"Evet, bir masallar diyarında yaşıyorduk. İnsanlar seküler, ortam çok iyi. Ama biz bu masalın konusu değil konuğuyduk. Bu masallardaki köleleri sahneliyorduk. Geri döndüm. Yapamadım. Olmadı."
Türkiye'den yurtdışına göç edenlerin bir kısmı zorlu yolculuklardan geçerken bir kısmı da gittiklerdeki ülkelerde zorluklara göğüs germeye çalışıyor. Anlatılanlar ile yaşananlar arasındaki farklar ve hayatın dünyanın hemen hemen her yerinde emekçiler açısında bir cehenneme dönüşmüş olması zorlukların başında geliyor.
Türkiye'den çekip gitmek yazı dizimizin ilk iki yazısında gidiş yolculuğunu ve varılan yerde yaşanan düş kırıklıklarını ele aldık. Dizinin son yazısında memlekete, Türkiye'ye geri dönenlerle konuşuyoruz.
Iğdır'dan Bilal, Konya'dan Barış, Mersin'den Mehtap geri dönenler arasında ve hayata bir kez daha yeniden başlayacakları bir süreci inşa etmeye çalışıyorlar.
'Hiçbir zaman onlar gibi olamayacağımı fark ettiğimde...'
Aralarında en genci Bilal. Bilal inşaatta çalışmak için Fransa'ya gittiğini söylüyor. Lens'te çalışmış uzunca bir süre. Kaçak yollardan gitmiş, Lens'teki akrabalarına sığınmış.
Bilal, Fransa'ya en çok gidenler arasında Erzurum ve kendisi gibi Iğdırlılar olduğunu söylüyor.
"Fransa büyük bir serhat şehri gibiydi. Eyfel Kulesi önünde fotoğraf çektirirken hemşerilere denk gelmek diye bir espri vardı kendi aramızda. Lens Paris'e uzak tabii. Belçika sınırında bir şehir Lens. Orada kaldım iki yıl. 3 ay önce de döndüm."
Avrupa, sermayesinin muhtaç olduğu işleri yerine getirecek işleri asırlardır dışarıdan sağladığı emekle yürütüyor. Uzun süre sömürgeler buna yaradı. Yavaş yavaş, fabrikalar da üç kuruşa çalışacak kitlelere sahip yoksul ülkelere taşındı. Kıtadaki ihtiyaca yanıt, göçmenler oldu. Bilal, bunlardan biriydi. İnşaatlarda çalışmaya başladı. "Yalan yok, bir ara iyi de kazandım" diyor. Sonra, işin gereği, fıtık oldu.
"Avrupa'da birçok şey çok iyi belki ama sağlık sistemi çok kötü. Ben kaçak çalışıyordum, o yüzden hastane süreçleri çok zorlu oldu. Ameliyat olmam gerekti uzun süre, olamadım, kaçak olduğum için. Sonra hukuki süreçleri falan başlattım.
"İnşaat zor iş. Bende de vasıf yok abi, yalan söylemeyeyim. Burada hayvancılık yapıyordum. Malları satıp Fransa'ya gidince orada inşaatlarda kaba işlerde çalıştım. Sonra da dayanamadım rahtsızlandım zaten.
"Sonra şu yabancılık hissi... Bunun gün geçtikçe azalmadığını ve arttığını fark ettim. Önce bunu içimdeki memleket özlemiyle, aile hasretiyle karıştırmışım. Öyle gibi düşünmüşüm. Ama değil. Bir fark ettim ki bizim göçmenler dışında kimseyle görüşmüyor, kimseyle sohbet etmiyorum. Mesela şantiyede çalışıyoruz, aramızda Fransa doğumlu göçmenler vardı. Onlar bile bize kötü gözle bakıyor. Bir usta vardı mesela, ismi Ali'ydi. Cezayirli, müslüman biriydi. Adam bize yan gözle bakıyor, güvenmiyor ve dışlıyordu. Şantiyede yemek arası verildiğinde masamıza dahi oturmuyordu. Benim geri dönüş nedenim biraz buydu. Asla onlar gibi olmayacağımı fark ettim. Dayanamadım. Hastalık da eklenince geri döndüm."
'Kimse yaşadığını paylaşmıyor sosyal medyada. Herkes kıskandıracağı şeyi paylaşıyor'
Barış, Konyalı. Normalde çiftçilik yapıyormuş. Kendilerine ait bir tarla varmış ama daha çok başka tarlarlarda çalışıyormuş. "Ekim dikim işleri pahalıydı. Başkasına işçi olarak çalışmak daha kârlı. Ufak toprakla çiftçilik olmuyor artık" sözleriyle açıklıyor durumunu. Kış aylarında da uzun yol şoförlüğü yapıyormuş Türkiye'deyken.
Barış Belçika'ya gitmiş. "Akrabalarım oradaydı, 'burada iş buluruz' dediler" diyor.
"Gelir gelmez burada bir kargo firmasında şoförlüğe başladım. Yanına yerleştiğim akrabalarım iş bulduğumda hafif mırın kırın ettiler 'artık eve çıksan iyi olur' falan diye. Haklılar tabii, herkesin bir düzeni var. Ama kiralar çok pahalıydı. Sonra benim gibi Türkiye'den gelenlerle bekar evi gibi bir şey tuttuk. Ev meselesi mali olarak böyle çözüldü ama bu sefer de çamaşır, bulaşık derken başka rezilliklerle yaşadık. 8 kişiydik evde, her odada ve salonda ikişer kişi kalıyorduk.
"Sonra elime geçen ilk birikmiş parayla araba aldım. 6 bin avroya. 'Ulan ne kadar ucuz' diye de düşündüm. Sonra arabaya herhalde bir o kadar daha masraf yaptım. Şimdi yalan yok. Türkiye'de sahip olamayacağın şeylere ya da çok zor şartlarda sahip olacağın şeylere hızlıca sahip olabiliyorsun. En başta da teknolojik ürünler ve araba geliyor.
"Neyse sonra ben de TikTok'ta falan sürekli kendi arabamı paylaşmaya başladım. Mesajlar geliyor işte köydekilerden falan, 'helal sana, hemen araba yaptın' falan diyorlar. Sonra fark ettim ki benim bu arabayla paylaştığım fotoğraflar dışında bir hayatım kalmamış. Günde 10 saat resmi, gayri resmi 12 saat kargo şirketinde şoförlük yapıyorum, arabanın tüm fotoğraflarını da gece paylaşıyorum. Çünkü gündüz araba göremiyordum bile.
"Sosyal medyada büyük bir yalan var. Yani kimse yaşadığını paylaşmıyor sosyal medyada. Herkes başkasının seveceği, beğeneceği, yorum atacağı paylaşımları yapıyor. Ama burada kocaman, sersefil bir yalnızlığın içindeyiz.
"Sonra bir izin vakti memlekete ziyarete gelince kızımın üniversite sınavlarına hazırlandığını fark ettim. Benden uzakta büyüyorlardı. Ben de eşe dosta mahcup olmayacak şekilde elimdeki avucumdakini satıp, parayı alıp Türkiye'deki birikmiş borcumu silecek şekilde geri döndüm. Burada pancarda çalışmaya devam. Kışın da yine uzun yol şoförlüğü yapmaya devam edebilirim. Birikmiş borcumu silmek, biraz da köşeye para koymak dışında bir şeye yaramadı Belçika yılları."
'Bir gün kendimi 'burada ölürsem cenazem nasıl gidecek' diye araştırırken buldum'
Mehtap aslen Diyarbakırlı. Uzun yıllar Mersin'de yaşamış. Sonra hemşire olarak İngiltere'ye gitmiş. İngiltere'de Norwich şehrinde özel bir yaşlı bakım merkezinde hemşire olarak çalışıyormuş. "Beni en çok etkileyen şey seküler yaşam, görece konforlu hayat oldu" diyor. Geçtiğimiz yıl Mersin'e geri dönmüş. Ve önemli bir ayrımdan bahsediyor. "Kimse geri dönerim diye gitmiyor ama hiçbirimiz de 'İngiltere'de ölürüm, orada biter bu hikayem' demiyor. Yani kimse kendine aslında gerçekleri itiraf etmiyor" diyor.
Mehtap bu ayrımı şu sözlerle anlatıyor: "İngiltere'ye gidince tabii Türkiye'ye göre çok daha rahat bir ortam. Ben mesela bu kadar göçmen, özellikle de Hintli olduğunu tahmin etmemiştim. İkinci sınıf muamele kısmını geçiyorum, bu en bilinen mevzu. Az çok tahmin ederek gidiyor herkes. Ben de bu sağlıkta göç başlayınca giden arkadaşlarımdan dinledim. Özellikle doktorlar için Almanya, hemşireler için de İngiltere öne çıkıyordu.
"Şimdi kimse giderken tatile gider gibi gitmiyor. Mesela ben burada evimi dağıttım, eşyalarımı sattım. Tüm koltukları, kanepeyi, beyaz eşyaları elden çıkardım. Sonra buradaki tüm arkadaşlarımla veda partileri yaptık. Akşamları eğlendik. Uğurlamalar oldu. Bu fotoğraflar paylaşıldı tabii 'Mehtap'ı İngiltere'ye yolluyoruz' falan. Sonra da gittik. İki, üç yıl kaldım. Üçüncü yılın içinde de döndüm.
"Şimdi mevzu şu. Kimse 'olmadı geri dönerim' diye gitmiyor. Tatil değil bu sonuçta. Bir kopuş var. Ama hiç kimse de 'burada öleceğim, mezarım burada olacak' diye bakmıyor. Bir gün kendimi cenaze masrafları ve uçakla cenaze nasıl götürülüyor diye araştırma yaparken buldum. Yaşlı bakım merkezinde çalışıyordum ve her 2-3 ayda bir kişi vefat ediyordu çalıştığım yerde. Alzheimer ya da demans hastaları vardı genelde. Ölüm sürekli hissettiğim bir duyguydu.
"Sonra ne yapıyorum burada diye daha çok düşünmeye başladım. Evet, bir masallar diyarında yaşıyorduk. İnsanlar seküler, ortam çok iyi. Ama biz bu masalın konusu değil konuğuyduk. Bu masallardaki köleleri sahneliyorduk. Geri döndüm. Yapamadım. Olmadı. Belki daha önce göç etseydim olurdu. Eskiler görece daha rahat. Hayat daha rahatmış eskiden. Ama pandemiden sonra tüm dünya değişti. Sizin televizyonda gülüp eğlendiğiniz, saçmalıklarına hayret ettiğiniz dünya liderleri yönetiyor bu ülkeleri. Çok önemli bir çoğunluğu sağcı ve göçmen düşmanı. Taraftarları da haliyle öyle. Akşama kadar birlikte çalıştığım iş arkadaşım, iş çıkışında 'göçmenler geri dönsün' yürüyüşlerine katılıp fotoğraf paylaşıyor. Sonra da aynı iş yerinde çalışmaya devam ediyoruz."
'Borcunu bitiren kaçıp dönüyor'
Görüştüğümüz kişilerin ortaklaştığı konu, geri dönüp yeniden başlamanın zorluğu. Buradaki en büyük sorun, gidenlerin önemli bir çoğunluğunun, aslında yurtdışına çıkmak için ihtiyaç duydukları parayı zaten elde etmek için varını yoğunu satmaları ya da borç bularak gitmeleri.
Barış bunu anlatırken "Zaten giderken yaptığın borcu ya da gitmek zorunda kaldığın borcu bitiren kaçıp dönüyor hemen memleketine. Eskiden böyle ev yapayım, iş kurayım falan gerçekmiş. Ama artık değil. Bazı mühendisler ya da doktorlar belki kazanıyordur, bilmiyorum. Ama işçi için artık neredeyse mümkün değil. O yüzden de eskiden ev almak ve ev yapmak için çalışanlar, Türkiye'deki borcunu kapatırsa kendini şanslı sayıyor ve kaçıp dönüyor" diyor.
'Rakı reklamındaki çaresizlik'
Mehtap bu konuyu anlatırken bir firmanın internette dolaşıma soktuğu bir rakı reklamını anlatıyor.
"Reklamı izlerken gördüm. Böyle beyaz yakalı, memleketten hoşnut olmayanlar kaçmış gelmişler. Tam hatırlamıyorum şimdi, epey oldu videoyu izleyeli. Merak eden bakar internette. Youtube'da var sanırım. Almanya'ydı sanırım reklam, bir grup beyaz yakalı buluşmuş rakı içerken bir memleket hasreti doluyor ortama.
"Bu videoda dikkatimi çeken şey neydi biliyor musunuz? İran nostaljisi. Bayağı bayağı buradaki İranlı arkadaşlar da böyle hasretle bakıyor eski İran görüntülerine. İngiltere'de İranlı mülteci çoktur. Bir kısmı da Azerice bildiği için yakın dostlar edindim aralarından. Hepsi 1979 öncesi İran'ı anlatır dururdu. Şimdi videoya baktım. Resmen AKP öncesi hayatla İran benzerliği fark ettim.
"Evet, birçok şey geriye gitti memlekette. Seküler insanlar için hayat zorlaştı. Ben fiili islamcılık diyorum buna. Ama şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Ortam bir İran değil. Tutup da Almanya'da rakı içip nerde o eski günler diyecek halim yok benim dedim. Annem hastalanınca yeter dedim, döndüm. Gider kendi anneme bakarım dedim. Mersin'e döndüm. Ben giderken de pişman değildim ama dönünce de pişman olmadım. İyi bir deneyim oldu birçok açıdan ama insanın ayaklarının yere basması güzel şey" diyor.
Bilal, genç bir gülümsemeyle "Abi benim ömrüm uzun ya. Daha yıllarım var önümde" diyor ve gülerek anlatıyor "Burada hayvancılık yaparım diye düşündüm. Yeniden başladım. Ailem tembellik ettiğimi düşünüyor Fransa'da. Ama öyle değil. Zor yani. Fransa'da ortam çok güzel de yaşayamıyorsun, inşaatlardasın. Burada ortam yok ama serbestsin sonuçta. Bilmiyorum, burası ağır bastı" diyor.
Geri dönenler pişman değil ama kendi ifadeleriyle yorgunlar. Yurtdışı deneyimi çok yormuş. Her biri de bir sosyal sorumluluk projesi gibi "gitmeyin" telkinleri yapıyor yakınlarına. Barış ise bir ek yapıyor "Yurtdışı son çare. Ama bizimkiler ilk çare olarak bakıyor. İlk çareyi gitmekte bulanlar ilk dönenler zaten. Son çaresi olanlarsa her yerde perişan. Yaşadığı perişanlığın ülkesi değişiyor sadece."
Özkan Öztaş / soL-Özel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder