31 Mart 1909 - 31 Mart 2024: 115 yıl sonra gene istibdat mı?!(Ahmet Saltık)
Belleklerdedir: 31 Mart Kalkışması (isyanı), Meşrutiyetin 2. kez ilanından sonra (ilki 1876) İstanbul’da başlatılan büyük bir ayaklanma ve darbe girişimidir. İttihat ve Terakki’nin desteklediği Hüseyin Hilmi Paşa, sadrazam (başbakan) idi. Önceki sadrazam Meclis’te güvensizlik oyu ile düşürülmüştü! Hareket Ordusu tarafından isyan bastırıldı. 2. Abülhamit’in 1878’de ilk Meşrutiyeti daha 2. yılında kaldırarak başlattığı “istibdat” (koyu baskı-mutlak sultanlık) rejimi sürsün istiyordu gerici-yobazlar. Oysa şimdiki yurdun iki katı alan yitirilmişti bu karanlık dönemde. Vatan toprağı Kıbrıs sözde “kiralanmıştı” İngiltere’ye! Ancak “hürriyet ilan edilmişti” bir kez, geri dönüş yoktu. Avrupa’nın çok gerisinden de olsa “ilerliyorduk”. Tarihin tekerleği ileriye dön(dürül)üyordu, 23 Nisan 1920’de açılan ilk TBMM, “Egemenlik bağsız koşulsuz milletindir” ilkesini benimseyerek gerçekte eylemli olarak (fiilen) saltanatı tanımadığını duyurmuştu. “Tebaa” sözcüğü yerine özen ve bilinçle “millet” sözcüğü konmuştu, Cumhuriyete giden yolun taşları döşeniyordu. Bağımsızlık savaşının görkemli askeri utkusunun (30 Ağustos 1922) hemen ardından, 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmış ve son padişah Vahdettin, İngilizlere sığınarak kaçmıştı.
***
115 YIL SONRA NEREDEYİZ?
Hükümet yok! Cumhurbaşkanlığı kabinesi uydurma-zorlama-göstermelik bir sekreterler kurulu.
Meclis yok! Cumhur İttifakı, TBMM’yi noter gibi kullanıyor. Tüm yasa önerileri kaçak Saray’dan geliyor.
Yargı yok gibi! HSK eliyle mutlak egemenlikle atamalar-yükseltmeler-yer değiştirmeler yapılıyor.
Bu kurul da TEK ADAM’ın güdümünde; altı üye doğrudan RTE atamasıyla, yedi üye yürütmenin TBMM’yi yönlendirmesi ile. Tepedeki AYM’nin 12/15 üyesini tek adam RTE atıyor! Son dönemlerde bu yüksek mahkeme “lüks” görülmeye başlandı, kararları utanmazca uygulanmıyor, anayasa değişimi dayatılıyor!
Demokrasilerin sacayağı YASAMA-YÜRÜTME-YARGI erkleri birbirinden bağımsız denge-denet sistemine dayanır. Ulus, egemenliğini bu anayasal “güçler” eliyle kullanır. “Güçler ayrılığı” yüzlerce yıldır emekle örülmüş bir siyasal kazanımdır ancak ülkemizde 3 Kasım 2002 AKP iktidarı ile birlikte 21+ yıldır adım adım çökertilmiş ve 21. yüzyılda dünyada hiçbir ülkede benzeri olmayan bir postmodern(!) dinci-gerici-despotik rejim koskoca ülkeye dayatılmıştır. Ucubenin adı: Cumhurbaşkanlığı hükümetidir! Atlantik kurgusu-dayatması olarak kökü dışarıda, asla yerli-milli olmayan bir kuşatmadır Türkiye’ye.
21+ yılda ülke hemen her bakımdan gerile(til)miş, çok borçlu=çok bağımlı duruma sürüklenmiştir.
TEK ADAM rejiminde ulusa hesap verme yükümü çöpe atılmıştır. Oysa 1908’de güvenoylaması ile sadrazam düşürülmüştür! Günümüzde hükümet de yoktur, güven oylaması da. TEK ADAM RTE’ye, yardımcısına, bakanlarına, milletvekillerine Yüce Divan’da (Anayasa Mahkemesi) hesap sorabilmek için 400/600 oy gereklidir TBMM’de. Üstelik bu tuhaf kural (Anayasa m. 105/3) ölene dek geçerlidir.
Ucube TEK ADAM REJİMİ, İslami faşizm zeminini de pekiştirerek bir patrimonyal sultanlık kurmuştur. Siyaset bilimi terimi ile bu bir “anomali”dir. Bu rejimler olağan yollarla yıkıl(a)mamaktadır. O halde, antiemperyalist bağımsızlık savaşını kazanan devrimci ulusumuz, bu acı kuşatmayı nasıl yaracaktır?
İlk olarak Türk Devrimi’nin tüm mazlum uluslara örnek “6 Ok”unu anımsamak gerekir. O bütüncül devrimci ideolojinin altı bileşeninden (Ok’undan) biri ve en uzun olanı “DEVRİMCİLİK”tir, unutulmasın! Tarih, 115 yıl sonra 31 Mart 2024’te Türk ulusunun önüne, adeta altın tepside bir fırsat sunmaktadır. O tarihsel fırsatın adı, kâğıt üstünde “yerel seçimler” ancak çok aşkın bir anlam ve önem kazandı. Görülmemiş bir yoksullaşTIRma halka dayatıldı, ülke talan edildi; alın terigöz nurumuz İslamcı-dinci sermayeye ve dış ortaklara aktarıldı. Öyle ki baş sorumlu AKP=RTE, milyonlarca emekliyi 10 bin TL/ay mutlak yoksulluğa ısrarla mahkûm etti. Hemen hemen tüm demokratik hesap sorma yolları tıkandı! Eğer bu lanetli (maledictus) gidiş durdurul(a)mazsa, fatura daha da ağırlaşacak; “çıkış” (exodus) belki de onlarca yıla uzayabilecektir! Okuyucu hoş görür ise “can sıkan” bu öngörülerimiz salt tıp değil, mülkiye ve hukuk eğitimimize de -mutlak bir bilimsel terbiyeye- dayalı, yalın karamsarlık asla değil.
Ne yapmalı? Ana ve şaşmaz hedef, AKP=RTE gerici-uydu rejimini olabildiğince zayıflatmak. Bunu hakkımız olan “oy” larımızla demokratikbarışçıl ve meşru yolla yapmak. Bugün yapıl(a)mazsa gelecekte bu yollar da kullanılamayabilir. Öyle ise her seçim bölgesinde, kazanabilecek en güçlü adayı destekleyerek Cumhur İttifakı adaylarını sandıkta yenmek. “Ulusal güçleri birleştirin” buyruğu ATA’nın!
/././
Ben ortada bir seçim görmüyorum(Barış Terkoğlu)
Hükümet de kötüydü ezberci eğitim de... Ama “eski Türkiye” dedikleri dönemin düzenli işleyen iki işi vardı: Biri ÖSYM sınavları, öbürü siyasi seçim. İlkini FETÖ’ye çaldırdılar, öbürünü kendileri ortadan kaldırdılar. Sonunda seçimsiz ve sınavsız kaldık.
“Eski Türkiye”de seçimlere üç ay kala adalet, içişleri ve ulaştırma bakanları istifa ederdi. Yerlerine bağımsız bakanlar atanırdı. Sebebi hikmetliydi. Şartlar eşit olsun isteniyordu.
Öyle ya... İçişleri bakanı güvenliğini sağlayacak, adalet bakanı düzenini kuracak, ulaştırma bakanı ise birbirine bağlayacak. “Eski Türkiye” diyerek yasaları ortadan kaldırdılar. Şimdi bütün bakanlar, belediyeler için oy istiyor. Devletin arabasını, korumasını, salonlarını seçim için kullanıyor.
SEÇİM HAKİMİNDEN BİR MESAJ
İşte “seçimlerin tarafsızlığı” ile ilgili enteresan bir hikâye uzun süredir çantamda bekliyor.
Önümde, Anadolu’nun bir şehrinde, yargı mensuplarının oluşturduğu WhatsApp grubu var. Biliyorsunuz, sandık kurullarını hâkimler oluşturuyor. İlçe seçim kurulu başkanı hâkimlerden biri, 24 Haziran 2018 seçimlerinin olduğu gün, meslektaşlarını, sözde “nelere dikkat edecekleri” konusunda uyarıyor. İkinci maddeyi aktarayım: “Sayımlar yapılırken her sandık başındaki İYİ Parti yani FETÖ görevlisi bu sonuçları seçim merkezine abartılı yollayacak.” Muhalefetin 24 Haziran’da sahte sonuçlarla sokağa döküleceğini söyleyen komplo teorileriyle dolu uyarı dizisi şöyle bitiyor: “Ve daha dehşet öngörümü söyleyeyim mi: Sokaklar karıştığında Erdoğan’a suikast ekibi devreye girecek. Bunlar en büyük planı 24 Haziran’a yaptılar.”
İlçe seçim kurulu başkanı söz konusu kadın hâkimin mesajını savcı olan eşi de paylaşmış. Hâkimin ve savcının işini nasıl yaptığı anlaşılıyor.
SEÇİME DOĞRU OPERASYON
Evet, 24 Haziran seçimleri, sağ salim geçti. Söz konusu hâkim ve savcının, özetle “FETÖ’cü İYİ Parti kaos çıkaracak” uyarılarının gerçek olmadığı anlaşıldı.
Devamı var...
Bir yıl sonra 2019’da muhalefet, CHPİYİ Parti ittifakıyla yerel seçime gitti. CHP de İYİ Parti de bu sayede bazı belediyeleri kazandı. Bunlardan biri de İYİ Partili Ünal Çetin’in kazandığı Gökçeada Belediyesi idi.
Bu süreçte bir değişim daha oldu...
2021’deki mayıs kararnamesiyle; İYİ Parti’yi FETÖ’cü ilan eden, sandıklarda kaos çıkaracaklarını söyleyen hâkime hanım ve savcı eşi de Gökçeada’nın bağlı olduğu şehrin adliyesine atandı. Artık Çanakkale’de görev yapacaklardı.
Ve beklenen yaşandı...
2023 yılının mayıs seçimlerine aylar kala Türkiye, çeşitli belediyelere yapılan operasyonlarla sarsılıyordu. Kimi doğru kimi yalan... Ama seçime giderken belediye operasyonları yapma stratejisinin altında politik hedeflerin yattığı belliydi.
Mayıs seçimlerine 3.5 ay kala, Çanakkale Savcılığı, Gökçeada Belediyesi’ne operasyon yaptı. Belediye başkanı Çetin, yolsuzluk suçlamasıyla gözaltına alındı, ardından tutuklandı. Sadece o değil, partinin ilçe başkanı da “rüşvete aracılık” suçundan hapse atıldı. İçişleri bakanı da birkaç gün sonra belediye başkanını görevden aldı.
İYİ Partililer ayağa kalkmıştı. Söylediklerine göre böyle bir soruşturma yürütülse dahi yetkili olan Gökçeada’daki savcılıktı. Çanakkale Savcılığı nedense bu soruşturmayı kendisi yürütmüştü. İsimsiz bir ihbarla başlayan, tutuklamayı gerektirmeyecek bir suçlamayla tutuklamalar yapılan bu dosya, İYİ Parti’ye göre FETÖ usulleriyle hazırlanmıştı.
Başkan Çetin 5.5 ay sonra serbest kaldı. Ama başındaki Demokles kılıcını gören Çetin, “aday olsa kazanacağı” düşünülen 31 Mart seçiminde, İYİ Parti’nin ısrarına rağmen aday olmaktan vazgeçti.
MİLİTAN YARGIDA SEÇİM OLMAZ
Yazının gelişinden tahmin ettiniz. Soruşturmanın içindeki yargı mensupları, hikâyenin başındaki mesajı paylaşan kişilerdi.
Gökçeada Belediye başkanı suçlu mu suçsuz mu bilmiyorum. Söylemek istediğim, seçim kurulu başkanıyken İYİ Parti’ye hakaretle tarafsızlık ihlal ediliyor, seçim sonrası ödül gibi tayin gerçekleşiyor, yeni görev yerinde de İYİ Parti’ye operasyon yapılıyor. Haliyle yargı ile siyaset birbirine karışıyor, adalet militanlaşıyor.
Türkiye yerel seçimlere giderken Yargıtay Başkanlığı seçimlerinin sekiz turdur sonuçlanmaması, Yargıtay üyelerinin bir kısmının cemaat-siyasetideolojik iltisaklarla oy kullanması bize tehlike sinyali vermiyor mu? Seçim; kurumların işlevli, iradenin özgür, propagandanın serbest olduğu koşullarda olur. Yargı mensuplarının militanlaştığı, TRT’den bakanlıklara devlet kurumlarının taraflaştığı, propagandanın imkânsızlaştığı koşullarda oy kullanılsa da fiilen ortada bir seçim yoktur.
Elini tutuyorlar, damgayı istedikleri yere vuruyorlar. Buna seçim diyorlar. Koşulları belirlemeden yapılan tercih, sonunda oy da verseniz, seçim değildir.
/././
Yerel seçimler üzerine notlar(Ergin Yıldızoğlu)
Önümüzdeki yerel seçimler, tarihsel olarak (süreç olarak faşizm içinde) genel siyasi sonuçları açısından çok önemli bir konuma yükseldi. “Kimler kazanacak” sorusundan çok “Kimler kaybedecek” sorusu önem kazandı. Bu seçimlerin, Türkiye nüfusunun yüzde 30’dan fazlasını barındıran, Türkiye’nin toplam hasılasının yarısına yakınını üreten İstanbul (yüzde 30.4), Ankara (yüzde 9.2) ve İzmir (yüzde 6.4) kentlerindeki sonuçları hem iktidarın ve rejimin hem de muhalefetin geleceğini belirleyecek.
ÜÇ BÜYÜK KENT
Laik Cumhuriyetin yaşayabilmesi, demokratik bir olasılığın yeşerebilmesi için o üç büyük kentte AKP adaylarının kaybetmesi gerekiyor. AKP adayları kazanırsa büyük bir ekonomik kaynak ve kurumsal olanaklar rejimin kullanımına açılacak. Bu kaynaklar, olanaklar, rejimin yalnızca bu büyük kentlerde yaşayanları değil tüm ülkenin halkının toplumsal eğilimlerini etkileme kapasitesini aniden, hızla artıracak. Rejimin seçim kampanyası sürecine tüm lider kadrosuyla, en üst düzey bürokratlarıyla yoğun biçimde katılıyor olması bize bu gerçeğin ayırdında olduğunu gösteriyor. Bu gözleme, yargı ve güvenlik güçleri, hatta mali sistem üzerindeki etkisini de eklemek gerekir.
Eğer rejim bu yerel seçimlerde o üç kentin, hatta yalnızca İstanbul’un yerel yönetimini ele geçirebilirse ülke siyasetini yeniden şekillendirme “sürecinde” planladığı, Erdoğan’ın hayat boyu başkan kalmasına, siyasal İslamın etkisinin topluma (eğitim sistemine, sokaklara) ve devlete daha fazla nüfuz etmesine, yayılmasına olanak verecek bir “yeni anayasa”, bunlar için gereken erken seçimler, referandum gibi adımları kendi gücüne, muhalefetin iktidarsızlığına güveni daha da artmış olarak gündeme getirecektir. Kısacası yalnızca yerel yönetimler değil ülkenin “genel yönetimi” de sandıkta oylanacak!
Muhalefetin bu durumun bilincinde olarak bir birlik ya da en azından eşgüdüm içinde davranması beklenirdi, birbiriyle yarışması değil.
MUHALEFET ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Bir süredir CHP, bir “değişim” yaşadığını iddia ediyordu. Ancak seçim kampanyası bu iddiayı ne yazık ki doğrulamadı. CHP’nin iç karışıklıklarını seçim sürecine de yansıtması bir yana, bu seçimlerde de esas olarak AKP tabanından oy alma çabası, 15 yıllık seçim taktiğinin değişmediğini gösteriyor. Diğer bir deyişle, eski liderlik başta olsaydı izlemiş olacağı taktik yeni liderlik tarafından da tekrarlanıyordu. Peki değişim bunun neresindeydi?
Bir kez daha vurgulayalım, AKP tabanından oy alma çabası, bununla beraber gelen söylem ve kavramlar, siyasal İslamın gittikçe artan propaganda olanaklarının (özellikle TV dizileri) etkileri, cumhuriyetçi, seküler, laiklik yanlısı modern seçmenin yalnızca moralini bozmakla, özgüvenini zayıflatmakla kalmıyor, direnme kararlılığını, enerjisini de törpülüyor, siyasal İslamın dayattığı “değişimi” kerhen de olsa kabullenmesini kolaylaştırıyor.
AKP’nin oylarının gerilemekte olması, halkın yüzde 83’ünün ana sorun olarak ekonomiyi görmesi de kimseyi yanıltmamalı. Öncelikle, bu yüzde 83’ün sorunu değil, çözümü nerede ve kimde gördüğü önemlidir. Bu noktada güç sergilemek, güven vermek sonucu belirleyecektir. AKP, bu durumu görüyor ve devletin tüm kurumlarını, “devletin ideolojik aygıtlarını”, kültür endüstrisini, mali kaynakları seferber ederek seçimleri, o üç kentte ne pahasına olursa olsun kazanmaya kararlı görünüyor.
Solun seçim kampanyası boyunca hareket kabiliyetini görece artırmış görünmesi de kimseyi yanıltmamalıdır. Bu seçimlerde muhalefet ne kadar parçalı ve kendi içinde rekabet ediyor olursa, rejimin adaylarının kazanma şansı o kadar artacaktı. Sol, seçimlere, en azından Syriza, Podemos gibi bileşimler yaratarak (onların hatalarını tekrarlaması gerekmiyor) girene kadar da bu durum değişmeyecektir. Diğer taraftan, bu özgür ve adil olmayan seçimlerin sonuçlarına bakarak solun gücünü ölçmeye, bundan sonuçlar çıkartmaya çalışmak da yanlış olacaktır. Bir taraftan, normal bir seçimler ortamında solun oy potansiyeli hızla artabilecektir. Diğer taraftan rejim bu seçimlerde amacına ulaşabilir ve “süreci” daha da hızlandırırsa, solun bırakın gerçek oy potansiyeline ulaşmasını, yaşam alanlarının ortadan kalkması bile gündeme gelebilecektir.
“Kimler kazanacak” sorusundan çok “Kimler kaybedecek” sorusu önem kazandı.
/././
Çin ve Rusya’ya açılan ‘özel savaş’ (Mehmet Ali Güller)
Sadece Rusya değil, Çin de terörün hedefinde. Moskova’daki saldırının öncesinde ve sonrasında, Çin doğrudan Pakistan’da hedef alındı:
1) 20 Mart’ta, Çin’in işlettiği Gwadar Limanı idari binasına düzenlenen ilk saldırıda beş güvenlik personeli öldü.
2) 26 Mart’ta Dasu Hidroelektrik Santralı projesinde görevli personeli taşıyan servise saldırıda beş Çinli, bir Pakistanlı personel öldü.
KUŞAK VE YOL'A SALDIRI
Gwadar Limanı’nı bu köşede birkaç kez ele almıştık. Kuşak ve Yol’da kritik öneme sahip ve Çin-Pakistan Ekonomik Koridorunun parçası.
Önemi şu: Çin gemileri Arap/Fars Körfezi’nden çıkınca Pakistan’daki Gwadar Limanı’na demirliyor, petrol limandan boru hatlarıyla Pakistan’ın kuzeyine ve Çin’in Kaşgar kentine ulaştırılıyor. Çin bu şekilde hem yol ve yakıt tasarrufu sağlıyor ama daha önemlisi, ABD’nin etkili olduğu Malaka Boğazı’nı baypas etmiş oluyor. Petrolün bağlandığı Kaşgar ise SincanUygur Özerk Cumhuriyeti’nin batısında. (Bu arada Keşmir bölgesi de Çin, Hindistan ve Pakistan’ı birleştiren coğrafyadadır. Yani ABD’nin Uygur ve Keşmir meselelerine burnunu sokması, enerjipolitik nedenledir.)
20 Mart’ta terör saldırısına uğrayan Gwadar Limanı idari binası da limana 7 km mesafedeydi ve doğrudan Çin hedef alınmıştı.
26 Mart’taki saldırıda hedef alınan servis aracı ise Dasu Hidroelektrik Santralı projesinde çalışanları taşıyordu. Pakistan’ın Hayber Pahtunhva eyaletindeki santral, Çin-Pakistan ekonomik işbirliğinin önemli işlerinden biri.
Özetle bir haftada iki kez, teröristler, Çin’in Pakistan’daki kurum ve projelerini hedef almış oldu.
İRAN - PAKİSTAN - ÇİN HATTI
Gwadar Limanı’na saldırıyı Belucistan Kurtuluş Ordusu’na (BLA) bağlı Mecid Tugayı üstlendi. Tam burada anımsamamız gereken bir olay daha var.
IŞİD’in İran’da 3 Ocak’ta terörist saldırılar düzenlediği süreçte, Belucistan Kurtuluş Cephesi de İran’ı hedef almıştı. İran sonrasında Pakistan topraklarında bu örgüte misilleme düzenlemişti. İki ülke arasında kısa süreli bir gerginlik oluşmuştu.
İran’ın eşzamanlı olarak farklı terör örgütleri tarafından hedef alınması elbette tesadüf değildi.
3 Ocak’ta İran’ı hedef alan saldırılardan sonra işaret etmiştik: ABD’nin Irak ve Suriye’deki askeri varlığının gerekçesi IŞİD’le mücadeleydi. Irak hükümetinin “IŞİD bitti, topraklarımı terk et” dediği süreçte IŞİD aktif hale geliyor ve İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de terör eylemleri düzenliyor, “kullanışlı düşman” olarak ABD’nin askeri varlığının sürmesine gerekçe üretiyor!
IŞİD 22 Mart’ta bu kez Moskova’da ortaya çıkıyor. 20 ve 26 Mart’ta ise Çin BLA tarafından Pakistan’da hedef alınıyor.
ABD'YE YARAYAN TERÖR
Moskova’ya terörist saldırıyı incelediğim son makalemi şu sözlerle bitirmiştim: “Orta Asya’dan Ukrayna’ya, Irak ve Suriye’den Karadeniz’e, geniş coğrafyamızda çok boyutlu bir güç mücadelesi sürmektedir; sadece faile işaret eden parmaklara bakmak aldatıcı olabilir, o nedenle geniş siyasi arka plana bakılmalıdır.”
Nitekim Rusya Devlet Başkanı Putin de “Terör saldırısının kimin eliyle gerçekleştirildiğini biliyoruz, ilgi odağımızda ise azmettirenler var” diyerek saldırıyı üstlenen IŞİD’i azmettirenlere işaret etti.
Emperyalist ABD’nin hedefinde hangi ülke varsa, o ülkeyi hedef alan terörist saldırılar yaşanıyor. Adları ne olursa olsun, o terörist örgütlerin saldırıları son tahlilde ABD’ye yarıyor.
Çünkü terör, ABD’nin “özel savaş” yönteminin bir parçasıdır.
RTE emeklilerin oylarnı, ciğerini mi biliyor da zırnık koklatmıyor(Orhan Bursalı)
Emekli sayısı 16 milyonu aşıyor. RTE mesela verdik 5’er 10’ar bin TL bile demiyor. Son gün der mi bilemem. 10’ar bin TL verse emekliler üzerinde etkisi ne olur onu da bilmiyoruz. Çünkü doğru düzgün tarafsız bir araştırma-veri yok elimizde.
RTE biliyoruz zor durumdasınız derken aslında şunu da demiş oluyor: Biz de (daha) zor durumdayız!..
Versek gayya kuyusuna atılmış para olacak derken haklı. Enflasyonu ejderha haline getirdiler çünkü, hop havada kapıyor paraları. Enflasyonu önce düşürecekler de emeklinin alım gücü yükselmiş olacak da...
Ben şunu merak ediyorum: Erdoğan emekliye destek çıkmama kararlılığını gösterirken bunu, mesela İstanbul ve başka bazı il ve ilçelerde seçimleri kaybetmeyi göze alarak mı yapıyor?
Yoksa Erdoğan kendine oy veren emekli yurttaşların önemli çoğunluğunun ciğerini biliyor, kendisine bağlı olduklarının farkında, oylarını esirgemeyeceklerdir inancına mı sahip?
ANKET Mİ YAPTIRDI?
Bu satırları yazarken muhalif kanallarda hâlâ eskiden emekliler maaşlarıyla ne kadar altın alırlardı, şimdi ne kadar alıyorlar üzerine bitmez tükenmez konuşmalar kulaklarıma çalınıyor. Kanal değiştiriyorum.
Sanırım RTE’nin elinde emekliler konusunda yaptırdığı anketler var, durumu görüyor. Belki de emeklilerden önemli bir kesiminin başka gelirleri olduğunu, maddi nedenlerle oyunun rengini değiştirmeyeceğini biliyor.
Emekliler şüphesiz dağınık kesim, örgütsüz de.
Bir Emekliler Derneği var. Sitelerinde Yemek Sepeti reklamı yapıyor: 1500 TL. Liderleri bir ara, aylar önce ortalıktaydı, şimdi bildiri yayımlayıp “intibak” istiyor. Emeklilerin acaba dernekten haberi var mı, dernek yönetimi sanki susturulmuş gözüküyor.
Şüphesiz, aklı başında, durumu net gören ve oyunu ona göre kullanacak milyonlarca emeklinin varlığı ve çok zor koşullarda yaşadıklarını bir gerçek. RTE onları gözden çıkarmış olabilir.
Seçim aynı zamanda emeklilerin bunca yoksulluğa rağmen RTE’ye destek çıkıp çıkmayacaklarını da gösterecek; tabii bunu ölçecek babayiğit anket şirketleri varsa. Yoksa emekli oyunu avlamak için denize daha çok olta atıp dururlar.
RTE’DEN SON PEŞREV: DEM
DEM liderlerinin Kürt meselesini çözerse Erdoğan çözer üzerine bol salçalı konuşmalarından sonra RTE’nin Diyarbakır’da DEM’e, Kürt seçmenine kement atması ve tıpkı DEM liderlerine benzer şekilde “Yeni dönemin kapılarını birlikte açalım” demesi beklenirdi. Maksat umut vermek.
Ama yem tutar mı, tutmaz.
Tıpkı bürokrat bakanlarını büyük kentlerde seçim sahalarına sürmesi gibi.
Tutar mı, tutmaz...
Bakanların itibarlarına yazık olur.
Milletin yakın plandan bir bakan görmesi ile sonuçlanır.
Adamlar ne para dağıtıyor ne vaatte bulunuyor. Tek söyledikleri oyunuzu Kurum’a verin.
Binali’nin uğradığı büyük feci yenilgi akla geliyor. İkinci adamdı, ak sakallı derekesine düştü.
(Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder