Kamusal alanların, deprem anında toplanma merkezi olan bölgelerin dahi imara açıldığı, havalimanı ve üçüncü köprü ile bağlantı otobanı sebebiyle kentin kuzey ormanlarının ve buradaki doğal hayatın katledildiği, Kanal İstanbul projesinin başlatıldığı on yıllar boyunca bu kent ihanete uğrayıp duruyor. AKP yönetimi bu uygulamaları sistematik ve etaplı olarak gerçekleştiriyor.
31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimler için siyasi partiler adaylarını açıkladı. AKP tarafından İBB adayı olarak gösterilen Murat Kurum, ismi açıklandığından bu yana ilginç söylemleri ile dikkat çekiyor. Önceki yerel seçimlerde İstanbul, Ankara ve İzmir’i kaybeden merkezi hükümet için İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’ni geri kazanmak hayati önem taşıyor. Son seçimlerde tüm kafa bulandırma çabalarına rağmen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu ve ekibi, beş yıldır yürüttüğü projelerle gündemden bir an bile düşmeyen, tempolu, azimli yerel yönetim örneği sergilerken, Kurum gibi bir adayın en önemli ve belki de tek özelliği, Türkiye’nin AKP döneminde ağırlaştırdığı rant ekonomisinin icracılarından biri olması.
Neredeyse bir yıl önce yaşanan deprem felaketi sonrasındaki gelişmeler ve deprem sonrası yapılaşma öne sürülerek çok kısa bir süre önce yapılan kanun değişikliği ile yürürlüğe giriveren rezerv alan yasası, Türkiye’nin rant vahası olarak İstanbul’u bir kez daha öne çıkarıyor. Kurum’un adaylığına belki de AKP’nin İstanbul yerel yönetimini kazanması halinde kentte yürütmeyi planladığı politikaların bir habercisi olarak bakmalıyız.
AK Parti İBB adayı Murat Kurum ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ErdoğanTarihler 2017 yılını gösterdiğinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan katıldığı Uluslararası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi”nde sonrasında epey yankı uyandıran şu sözleri dile getirmişti:
“Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterlerini kaybetmeden yeniyi bünyelerinde eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıdır. İstanbul bu açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum.”
1994-1998 yılları arasında dört yıl süre ile İstanbul’u yöneten Erdoğan’ın o dönemde bıraktığı en önemli izlerden biri 2,5 trilyonluk Akbil skandalı olmalı. 14 yıl hapsinin istendiği bu davada hatırlanırsa, 29 sanığa beraat kararı verilirken Erdoğan ve diğer üç kişi hakkındaki yargılama durdurulmuştu.
Kuşkusuz bu skandal, İstanbul’a değil, İstanbulluya ihanetti. AKP yönetimi süresince alınan sayısız karar ise mevcut hükümetin İstanbul’a sayısız ihanetleri ile dolu. Kamusal alanların, deprem anında toplanma merkezi olan bölgelerin dahi imara açıldığı, havalimanı ve üçüncü köprü ile bağlantı otobanı sebebiyle kentin kuzey ormanlarının ve buradaki doğal hayatın katledildiği, Kanal İstanbul projesinin başlatıldığı on yıllar boyunca bu kent ihanete uğrayıp duruyor. AKP yönetimi bu uygulamaları sistematik ve etaplı olarak gerçekleştiriyor. Örneğin İstanbul’da askeri alanların önce millet bahçesi yapılacağı açıklanmış, sonra bu alanların bir kısmı “yeni konut üretilebilir” anlamına gelen rezerv alan ilan edilmiş olmasına rağmen bu konutların lüks sitelere ve alışveriş merkezlerine dönüştüğünü gözlemlemiştik. 6 Şubat 2023 depremini takiben İstanbul’da yapılacağı açıklanan “uydu kent”in yine bu askeri alanlarda kurulacağı müjdesini Murat Kurum’dan almıştık. Rezerv alan tanımındaki “yeni” ibaresinin bir gecede kaldırılması ile birlikte, kentin sahip olduğu bu tür kıymetli alanlar, hatta her an devletin işaret edeceği herhangi bir alan “rezerv alan” ilan edilebilecek ve buraya istenilen yapı inşa edilebilecek. Yavaş yavaş ve emin adımlarla örülen bir dizi stratejik altyapının icrası için açıkçası Kurum hiç de şaşırtıcı bir aday değil. Deprem sonrası TOKİ konutlarının sağlamlığına ve ayakta kalarak yıkılmamış olmasına ilişkin yürütülen medya kampanyasını göz ardı etmek, kafaları kuma gömmekten başka bir şey olamaz.
TOKİ konutları kuşkusuz bir kente yapılabilecek ihanetlerin başında geliyor. Kısa bir süre önce kaleme aldığım bir yazımda, TOKİ konutlarını ekonomisi can çekişen bir toplumun tek umudu, tüm olumsuzluklarına rağmen çıkmaz sokağı olarak tanımlamıştım. Hızlı üretimi ve neredeyse tek tip tasarımı ile sanayideki seri endüstriyel üretim mantığı ile konut üreten TOKİ, insanların yaşamsal ihtiyaçlarını, günlük kullanım konforlarını, kültürel farklılıklarını, bölgelerin iklim özelliklerini hiçe sayan tekdüze ve çok katlı yapıları ile kentlere hançer gibi saplanıyor. Topluma hızlı ve ekonomik sosyal konut üretmek amacı ile kurulan ve Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı’na bağlı olarak çalışan bu toplu konut idaresi, konut sahibi olmak isteyen dar ve orta gelirlinin kapılarını aşındırdığı bir kuruluş olmakla birlikte hakkında açılan tazminat davaları ve memnuniyetsizlikleri de bol bir merci.
Kente yapılabilecek diğer bir ihanet ise imar barışı uygulaması. Bu uygulamanın sadece kentleri değil, Türkiye’nin tartışmasız güzellikteki kıyı beldelerini de yavaş yavaş yok ettiğini belirtmeliyim. Düşünün toplumun bir kısmı yüzde 20 peşinat ödeyip bir de kredi borcu altına girerek 180 ay vade ile iki göz oda bir ev için yıllarca çalışıp didinirken, birileri de kentin bir köşesine bir gecede keyfince kondusunu oturtuyor. Ne vergisini ödüyor, ne kaçak kullandığı elektriği suyu… Gel zaman git zaman, önce elektiriği suyu bağlanıyor, önüne temiz yol çekiliyor. Sonra imar barışı adı verilen bir uygulama ile açıkça konduğu arazinin tapu sahibi oluveriyor. Bugün İstanbul’un Haliç sırtlarından Beykoz’una, Ataşehir’inden Kartal’ına kadar hemen hemen tüm bölgeleri bu şekilde zenginleşmiş ailelerle doludur. Bir dönemin Yeşilçam filmlerinde pompalanan “taşı toprağı altın” kent vurgusu bu şekilde büyük kente göç etmiş yüzbinlerin zaman içerisinde ve haksızca rant zengini olmasını sağlarken, İstanbul ve İstanbulluların ihanet hanesine bir çarpı daha atılıp durur.
İstanbul’un 2005 yılından bu yana bitmek bilmeyen Fikirtepe kentsel dönüşüm hikayesi de böyle bir gecekondu dönüşümünün merkezidir. 1984 yılında buradaki gecekondular yasallaştı ve 1991 yılında sahibi olmadıkları arazilere bir gecede kondu oturtanlar tapu sahibi oluverdi. 2010 yılında yapılan yasal düzenlemelerle bölge İstanbul’daki rantın en görünür noktası haline dönüştü. 90’lı yılların başından bu yana devam eden Fikirtepe süreci, aslında mevcut hükümetin iş bilmezliğinin de net bir göstergesi niteliğinde. On yıllar süren bu süreçte, toplum, müteahhitler, meslek kuruluşları, devlet kurumları ve bir takım yatırımcılar tam bir kaos içerisinde. Öyle ki kimin mağdur, kimin hak sahibi olduğu bile ayırt edilemez hale gelinmiş. Deprem konutu olarak başlayan süreç, ilk etapta açıklananların tersine çok katlı yapıların lüks konutlar ve ticaret merkezleri olarak inşa edildiği, kimi yerlerde yaşamın başladığı, yeni etaplarda ise halen devam ettiği bir biçimde sürüyor. Bu hayırsız sürecin en hayırlı bölümü, yani son aşaması yine Murat Kurum’un baş rolünde olduğu bir dönem ile denkleşiyor. Erdoğan 2021 yılında müjdeyi veriyor: “İstanbul’un en ihmal edilmiş bölgesini en prestijli bölgesi haline getirdik.” Bu gelişme, belli ki kimilerini çok mutlu eden, çok zenginleştiren bir gelişme. İhanetin her zaman iki tarafı var; ihanet eden ve edilen. Fikirtepe hikayesi bu çerçeveden bakıldığında sabun köpüğü bir beyaz dizi gibi, bol ihanetli, bol mağdurlu, ama sonuçta filmlerdeki gibi hep fabrikatörler kazanıyor.
Uzman raporlarının dikkate alınmadığı, kayıtlara göre 13 milyon ağacın kesildiği, denizden çıkarılan kumlar ile Karadeniz’in bitki örtüsünün bile tahrip edildiği İstanbul Havalimanı projesi, kentin tarihine geçmiş en okkalı ihanet hikayelerinden bir başkasını oluşturuyor. Göletlerin kurutulduğu, ormanda yaşayan canlıların başka diyarlara sürüldüğü, pek çok türün yok olma eşiğine getirtildiği, kentin tümünü etkileyen iklim değişikliklerine sebep olan, göç yolları üzerine kurularak sadece ülkemizdeki değil dünyadaki doğal yaşama hançer vuran İstanbul Havalimanı'nı, tüm ulaşım zorluklarına, işletim aksaklıklarına rağmen her seferinde bu ihanete ortak olduğumuzu hissede hissede kullanıyoruz.
Hepimizin bildiği gibi İstanbul’a ihanetin son perdesi yine de asla İstanbul Havalimanı ve Kuzey Marmara Otoyolu etrafında gelişen rant değil, bundan daha elim bir çılgın projemiz daha var. 12 yıldır hayatımızda olan Kanal İstanbul projesi, rotasındaki arazilerdeki rantı akıl almayacak biçimde arttırdı, kentte yeni rant zenginleri oluştu. Bu zenginleşen kesimin bir kısmını bizzat hükümette görev yapan siyasiler oluştururken, açıkça bir gayrimenkul projesi olan kanalda yatırım yapanların arasında bol miktarda yabancı sermaye de bulunuyor. İhale süreçlerinde mehter marşı ile bir ileri bir geri ilerleyen bu kapsamlı projede toplum, çevre gönüllüleri, bilim insanları ve mevcut İBB başkanı İmamoğlu olmak üzere muhalefetin eleştirileri duymazlıktan geliniyor. Belirli ihalelere ilişkin haberler geçtiğimiz yıl önümüze düşse de projenin kendi sitesinde açıklanan “çalışma takvimi” 2019 yılında son buluyor. Bu son aşama, “Ayrıntılı Laboratuvar Çalışmaları ve ÇED Süreci” olarak başlıklandırılmış. Hükumet tarafında tam bir sessizlik var. Kim bilir belki Murat Kurum kilitlenmiş bu projeyi de çözecek bir bürokrat olarak İBB adaylığına layık görülmüştür.
Plato’ya göre ihanet, koşulsuz bir adaletsizliktir. Adil bir toplum güven duyar. Aristotales’ya göre ihanet, daha içsel, bireysel bir yaklaşımla tanımlanır, karşıtı: erdemlilik, iyi niyetliliktir. Stoacı bir filozof olan Seneca, ihanet karşısında özdenetim ve direncin önemini vurgular. Kişinin başkalarının eylemlerinin kendi karakterini tanımlamasına izin vermemesi ve iç huzurunu korumaya odaklanması gerektiğini öne sürer.
Canım John Fowles’un Hitler hakkında dediği gibi, kötü adam aslında kendine ihanet etmiyor, asıl trajedi tek bir adamın kötü olmaya cesaret etmesi değil. Dönemin Alman halkına ithafen söylediği gibi, milyonlarca insanın iyi olmaya cesaret edememesi.
İstanbul’a ya da Türkiye’nin her neresinde olursa olsun, kente ihanet edenler de toplumun her kesimindeki bireylerin kendilerinden başkası değil. Şu ya da bu şekilde ihanet projelerinin içinde yer alanlar, evi arsası değerlenecek diye sistemi hiçe sayanlar, zaten adaletsizlik kol gezdiği için bana ne diyerek kenara çekilenler, inşaat ihaleleri ile cepleri dolan müteahhitler, yeni projeler için ağızlarının suyu akan mimarlar ve mühendisler… Eğer bir kente ihanet edenler varsa ve olacaksa, onlar bu ihanete sahne hazırlayanlar ve göz yumanlar, başkası değil.
Tüm bunlar çerçevesinde İmamoğlu karşısında halen Murat Kurum kazanırsa, İstanbul’u da İstanbulluyu da ilginç bir dönem bekliyor olacak. Birileri bir bardak su, birileri de görünen o ki çorba içecek.
Özlem Yalım / duvaR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder