yapmamasına borçludur dersek durumu abartmış olmayız. Sol, sivil toplumun gelişmesiydi, birlikti, yenilenmeydi, 21.yüzyıl sosyalizmiydi, toplumsal hareket solculuğuydu diye tumturaklı laflarla geri çekmiş, ortalığı gericilere bırakmıştır. 

Bu durum değişmek zorundadır. Türkiye yüzünü sola dönmeye hazırdır. Yeniden solun “iyi zamanlarını”, aynı anlama gelmek üzere halkımızın umutlu zamanlarını yaşayabiliriz. Üstelik bu kez adlı adınca sosyalizm halkımızın umudu haline gelebilir. Bunca yoksulluktan ve rezillikten, zulümden ve karanlıktan sonra bu pekâlâ mümkündür.

Ancak belirleyici olan, toplumun, soluna baktığında ne göreceğidir. Sermayeden ve burjuva siyasetinden medet uman, ilkesizliğe ve fırsatçılığa prim veren bir sol bataklığın garantisi olacaktır. Sola dönen orada vicdan görmelidir, düzenin kökten yıkılma çağrısını duymalıdır, pazarlıklarla değil ilkelerle tanışmalıdır. 

ABD’de işçi sınıfı uyanışının tarihsel önemi(Erhan Nalçacı)

ABD emperyalist düzende hegemonya erozyonu yaşıyor. Bunun parçası olarak işçi eylemleri yükseliyor. Kazanımlarla üretim maliyeti artıyor, sermayenin uluslararası piyasalarda rekabet şansı azalıyor.

ABD işçi sınıfı tarihsel olarak sert mücadelelerin içinden geçip gelmiştir. Hatta Marx’ın da yöneticisi olduğu Birinci Enternasyonal merkezini 1872’da New York’a taşımıştı. 

Buna karşılık egemen sınıfın terör ve komploları, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD sermayesinin işçi sınıfı tabakalarından bir orta sınıf yaratma becerisi, işçi sınıfı içinde siyah/beyaz kastlarının oluşturulması, sendikal bürokrasinin sermaye tarafından ele geçirilmesi, sermayeden bağımsız bir işçi sınıfı öncü siyasetinin ortaya çıkmaması ve genel bir siyasetsizleşme işçi sınıfını düzene mahkûm etmiştir.

1990 sonrası hız kazanan neo-liberal saldırı ise, evet, ABD liderliğinde dünyanın bütün emekçilerini hedefledi, ancak ABD işçi sınıfı da bu saldırıdan muaf değildi. 

Yukarıdaki koşullara ek olarak sermaye üretim maliyetlerinden kurtulmak için fabrikaları yurt dışına taşımaya başlamıştı ve işçileri işsiz bırakmakla tehdit ederek boyun eğdirdi. Sendikasızlaşma yayıldı, bugün özel sektördeki işçilerin ancak %6 kadarı ABD’de sendikalılar. Ücretlerin sınırlanmasının yanı sıra fabrikalarda formel olmayan çok daha düşük ücrete ağır işleri yapan bir geçici işçi katmanı oluşturuldu.

Buna karşılık sınıfsal uçurum tekel kârlarıyla inanılmaz bir şekilde arttı. 2003’ten bu yana işçi ücretleri %30 kadar azalırken, örneğin biraz sonra bahsedeceğimiz üç otomotiv tekelinin son altı aylık kârı 21 milyar dolardı.

Ancak böyle gidemezdi, gitmedi de.

Hizmet sektöründe 15 dolar saatlik ücret için yaygın bir ağın ve direnişin oluştuğu görüldü. 2018-2019’da büyük eğitim emekçileri grevi yaşandı. Sendikal bürokrasiler işçileri kontrol edememeye başladılar ve taban inisiyatifi oluştu. Amazon gibi sendikanın hiç giremediği yerlerde işçiler örgütlendiler. Daha önce hiç örgütlü olamayan bilim emekçilerinin sendikalaştığı izlendi. Bu yıl yazarların ve oyuncuların katılıp film üretimini aylarca durdurduğu Hollywood grevi gerçekleşti. Burada anılmayan sayısız direniş ve greve sahne oldu ABD.

Ve geçen ay zaferle sonuçlanan, 150 bin kadar işçiyi ilgilendiren üç ayrı otomotiv tekelinde birden 50 bin kadar işçinin greve çıktığı görüldü. İşçiler önce referandum ile sendika bürokrasisinden kurtuldular. Birleşik Otomotiv İşçileri Sendikası (UAW)’nın yönetimine aşağıdaki fotoğrafta görülen Shawn Fain liderliğinde bir ekip seçildi.

ABD’de üç büyük otomotiv tekeline karşı zaferle sonuçlanan grevin lider sendikacısı Shawn Fain ortada görülüyor.

Shawn Fain ve ekibinin sosyalist devrimci olduğunu tabi ki iddia etmiyoruz, ne kadar düzen dışı ufukları olduğu da belli değil. Ancak sert bir sınıf dili kullandıkları, sürekli olarak işçilerin nabzını tuttukları ve üç tekele karşı bir satranç oyunu oynar gibi mücadeleyi yönettikleri söyleniyor. 

Örneğin, klasik olarak toplu sözleşmelerin başladığı gün sendika bürokrasisi ile patronlar bir araya gelerek kameraların önünde el sıkışırlarmış. Bu çirkin gösteriyi Fain’ın reddettiği ve “Ne elinizi sıkacağım” dediği biliniyor.

Ayrıca eskiden Türkiye’de olduğu gibi ABD’de de grevci işçiler toplumsal olarak yalnız bırakılır, işçi sınıfının geride kalan kısmı vatandaş olarak grevin verdiği rahatsızlıktan yakınırdı. Şimdi ise grevcileri toplumun %50’sinden fazlası destekliyor.

Sendika yönetiminin bundan sonra elektrikli araçlara yönelen ve giderek büyüyen elektrikli araç tekellerini hedef alacağı söyleniyor. Örneğin, Tesla’da bir grev dalgası yaşanırsa buna şaşırmayalım.

Bütün bunların üstüne işçilerde bir siyasallaşma, genel tabirle bir solculaşma yaşandığı ve özellikle genç işçilerin haklarını koruma konusunda kararlı olduğu görülüyor.

Böyle giderek büyüyen işçi eylemleri eğer emperyalist düzenin tepe ülkesinde gerçekleşiyorsa bunun uluslararası etkileri olur. 

ABD’de bir kısır döngü oluşuyor. ABD emperyalist düzende hegemonya erozyonu yaşıyor. Bunun parçası olarak işçi eylemleri yükseliyor. Kazanımlarla üretim maliyeti artıyor, sermayenin uluslararası piyasalarda rekabet şansı azalıyor. Hegemonya krizi daha da büyüyor.

Tekeller fiktif sermayeye yönelseler zaten orada patlamak üzere olan bir balon var. Fabrikaları yurt dışına taşısalar, taşınan ülkelerin sermaye sınıfları şişiyor ve ABD’ye rakip olarak ortaya çıkıyorlar.

Ayrıca işçi hareketinde yükseliş siyasallaşma ile gidiyor. Örneğin, İsrail’in Gazze katliamını örtemediler. Kentli, siyasallaşmış emekçilerin büyük gösteri ve protestoları ile karşılanıyor katliam.

İngiltere 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ile savaşa girmeden emperyalist hegemonyayı ABD’ye teslim etmiş, yanında bir yamak olmayı ister istemez kabullenmişti. Çünkü arada üretim gücü ve askeri olanaklar açısından dev bir açı oluşmuştu.

Şimdi ABD’nin Çin’in yanında ikincil bir emperyalist pozisyonu kabul etmesi çok zor. Hala dünyanın en güçlü ordusuna sahip.

Ancak bu kadar hareketli ve yükselen bir işçi sınıfı içerideyken savaşması da çok zor.

ABD şu anda emperyalist bir paylaşım savaşının iç savaşa evrilmesi en olası ülke olarak gözüküyor.

Süreci izleyelim, ancak bu arada bu köşede ABD işçi sınıfının durumuna ilişkin çıkan başlıca yazılara göz atabilirsiniz:

https://haber.sol.org.tr/yazar/devrimimizi-ararken-orta-siniflarin-coku… 

https://haber.sol.org.tr/yazar/bu-yaz-dort-ayaklanma-hangisinden-umut-b…

https://haber.sol.org.tr/yazar/yapay-zeka-ve-sosyalizm-hollywood-grevi-… 

https://haber.sol.org.tr/yazar/abdde-isci-eylemlerindeki-yukselme-ne-an… 

https://haber.sol.org.tr/yazar/silikon-vadisinde-neler-oluyor-370394 

https://haber.sol.org.tr/yazar/gezinir-devrim-cografyasi-dunyada-360725 

https://haber.sol.org.tr/yazar/duzenin-devrime-karsi-tamponlari-eriyor-…

https://haber.sol.org.tr/yazar/koronavirus-degil-abdyi-toplumsal-esitsi… 

https://haber.sol.org.tr/yazarlar/erhan-nalcaci/caresiz-akp-cubugu-abdy… 

https://haber.sol.org.tr/yazar/21-yuzyil-sosyalist-devrimlerini-ariyor-… 

https://haber.sol.org.tr/yazarlar/erhan-nalcaci/yuz-yildir-uyuyan-dev-d… 

Türkiye solunu CHP'ye mahkum, halkı seçeneksiz sananlara hodri meydan!(Kemal Okuyan)

TKP Genel Sekreteri Okuyan, "Bu düzen devrimcileri kendi ağına düşürmek ve halkı çaresiz bırakmak için bize kendi siyaset anlayışını dayatıyor. Biz de diyoruz ki onlara, hodri meydan" dedi.

Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan, bugün TKP'nin Sesi'nde yayınlanan "Haftaya Bakış" programında, arkalarına NATO, ABD, Avrupa, cemaat ve sermayeyi alanların bu ülkeyi değiştiremeyeceğini vurguladı.

"Türkiye solunu CHP'ye mahkum, halkı seçeneksiz sananlara hodri meydan!" başlıklı bölümde, karamsarlık ve umutsuzluğun hızla yaygınlaştığını gözlemlediğini aktaran Okuyan, "Bu ülke, AKP karşısında gerçek bir seçeneğin ortaya çıkmaması için elinden geleni yapanlar sayesinde bu hale geldi. Bu ülke NATOculuğa, Amerikancılığa, Avrupacılığa, fonculuğa bulaşarak hatta cemaatlerden medet umarak AKP’yi alt etmeyi düşünen sözde muhalif, sözde devrimcilerle bu hale geldi" dedi.

Okuyan, İYİP'in CHP'nin yerel seçimlere ilişkin iş birliğini teklifini reddetmesine ve CHP'nin seçim stratejisine dair "Şimdi CHP ne yapacak, yüzünü sola dönecek. Ne güzel ya, Zafer Partisi ile olmadı, DEVA, Gelecek, Davutoğlu, Babacan tayfası kaçtı gitti, hadi solculuk yapalım. Nasılsa Türkiye solu CHP’ye mahkum" yorumunda bulundu.

Türkiye’de çaresiz bırakılan insanlara, umutsuzluğa düşürülen insanlara bir kez daha “makyajlı CHP” zokasını yutturmak isteyenlere anlayış göstermeyeceklerinin altını çizen Okuyan, "Bu alçak düzen bütün dünyada 150 yıldır ne yapıyor , devrimcileri kendi ağına düşürmek ve halkı çaresiz bırakmak için bize kendi siyaset anlayışını dayatıyor. Biz de diyoruz ki onlara, hodri meydan" ifadelerini kullandı.

Okuyan'ın programdaki konuşması şöyle:

'Bu ülke bu hale nasıl geldi?'

"Biraz canım sıkkın, açıkçası öfkeliyim de. Çünkü anlamıyorum gerçekten, herkes de bir karamsarlık var. Gördüğüm, rastladığım solcular da dahi ya AKP belediyeleri alırsa kaygısı var. Herkes bundan söz ediyor. Birkaç gündür tesadüf mü bilemedim, memleketin bütün karamsarları beni  mi takip ediyor, yoksa bu karamsarlık ve umutsuzluk hızla yaygınlaşıyor mu? Bunu bilmiyorum gerçekten de. Sanıyorum İYİ Parti’nin aldığı İdare Kurulu kararı etkili oldu çünkü İYİ Parti, CHP’yi desteklememe kararı verince çok az belediyeyi alabileceği konuşuluyor her yerde.

Dün bir harita yayınlandı, haritada İYİ Parti-CHP iş birliği olmadığı takdirde yerel seçimlerde sonuç ne olur diye, en azından büyükşehir ve diğer kentlerde belediye başkanlıklarında harita gerçekten de ürkütücü. Ben de baktım haritaya, karşınıza aldığınızda haritayı haritanın sol tarafında birkaç kent, sağ tarafında birkaç kent, gerisi silme AKP-MHP ittifakı. Yani, baktığınız zaman ülkeyi AKP’ye boyamışsınız gibi, birkaç yerde de boya yetişmemiş sanki. Şimdi bu tablo, korkutucu mu düşündürücü mü? Bu soruya yanıt vermek için bir başka soruyu sormamız gerekiyor kendimize. Bu ülke bu hale nasıl geldi?

'Şimdi CHP ne yapacak, yüzünü sola dönecek'

Eminim, söyleyeceklerimi dinlemek istemeyenler vardır ama gerçeklerden kaçma şansımız yok. Bu ülke nasıl bu hale geldi? Bu ülke, AKP karşısında gerçek bir seçeneğin ortaya çıkmaması için elinden geleni yapanlar sayesinde bu hale geldi. Bu ülke, örneğin 2014’te Ekmeleddin kepazeliğine ses çıkarmayanların yol açtığı yılgınlık yüzünden bu hale geldi, bu ülke NATOculuğa, Amerikancılığa, Avrupacılığa, fonculuğa bulaşarak hatta cemaatlerden medet umarak AKP’yi alt etmeyi düşünen sözde muhalif, sözde devrimcilerle bu hale geldi. Yahu, NATO bu ülkede iktidar, cemaatler bu ülkede iktidar, büyük sermaye bu ülkede iktidar. Yani biz şaka mı yapıyoruz, ne yapıyoruz? Bunları arkanıza alarak nasıl bu ülkeyi değiştireceksiniz?

Bu ülke, yine örnek vereceğim İmamoğlu denen sağcı patronu sol adına kahramanlaştıranların sorumsuzluğuyla bu hale geldi. İmamoğlu’na Amerikan projesi dediler, bir hafta sonra değişimci kesildiler şimdi İmamoğlu’nu destekliyorlar. Onlar yüzünden bu hale geldi. Bu ülke solculuğu popülizmle, medya soytarılığıyla, düzen içi pazarlıkla kirletenler sayesinde bu hale geldi. Bunların sesi gür çıkıyor çünkü bu ülkede toplumun nabzını elinde tutanlar yani Türkiye’de insanların algısını yönetenler, bu beceriye sahip olanlar, parayı elinde tutanlar, gerçek bir tepkinin, gerçek bir seçeneğin ortaya çıkmaması için uğraşıyorlar. Şimdi, bütün bunlardan sonra yine panik başladı. İYİ Parti, Meral Akşener kapıyı çarptı gitti. Şimdi CHP ne yapacak, yüzünü sola dönecek. Ne güzel ya, Zafer Partisi ile olmadı, DEVA, Gelecek, Davutoğlu, Babacan tayfası kaçtı gitti, hadi solculuk yapalım. Nasılsa Türkiye solu CHP’ye mahkum.

Akşener masadan kalktı TKP'den randevu talep edildi

Bir şey anlatmak istiyorum, böyle şeyleri konuşmayı pek sevmeyiz ama bu konuştuklarımızı çok iyi anlatıyor. Meral Akşener’in o ünlü altılı masadan kalktığı sırada, o gün geç vakitte benim telefonum çaldı, Genel Başkanımız yarın sizi ziyaret etmek istiyor, Kılıçdaroğlu’nun bir danışmanı veya sekreteri arıyordu. Randevu talep ediyorlardı. Benim de ertesi gün deprem bölgesinde bir programım vardı. Ayrıca bayram değil, seyran değil öyle hemen yarına plan yapacak kadar falan böyle şeylerden biz pek hoşlanmayız. Dolayısıyla bir gün sonrası için yapılan bir görüşme davetini biz zaten kabul edemezdik ama hafta içi şu günler bizim için uygun, o günlerde görüşebiliriz dedik. Görüşsek ne olacak, görüşme talebi onlardan geldi, dinleyeceğiz biz de sözümüzü söyleyeceğiz. Biz size geri döneceğiz, tarihi o zaman netleştirelim dediler, geri dönmediler çünkü Akşener masaya geri döndü. Durum budur.

'Görevimiz Türkiye’de solu ayağa kaldırmak'

Türkiye solunu CHP’ye mahkum sanıyorlar. Başkasını bilmeyiz ama biz CHP’ye mahkum falan değiliz. Daha ötesini de söylemek istiyorum. Açık ve net bir biçimde, solu burjuva siyasetinin mezesi getirme girişimlerini hem püskürtürüz hem rezil ederiz. Biz, Türkiye’de sözünü ettiğim haritaya bakıp korkmayız sadece üzülürüz, görev çıkarırız. Görevimiz var bizim. Görevimiz, Türkiye’de solu ayağa kaldırmak. Düzen içinde köşe kaparak değil, düzen siyasetinin saçtığı kırıntılara tamah ederek değil, tribüne oynayarak değil, Türkiye gerçeğine müdahale ederek. Peki, bu müdahale nasıl olur? Bir kere bu müdahale her şeyin önünde açık sözlülükle, dürüstlükle olur. Bu müdahale tutarlılıkla olur, bu müdahale örgütlülükle, örgüt kültürüyle olur. Bu müdahale, dünya ve ülkede olup bitenleri sağlıklı bir biçimde izleme yeteneğiyle olur, doğru sonuç çıkarmakla olur, birikimle olur, ekiple olur, kadroyla olur, uluslararası alanda insanlığın eşitliği için, emperyalizme karşı, sömürüye karşı mücadele eden güçlerle açık ve eşit ilişkiyle olur.

Efendim; Batılı devletlerden, parlamentodan, vakıflardan bütün bunlardan medet olarak olmaz, bunlardan uzak durarak olur. Bu müdahale, sosyalist devrimi ertelenemez bir görev olarak görerek olur. Bu müdahale, Cumhuriyetçilikle ve bu ülkedeki Cumhuriyetçi  birikimi ayağa kaldırma iradesiyle olur. Sonra bu müdahale, işçi sınıfı devrimciliğini kimlikçilikle boğmaya kalkanlara prim vermeyerek olur. Bu müdahale, Kürt emekçilerinin eşitlik ve özgürlük arayışını Türkiye’nin laik, bağımsız, egemen bir ülke olması için süren mücadelenin parçası haline getirerek olur. Bu müdahale, CHP tabanını CHP içinde durmakta inat eden solcu siyasetçileri uyararak olur.

Sevgili dostlar; bugün gelinen noktada Türkiye’de çaresiz bırakılan insanlara, umutsuzluğa düşürülen insanlara bir kez daha “makyajlı CHP” zokasını yutturmak isteyenlere anlayış göstermeyeceğiz. Yaklaşan seçimlerde her yerde, her fırsatta, gücümüz oranında komünist seçeneği güçlendirmek için kolları sıvıyoruz. Kısa bir süre sonra komünist belediyecilikle ilgili programımızı, seçim stratejimizi açıklayacağız. Biz kazanmak için her şeyi yapmayacağız, biz kendi değerlerimiz ve kendi programımızla kazanmak için her şeyi yapacağız ve mutlaka kazanacağız. Çünkü değerlerimizi, programımızı, ilkelerimizi, kendimize ait olanları bir kenara koyarak kazanmaya kalktığımızda ya da kazandığımızı zannettiğimizde biz değil başkaları kazanıyor. Bu alçak düzen bütün dünyada 150 yıldır ne yapıyor , devrimcileri kendi ağına düşürmek ve halkı çaresiz bırakmak için bize kendi siyaset anlayışını dayatıyor. Biz de diyoruz ki onlara, hodri meydan. https://youtu.be/X9G1PbKbNVo

Bir devrim aletinin siyasal tarihi(Orhan Gökdemir)

Zalimler ne zaman bizi aşağılasa, dövse, vursa giyotini hatırlamamız boşuna değil. Şiddetin anası hüküm süren eşitsizlikçi düzendir çünkü. Bu düzene son vermek için yeni aletlere ihtiyacımız var.

Fransa’da eski düzenin, ancien regime, sembolü XVI. Louis giyotine doğru yürüyordu. Hapsedildiği yerden alınan kral, askerlerin eşlik ettiği bir atlı arabayla Paris sokaklarından geçirilerek “Devrim Meydanı”na getirilmişti. On binlerce yurttaşın beklediği meydana erişimi sağlayan köprü ve kavşaklarda topçu birlikleri konuşlandırılmıştı. Ulusal Muhafız taburlarının çevrelediği sehpa ve giyotin monarşinin son sahnesini kapatmaya hazırdı. Giyotinin yanında Parisli cellât yurttaş Charles-Henri Sanson duruyordu. Devrimden sonra “yurttaş Capet” diye hitap edilen eski kral XVI. Louis arabadan indirildi. Üzerindeki palto çıkarıldı ve gömleğinin yakası açıldı. Elleri bağlandı, sehpaya çıkmasına yardım edildi. Boynu kalın olduğundan giyotinin yarım ay biçimindeki oyuğuna tam olarak oturmadı. İnen giyotin, çenesi ile kafasının arka kısmını ayırdı ama tam olarak koparamadı. Cellât ağırlığını kullandı, işlemi tamamladı. 21 Ocak 1793’te, kralın vücudundan ayrılan başı halka gösterildi. Meydanı dolduran kalabalık “yaşasın cumhuriyet” diye karşılık verdi bu gösteriye. 

XVI. Louis’nin infazı, monarşiyi ilga eden devrimin bir güç gösterisiydi. Mekân olarak eskide monarşiyi temsil eden, ancak artık yeni Fransa’nın sembolü haline dönüşmüş olan Devrim Meydanı’nın seçilmesi bile rastlantı değildi. Giyotine ve yaydığı dehşete takılmayın, bu aslında devrimini yapmış bir sınıfın, burjuvazinin, bir güç gösterisidir. Öyleyse giyotin de önünde sonunda bir devrim aletidir. Eski düzenle yenisinin bağını kesmek, geri dönüşü imkânsız hale getirmek için iner eski rejimin başına. Yeni sınıfların elindeki giyotin eşitlikçidir, devrimcidir, cumhuriyetçidir. Öyle ki uçurduğu en önemli kelle bile artık bir kralın değil yurttaş Capet’in kellesidir… 

***

Louis'nin ölümünden dokuz ay sonra, artık eski Fransa kraliçesi olan eşi Marie Antoinette de, Paris'te, Devrim Meydanında giyotinle idam edildi.


Antoinette, Fransız halkı nezdinde bir nefret objesiydi. Savurganlığı, kibri, kadınlı erkekli sevgilileri yol açmıştı bu nefrete. Paris sokaklarında dolaştırıldıktan sonra Devrim Meydanı’na binlerce Fransız yurttaşının yuhalamaları eşliğinde girdi. Kraliçe olarak girdiği meydandan rütbeleri sökülmüş ve meydandakilerle eşitlenmiş ölü bir yurttaş olarak çıktı. Giyotin eşitlikçidir; eski düzenden kalan şan-şöhret ve rütbeleri kesip atar, geride sade bir yurttaş kalır. Devrimdir. 

Tabii irkiltir, dehşet salar, sindirir aynı zamanda. Teröristtir giyotin. Devrim biraz da bunlar değil mi?

Fransız Devriminin lideri, beyni, bilinci Robespierre, “devrimsiz bir devrim mi istiyordunuz?” diye sormuştu o hararetli günlerde. Sözü giyotinin yaydığı dehşet karşısında tereddüt edenlereydi. Çünkü dehşet giyotinde değil, onun kesip atmaya çalıştığı eski düzende, monarşideydi. Haliyle giyotinsiz devrim, devrimsiz bir devrimdir. Monarşinin, kralın, cumhuriyet düşmanlarının kafasını koparmayan devrim imkansızdır çünkü. Her durumda bir düzleyiciye, kesiciye ihtiyacı var. 

***

Ancak sonuçta bir alettir. Kötü ellere geçebilir, amacına aykırı kullanıldığı da olmuştur. Alet, adını mucidi Joseph-Ignace Guillotin'den alıyor. Bir hekim olan Guillotin idam cezalarını infaz etmek için bir makine tasarlamıştı. Amaç daha “insancıl”, daha modern, daha devrimsel bir idam cezası uygulamaktı. İcadı ilk kez, 1792’de, Jacques Nicholas Pelletier adlı bir hırsızı idam etmek için kullanıldı. Başarılı olunca kabul gördü. Devrimin ateşi yükseliyordu, “terör dönemi” olarak adlandırılan Haziran 1793 - Temmuz 1794 arasında bolca kullanıldı. Hatta giyotinli idamlar kalabalıklar için bir eğlenceye dönüştü. 

“İnsancıl” dememiz şaka değil. Fransa'da giyotinden önce soylular genellikle kılıçla ya da baltayla idam ediliyordu. Asılma da yaygın bir idam biçimiydi. Yakılma gibi daha acı verici yöntemler de vardı. Bazı hallerde kurbanın yakınları ölüm acısız ve hızlı olsun diye cellatlara para teklif ediyordu. Devrimci Fransa buna da bir son vermek, ölüm cezalarını daha hızlı ve acısız uygulamak istemişti. 1792'de giyotin Fransa'nın idam aleti haline geldi. 1939'da rafa kaldırıldı, 1981'de idam cezasının kaldırmasına dek resmi idam aleti olarak varlığını korudu. 

                                                          ***

Uluorta idam devrimci Fransa’ya özgü sanılmasın diye not ediyorum. Osmanlı’da ve Cumhuriyet Türkiye’sinde de infazlar halka açıktı. Osmanlı’da infaz için Sultanahmet- Hipodrom, Çarşıkapı, Beyazıt ve Eminönü gibi merkezi yerler seçilmekteydi. Asılarak idam, yaygın yöntemdi. Bunun için bir ağaç veya ondan esinlenerek oluşturulan üç ayak bir “dar ağacı” yeterliydi. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra da halka açık infazlar devam etti. İstanbul’da Beyazıt, Eminönü, Sultanahmet ve Ayasofya, Ankara’da ise Samanpazarı meydanları infaz meydanlarıydı. Uygulama, idamların cezaevlerinde gizli olarak yapılmasını öngören 1965 tarihli 647 sayılı yasayla kaldırıldı. 

***

Tabii amaç devrimse eğer, eskiyle bağı kesme, ilişkiyi koparma sadece giyotinle mümkün değildir. Kesilenin yerinde yeşerene, yurttaşa-yoldaşa-halka, yeni bir tarih ve yeni bir takvim gereklidir. Haliyle giyotine eşlik eden takvim değişiklikleri, Fransa’da, Rusya’da veya Türkiye’de, tarihte büyük sıçramalara işaret eder.

Fransız Devriminden sonra eski toplumla bağların tamamen koparılması için takvim radikal biçimde değiştirildi. Devrimciler kilisenin günlük hayat üzerindeki hegemonyasını kırmak için takvimin de değişmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Ulusal Meclis, 1793’te, Halk Eğitim Komitesi başkanı C. Gilbert Romme’a takvim değişikliği için yetki verdi. İki matematikçi Joseph-Louis Lagrange ve Gaspar Monge’nin aralarında bulunduğu bilim insanları yeni takvimi oluşturması için görevlendirdi. Fransızca adıyla “Calendrier Républicain de la Révolution de 1789”, 1789 Devrimi’nin Cumhuriyetçi Takvimi, 1793 yılı sonunda kabul edildi. Yeni takvimin ilk günü olarak devrim günü değil Cumhuriyetin kurulduğu gün kabul edilmişti. Gregoryen takvimine göre 1792 yılı, birinci yıldı. O yılda Hıristiyanlık çağı kapanmış ve Cumhuriyet çağı açılmıştı. Cumhuriyetin kuruluşu yeni takvimin miladıydı. Çağlar artık İsa’dan önce ve İsa’da sonra olarak değil, Cumhuriyet’ten önce ve Cumhuriyet’ten sonra olarak tarif edilecekti. Çağımızın ruhuna uygundur. 

Demek ki giyotin gibi, devrim takvimi de cumhuriyetçidir. Devrimciler, yeni takvim ile eski düzenin tamamen yok edildiği bir çağ açmak istiyordu. Yenisini kurmak için eski ile bağları koparmak şarttı. Giyotin veya takvim, bu işe elverişli aletlerdir. İhtiyaç keşfin anasıdır; unutulmasın her iki alet de devrimin icadıdır.

***

Cumhuriyeti yıkan çakma kral Napolyon, 1801’de, Papa ile anlaştı, Cumhuriyetçi takvime pazar günü ve paskalya geri geldi. Bu geri adımdan bir süre sonra da Cumhuriyetçi takvim kaldırıldı ve Gregoryen takvime geri dönüldü. 

Karşı devrimi devrim selamladı sonra. 1871’de kurulan Paris Komününün ilk kararlarından biri Cumhuriyetçi takvimi geri getirmek oldu. 16 Floral 79’da, 6 Mayıs 1871, devrimci takvim tekrar yürürlüğe konuldu. Devrim takvimini devrimsiz düşünemeyiz.  

***

Abartıyor değiliz, giyotin ona doğru yürüyen insanla aynı seviyededir hep. Bir yüceliği yoktur, demek istiyorum. Şiddet her defasında insan soyunu yükseldiği yerden aşağıya iter, düşürür, küçültür, ezer. Ama devrim dediğimiz şey o düşürülmeye bir isyan değil mi zaten. Unutulmasın şiddet giyotinden önce vardır ve giyotinden sonra da olacaktır. 

Fransa’da, devrimden yüz yıllar sonra, halk düşmanı iktidara karşı eylemlerde giyotin maketleri taşıdı direnişçiler. Zalimler ne zaman bizi aşağılasa, dövse, vursa giyotini hatırlamamız boşuna değil. Şiddetin anası hüküm süren eşitsizlikçi düzendir çünkü. Bu düzene son vermek için yeni aletlere ihtiyacımız var. Ve ihtiyaç keşfin anasıdır, dediğimiz bu. 

Çok sıkıştık, çok daraldık, devrimsiz bir devrime rıza göstermeyeceğiz artık. Ne aletsiz ne öfkesiz ne kinsiz yapabiliriz bunu. Öyleyse yeniden, yaşasın cumhuriyet!

(soL)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder