13 Şubat 2024 Salı

FÜRUZAN (DOSYA) - 13 ŞUBAT 2024 -

 

Onurlu bir kadın yazar: Füruzan (Buket UZUNER-Birgün)

O, ünlü karikatürist Turhan Selçuk ile evliliğinde, yazarlık sınavını kendi başına kazanmak istediği için soyadsız olarak yazılmış onurlu bir kadındı. Güle güle Sevgili Füruzan Hanım, teşekkürler, alkışlar size.

Zamanın ruhu, ülkenin tarihi, kültürün birikimi hepsi bir araya gelmiş, 70’li yıllar Türk Edebiyatı’nda çok cesur, güçlü, haksızlıklara öfkesini saklamayan, buna rağmen neşesini kurutmamış, Türkçesi pırıl pırıl, içten, dünya edebiyatını tanıyan, gözüpek kadın yazarların sayısı artmaya, edebiyatımıza gür sesleriyle cansuyu katmaya başlamışlardı. Üst üste kitapları yayımlanıyor, ödüller alıyor, cesur röportajlar veriyor, sözlerini sakınmıyor, bekâretten anneliğe, yoksulluktan eril baskıya, tecavüzden, çocuk gelinlere kadar tabulaşmış konularda artık korkusuzca yazıyorlardı. O yıllarda yazar olmaya heveslenen ortaokullu, liseli kızlar, bu kadın yazarların varlığının ve kitaplarını okumanın ne büyük bir şans olduğunu henüz farkında değil, gençlerin hep yaptığı gibi başlarına gelen iyi şeyleri olağan sanma şuursuzluğundaydılar. Füruzan, o müthiş Türk Kadın Yazar kuşağındaki muhteşem yazarlardandı, ben de o sıralarda yazar olmayı kafasına koymuş o gençlerden biriydim. Bizim ve bizden sonraki kuşak kadın yazarların çoğu, o hepsi edebiyatımıza olağanüstü kitaplar armağan etmiş mucize kadın yazarlardan el almış, onlarda rol modeller bulmuş çok şanslı yazarlarız.

Füruzan gündeme sadece yazı işleriyle gelmek istediği halde güzelliği ve özel hayatıyla da dikkat çeken yazarlardandı. Halbuki günümüzde popüler olmanın her yolu tepe tepe kullanılırken o, ünlü karikatürist Turhan Selçuk ile evliliğinde, kocasının soyadına aklı ve emeğiyle yüklediği saygınlığı, evlilik yoluyla kullanmasının kendine sağlayacağı kolaylıklara hiç yanaşmamış, yazarlık sınavını kendi başına kazanmak istediği için soyadsız olarak yazmış, onurlu bir kadındı.

KIZ ÇOCUĞUNUN GÖZÜNDEN BAKTI

Füruzan’ın bence en önemli edebî özgünlüklerinden biri küçük kız çocuklarının gözünden kötülüğü anlatabilmesi, çocukluğun sesini ve saflığını unutmamasına karşın, kötülüğün, istismarın ve hainliğin karanlığını sert ve keskin bir dille yazabilmesindeydi. Onunla tanışınca, böyle son derece zarif, sakin ve çekingen bir insanın, yoksulluk, yalnızlık ve erkek şiddetiyle mücadele eden sert kadın öykülerini yazarken nasıl parçalanıp, kanadığını düşünerek ürpermiştim. Onun yazdıklarındaki güçlü görsel anlatım benim en sevdiğim özelliklerindendir. Zaten sinema ve tiyatroyla ilişkisi olduğunu biliyoruz, özellikle Hülya Avşar’ın oynadığı ve “Benim Sinemalarım” adlı öyküsünden kendisinin yönettiği film de beğeni toplamış, ben koşa koşa gidip izlemiştim.

Onunla en son beraber katıldığımız bir kitap fuarından dönerken aynı uçakta karşılaşmıştım. Önce kısaca selamlaşmış, ayaküstü sohbet etmiştik. Koltuklarımız yakındı, bu yüzden onun yanında oturan yolcunun, el çantasından rahatsız olup, ille başüstü dolaba kaldırmasını istediğini, bağırarak gereksiz bir gerilim yarattığını görmüştüm. Olay büyüyünce kendimi tutamamış, hiç planlamadan, “Edebiyatımızın değerli yazarına biraz saygı gösteremez misiniz, ayıp yahu!” diye bağırmaya başlamıştım. Olayı yaratan adamsa duyduklarını ya anlamayacak kadar ahmak ya da şuursuz biriydi, kabin görevlisini de azarlıyordu. O sırada son derece sessiz ve sakin oturan Füruzan bana gülümseyerek “Boşver, aldırma, yapma!” anlamında başını sallamıştı. Bu onu son görüşümmüş meğer.

GÜLE GÜLE SEVGİLİ FÜRUZAN HANIM

Füruzan’ın ilk öykülerini ne zaman okudum tam anımsamıyorum ama onun yayımlandıktan birkaç yıl sonra evimize giren ilk kitabını hiç unutmuyorum, çünkü konu hayli ailevî ve önemliydi. Füruzan annemle yaşıttı ama annemden çok daha cesurdu, buna karşılık Çamlıca Kız Lisesi’nde orta ve liseyi parasız yatılı bitiren annem onun “Parasız Yatılı” kitabını benden önce okumuş ve öyküyü sevmesine karşın kitabın adına bozulmuştu. Parasız yatılı okul sınavını dereceyle kazanmasıyla övünen annem bundan bahsederken o yıllarda “parasız yatılı”ya Arapça karşılığıyla “Leyli Meccani” dendiği için böyle kullanır, “meccani” kelimesinin “karşılıksız” anlamını tercih ederdi. Sanırım, paralı yatılı okuyan bazı varlıklı kızların şımarıklıkları ve “akran baskısı” nedeniyle “Parasız Yatılı”nın içindeki parasızlık kavramı annemi incitiyordu. Bunu hiçbir zaman itiraf etmese de Füruzan’ın kendisiyle aynı kuşaktan olmasına karşın, kitabının adını Leyli Meccani koymamasını eleştirmişti.

Şimdi belki gittikleri yerde karşılaşır ve bu konuyu artık aralarında hallederler.

Güle güle Sevgili Füruzan Hanım, teşekkürler, alkışlar size…

∗∗∗

USTA EDEBİYATÇI İÇİN TÖREN

Usta edebiyatçı Füruzan (Feruze Çerçi) için yarın 11.00’de İstanbul Yapı Kredi Kültür Sanat Loca’da anma töreni düzenlenecek. Yazar, 16 Şubat Cuma günü Nevşehir Hacıbektaş’ta son yolculuğuna uğurlanacak.

                                                                 /././

Erkekler yazamıyordu… Füruzan'ın yazması gerekti! (Umur Talu-T24)

Yusuf Atılgan gibi bir yazar bile, bir "erkeklik cinayeti"nden yola çıkmış bir "erkeklik cinneti"ni anlatmayı seçmiştir. "Öldürülen gelin" veya temizlikçi Zeynep ile "Müşteri kadın" (Şahika Tekand) bir erkek hikâyesinin figüranları olarak kalır!   

Sevgi Soysal'ın yazması gerekmişti. Adalet Ağaoğlu'nun da.

Tezer Özlü'nün yazarak tükenmesi gerekmişti. Tomris Uyar yazmalıydı, Oya Baydar, Buket Uzuner de. Gülten Akın derinden hissetmeli, Nilgün Marmara ve Didem Madak o hissiyatın derinliklerinde kısacık yaşamalı ama aramızda uzun uzun kalmalıydı. Kim bilir, belki Bilge Olgaç gibi yanmalıydı.

Daha daha önce, kadının kaleminin büyük cesaret olduğu çağlar; Emine Semiye, Makbule Leman, Fatma Aliye, Yaşar Nezihe, Fatma Hayrünnisa, Sadiye Vefik, Nezihe Muhiddin, Suat Derviş ve başkaları…

Onlar yazmalıydı kadını; çünkü erkekler yazamıyordu, nesneleştirmeden yazmaları ah ne zordu!

Özgecan; kadını yazamayan, kadını anlamayan, kadının hayat hakkını sığ gören erkekler dünyasında, o erkekleri yetiştiren kimi kadının da işbirliğiyle kararan o genç kızlar, genç kadınlar, ilelebet hakarete, cürete, esarete mahkûm kadınlar dünyasında, yargının önyargıyla donandığı otoriter adalet âleminde gencecik, paramparça bir kurbandı.

Ondan birkaç yıl sonra, ondan biraz daha büyükken, 27 yaşında yine bir "erkeklik cinayeti"nde öldürülüp yakılan Pınar Gültekin gibi.

Hafifletici sebep, iyi hâl, tahrik, haksız tahrik gibi otoriter erkeklik düzeni kimyasalı yumoşlarla yargının merhamet arayıp durduğu cani erkekler dünyası kurbanlarıydı.

Anayurt Oteli

Madem edebiyattan girdik "erkeklik cinayetleri"ne, madem Ula Akyaka'da öldürülen Pınar'a vardık hemen…

Yine edebiyatla, hatta sinemayla çıkıp gidelim yazının içinden; öyle hunharca kaybedilen tüm kadınlara ve kadınlara akıllarını, kalplerini, bilgilerini, birikimlerini, duygularını, kalemlerini adamış yazan, çizen, düşünen, anlatan tüm kadınlara saygıyla.

Pınar'ın yaşadığı, ölüme sürüklendiği Muğla Ula, Anayurt Oteli'nin de ilham kaynağı olan bir "erkek cinayeti"nin de sahnesidir.

Korunmuş ya da restore edilmiş tarihi evleri, her yaştan bisikletlisiyle Ula.

Manisalı Yusuf Atılgan, Ula'daki Savcı Dostu Cevat'tan bir cinayeti dinler. Bir gelin hem de evlendiği gece, dosyadaki deyişle "gerdek gecesi" öldürülmüştür.

Dosyayı ister. Üstünde çalışır.

Ve Ula'daki olayı Manisa'ya taşır. Hem de çifte cinayetle.

İlk yazdığında adı "Anavatan Oteli" olup yayıncısının adını "Anayurt" yaptığı otel Manisa'dadır. Yusuf Atılgan'ın, henüz 1 yaşında, çekilen Yunan ordusu kenti yaktığında annesinin kolları arasında Spil Dağına kaçırılıp hayata sarıldığı Manisa.

Aynı gün, 3 yaşındaki İlhan Berk'in de yanan kentten yine Spil Dağına kaçırılarak hayata tutunduğu; onlara katılmayıp yangın ortasında kalan ablasının alevler içinde can verdiği Manisa.

İki çocuğa da travmalarını, acı anlatıları, yitirilen evleri ve kayıp yakınları miras bırakan Manisa.

O Anayurt yani Anavatan Oteli'nin yerinde, yani hemen hemen orada, bugün Anavatan Apartmanı bulunuyor. Tam dört yol ağzında, Yusuf Atılgan'ı hatırlıyor mu, kim bilir!

Kitapta ve Ömer Kavur'un aynı adlı filminde otelin yöneticisi Zebercet (Macit Koper) bir misafir kadına (Şahika Tekand) kafasını takar, o gittikten sonra bu saplantı haline dönüşür.

Zaman zaman koynuna girdiği temizlikçi Zeynep'i (Serra Yılmaz) öldürdükten sonra da Adliyede bir duruşma izlemeye koyulur. İntihar edene kadar sanki kendi duruşmasıymış gibi orada adeta ifade verir.

İşte o duruşmadaki vaka, Atılgan'ın Ula Savcısı Cevat Bey'den aldığı dosyadaki "gelin cinayeti"dir!

(Atılgan'ın 23 yaş genç arkadaşı öğretmen Halil Şahan'a mektuplarından oluşan "Sevgili Halil Kardeş"te bu anlatılır.)

Yusuf Atılgan gibi bir yazar bile, bir "erkeklik cinayeti"nden yola çıkmış bir "erkeklik cinneti"ni anlatmayı seçmiştir. "Öldürülen gelin" veya temizlikçi Zeynep ile "Müşteri kadın" (Şahika Tekand) bir erkek hikâyesinin figüranları olarak kalır!   

 O yüzden, kadınların kadınları yazması çok gerekliydi işte. Ki erkekler de anlayabilsin!

Anayurt Devleti

Elbette, burası Türkiye, burada kadınlar kadar nice erkeğe de çıkış yok.

"Erkeklik cinayetleri"nde kadınlar can vermişken, kalan erkeklere kalan sağlar muamelesi yapan hukuk, adalet, vicdan sistemimizde "bazı erkekleri öldüren erkekler" için de hayat cehennem olmaz!

Nitekim Midyat'ta 1994'ten itibaren iki yıl içinde gözaltında kaybedilen 9 kişiye ait dosya "zaman aşımı"na uğradı, adalet ise onları yok etmekten sorumlu komutan ve astsubaylara uğramadı!

Hep söylediğim şey: Misal bugünlerde devletin adaletsizliği, ayrımcılığı, kayırmacılığı karşısında bir kez daha "emeklileri" vasıtasıyla hak arayan astsubaylara!

Bu devlet, bu adalet, bu sistem sizin hor görülen insanlara karşı haksızlıklarınızı kollamak, ama sizi hor gören amirlerinizin, komutanlarınızın, devletin sizi maruz bıraktığı haksızlıkları ise aynen o şekilde korumak üzere örgütlüdür!

Kim bu ülkede, cinsiyetinden, toplumsal cinsiyet kimliğinden, statüsünden, rütbesinden, sınıfından, etnik-dini kimliği-kimliksizliği ya da itirazından ötürü sistemli biçimde mağdur oluyorsa, bilmeli ki altta ve aşağıda sayılanı mağdur etme, kurban etme, ezip geçme bizatihi sistemin kendisidir.

Ve hepsine birden infial, itiraz ve isyan olmadan hiçbiri huzura ve adalete eremez!

Bu adaletsizlikleri görenler, yazanlar, haykıranlar;  kadın ya da erkek, bu ülkenin sadece edebi değil, ebedi vicdanlarıdır!

                                                        /././

Füruzan’ın ilk öyküsü nasıl yayımlandı (Doğan Hızlan-Hürriyet)

Yeni Gazete’nin kitap/sanat sayfasını yönetiyorum. Gazetenin binası Cağaloğlu’nda eski Hürriyet’in karşısındaki sokakta.

Bir gün gazetedeyken Füruzan’dan bir telefon geldi, çalışmalarını biliyordum. Bana bir öykü getireceğini söyledi. Sonraki günlerde gazeteye geldi ve bana‘Parasız Yatılı’yı teslim etti.


Ve bugün klasikler arasına giren öyküsü ilk kez Yeni Gazete’de bu şekilde yayımlandı.

Füruzan, o öyküyle yoksulun, unutulmuşların trajedisini doğal bir ustalıkla bize aktarıyor.

Ondan sonra dergi editörü olarak her öyküsünü, her kitabını okuyorum. Çünkü hepsinde insanın göremediğimiz, ortaya koyamadığımız bir yanını yazıyor.

Hiç kuşkusuz o, yarattığı kadın kahramanlarla da bizi dünya edebiyatının içine yerleştiriyor.

Füruzan edebiyat dışında sinemayı da bilen, izleyen bir yazar.

Nice ödüller aldı, son ödülü de Sedat Simavi Ödülü’ydü ve o ödülü de kızı Aslı Selçuk’a ben sundum.

Bir konuşmasında bakın ne demiş:

“Tarihin ilk çağlarından beri kayda düştüğü acılarla ilgileniyorum.”

Füruzan’la yaptığım bir konuşma da CNN TÜRK’te yayınlanmıştı.

O konuşmada söylediklerinden bazı notlar aktarıyorum:

* Okur olmadan yazar olunmaz.

* Her şeye estetik gözle bakıyorum.

* Yazarlar birbirlerini övmeden çekinmemeli. Ayla Kutlu, ben de dahil onlar Sait Faik’in kız kardeşleri demişti. Selim İleri de övmeden çekinmeyen bir yazar.

* Ben İstanbullu bir yazarım.

* En çok hangi öykümü severim bilir misin? ‘Su Ustası Miraç’ı.

* Nasıl çalıştığımı söylemeliyim. Aylarca eve kapanırım, okurum. Dünyayla temasımı keserim. Sonra da yazmaya başlarım. Arayanlara da ben sizi ararım derim. Buna yazma bilinci diyorum.

* Rus edebiyatının bütün ustalarını okudum.

O konuşmada beni de eleştirmişti, şiire ağırlık verip düzyazıyı ihmal ettiğim için.

Altın Kitaplar Yayınevi’nin çatısı altında çıkan ve benim yönettiğim Yeni Edebiyat dergisinde de Ece Ayhan’la bir konuşması yayımlanmıştı. 1971’de yapılmış bir konuşma.

İki ustanın düetini her okuyuşta ikisine de hayranlığım artıyor.

Bu edebi şaheseri Hürriyet Gösteri’nin bu sayısında yayımlayacağım.

Füruzan’ı okuduğunuzda, iyi bir yazarın duyarlığının nasıl kalıcı bir özellik olduğunu fark edeceksiniz.

                                                      /././

Füruzan’ın Eserleri

Öykü:

Parasız Yatılı (1971)
Kuşatma (1972)
Benim Sinemalarım (1973)
Gecenin Öteki Yüzü (1982)
Gül Mevsimidir (Kuşatma adlı kitabındaki bir uzun hikayesinin ayrı basımı, 1985)
Sevda Dolu Bir Yaz (1999)
Toplu Öyküler (2003)
“Su Ustası Miraç” (?)

Roman:

47’liler (1974)
Berlin’in Nar Çiçeği (1988)


Gezi ve röportaj:

Yeni Konuklar (1977)
Balkan Yolcusu (1994)
Ev Sahipleri (1981)

İşte Bizim Rumeli / Bosna Hersek, Makedonya, Bulgaristan, Yunanistan (1994).

Oyun:

Redife’ye Güzelleme (1981)

Kış Gelmeden (1997)
Şiir:

Lodoslar Kenti (1991)
Çocuk kitabı:

Die Kinder Der Türkei (1979, Türkiye Çocukları)


Antoloji:

Bir Güldeste (hikaye antolojisi, Almanya, 1984)

                                                          /././

Esentepe’deki, Doğu Berlin’deki Füruzan ve daha ötesi (Muzaffer Ayhan Kara-Gerçek Gündem)

Aslı Selçuk’a sabır ve başsağlığı diliyorum bitirirken… Parasız Yatılı’yı, Kuşatma’yı, Benim Sinemalarım’ı, 47’liler’i yaratan “edebiyatın kraliçesi” Füruzan’a ve tabii Turhan Selçuk’a da hayatımıza kattıkları için teşekkür ediyorum.


Füruzan’ı bir defa gördüm, o da kitap fuarında onur yazarı seçildiğinde. Pek ortalarda bir insan değildi ünlü olsa da. Ancak ortak dostumuz E. Büyükelçi Uğur Ergun’dan çok dinlemişimdir. Çünkü Füruzan 1975 yılında Federal Almanya hükümetinin davetlisi olarak Alman Akademik Değişim Servisi (D.A.A.D.) sanatçı programı kapsamında davet edilir Batı Berlin’e ve bir yıl kalır. Uğur Ergun ve o zamanki eşi Serfinaz Ergun da Doğu Almanya tarafında, Doğu Berlin’dedir o sıralar. Uğur Ergun, diplomat olarak görev yapmaktadır. Ergun çiftinin ikiz bebeklerini beklediği dönemdir. Böylelikle Doğu Berlin’i de merak eden ve yakından tanımak isteyen Füruzan Ergun’larla sık sık Doğu Berlin’e geçip zaman geçirmektedir. Bir yıllık değişim programı boyunca bu ritüel sürer.

Esentepe’deki, Doğu Berlin’deki Füruzan ve daha ötesi - Resim : 1

ERGUN’UN ANLATIMIYLA DOĞU BERLİN ZAMANLARI

Müthiş bir belleğe ve aynı zamanda arşive sahip olan E. Büyükelçi Ergun, o dönemdeki arkadaşı Füruzan’ın Doğu Berlin günlerini şöyle anlattı:

“Solcu bir yazar olarak Doğu Berlin'i yakından tanımak onun için hem heyecanlı hem de öğretici oldu. Doğu Almanya'daki komünist uygulamaları yakından izledi. Doğu-Batı farklılıklarını tam yerinde izlerken en isabetli değerlendirmeleri yaptığını görüyorduk. Yabancı dil bilmemesine karşın özellikle Alman TV kanallarını izliyor ve büyük zekasıyla olan biteni herkesten daha önce öğreniyordu. Yüksek düzeyde eğitim gören insanların üzerinde yeteneklere sahip olmasına hayran olmamak mümkün değildi. Berlin'deki en yakın arkadaşları bizdik. Doğu Berlin'e onu biz geçiriyorduk ve bundan büyük heyecan duyuyordu.1 Mayıs 1976 'daki törenleri bizim evde izlemiştik. Yazarken olduğu gibi konuşurken de öz Türkçe kullanmaya büyük özen gösteriyordu. Bizim ikiz oğlanlar doğduğunda bizimle beraberdi. Çocuklara isim koyarken (Devrim ve Evre) birlikte isim araştırması yapmıştık. Ondan konuşurken hep saygılıydı. Hep güzel ve bakımlıydı. Güzel giyinmeye özen gösterirdi. Sinema tutkusu da büyüktü.”

BERLİN’DE KALEME ALINAN KİTAPLAR

Füruzan, Berlin’de Türk işçilerle röportajlar yaptı. Röportajlarını Yeni Konuklar adlı kitabında topladı (1977). Dokuz Çağdaş Türk Öykücüsü (1982) adlı antolojisini ve Türkiye Çocukları (1979) adlı çocuk kitabını da Berlin'de hazırladı. Füruzan’ın daha sonraki yıllarda da göçmen ve gurbetçi işçi sorunları üzerinde durduğunu görüyoruz. 1988'de yayımlanan ve belge niteliğinde bir kitap olan Ev Sahipleri'nde Almanya'nın önde gelen aydınları ve konuk işçileriyle konuşmalar yaptı. 1988'de yayımlanan ikinci romanı Berlin'in Nar Çiçeği'nde de Almanya'daki göçmenlerin hayatını işledi.

ALAYLI BİR PIRILTILI YAZAR

Yazar kimliğiyle ve “Füruzan” olarak tanıdığımız Feruze Çerçi 1932’de İstanbul’da doğdu. Karikatürist Turhan Selçuk’la 1958’de evlendikten sonra bir süre Füruzan Selçuk imzasını kullandı. Fırtınalı ve gitgeller ile geçen Füruzan-Turhan Selçuk evliliğiyle dünyaya gelen Cumhuriyet’in sinema yazarı Aslı Selçuk, yazarın tek çocuğu. Yazarın başarıyla yönettiği ve kitabından uyarlanan Benim Sinemalarım’da kızı Aslı Selçuk da yardımcı yönetmenlik yapmıştır.

Füruzan, Yalova Demir Köyü İlkokulu’nu bitirdikten sonra orta öğrenimini yarıda bırakarak kısa bir süre tiyatro oyunculuğu yaptı. Daha sonra kendini tümüyle edebiyat çalışmalarına verdi. Yani okullu değil, alaylı bir yazar. Fakat çevresindeki entelektüel hale kendisini geliştirmesinde rol oynadı. Çağdaş Türk edebiyatının önemli isimlerinden birisi oldu. Türk öykücülüğünde genellikle "küçük insanlar" olarak tanımlanan toplumun ezilmiş, hakkı yenmiş, duyarlıklı iç dünyaları keşfedilmemiş insanlarını yazmıştır. İlk öykülerinin konuları çöken burjuva aileler, yoksullukla boğuşan kadın ve çocuklar, yeni ortamlarında bocalayan ve yurt özlemi çeken göçmenlerdir. Öykünün yanı sıra şiirden, romana, gezi yazısından, denemeye ve çocuk edebiyatına kadar edebiyatın farklı türlerinde eserler vermiş, öykülerinin bazıları tiyatro sahnesine ve sinema perdesine taşınmıştır. Daha çok gözleme dayalı gerçekçi bir anlayışı benimseyen Füruzan, ilk öykülerini 1956-58 arasında Seçilmiş Hikâyeler, Türk Dili, Pazar Postası’nda yayınladı. Bu dönemi gençlik hevesi olarak gören yazar, ustalık dönemi ürünlerini ise 1964-72 arasında Dost, Papirüs, Yeni Dergi dergilerinde yayımladı. Sinemaya da uyarlanan ilk öykü kitabı Parasız Yatılı ile 1972 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı kazanarak ünlendi. Bu ödülü alan ilk kadın yazar oldu. 12 Mart dönemini işleyen ilk romanı 47’liler ile de 1975 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü kazandı. Türkiye tarihine “68'liler” olarak geçmiş, devrimci ve isyancı bir kuşak olan 1947 doğumluların macerasını anlatan eser, geniş bir kitle tarafından sevildi. Füruzan, bu dönemde Sevgi Soysal ve Adalet Ağaoğlu ile birlikte anılan bir yazar oldu.

SİNEMAYA DA TUTKULUYDU YAZI GİBİ…

Öteden beri tiyatro ve sinemaya karşı ilgisi olan (Bu ilginin köklerini aşağıda Aslı Selçuk’un anlatımından göreceksiniz) Füruzan Ah Güzel İstanbul öyküsünden uyarlanan aynı isimdeki filmde 1981’de Ömer Kavur ile birlikte senaryo çalışması yaptı. Film, hiçbir filmin birinciliğe değer görülmediği Antalya Film Festivalinde ikincilik ödülü aldı. 1982'de yayımladığı Gecenin Öteki Yüzü kitabında yer alan ve kitapla aynı adı taşıyan öykü, 1986'da TRT tarafından dizi olarak çekildi. Dizi, TRT ve Modern Gazeteciler Kurumu tarafından en iyi dizi olarak seçildi. Bütün çekimlerde sette bulunan Füruzan, bu deneyimden sonra kendisi de yönetmenlik yapmaya karar verdi. 1988-1989’da Benim Sinemalarım adlı öyküsünü senaryolaştırarak Gülsün Karamustafa ile birlikte aynı adla sinema filmi olarak çekti. Film, uluslararası festivallerde büyük ilgi gördü. Yazar, Redife'ye Güzelleme, Kış Gelmeden ve Sevda Dolu Bir Yaz adlı öykülerini ise oyunlaştırmıştır. Kış Gelmeden ve Sevda Dolu Bir Yaz, Ankara Devlet Tiyatroları tarafından sahnelendi.

Yapıtları başta Almanca olmak üzere İtalyanca, İngilizce, Fransızca, Boşnakça, Bulgarca, Farsça gibi çeşitli dillere çevrilmiştir. 1991'de Lodoslar Kenti adlı ilk ve tek şiir kitabını yayımladı. 2006 yılında Ankara Öykü Günleri Onur Ödülü alan yazar, 2008 yılında 27. İstanbul Kitap Fuarı'nın Onur yazarı olarak seçilmiş ve hakkında Füruzan Diye Bir Öykü adlı kitap hazırlanmıştır.

ASLI SELÇUK’UN KALEMİNDEN ANNESİ FÜRUZAN VE YAZAR OLARAK OLGUNLAŞTIĞI ORTAM

Sinema yazarı ve öğretim görevlisi Aslı Selçuk ile Cumhuriyet gazetesi dolayısıyla bazı ortamları paylaştık ama bir süre de Cumhuriyet’te amcası İlhan Selçuk’lu dönemde aynı çatı altında olsak da hiç oturup konuşmuşluğum yok selamlaşmanın ötesinde. Ancak geçen yıl dolaylı bir diyalogumuz daha oldu. Şişli Belediyesi’nin ricasıyla koordinatörlüğünü ve editörlüğünü üstlendiğim Şişli Semt Kitapları Dizisi içindeki “Esentepe’de Bir Gezinti” kitabını yazdırdığım İnci Pamirtan, kitap için Esentepe’nin nüvesini oluşturan Gazeteciler Mahallesi’nden Aslı Selçuk ile de konuştu. Selçuk, o kadar güzel anlatmış ki bu muhiti ve yaşadığı evi, annesi Füzuzan ile babası Turhan Selçuk ve geniş ailesini, komşularını… Füruzan ile ilgili bölümleri burada paylaşmak, Füruzan’ı belki de usta bir yazar olarak pişiren, yoğuran ortama ayna tutmalıyım…

“Gazeteciler Mahallesi, Sağlam Fikir Sokak, 23 Numara’da oturduk. Evimiz bu çıkmaz sokağın en sonundaydı. Sakin, hoş bir sokaktı. Bizim mahalledeki tüm sokak adları gazetecilikle ilgiliydi. Dergiler Sokak, Mektup Sokak, Sağlam Fikir Sokak, Yazarlar Sokak, Keskin Kalem Sokak… Beni etkileyen sokakların isimleri hiç değişmedi.

Çocukluğum böylesine güzel bir yerde geçtiği için çok mutluyum. Geniş bahçeli müstakil bir evde büyüdüm. Evimiz iki katlı büyük bir binaydı. Babam karikatürist Turhan Selçuk, ben, annem yazar Füruzan, babaannem Hikmet Selçuk, dedem Kasım Selçuk, dedemin kardeşinin kızı Emine ablam hep birlikte yaşadık. (…)

Babam evin üst katından alt katına inmek için çok güzel spiral bir merdiven tasarlamıştı.

Oturma salonuna da babamın tasarlayıp yaptığı çok güzel taştan bir şömine vardı. Şömine eve hoş bir hava katıyordu. Babam ördekler için yaptığı küçük havuzda da şöminenin taşlarından kullandı. Kışın şöminede odun yakardık, çok keyifli olurdu. Salonda boydan boya pencereler vardı, arka bahçeyi, havuzu, ördekleri, horoz ve tavukları, ağaçları, çiçekleri görürdük. Tam bir masal evi gibiydi.

Babaannem çok iyi yemek yapardı. Fransızcası çok iyiydi, her ay Hachette Kitabevi’nden ona Elle (ünlü Fransız kadın moda dergisi) dergisi gelirdi. Fransızca kitapları, sözlükleri çocukken beni çok etkiledi. Yatak odam babaannemin odasının hemen yanındaydı, penceremden hurma ağacını görürdüm, kokusunu alırdım.

Evimize gelen terzi bayan babaannemin Burda, Elle dergilerinden seçtiği modellerden elbiseler dikerdi. Dikiş makinesinin sesi, annem, Emine ablam, terzi hanım, babaannem birlikte hoş zamanlar geçirdik. Ara sıra terzi dükkanları görünce hemen Esentepe’de geçen çocukluk yıllarımı anımsıyorum.

Babam ve annem sinemayı, film izlemeyi çok severlerdi. Ben bebekken sürekli sinemaya giderlermiş. O zamanlar Beyoğlu’ndaki sinemalarda İtalyan, Fransız, Amerikan filmleri oynarmış. Bir gün sabah çıkıp, akşam eve geç dönmüşler. Babaannem onları çok merak etmiş, başlarına bir şey geldi sanmış. Oysa ki onlar sadece üst üste film izlemişler ve zamanın nasıl akıp gittiğini fark etmemişler.

Sonraları beni de sinemaya götürmeye başladılar. Evde babamın aldığı 16mm. film projeksiyon makinesi ve perdemiz de vardı. Babam Cağaloğlu’ndan belgesel alır gelirdi. Afrika, egzotik ülkeler, Şarlo, Lorel-Hardi filmleri, hayvan belgeselleri. Sinema sevgim o zaman başladı.

Evimizin çok büyük bir bahçesi vardı, aşağıdaki dere boyuna dek inerdi. Kocaman bahçenin bakımı da zordu doğrusu. Dedem doğayı, ağaçları, çiçekleri çok severdi. Dedemin bahçe, doğa sevgisini babam sürdürdü. Arka bahçemize küçük bir havuz bile yaptı. Türlü türlü meyve ağacı vardı. Hepsi organik… Vişne, siyah ve beyaz dut, malta eriği hurma, kayısı, aklına ne gelirse artık… Üst kattaki yatak odamın penceresinin tam karşısında hurma ağacı vardı.

Üstü beyaz altı siyah bir Volkswagen’imiz vardı. ‘Karakaçan’ derdik biz ona. Babam dikkatli, çok iyi şofördü, araba kullanmayı bana babam öğretti. İki tane köpeğimiz vardı: kurt köpeği Çomar, Sivas Kangal ile Buldog karışımı Korna. İkisi de güzel köpeklerdi. Babaannem Çomar ve Korna’ya kemik ve ciğer kaynatır, ekmekle karıştırıp yemek yapardı. Bol tüylü tekir kedimin adı Osman’dı.

Yan komşumuz Erkin Koray ve müzik grubuydu, gün içinde müzik provası yaparlardı. Güzel, bol tüylü bir kedisi vardı Erkin Bey’in, ön bahçelerinde Süslü adını verdiğim bu kediyi sevmeye giderdim. Evimiz, bahçe, hayvanlar, çiçekler, ağaçlar beni çok mutlu etti vardı. Biri yeşilbaş diğeri kahverengi iki ördeğimiz vardı. Onlar babamın yaptığı havuzda yüzerlerdi. Üç tavuk ve bir horozumuz vardı. Horoz, insanları kovalayan acayip bir horozdu. Tavukların yanına kimseyi yaklaştırmazdı. Herkes ondan korkardı. Sıra dışı bir horozdu.

Mareşal Fevzi Çakmak İlkokulu’na evimiz yakın olduğu için yürüyerek gidip gelirdim. Birinci ve ikinci sınıfları bu okulda okudum. Resim dersim çok iyiydi. Okulun önündeki seyyar satıcıları hatırlıyorum. Elma şekeri, leblebi tozu, kağıt ve pamuk helva, simit, açma, kuruyemiş satarlardı. Haşlanmış mısır da vardı. Ben pamuk helva severdim.

Komşularımız, babamın arkadaşlarının çoğu gazeteciydi. Sonradan mahallede evlerini satanlar,

kiraya verenler oldu. Hasan Yılmaer ve Naime Yılmaer, oğulları Esat ile Galip. Halit Kıvanç ve ailesi, Kayabal ailesi, çocukları Aslı ile Can, Dino ailesi, kızları Ayşe Dino, Figen, okuldan arkadaşım Cevahir… (…)

Ailem, büyük bahçe, kediler, köpekler, horoz, tavuklar, ördekler, ağaçlar, çiçekler, doğa, saygın, seçkin komşular bana çok şey kattılar. Çok seçkin bir topluluk vardı burada, komşuluk ilişkileri, insanların birbirleriyle olan sevgi ve saygıları, herkes birbirine saygı gösterirdi. Buranın ayrı bir aurası vardı bu konuda.”

Son olarak geçen yıl Akim Sevgilim'i yayınladı. Bu kitabıyla 2023'te Erdal Öz Edebiyat Ödülü'nün ve Sedat Simavi Ödülü'nün sahibi oldu.

Aslı Selçuk’a sabır ve başsağlığı diliyorum bitirirken… Parasız Yatılı’yı, Kuşatma’yı, Benim Sinemalarım’ı, 47’liler’i yaratan “edebiyatın kraliçesi” Füruzan’a ve tabii Turhan Selçuk’a da hayatımıza kattıkları için teşekkür ediyorum.

(derleyen: mstfkrc)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder