13 Mart 2024 Çarşamba

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 13 MART 2024 -

 

Seksin mizahından hapse giden yol (Barış Pehlivan)

11 çocuğun kaçak tarikat yurdunda yakılması değil... 

Polisin ve savcının uyuşturucu kaçakçısı çıkması değil... 

Parası ve dayısı olanın özgür, hapis yatanımızın fakirden ve kimsesiz olması değil...

6 yaşındaki çocuğun evlendirilmesi ve yıllarca istismar edilmesi değil...

Rüşvet alanın büyükelçi, baronların dostunun bakan, cinayet azmettiricisinin milletvekili olması değil...

Nedense bunların hiçbiri bizi incitmiyor, ahlakımıza aykırı olmuyor.

Ancak çiziminin “müstehcen” olduğu iddiasıyla bir karikatüristin üç yıla kadar hapsi isteniyor. 

Nasıl mı, anlatayım.

Leman dergisini okuyanlar Zehra Ömeroğlu’nu tanır. İlişkiler üzerine çizimleriyle bilinir.

Pandemi döneminde yani 2020’de yine en iyi bildiği şeyi yaptı, Leman’a haftalık çizimini gönderdi. “Pandemide Seks” başlıklı karikatüründe, salgın sürecinde seks yapan bir çifti çizmişti.

                                                   Gündemde ki karikatür

Gelin görün ki hassas terazi gibi olan yargımız hemen harekete geçti ve iddianame düzenlendi. Çizer Ömeroğlu’nun “müstehcen yayınların yayımlanmasına aracılık etmek” suçundan üç yıla kadar hapis ve para ile cezalandırılması istendi. 

İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde süren yargılamada, Zehra Ömeroğlu’nun avukatları özetle şunu dedi: “Dava konusu karikatürde; cinsi arzuları tahrik ve istismar eden hiçbir ibare yer almıyor. Aksine bu arzular tiye alınarak kapsamından uzaklaştırılıyor ve sıradan, komik biçimde bir tespit resmediliyor. Karikatürde cinsel uzuv sergilenmemekte, cinsel ilişki tasvir edilmemekte, yalnızca insani bir sahne yer almaktadır. Çizimde cinsel bölgeler de iç çamaşırı ile kapatılarak resmedilmiştir. Pornografik ve hatta erotik bir sahne dahi yer almamaktadır.”

Sonunda mahkeme Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’na başvurdu. Ve kurul da yaklaşık iki yıldır beklenen raporunu yazdı.

TAMAMEN ÇIPLAKMIŞ!

Şimdi bir çizime dair hazırlanan ve dava dosyasına yeni giren iki sayfalık raporu okuyorum.

Ya benim gözlerim iyice bozuldu ya da kurul üyeleri özel güçleriyle görünmeyeni fark edebiliyor.

Zira raporda aynen şöyle yazıyor: “Leman Dergisi’nden alınan 1 sayfa resimde; tamamen çıplak bir kadının tamamen çıplak vaziyette dizlerinin üstüne oturduğu bir erkeğin ise kadının cinsel organ bölgesine ağzıyla tahrik ettiği görüntü yer almaktadır.” 

Cümle düşüklüğü beş kişilik kurul üyelerine ait. Lakin, anlıyorum ne demek istediklerini. Gelin görün ki bir cümlede iki kez “tamamen çıplak” dedikleri insanı, inceledikleri karikatürde ben göremiyorum. Zira çizimde seks yapan kadının pembe alt iç çamaşırı var. Erkeğin de “tamamen çıplak” olduğuna dair geçtim görüntüsünü, bir ima dahi yok. Rapordan anladığım kadarıyla, kurul üyeleri kadının cinsel organının nerede olduğunu dahi pek bilmiyorlar.

Nihayetinde...

Muzır Neşriyat Kurulu, dava konusu karikatürden uzak bu garip iddialarıyla süslediği raporunu şöyle bitiriyor: “Leman Dergisi’nden alınan 1 sayfa resim görüntüsünün; Türk Ceza Kanunu’nun 226’ncı maddesinde yer alan unsurları taşıdığı; halkın ar ve hayâ duygularını incittiği, cinsi arzuları tahrik ve istismar eder nitelikte genel ahlaka aykırı olduğu, müstehcen bulunduğu oy birliği ile mütalâa edilmiştir.”

Bu da demek oluyor ki...

Mahkeme, eğer tüm hatalarına rağmen bu raporu dikkate alırsa, karikatürist Zehra Ömeroğlu çiziminden dolayı hapse girecek. Böylece adına “yargı” dedikleri sistem bir türlü sarsılmayan o sağır vicdanını yine rahatlatacak.

Ne güzel demiş Mark Twain: Mizah duyarlılığından yoksun insan yaysız bir arabaya benzer. Yoluna çıkan minicik taşlarda bile sarsılır.

                                                        /././

Merkezden yerinden yönetime örgüte yetki (Öztin Akgüç)

Olağan koşullarda başarı ya da başarısızlığın ana nedeni yönetimdir. Yönetimin, belli bir anlayışı, filozofisi, ilke ve kuralları vardır. Siyasal partiler için de ilke ve kurallar geçerlidir. Siyasal partilerin geniş örgütleri olduğunda genel merkez örgüt ilişkilerinin düzenlenmesi, kurallara bağlı olması, merkezden ve yerinden yönetiminin bağdaştırılması, işlevlerinin belirli olması gerekir. Siyasal partiler için de yönetimin genel kuralları geçerlidir.

CHP’de değişim, yönetim anlayışı ve uygulamasıyla gerçekleştirilmeli, yönetim katılımcı hale gelmeli; örgüt yönetim ve uygulamada daha fazla yetki ve sorumluluk almalıdır. 1992’de partinin yeniden faaliyete geçişi sonrası tüzük değişiklikleriyle, Baykal ve Kılıçdaroğlu’nun tercihleriyle; partinin yönetimi, karar alma yetkisi merkezde, fiilen başkan ve çevresinde toplanması, örgütün karar alma sürecine katılma etkinliğinin azalması, partinin oy oranında gerileyişin, siyasal başarı eksikliğinin belirleyici etkenlerindendir. Önseçim yerine merkez yoklamasıyla aday vekilin yerel yöneticilerin seçimi değil, atanması sonucuna neden olduğunda partinin ayırıcı özelliği demokratik yapıdan uzaklaşmasına yol açtı. Yönetim anlayışı, örgütün, karar alma sürecine etkin şekilde katılması, merkez ve örgütün yetki ve sorumluluklarının belirlenmesi yönünde değişmelidir.

Geniş, yaygın örgütsel yapıda özellikle siyasal partilerde yerel örgüt, partinin altyapısını, fidanlığını oluşturur; partinin öz insan kaynağıdır. Transfer değerler, spor kulüplerinin profesyonelleri gibidir. Kişisel beklentileriyle ya da bir şekilde dışlandıkları siyasal örgüte tepki olarak partiye katılırlar. Transfer değerlerle uzun süreli başarı sağlama, kalıcılık yoktur. Örneğin geçmişte seçim kazanmış, ANAP, DP, DSP günümüzde ya yoktur, ya da tabela partisi konumuna gerilemişlerdir. CHP, seçim kayıplarına, iç ve dış engellere hatta kumpaslara 1981-1992 döneminde kapalı tutulmasına, yöneticilerinin gözaltına alınmasına, siyaset yasağı getirilmesine, zaman zaman partiden önemli istifalar almasına karşın, CHP yine de ülke yönetiminde iddia ve etkisini sürdürmüş, ülkenin bağımsızlığını, çıkarlarını korumuştur.

1950 seçimini kazanarak on yıl ülkeyi yöneten DP’nin günümüzdeki vekillerinin CHP listesinden TBMM’ye girişi de tarihin bir cilvesidir. 1967 kurultayı sonrası 48 vekil partiden istifa etmiş; başbakan yardımcılığı parti genel sekreterliği yapmış Turhan Feyzioğlu, Kemal Satır gibi dönemin siyasal ağır topları partiden ayrılmış, Feyzioğlu Güven Partisi’ni kurmuş, 33 yıl partinin genel başkanlığını yapmış, Mudanya Mütarekesi ve Lozan Antlaşması’nı ülkeye kazandırmış Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa partiyle ilişiğini kesmiş, partiyi iki kez birinci olarak iktidara taşımış, Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirmiş Bülent Ecevit 1983 yılında DSP’yi desteklemiş; tüm bu gelişmeler CHP’nin varlığını etkilememiştir. Yerel seçim öncesi istifaları, 1 Nisan sonucunu bekleyenleri yandaş abartısına karşın önemsememek gerekir. Önemli olan partinin kurucu ilke ve misyonudur.

CHP’nin örgütünü geliştirip daha etkin hale getirmek için, üye sayısını artırmak, önseçimi ilke olarak eksiksiz uygulamak, Halkevleri odalarını yeniden oluşturmak, sanatsal yarışmaları ödüllendirmek, öğrencilere burs, eğitim olanağı sağlamak, partiye üye kabulünde genel merkezin gözetiminde yetkili kalmak yerinde olur.

Başarı için karakter, dürüstlük, dik duruş, vakar, ödün vermeme gerekli özelliklerdir. Kurucu CHP günümüzde ülkeyi emperyalizmin tuzaklarından, Cumhur İttifakı’nın boyunduruğundan kurtarıcı olmalıdır.

                                                        /././

Kadınlar Halk Fırkası’ndan Türk Kadınlar Birliği’ne (Sinan Meydan)

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü geride bıraktık. Ben de bugünkü yazımda, Türkiye’de kadın hakları tarihi söz konusu olunca ya göz ardı edilen veya çarpıtılan bir konudan; Kadınlar Halk Fırkası’ndan ve Türk Kadınlar Birliği’nden söz edeceğim.

KADININ SEÇİM HAKKI TARTIŞMASI

Türkiye’de ilk kez, 15 Kasım 1921’de, TBMM’de, “Köy ve Bucak Yönetimi Kanun Tasarısı” görüşülürken kadınların siyasal hakları Meclis gündemine geldi. O Meclis oturumunda Hüseyin Avni Bey (Erzurum), kadınların hayata katıldığını ve vergi verdiğini, dolayısıyla Meclis’e de girmeleri gerektiğini söyledi. Bu sözler üzerine Meclis’te tartışma çıktı. Tunalı Hilmi Bey, Hüseyin Avni Bey’i destekleyerek kadınlara seçim hakkı verilmesini savunurken bazı milletvekilleri “şeriat hükümlerinin buna izin vermediğini” ileri sürerek kadınların seçim hakkına karşı çıktılar. Sonunda 1921’de, tamamı erkeklerden oluşan Meclis, kadınlara seçim hakkı verilmesini kabul etmedi.

Bu tartışmalardan yaklaşık iki yıl sonra, 1923’te, Kadınlar Halk Fırkası kurulacaktı. 

16-17 Ocak 1923’te İzmit Basın Toplantısı’nda, Vakit gazetesi yazarı Ahmet Emin Yalman’ın, “Halide Edip Hanımefendi’yi milletvekili görecek miyiz?” sorusuna, Atatürk şöyle yanıt verdi: “Kanunlara göre şimdiye kadar 50 bin erkek nüfusa 1 milletvekili çıkmıyor mu? Şimdi genel olarak 50 binde 1 milletvekili dersek o zaman bu şekilde erkeklerle birlikte kadınlar da söz konusu olur. Bu tabir ile kadınlara da seçim hakkı verilmiş olur.”

Bunun üzerine Halide Edip Hanım, “Paşam, bu kararı bu Meclis mi verir, yoksa ikinci bir Meclis mi verir?” diye sordu. Atatürk, Halide Edip Hanım’ın bu sorusuna da şu yanıtı verdi: “Bu noktayı ben bazıları ile konuştum. Buna henüz itiraz edenler var. Fakat er geç olacaktır. (...) Bizde her yerde fazla mı taassup vardır, nedir?” 

KADINLAR HALK FIRKASI

TBMM, 1 Nisan 1923’te seçim kararı aldı. Milletvekili Seçimi Kanunu’na göre “18 yaşını dolduran 20 bin erkek nüfus için 1 milletvekili seçilecekti.” (Daha önce 50 bin erkek nüfus 1 milletvekili çıkarıyordu.) Osmanlı’da, II. Meşrutiyet’in özgürlük ortamında bazı öncü kadınların liderliğinde bir kadın hareketi ortaya çıkmıştı. Bu hareket, 30 Mayıs 1923’te Nezihe Muhittin Hanım’ın öncülüğünde bir kongre düzenledi. 

Daha Halk Fırkası kurulmadan, cumhuriyet ilan edilmeden, Medeni Kanun ortada yokken ve kadınlar hiçbir siyasi hakka sahip değilken, 16 Haziran 1923’te, İstanbul’da Darülfünun’da toplanan kadınlar şûrasında, Kadınlar Halk Fırkası kuruldu. Nezihe Muhittin’in başkanlığında kurulan partinin ikinci başkanı Nimet Remide Hanım’dı. Partide, Latife Bekir, Şükufe Nihal gibi isimler de görev aldı. Partinin, 27 maddelik kuruluş bildirisinde kadınların, toplumsal, hukuki ve siyasi haklarını elde etmek için mücadele edileceği belirtiliyordu.

O zamanki Milletvekili Seçimi Kanunu’nda kadınların seçme seçilme hakkı olmadığı için Kadınlar Halk Fırkası tescil edilmedi. Ayrıca Atatürk, 6 Aralık 1922’de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni siyasi parti haline getireceğini, adının da “Halk Fırkası” olacağını ilan etmişti. Dahası, Kadınlar Halk Fırkası, “cinsiyet temelli” bir parti olarak düşünülmüştü. Oysa Atatürk, hiçbir ayrım yapmadan halkın tamamını kucaklayan bir “Halk Fırkası” kurmak istiyordu. 

Atatürk, Türk kadınlarının medeni ve siyasal haklara kavuşmalarını istiyor, bunun için kadınların mücadelesini önemsiyordu. Bu nedenle hükümet, o sırada yasal olarak parti kurmaları mümkün olmayan kadınlara, cemiyet kurmalarını önerdi. 

HER ERKEK TÜRK 

Bu arada 1924 Anayasası hazırlanırken oluşturulan anayasa taslağında -Atatürk’ün, 1923’te İzmit Basın Toplantısı’nda dile getirdiği formülle- anayasanın 10. ve 11. maddeleri, “18 yaşını dolduran her Türk milletvekili seçme, 30 yaşını dolduran her Türk milletvekili seçilme hakkına sahiptir” biçiminde düzenlenerek kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmek istendi. 16 Mart 1924’te Meclis’te bu maddeler bu haliyle tartışılmadan oybirliğiyle kabul edildi. Fakat daha sonra “Her Türk” denilerek kadınlara da seçme ve seçilme hakkı verilmek istendiği fark edilerek buna itiraz edildi. Tartışmalardan sonra anayasa taslağının 10 ve 11. maddelerindeki “Her Türk” ifadesi çıkarıldı, yerine “Her erkek Türk” ifadesi konuldu ve maddeler bu haliyle kabul edildi. Atatürk’ün isteğine rağmen 1924’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilemedi. Bunun için daha 10 yıl mücadele etmek gerekecekti.

TÜRK KADINLAR BİRLİĞİ

7 Şubat 1924’te, Kadınlar Halk Fırkası’nın tüzüğü değiştirilerek yine Nezihe Muhittin başkanlığında, Türk Kadınlar Birliği kuruldu. 23 maddeden oluşan tüzüğe göre Türk Kadınlar Birliği, kadınlığı “fikri ve sosyal alanlarda” yükselterek ileri bir düzeye ulaştırmayı amaçlıyordu. 28 Haziran 1925 kararnamesi ile kamuya yararlı dernek sayılan Türk Kadınlar Birliği, 1924-1927 yıllarında İstanbul dışında da örgütlenerek Denizli, Afyonkarahisar ve Diyarbakır’da şubeler açtı. Üye sayısı kısa sürede 500’ü buldu.

Türk Kadınlar Birliği, “Türk Kadın Yolu” adlı bir dergi çıkardı. Kadınlara yönelik bilgilendirici kurslar açtı, konferanslar yaptı. Kadınların çeşitli meslekleri yapabilmeleri için girişimlerde bulundu. Anadolu’dan İstanbul’a okumaya gelen genç kızlara yardım etti. Fakir ve kimsesiz öğrencilere yemek verdi. Yabancı dil öğrenmek isteyen kadınlar için kurslar açtı. Kadınları çağdaş kılık kıyafete özendirdi. Balolar düzenledi.

1926’da Türk Medeni Kanunu kabul edildi. Böylece Türk kadını en temel medeni haklarına kavuştu. Şimdi sıra, siyasal haklara gelmişti. 

Türk Kadınlar Birliği, 1927’de tüzüğüne bir madde ekleyerek kadınlara siyasi haklar sağlamayı temel amaçlarından biri haline getirdi. Birlik, bir kadın adayla 1927 seçimlerine katılmak istediğini bildirdi. Ancak anayasaya ve seçim kanuna göre “sadece erkek Türklerin seçme ve seçilme hakkı” olduğu için bu istekleri gerçekleşmedi. Bunun üzerine birlik, feminist olduğu gerekçesiyle, İstanbul Vilayeti Hukuk İşleri Müdürü Kenan Bey’i kadınlar adına Halk Fırkası’na aday olarak önerdi. Bu süreçte Türk Kadınlar Birliği, Ankara’ya bir heyet gönderip Atatürk’le görüştü. 

3 Nisan 1930’da kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkı tanındı. Türk Kadınlar Birliği, bunu kutlamak için 11 Nisan 1930’da İstanbul’da bir miting düzenledi ve seçimlere katılma kararı aldı. Eski başkan Nezihe Muhittin Serbest Cumhuriyet Fırkası’ndan, yeni başkan Latife Bekir ise Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan İstanbul Şehir Meclisi’ne aday gösterildiler. Seçim sonucunda Eminönü’nden Rana Sanıyaver ve Refika Hulusi Behçet, Beyoğlu’ndan Nakiye Elgün ve Latife Bekir, Beykoz’dan ise Seniye İsmail Hakkı Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan İstanbul Şehir Meclisi üyesi seçildiler.

26 Ekim 1933’te kadınlara köy ihtiyar heyeti ve muhtar seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı.

5 Aralık 1934’te de kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanıdı.

Türk Kadınlar Birliği, Beyazıt Meydanı’nda düzenlediği bir toplantıyla bunu kutladı.

Kadınlar, Cumhuriyetin verdiği bu hakkı ilk kez 8 Şubat 1935’teki milletvekili seçimlerinde kullandılar. 1 Mart 1935’te toplanan TBMM’ye 18 kadın milletvekili girdiğinde henüz İsviçre, Belçika, Fransa gibi ülkelerin parlamentolarında hiç kadın milletvekili yoktu. 

ULUSLARARASI KADINLAR BİRLİĞİ KONGRESİ

Cumhuriyet hükümeti, Türk Kadınlar Birliği’nin uluslararası toplantılara katılmasını destekledi, bu konuda birliğe gerekli yardımı yaptı.

Türk Kadınlar Birliği, 1926 Paris Kongresi’nde Uluslararası Kadınlar Birliği’ne kabul edildi. 1929’da Berlin’de toplanan 11. Uluslararası Kadınlar Birliği Kongresi’nde Türkiye’yi Türk Kadınlar Birliği adına Eyzayiş Suat temsil etti. Türk Kadınlar Birliği’nin davetiyle Uluslararası Kadınlar Birliği, 12. kongresini 1935’te İstanbul’da toplamaya karar verdi. Bunun nedeni Türkiye’de 1934’te kadınlara siyasal hakların verilmesiydi.

Atatürk, Türk Kadınlar Birliği’nin ev sahipliğinde İstanbul’da düzenlenen bu kongreye büyük önem verdi. Birlik üyelerinin İstanbul’da konaklama, ulaşım, haberleşme gibi tüm ihtiyaçlarını Türk hükümeti karşıladı. Türkiye Cumhuriyeti konsoloslukları kongreye katılacak delegelere ücretsiz vize verdi. Ayrıca hükümet, kongre anısına özel posta pulları (15 çeşit) çıkardı. Gazete ve dergiler “feminizm kongresi” dedikleri kongreye geniş yer ayırdı. 

40 kadar ülkeden 500’e yakın temsilcinin katıldığı 12. Uluslararası Kadınlar Birliği Kongresi, 18-24 Nisan 1935’te İstanbul’da toplandı.

Kongrede, Uluslararası Kadınlar Birliği delegeleri, kadınlara siyasal haklar veren Türkiye’den övgüyle söz ettiler. Mısır Heyeti Başkanı Hoda Şaravi,“Şark’ta kadınlığın kurtuluşunu Atatürk’e borçluyuz” dedi. Türk Kadınlar Birliği Başkanı Latife Bekir ise “Son zamanlara kadar yalnız erkeklere mahsus olan medeni ve siyasal bütün haklardan büyük şefimiz Atatürk sayesinde bugün yararlanan Türk kadınlığı adına söz aldığını” belirtti. Bekir sözlerini, “Türk kız kardeşlerimizin dileklerini yerine getiren dâhi (Atatürk), bizim için yalnız bir vatan kurtarıcısı değil, aynı zamanda Türk kadınının kurtarıcısıdır” diye bitirdi.

1935’te birlik başkanının, “Kadın Birliği ülkülerine kavuşmuştur. Türk kadınlığına bütün haklar tanınmıştır. Bundan sonra Kadın Birliği’ne ihtiyaç yoktur” sözleri ile Türk Kadınlar Birliği kapatıldı. Bu konudaki boşluk Cumhuriyet Halk Fırkası’nın kadın kolları şubesinin oluşturulmasıyla doldurulmaya çalışıldı. Türk Kadınlar Birliği, 19949’da yeniden kuruldu. 

                                                ***

Atatürk Cumhuriyeti, 10 yıl içinde kadınlara önce medeni, sonra siyasal haklarını verdi. Bu süreçte Türk Kadınlar Birliği, kadın hakları konusunda farkındalık yaratılmasına, kamuoyu oluşmasına katkıda bulundu. Cumhuriyet hükümeti de genelde tbirliğe destek oldu. Türk kadını haklarını, -o haklar için mücadele eden öncü kadınların hep hatırlanacak çabasıyla birlikte- Atatürk’e ve Cumhuriyet Devrimi’ne borçludur. Bu gerçeği Türk kadın hareketinin öncülerinden Nezihe Muhittin şöyle ifade etmiştir: “Cumhuriyet hükümetimiz bu ihtiyacı hissetmiş ve kadınlara bu hakkı vermiştir. Bu hak, alınmamış verilmiştir.”

Dipnotlar:

  1. TBMM Zabıt Ceridesi, D1, C.14, s. 221-224.
  2. Arı İnan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, Ankara, 1982, s. 85.
  3. Zafer Toprak, “Türkiye’de Siyaset ve Kadın: Kadınlar Halk Fırkası’ndan ‘Arşıulusal Kadınlar Birliği Kongresi’ne (1923-1935)”, Kadın Araştırmaları Dergisi, Ocak 2012, s. 6.
  4. Toprak, s.8; Aliye Kaçar, Kadınlar Halk Fırkası’ndan Türk kadınlar Birliği’ne Kadın Hareketi ve Basına Yansıması, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bursa, 2020, s. 48,56.
  5. TBMM Zabıt Ceridesi, D.2, C.7,İ.13, s. 540.
  6. TBMM Zabıt Ceridesi, D.2, C.7,İ.13, s. 542- 543.
  7. Ahmet Mumcu, Atatürkçülükte Temel İlkeler, İstanbul, 2000, s. 4.
  8. Toprak, s. 8.
  9. “Kadın Birliği Dün Gazi Hazretlerine Arz-ı Tazimat Etti, Milliyet, 4 Temmuz 1927, s.1.
  10. “Seçilen Belediye Azaları”, Cumhuriyet, 29 Teşrin-i Evvel 1930, s.1.
  11.  BCA, 30.18.01.02.49.79.14.
  12. BCA, 30.18.1.2.52.14.6.
  13. Toprak, s. 11-12.
  14. Toprak, s. 12; Kaçar, s. 124-126; Ayten Sezer Arığ, “Türk Kadınlar Birliği”,

          https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/

                                                                           /././

İşine gelince helal, gelmeyince vebal (Zülal Kalkandelen)

Diyanet TV’de “Diyanet’e Soralım” adlı programa katılan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi İdris Bozkurt’a bir seyirci, “Alkol satışı olan bir otel ya da markette çalışsak, aldığımız maaşta sakınca olur mu?” diye sormuş.

“Sadece içeni değil, üreteni, ürettireni, taşıyanı, sunanı, kendisi için taşıtanı, servis edileni, hatta bunun parasını değerlendireni ve parasından istifade edenin hepsini peygamberimiz lanetliyor. ‘Allah’ın rahmetinden uzak olsunlar’ diyor. Böyle bir müessesede çalışan insan da bir şekilde alkol gelirinden istifade ediyor. Bu durumda olan insanın oraya verdiği emek veya mesaisinin karşılığında aldığı ücret kendisine helaldir. Ama yapılan işlerden mesuliyeti, vebali yoktur diyemeyiz. Alternatif iş bulana kadar orada çalışabilir. Ama ‘Helal kazancıma dolaylı da olsa vebal olmasın istiyorum’ diyorsa alternatif işlere baksın.”

Şubat ayında aynı programa katılan Bozkurt, torpille işe girmek hakkında, “Vebaldir, mesuliyeti vardır” diyerek ardından şunları da eklemişti: “İşe girdikten sonra elde edeceğimiz kazanç tamamen meşrudur. Yapılan iş de meşrudur, elde edilen kazanç helaldir.”

Kopya çekmenin ise “haksız bir kazanım, hırsızlık” olduğunu söyleyip sonrasındaki kazanç hakkında “Yapılan iş yanlıştır fakat yaptığımız işin karşılığında emek vererek aldığımız maaş helaldir” demişti. 

Torpille işe girip sınavlarda kopya çekenlerin neden olduğu adaletsizliği, “Sonradan verilen emekle elde edilen kazanç helaldir” diyerek aklayacaksınız ama alkol satılan mekânda emeğiyle yaşam mücadelesi veren insanın kazancına vebal karıştığını söyleyeceksiniz.

Ve aynı anda kendiniz de o alkollü içkilerin satışından gelen vergilerin de katkısıyla oluşan bütçeden maaş alacaksınız!

Azerbaycan’dan sıfır gümrük vergisiyle yılda 1.5 milyon litre şarap ve fermente edilmiş alkollü içki ithal edilmesi TBMM’de kabul edilecek, sonra da bir kamu kurumunun yöneticisi çıkıp alkollü içki tüketenler “Lanetlenmiştir” diyecek.

Ve herkes bu çelişkileri görüp susacak, öyle mi?

Alkollü içkinin zararlarını anlatabilirsiniz, karşı olduğunuzu söyleyebilirsiniz ancak alkollü içki satışı olan yerleri işletenleri, oralarda çalışanları ve sosyal bir içici olarak alkollü içki tüketenleri hedef gösterecek şekilde konuşamazsınız. Türkiye Cumhuriyeti anayasasında devletin laik olduğu yazıyorsa “Biz kimsenin hayat tarzına karışmadık” diyenlerin, bunun gereğini yapmaları gerekir.

                                                 ***

İsteyen oruç tutar, istemeyen tutmaz. İsteyen alkollü içki tüketir, istemeyen tüketmez. İsteyen inanır, istemeyen farklı bir inanca yönelir ya da inanmaz. 21. yüzyılda inançla ilgili konuların sürekli ayrıştırıcı bir şekilde gündeme getirilmesi, halk arasında düşmanlığı kışkırtır.

Birilerine lanet okuyacaksanız, çocuk istismarcılarının ve tecavüzcülerin cirit attığı tarikatları ve cemaatleri lanetleyin.

Çocuk yaşta yaptırılan evlilikleri lanetleyin.

Kadın katillerini lanetleyin.

Vatandaş açlıkla savaşırken, kamu bütçesiyle lüks harcamalar yapanları, en pahalı arabalara binenleri lanetleyin.

Halkın birikimini ve ülkenin topraklarını emperyalistlere peşkeş çekenleri lanetleyin!

(Cumhuriyet)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder