21 Mart 2024 Perşembe

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 21 MART 2024 -

 

31 Mart’ta kime oy verelim (Barış Terkoğlu)

Sorsan adı büyükşehir. Her gün asfaltında çukura giriyorsun. Yola söveceğine asfaltın altındaki çıkara söv.

Her yerde 32 dişini gösteren aday fotoğrafları. Partiler kazanmak için birbiriyle yarışıyor. Oysa asıl galip sandıktan çıkmayacak. Seçimden sonraki belediye ihaleleri, milyonlarca insanın değil milyonları alanların kazandıklarını görmeyenlere gösterecek.

Öyle ya... Hükümet milletin kredi kartlarına “borçlar azalsın” diye sınır koyma peşinde. Ama ülkenin en borçluları başta kendi partisininkiler olmak üzere belediyeler. Üstelik delik gittikçe büyüyor. Geçen yılın verilerine göre 30 yerel idarenin sadece Hazine’ye borcu 10.5 milyar lira. Sebebi belli, halk için ayrılan kaynaklar şirketlere dağılıyor. Haliyle, kamudan beslenen sınıf, “O para senin değil benim” diyor.

Çok taze bir hikâye var...

İstanbul’da yolların asfaltlanma ihalelerinin başını Met-Gün İnşaat çekiyordu. Kamuoyuna yansımasaydı rakamı bilmeyecektik. İBB, AKP döneminin son bölümünde Met-Gün’e borçlanmıştı. Mart 2019 seçimlerinde AKP belediyeyi kaybetti. Şirket, yeni idareden parasını almak için harekete geçti.

Peki hangi para diyeceksiniz? Malum, AKP döneminde İstanbul’da pek çok metro inşaatı başlamış, “Para yok” diyerek yarım kalmıştı. Anlaşılan o ki metroya olmayan para asfalta gitmişti. İşte İBB’nin yeni yönetimi, yarım kalan metroları tamamlamak için yurtdışından kredi bulmuş, inşaatları yeniden başlatmıştı.

Derken...

BELEDİYENİN PARASI ŞİRKETE

Met-Gün İnşaat “Bana borcu var” diyerek belediye hakkında icra takibi başlattı. Belediyenin Vakıfbank’ta bulunan yaklaşık 565 milyon lirası, bankanın da oluruyla şirketin hesabına geçti.

“Bankanın da oluruyla” diyorum. Zira bir şirketin belediyenin parasına el koyması o kadar kolay değil. İcra İflas Kanunu’na göre devlet malları haczedilemiyor. Haliyle devletin olan metro projesi için ayrılan paraya el konamıyor. Öte yandan Belediye Kanunu’na göre proje paralarına ya da şartlı bağışlara da dokunmak mümkün değil. Ancak bir kamu bankası olan Vakıfbank, şirket ile belediye arasında kalmış, belediye hesabına gelen dövizi Türk Lirası’na çevirerek Met-Gün hesabına aktarmıştı.

Üstelik bu, bankayla ilk gerilim değildi. Koronavirüs döneminde toplanan yardımları İçişleri Bakanlığı bloke ettiğinde de iki kurum karşı karşıya geldi. İBB el değiştirince Hamidiye Suları ile bankanın anlaşmasının iptal edilmesi de bir meseleydi.

İBB DAVALARI KAZANDI

İşte İBB’nin metro paralarının Met-Gün hesabına geçirilişi o günlerde mahkemeye taşındı. Süreç neredeyse dört yıl sürdü.

Madde madde sonucunu anlatayım...

İBB’nin 179.5 milyon liradan fazla kısmı içeren “haczedilemezlik” davası İBB lehine sonuçlandı. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nde 23 Ocak 2023’te bu karar kesinleşti.

İBB’nin 161 milyon liradan fazla kısmı içeren “haczedilemez” başvurusu da lehine sonuçlandı. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nde 20 Aralık 2023’te karar kesinleşti.

İBB, 223 milyon 695 milyon liranın üstündeki parası için yaptığı başvuruyu yerel mahkemede kaybetti. Ancak istinaf bu kararı hatalı olduğu gerekçesiyle bozdu. Şimdi dava yeniden İstanbul 11. İcra Hukuk Mahkemesi’nde görülüyor. Onun da İBB lehine çıkması muhtemel görünüyor.

İşin ilginç yanı kararlarda Vakıfbank da yargı tarafından eleştiriliyor. Örneğin İstanbul Bölge Adliyesi 23. Hukuk Dairesi, Vakıfbank’a şöyle göndermede bulunmuş:

Dosya içerisinde bulunan banka yazısında, haczi kabil olmayan hesaplarda bulunan bu paraların belediyenin talimatı olmadan, icra dairelerinden gelen ısrarlı talepler üzerine banka tarafından bakiyelerin ... nolu hesaba aktarıldığı ve buradan takip dosyalarına ödemeler yapıldığı anlaşılmıştır.”

PARA HÂLÂ ALINAMADI

Dün İBB’yi arayarak kazandıkları davaların sonucunda paralarını geri alıp alamadıklarını sordum. Paralar halen İBB’nin hesabına geçmemişti.

Sonuç olarak...

Halka hizmet vermekle yükümlü olan belediyenin hesabında olması gereken yarım milyar liradan fazla para dört yıldır bir asfalt şirketinde. 565 milyon liraya enflasyonu, dövizin artışını, pahalılığı ekleyin. Halk için nelerin yapılabileceğini tahmin edin.

İşin acı yanı, halkın parası için belediye ile şirket arasında süren kavgada, kamunun bankasının da hükümetin medyasının da şirketten yana tavır almış olması.

Haliyle “Kime oy verelim” diye soruyoruz ya...

Size bir parti öneremem. Ama yukarıdaki hikâye cevap veriyor. Kim belediyelerin varlığını ihale adı altında şirketlere dağıtmayacaksa, kim ayrıcalıklı zenginlerden paralarımızı geri alacaksa, kim kamunun çıkarını şahsi çıkarların önüne koyacaksa ona oy verelim. Afişte yakışıklıgüzel görünene değil. Üzgünüm ki kamu çıkarı için çalışması beklenen, haliyle eli sıkı olması gereken belediyeyi kazanmak için dört bir yandaki reklamlara harcanan paralar, “doğru oy kriteri”nden ne kadar uzakta olduğumuzu gösteriyor.

Zenginliğin kaynağı olarak çalışmayı gösterirler. Oysa emeğin kendi sahibini zengin ettiği pek de görülmemiştir. Zenginliğin asıl kaynağı başkalarının çalışması, başkalarının emeklerinin harcanmasıdır.

                                                                /././

‘Süreç olarak faşizm’den son görüntüler (Ergin Yıldızoğlu)

Önceki yazılarımda aşırı sağın (faşizmin) Avrupa’da güçlenmekte olduğunu vurguladım. Avrupa’da tarihsel olarak sömürgeciliğin, modern emperyalizmin merkez ülkeleri, Almanya, Fransa ve İngiltere’deki kimi güncel olaylara bakmak süreci/tehlikeyi daha iyi kavramaya yardımcı olabilir.

‘Zionism Über Alles’

Dissent dergisinde, Hans Kundani (15/03) Hamas’ın 7 Ekim saldırısına, İsrail Gazze’de soykırım ve yıkım ile tepki vermesi üzerine başlayan tartışmalarda Almanya’da oluşan iklimi analiz eden yazısında, Almanya’nın büyük uluslararası medya grubu Axel Sprinef SE’nin CEO’su Mathias Döpfner’in bir toplantıda konuşmasını “Zionism Über Alles” diyerek bitirdiğini aktarıyor. “Deutschland über Alles” ünlü bir Nazi dönemi şarkısıdır. Kundani, “Anlaşılan, Alman müesses nizamı, Holokost’un kendisine insanlığa karşı bir sorumluluk yüklediğine ilişkin inancını, ‘Sadece İsrail’e karşı bir sorumluluk yüklemiştir’ ile değiştirmiştir” diyordu.

Anlaşılan Almanya tarihindeki soykırım lekesini İsrail’i kayıtsız şartsız destekleyerek yıkamaya çalışırken bir başka soykırımı destekliyor; hatta İsrail’in Filistin halkını hedef alan politikalarını karşı çıkanları, kimi solcu Yahudi entelektüelleri bile antisemitizmle suçlayarak susturmaya çalışıyor. Bu sırada faşist AfD, İsrail’i destekleyen gösterilere katılarak “Korkmayın biz sizi koruruz” diyormuş.

Kamuoyu yoklamaları AfD’nin ülkede yüzde 20 ile ikinci parti, doğu eyaletlerinde yüzde 30+ ile birinci parti konumuna yerleştiğini gösteriyor. AfD’nin “en” radikal kanadının çok güçlü olduğu Thuringia eyaletinde, göçmenler, Gazze için protestolar düzenleyenler, ilerici avukat büroları sık sık saldırıya uğruyormuş. Ajans Press, AfD’nin Thuringia liderinin Almanya’nın tarihini 180 derece dönüşle yeniden yazmak istediğini, Thuringia’da okullarda kimi eğitmenlerin Nazi dönemini anlatmaktan korkmaya başladıklarını, bu sırada Yahudi soykırımı anıtlarına, bölgedeki Buchenwald toplama kampının duvarlarında Nazi sloganlarına, gamalı haçlara giderek daha sık rastlanıyormuş.

Fransa’da histeri krizleri

Başkan Macron’un, Paris Olimpiyatlarının açılışını ünlü şarkıcı Aya Nakamura’ya yaptırma niyeti Fransız sağında adeta bir histeri krizi yarattı. Nakamura dünyada en çok dinlenen Fransız sanatçısı, 2023’te ülkenin en çok satan 20 albümü arasında yer alan tek kadın. 2018’de çıkardığı Djadja YouTube’da neredeyse 1 milyar dinlemeye ulaşmış, 2021’de ikinci albümü Spotify’da 1 milyar dinlemeyi aşmış. Geçen yıl Paris’teki efsanevi Bercy Arena’da iki konser vereceğini duyurduğunda, biletler 15 dakika içinde tükenmiş. Ama Fransız müzik endüstrisi Nakmura’ya bugüne kadar tek bir ödül vermedi.

Sorun Nakamura’nın Afrikalı-Fransız siyah bir kadın olmasından, şarkılarında yeni sözcükler üretiyor, bunların da gençlerin benimsiyor olmasından kaynaklanıyor. Faşistler, “Olmaz. Olamaaaz” diye krizler geçirirken halkın yüzde 73’ü “Nakamura Fransız müziğini temsil etmiyor” derken, yüzde 63’ü Paris olimpiyatlarını açmasına karşıymış.

Aşırılar, ırkçılar ve bağışlar

İngiltere’de de Muhafazakâr Parti hükümeti histeri krizleri geçiriyor. Müesses nizam Gazze soykırımında İsrail’in yanında yer alırken halk, Filistin halkına destek verdi; tüm büyük kentlerde Siyonizme karşı dev gösteriler gerçekleşiyor. Muhafazakâr Parti’den kimi bakanlar önce bu gösterileri “nefret yürüyüşleri” nitelemesiyle karalamak istediler. Tutmayınca, “devletin ‘aşırı akımlar’ tanıma girenlerle diyalog kurmasını yasaklayan” bir yasa gündeme geldi. Aşırı akımlar tanımı, antisemitizm, İslamafobi ile başlıyor “Birleşik Krallık’ın liberal parlamenter demokrasi, demokratik haklar sistemini zayıflatmak, devirmek veya değiştirmek” noktasına geliyor, böylece kapitalizme, küresel ısınmaya karşı olanları da kapsamına almaya başlıyordu.

Bu yasa tartışılırken Muhafazakâr Parti’ye 10 milyon sterlin bağış yapmış bir işadamının İşçi partisinden emektar vekil Diana Abbot için “Bu kadını vurmak gerekir. Her gördüğümde tüm siyah kadınlardan nefret edesim geliyor” dediği ortaya çıktı. Ancak “aşırı akımlar” yasasını hazırlayan Michael Gove’u, bu ırkçı hatta şiddet unsuru taşıyan ifadenin sahibini “aşırı uç kategorisine sokmaya” ikna etmek mümkün olmadı. Başbakan da 10 milyon sterlini iade etmeye niyetli değil.  

                                                    /././

Erdoğan-Bahçeli muhtaçlığı (Mehmet Ali Güller)

Erdoğan’ın “Benim için bu bir final. Yasanın verdiği yetkiyle bu seçim son seçimim” sözlerini daha önce bu köşede “Erdoğan’ın finali” başlığıyla yorumlamıştım. (11.3.2024).

Elbette Erdoğan bırakmayı düşünmüyordu, bu sözü “kazanabilmek için seçmene ağıt ve kurduğu rejimden nemalanan sermaye kesimlerine mesaj olarak okumak lazım”dı.

Ve o makalede, Erdoğan’ın şu hedefine işaret etmiştim: “Erdoğan belediyeleri kazanırken aynı zamanda yeni anayasa yapma gücü de elde etmek istiyor. Böylece ‘yasanın verdiği yetkiyle son seçim’den, yeni anayasanın vereceği ömür boyu başkanlık yoluna çıkmak istiyor.”

Erdoğan’a yalvaran Bahçeli

Hafta sonu MHP’nin kurultayı vardı. Bahçeli kurultay konuşmasında Erdoğan’ın o sözüne de değindi: “Ayrılamazsın, Türk milletini yalnız bırakamazsın. Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak sizi görmek istiyoruz.”

Adeta Erdoğan’a yalvaran, “Bizi bırakma” diyen Bahçeli’nin bu tutumu siyaset biliminin konusu olmayı aşmaktadır.

Peki Erdoğan, nasıl ve neye dayanarak bırakmayacak? İki olasılık var:

1) Anayasanın 116. maddesine göre “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.”

Biliyorum, şu anda çoğunuz iki değil, üç diyorsunuz, haklısınız. Haklısınız ama ne yazık ki ana muhalefet partisinin muhalefet edememesi nedeniyle, Erdoğan “ikinci dönemi” için yasallık kazanmış oldu!

Erdoğan’ı değil, anayasayı mağdur ettiler

Mayıs 2023 seçimi öncesinde ısrarla belirtmiştik: Anayasanın 101. maddesi açık: “Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir.”

Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu ise “Erdoğan’ın 3. dönem adaylığına itirazımız yok” demişti. Neye göre itirazı yoktu? Tamam Erdoğan’ın adaylığı anayasaya aykırıydı ama Erdoğan mağdur edilmemeliydi!

Ve Erdoğan’ı değil, anayasayı mağdur ettiler!

Erdoğan anayasaya aykırı şekilde üçüncü kez seçildi ve ne yazık ki 2015’teki ilk seçilişini “eski sistem” diye elbirliğiyle iptal edip, ikincisini ilk, üçüncüsünü iki haline getirdiler! Oysa mesele sistem meselesi değil, anayasa meselesi. Yeni bir anayasa yapılmadı, bu anayasa o sistemde de bu sistemde de vardı ve 101. maddesi aynı şekilde “iki kez” sınırı koyuyordu!

Bahçeli olmasa Erdoğan kazanamaz 

2) Erdoğan’ın devam edebilmesinin ikinci yolu ise tümden yeni bir anayasa yapılmasıdır. Böylece şu kadar seçim bu kadar başkanlık diye uğraşmayıp, ömür boyu başkanlık modeline geçebilirler!

Nasılsa dün “Erdoğan anayasaya uymuyorsa, anayasayı Erdoğan’a uyduralım” diyerek Erdoğan’“tek adam rejimi” kapısı açan Bahçeli var! Bugün de çantasından başka bir tavşan çıkarır...

Çıkarır da nasıl olabiliyor bu? Erdoğan’ın ilk kez cumhurbaşkanı seçildiği 2014’te ona en sert muhalefeti yapan, bu köşede yer veremeyeceğimiz ifadeleri kullanan, en hafifinden “Erdoğan senden cumhurbaşkanı olmaz” diyen Bahçeli, çok değil üç yıl sonra “anayasayı Erdoğan’a uydurma” aktörü oldu, bugün de “Bizi bırakamazsın” diye yalvarıyor...

Çünkü Erdoğan Bahçeli’ye, Bahçeli de Erdoğan’a muhtaç: Bahçeli olmasa Erdoğan 2018 ve 2023’te cumhurbaşkanı seçilemezdi, Erdoğan olmasa Bahçeli 27 yıldır MHP genel başkanı olamazdı.

Sonucu ortada, MHP’den en az şu andaki MHP kadar büyüklükte İYİP çıktı, İYİP’ten de onu geçme potansiyeli taşıyan Zafer Partisi çıktı. MHP’nin üç parça olması pahasına o koltuk korundu, korundu çünkü o koltuk Erdoğan’a da koltuk hediye ediyor!

                                                   /././

En rahatsız olduğu konuda ‘onları not alıyoruz’ (Orhan Bursalı)

Bence muhalefet yeterince yüklenmiyor ekonomi konularında. Bunları çeşitlendirmesi gerek ve arada enflasyonu nasıl düşürebileceklerine de değinmesi. Çünkü halk röportajlarında millet de bir çözüm göremiyor. TV’lerde işte üç yıl önce beş yıl önce 2003’te şu kadardı şimdi bu kadar, hesabından da öte geçilmiyor.

Yani milletin zaten derinlemesine yaşadıklarının ve söylediklerinin aynısını millete aktarıyorlar.

Yaratıcılık konusunda hızla antrenman yapmalı her tür muhalefet. Zaman çok daraldı. Ortadaki seçmen eğer muhalefetten de akli ve gerçekçi çözüm olasılıkları duymazsa, iktidarın kabahatı ne diyecek, iktidar elemanlarının dünya enflasyon ile boğuşuyor zırvalıklarını gerçek kabul edecek.

Zaten Kurum sokaklarda, ekonomik krizi çözerse yine AKP çözer diye ortalıkta dolaşıyor. İktidar değil misiniz, hani faiz neden enflasyon sonuç diye ülkenin iki yılını yiyip bitirmediniz mi, krizi bizzat yaratmadınız mı ellerinizle, ülkeyi en yüksek faiz batağına sürüklemediniz mi... Trilyonlarca lirayı para babalarına aktarmadınız mı faiz olarak.

‘NOT ALIYORUZ’ BASKISI

Ekonominin bataklığı konusunda dile getirilen gerçeklerden cumhurbaşkanı çok rahatsız. Dün baktım “Bunları söyleyenleri not alıyoruz” benzeri sözler dile getirdi. Bir tehdit dili şüphesiz ki. Kimse yazmasın söylemesin korksun otursun oturduğu yerde.

Bence seçim sonrası milletin başına gelecekler konusunda muhalefet çok daha sıkı durmalı.

Evet genel seçimde değiliz. Ama kent bazında pahalılığa karşı üretici çözümlerinin üzerinde yoğunlaşmak kenti yönetmeye kararlı adayların kürsü vaatleri içinde yer almalı. Dahası, bizzat çözümler üretmeli...

Meyve sebze ekip biçemezler şüphesiz ama kent çevrelerinde üretici birliklerini harekete geçirebilirler. Millet et balık kurumları önünde kuyruğa giriyor. Mansur Yavaş bu et meselesine el atmış.

Dün Üsküdar’dan geçtik. AKP’nin istilası altında ana meydan. Tam iftar zamanına denk geldik. Belediye solda iftarlık sunuyordu. Kanaat Lokantası’na bakalım dedik, yer yoktu. Bir kesim şüphesiz yoksulluğun kıskacında ama bir kesim de iyi lokantaları dolduruyor.

SEÇİMİ HANGİ KESİM BELİRLEYECEK?

Bunca krize rağmen anketlerde AKP’nin oyları epey yüksek. 10 bin TL emekli maaşı üzerinde durmadan konuşmak, demek ki bugünkü durumu açıklamaya yetmiyor.

Kimse kalkıp da şimdiye kadarki gibi en kolaycı bir dil ve düşünce kullanarak Muhalefet muhalefet yapabilseydi iktidarı çoktan devirirdi” diye cehalet gösterisiyle ortalıkta dolaşmasın.

Oldum olası, AKP iktidarını gelip de buna dayatmak kolaycılığı yok mu, bunu da bir cehalet birikimi olarak buraya not düşeyim. Seçim sonrası tartışılacak konu olarak bu bir kenarda dursun.

BAHÇELİ NOTU:

Cumhurbaşkanı yasalar çerçevesinde son seçimim dedi ya, Bahçeli asla dedi, bu milletin sana ihtiyacı var, dedi. Fakat görülmemiş, bir özerk parti ve liderinin dile getirmemesi gerektiği tarzda. Kendisini resmi olarak iktidarda asla görmeyen bir Bahçeli.

Bahçeli, AKP iktidarı çökerse kendinde bir gelecek görmüyor.

AKP’nin de kendisi olmadan ayakta duramayacağının bilinciyle, bir gölge iktidar pozisyonun nimetlerine sahip. AKP’yi yönlendiriyor, devleti kadrolarıyla donatıyor.

Evet, Bahçeli hayatının rolünde.

(Cumhuriyet)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder