25 Nisan 2024 Perşembe

Birgün KÖŞEBAŞI - 25 NİSAN 2024 -

 

“Tabii ki” 1 Mayıs Taksim’dir (Gözde Bedeloğlu)

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamalarının en keyifli anlarından biri de siyasetçilerin koltuklarını çocuklara bırakma geleneği. Bu sayede hem yüzler gülüyor hem de Türkiye birkaç dakikalığına da olsa özgürleşiyor. Çocukların düğümleri çözen berrak bakışı sayesinde hayat ansızın kolaylaşıyor. Örneğin, bu yıl İstanbul Valisi Davut Gül’ün koltuğuna oturan Derin Mina, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına izin verip vermeyeceğini soran gazetecilere “izin veririm tabii ki” dedi. “Tabii ki” vurgusu mühim; çünkü neden olmasın ki? Çocuk valimizin o “tabii ki” deyişinin altında, aslında mesele olmayanı mesele etmemek yatıyor. Ama sonra Derin makam koltuğundan kalktı ve biz sorun olmaması gereken sorunlarla dolu gündemimize geri döndük.  

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) tarafından hazırlanan Küresel Haklar Endeksi raporuna göre Türkiye, 2022’de olduğu gibi 2023 yılında da işçi hakları açısından en kötü 10 ülke arasında yer aldı. 149 ülkeyi sendikal hakların durumuna göre sınıflandıran raporda Türkiye, ‘hakların güvence altında olmadığı ülkeler’ kategorisinde. Buna göre ülkemizde grevler bastırıldı, sendikacılar gözaltına alındı, tutuklandı, sendika etkinliklerine polis müdahale etti, şirketler sendika üyesi işçileri işten attı, sendika düşmanlığı sistematik hale geldi. Raporda, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) tarafından 26 Şubat 2023’te İstanbul’da düzenlenen depremzedelere yardım çabalarının engellenmesine yönelik eylemde, sendika yöneticisi ve üyelerinin gözaltına alındığına değinildi; Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın ‘terör örgütü propagandası yapmak’ iddasıyla tutuklandığı belirtildi.  

DİSK Birleşik Metal-İş Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM) tarafından hazırlanan Mart 2024 dönemine ait ‘Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’ 15 Nisan’da yayımlandı. On gün içinde artmış olabileceğinden artık kimsenin kuşku duymayacağı rakamlara göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı beslenebilmesinin aylık maliyeti 16 bin 646 lira. Buna sadece zorunlu gıda harcamaları dahil. Eğitim, sağlık, barınma, eğlence, ısınma, ulaşım gibi giderler eklendiğinde bir ailenin yapması gereken harcama 57 bin 578 lirayı buluyor. Tek başına yaşayan bir kişi için aynı harcamaların toplam tutarının en az 26 bin 517 lira olması gerektiği hesaplanmış. Buna karşın, 2024 yılı için net asgari ücret 17 bin 2 TL olarak açıklanmış ve “gelecek yıl inşallah enflasyonda gerileme olacak, tüm parametreler iyi gidiyor” diyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan yıl içinde ikinci bir asgari ücret zammına gerek olmayacağını söylemişti. 31 Mart'ta, ortada iyi giden herhangi bir parametre olmadığı seçmen tarafından iktidara bildirildi.  

Küresel Haklar Endeksi’nin 2023 sonuçlarını değerlendiren ITUC Genel Sekreter Vekili Luc Triangle, raporun demokrasinin temellerinin saldırı altında olduğuna dair şok edici kanıtlar sunduğunu, işçi haklarının korunması ile herhangi bir demokrasinin gücü arasında açık bir bağlantı olduğunu ve birinin erozyonunun diğerinin bozulması anlamına geleceğini söylüyor ve ekliyor “hem yüksek gelirli hem de düşük gelirli ülkelerde, çalışan insanlar tarihi bir yaşam maliyeti kriziyle ve kurumsal açgözlülüğün yol açtığı enflasyon sarmalıyla karşı karşıya kalırken, hükümetler ücret artışlarını toplu olarak müzakere etme ve grev eylemi yapma hakkına baskı yaptı. İşçilerin çalışma haklarının korunmasına yönelik talepleri, işverenlerin muhalefetiyle ve hükümetin kayıtsızlığıyla karşılandı ve muhalefetleri, devlet güçlerinin giderek artan acımasız tepkileriyle karşılandı.”  

Türkiye'de maddi yetersizliklerin yanında iş kazaları ve işçi ölümleri de her geçen yıl artıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2023’te yayınladığı İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları raporuna göre Türkiye, ölümlü iş kazası sayısı bakımından dünyada 15’inci sırada. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) yayınladığı rapora göre ise 2023’te 1929 işçi iş kazalarında hayatını kaybetti. Ölümlerin iş kollarına göre dağılımında ilk üç sırayı İnşaat-Yol, taşımacılık ve tarım alıyor. 39 yaşındaki motokurye Yunus Emre Göçer’in ölümüne sebep olan Somali cumhurbaşkanının oğlu Mohammed Hassan’ın ülkeyi terk etmesine izin verilmiş ve aldığı hapis cezası 27 bin 300 lira para cezasına çevrilmişti. Yine, İSİG Meclisi Çocuk İş Cinayetleri Raporu’na göre en çok çocuk işçi ölümü tarım iş kolunda gerçekleşti. 22 Nisan’da, Mardin’den Manisa’ya doğru yola çıkan aracın kaza yapması sonucu iki mevsimlik tarım işçisi çocuk, 6 yaşındaki Bünyamin Çakıl ve 13 yaşındaki Serkan Çakıl kardeşler hayatını kaybetti.  

Önümüz 1 Mayıs. Taksim, 2013’ten beri olduğu gibi bu yıl da bakanlık ve valilik kararıyla işçilere kapalı. Oysa ki bu acı tablo karşısında söyleyecek çok sözü olan işçilerin, toplanma ve gösteri yürüyüşü düzenlemekle birlikte bunu istedikleri yerde yapmak en temel Anayasal hakları. Kaldı ki Anayasa Mahkemesi, 2014 ve 2015 yılındaki 1 Mayıs kutlamalarının Taksim Meydanı’nda yapılmasının engellenmesine dair verdiği kararda, Anayasa’nın 34. Maddesi ile güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine hükmetmişti. Mahkeme ayrıca, “canım ne var onlar da başka yerde toplanıversinler” diyenlere cevaben, 1 Mayıs 1977'de 34 kişinin öldüğü Taksim'in başta sendika ve işçiler olmak üzere toplumun belli kesimleri için sembolik bir değer taşıdığını vurgulamış ve meydanın kuşaklar boyu aktarılması gereken ortak bir hafıza mekânı olduğunu belirtmişti. 

23 Nisan’da İstanbul Valisi Davut Gül’ün koltuğuna oturan çocuğun “tabii ki izin veririm” dediği 1 Mayıs Taksim buluşması, işte o “tabii ki” sözünün işaret ettiği kadar doğal bir talep ve tartışılmaz bir hak. Anayasa’ya aykırı olarak sürdürülen yasak da “tabii ki” işçi haklarının korunması ile demokrasinin gücü arasında açık bir bağlantı olduğunun kanıtı.  

                                                       /././

Araç harcamasında 13 yılda 35 kat artış (Nurcan Gökdemir)
Meclis Başkanı Kurtulmuş, servis otobüsü ile Anıtkabir’e giderek kamuoyuna “tasarruf” görüntüsü vermeye çalıştı. TBMM, Kurtulmuş döneminde 57’si lüks, 113 araç kiralamak için 376 milyon TL para harcadı.

AKP artık yurttaşın tasarruf tedbirlerini uygulama konusundaki samimiyetlerine olan inançsızlığını ortadan kaldırmak için farklı manevralar peşinde. Bunun için ilk görsel malzeme 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla yapılan törenlerde kamuoyuna servis edildi. Fotoğrafta ailesiyle birlikte gerçekleştirdiği Mardin seyahatine devlete ait özel uçakla gittiği için eleştirilen TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un TBMM Başkanlık Divanı üyeleri ile birlikte otobüsle yaptığı yolculuk görünüyordu. TBMM’deki Atatürk Anıtı’na çelenk konulduktan sonra önceki başkanların ve çoğunluğu AKP’li Başkanlık Divanı üyelerinin makam araçlarını tercih ettiği Anıtkabir yolculuğu için Kurtulmuş servis otobüsü kullandı. Otobüsün ilk sırasına Kurtulmuş, koridorun diğer tarafındaki ilk sıraya da yüzbinlerce liralık saati nedeniyle eleştirilen AKP Manisa Milletvekili ve Grup Başkanvekili Bahadır Yenişehirlioğlu oturdu. Kurtulmuş’un “Trafikte sorun olabilir” diyerek otobüse hamle yapmasından sonra törene katılan Başkanlık Divanı üyeleri, bakanlar, milletvekilleri ve TBMM idari personeli de servis otobüsü kullanmak zorunda kaldı. Bir Başkanlık Divanı üyesi, hiçbir AKP’li başkanın önceki yıllarda servis otobüsü kullanmadığını makam otosunu tercih ettiğini, Başkanlık Divanı üyeleri arasındaki AKP’liler ile bakanlardan da otobüse binen pek olmadığını ifade etti.

Özel uçakla Mardin seyahati, yüzbinlerce liralık saat gösterilerek “Bu mu sizin tasarruftan anladığınız? Eleştirilerine yanıt TBMM ile Anıtkabir arasındaki birkaç kilometrelik yolda servis otobüsü kullanılarak verilmek istendi. Heyet Anıtkabir’deki törenin ardından Ulus’taki Birinci Meclis’e geçti oradan da TBMM’ye geri döndü ve herkes makam araçlarına kavuştu.

KİRALAMALAR ZİRVE YAPTI

AKP iktidarları tarafından yayımlanan tasarruf genelgelerinin uygulanmadığı, bizzat iktidar mensupları tarafından delindiğinin kanıtı olarak genellikle uçak, otomobil satın almalar ile kiralamalar örnek gösterilir. Kiralamaları sadece Kamu İhale Bülteni’ni satır satır inceleyerek tespit etmek mümkün ama buna gerek kalmadan iktidarın her yıl TBMM’ye sunduğu bütçenin gerekçesinden araç sayısını ve bütçe harcamaları içindeki kalemlerden de “Araç saltanatı” için yapılan harcamaları görmek mümkün.

“Servis otobüsü” şovu dolayısıyla öncelikle hemen her yıl araç kiralama ihaleleri açan, bu arada da araç satın almaktan geri durmayan TBMM’nin bu konudaki karnesine bakalım. BirGün Parlamento Muhabiri Mustafa Mert Bildircin’in “TBMM’ye yüz milyonlarca liralık filo” başlıklı haberinde, Destek Hizmetleri Başkanlığı’nın 8 Kasım’da düzenlediği  “Sürücüsüz Araç Kiralama” ihalesi kapsamında 57’si lüks binek otomobilden oluşan toplam 113 aracın kiralandığı yer aldı. Kiralanacak araçların, TBMM’yi ziyarete gelen yabancı ülke meclis başkanları ve beraberindekilerin ulaşım hizmetlerinin üç yıl boyunca yerine getirilmesi için kullanılacağı belirtilerek “İtibardan tasarruf yapılmaz” demek için de gerekçe yaratıldı. İhalenin sonuç ilanına göre, toplam 376,7 milyon TL ödenen araçlara aylık ortalama 92 milyon 603 bin TL, günlük ise 3 bin 86 TL kira ödemesi yapılacak.

115 BİN ARAÇLIK DEV FİLO

Bütçe teklifinde yer alan bilgilere göre devletin halen 115 bin 905 aracı bulunuyor ki bu rakamın içinde Milli İstihbarat Teşkilatı’nın kullandıkları ile kiralananlar yok. Son yıllarda özellikle de iktidara yakın şirketlerden dev tutarlı araç kiralamaları yapıldığı biliniyor.

Genel bütçeli idareler arasında 52 bin 430 aracı ile Emniyet Genel Müdürlüğü’nün güvenlik amacıyla kullanılanlar dolayısıyla ilk sırada olması anlaşılabilir, bunu 13 bin 691 araç Milli Savunma Bakanlığı, 5 bin 691 araçla da Jandarma Genel Komutanlığı izliyor.

İsraf harcamaları ile tartışılan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da envantere kayıtlı 408 aracı bulunuyor. Tabloya göre Cumhurbaşkanlığı’nın araç filosu 461, TBMM’nin ise 130 araçtan oluşuyor. Tüm TBMM Başkanlık Divanı üyeleri, partilerin grup yöneticileri, komisyon başkanları, idari personelin sayısı dikkate alındığında ihtiyacın büyük bölümünün kiralamalarla karşılandığı görülüyor. Bu, tüm kamu kurumları için geçerli.

İKİ YILDA 5 BİN YENİ ARAÇ

Ayrıca rastgele bir yılı dikkate aldığımızda bile aralarda yayımlanan tasarruf genelgelerine karşın alımların tüm hızıyla sürdüğünü görmek mümkün. Örneğin 2022 yılı başındaki taşıt sayısı 111 bin 122. Sadece iki yılda filoya 5 bine yakın yeni araç eklenmiş.

35 KAT ARTIŞ

Bu durumu gösteren en açıklayıcı veri, bütçeden kiralamalar ve satın almalar için yapılan harcamalar. Rakamlar bize her genelgeden sonra harcamaların daha da arttığını gösteriyor. 2006’da 314 milyon olan alım ve kiralama harcamaları, 2023 sonunda 35 kat artışla 11 milyar liraya fırladı. Bu arada tüketici fiyat endeksinin 14 kat arttığını da belirtelim.

Genelgelerin etkisi böyle, hiçbir genelge ile harcamalar hız kesmedi. Bakalım yasanın etkisi ne olacak? Lüks araçlarla gezmeye alışan AKP’liler araç tasarrufu yapabilecek mi? Yoksa tasarruf görüntüsü servis otobüsündeki tek karelik Numan Kurtulmuş fotoğrafı ile sınırlı mı kalacak?

∗∗∗

AKP’lİ YILLARDA LÜKS ARAÇ SEVDASI HİÇ BİTMEDİ

                                                             /././

Türkiye plastik sorununun neresinde? (Özgür Gürbüz)

Her yıl 400 milyon ton plastik üretiliyor ve 2040’a kadar bu rakamın iki katına çıkması bekleniyor. Üretilen plastik ürünlerin büyük bir bölümü yakılarak, gömerek ya da olduğu gibi bırakılarak doğaya karışıyor. Her yıl sadece nehir, deniz ve okyanuslara bırakılan plastik miktarı 19 ila 23 milyon ton civarında. Üretim arttıkça bu miktar da artıyor. Denizlerde balıklarla değil plastik şişeler ve torbalarla yüzmeye alışacağız. Beş milimetreden küçük mikroplastikler, gözle görülmesi çok zor olduğu için bizi su şişeleri kadar rahatsız etmiyor. Halbuki her yerdeler; suda, karada hatta vücudumuzda. Kanınızda bile mikroplastik bulunduğunu söyleyip konuyu kapatayım, sizi daha fazla üzmeyeyim.

∗∗∗

Plastik üretimini kontrol altına almak, toplanmasını sağlamak ve geri dönüşümü artırmak için uluslararası görüşmeler sürüyor. Hükümetlerarası Müzakere Komitesi (INC) şu sıralarda Kanada’da dördüncü toplantılarını yapıyor. Amaçları plastik sorununu çözmesi beklenen, bağlayıcılığı olan uluslararası bir anlaşma metnini yıl sonuna kadar yürürlüğe koymak. Kasım sonunda Güney Kore’nin Busan kentinde yapılacak beşinci toplantıda (INC-5) bunun olup olamayacağını göreceğiz.

İklim müzakerelerinde olduğu gibi burada da zamanla yarışıyoruz. Gerçek bir çözüm üretilmeden müzakerelerin uzaması, plastik sorununu daha da büyütecek. İklim meselesinde bu taktiği izlediler. Ne garip bir tesadüftür ki burada da karşımızda büyük petrol üreticileri var. Plastik üretiminin azalması petrol tüketiminin de azalması demek; petrol plastiğin hammaddesi. Plastik kullanımının artması iklim krizinin büyümesi anlamına da geliyor. Plastik üretiminin küresel seragazı emisyonlarının yüzde 5,3’ünden sorumlu olduğunu belirten araştırmalar var. Küresel sıcaklık artışını 1,5 derecenin altında tutmak için içinde bulunduğumuz yıldan başlayarak her yıl plastik üretiminin yüzde 12 civarında azaltılması gerektiğini de söylüyorlar. Hem iklim krizi hem de plastik kirliliği petrol şirketlerinin üzerindeki baskıyı artıyor onlar da tüm güçleriyle süreci baltalamaya çalışıyor.

∗∗∗

Müzakerelerdeki temel ayrılık tarafların süreci ele alış biçimlerinden kaynaklanıyor. Taslak metindeki seçenekler bu ayrılıkları net bir şekilde gösteriyor. Petrol üreticisi ülkeler ve plastik sanayi tüketim miktarını azaltmak yerine geri dönüşüm gibi sorunu kökünden çözmeyen çözümleri öneriyor. Başta tek kullanımlık plastikler olmak üzere geri dönüşüm aslında bir yalan. Bir plastik şişe defalarca dönüştürülemediği gibi her geri dönüştürme işleminde daha kalitesiz bir ürüne (plastik kasa gibi) evriliyor ve bir noktada ya yakılıyor ya da mikroplastik olup doğaya karışıyor. O yüzden de gerçek çözümü savunanlar plastik üretiminin azaltılmasını, üretilmesi zorunlu ürünlerin daha dayanıklı olmasını, böylece tekrar tekrar kullanılabilmesini istiyor. Eskiden olduğu gibi açık bakliyat satışı yapılması, bizlerin de kutularıyla marketlere gitmesi veya su ve kahve gibi içecekleri kendimize ait termoslarla almak gibi çözümler Batı’da yaygınlaşıyor; yapılabilir gözüküyor.

Müzakerelere soldan bakanlar, plastiğin tüm yaşam döngüsünü içine alan bir çözüm istiyor. Üretimden atık yönetimine kadar tüm süreci kapsamalı diyor ve insan haklarıyla ilgili sorunlara da dikkat çekiyor. Atık işçilerinin ekonomik, sosyal ve kimi yerde ırkçılığa varan sorunlarının çözümünün, adil bir dönüşüm planıyla sonuç metninde yer almasını istiyorlar.

∗∗∗

Müzakerelerde atık ithalatına sınırlama getirilmesi, plastik vergisi konulması gibi konular da dillendiriliyor. Türkiye gibi Avrupa’nın çöplüğü olmuş bir ülkenin bu konuda müzakere sürecine nasıl ‘katkıda bulunacağını’ da merakla bekliyorum. Avrupa’dan en çok plastik atık ithal eden ülkeyiz. Aynı zamanda plastik üretiminde dünya altıncısı, Avrupa ikincisi konumundayız. Bu yüzden çevreci tedbirlerin çoğu, yıllık geliri 44 milyar doları bulan bu sektörün hışmına uğruyor. Hatırlayın, 2021’deki plastik atık ithalatı yasağı sekiz gün sonra kaldırılmıştı. Tek kullanımlık içecek ambalajlara getirilecek depozito uygulaması da yıllardır erteleniyor. Çevre Bakanlığı uygulamanın en son 2024’te zorunlu hale geleceğini söylemişti, yedi ay kaldı bekliyoruz. Aldığımız tedbirler ise çok sınırlı. Ücreti artık caydırıcılıktan çok uzak hale gelen paralı plastik poşetlerden başka bir önlem ortada yok. Sıfır atık hikayesini ciddiyetten uzak buluyorum.

Türkiye plastik ürünleri ve üreticileri için adeta bir cennet. Çevre Bakanı Özhaseki eksik söyledi. Sadece ağaçları yok edip, ormanlarımızı kel haline getirmedik, doğal alanlarımızı da plastikle doldurduk. Herkesin ortak malı olan doğamızı kaynağı gibi kullanan birkaç şirket kar ederken, hepimiz kaybediyoruz.

                                                                     /././

Bahçeli İYİP’ten ne bekliyor (Yaşar Aydın)
Akşener’in yolculuğu 9 yıl sonra başladığı yerde MHP’nin gölgesinde mi bitecek? (Fotoğraf: Depo Photos)

Bu haftanın en ilginç başlığı Devlet Bahçeli’nin Bakan Şimşek hakkında kullandığı sert sözler oldu. MHP Lideri’nin yaklaşımı esas olarak Erdoğan’ın batıya yakınlaşma girişimine karşı verilen ayar olarak değerlendirildi. Seçim sonrası gelişmeleri alt alta yazdığımızda hiç de yabana atılmayacak bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Ama Bahçeli’yi yakından takip edenler “batı” meselesinin tek başına bir neden olamayacağını bilir. Esas mesele 1 Nisan tarihi itibariyle AKP ve MHP arasında başlayan bilek güreşi. Biraz daha geriye gidersek de son bir yıl içinde iyice ortaya çıkan iktidar bloku içindeki milliyetçi-İslamcı gerilimin olduğunu söylemek yanlış olmaz. Yerel seçimle birlikte siyaseten ortaya çıkan tablo buna eklenince Bahçeli’nin acilen hamle yapmasını zorunlu kıldı.

Bahçeli’nin hamleleri ve İYİP kongresinin bağlantısına geçmeden yerel seçimin yarattığı yeni siyasi fotoğrafa bakmakta fayda var. Her ne kadar bahçeli ve Erdoğan yerel seçim sonuçlarının ülke siyasetinde belirleyici etkisinin olmayacağını söylese de durumun böyle olmadığının kendileri de fakında. Seçim sonuçları hem iktidar hem muhalefet cenahında yeni bir sürecin startı niteliğinde. Nitekim Erdoğan-Bahçeli ikilisi kamuoyu önünde farklı şey söylese de Van’daki mazbata sürecinden Şimşek vakasına kadar yapılan değerlendirmeler ve atılan adımlar iktidar cenahında önümüzdeki sürecin yol haritası için şimdiden adım atıldığını gösteriyor.

KONGREDE NE OLACAK?

Seçim sonrası geçen 3 haftanın bize gösterdikleri üzerinden bir değerlendirme yaparsak Bahçeli ve Erdoğan’ın muhalefeti hiç hesaba katmadan bir gelecek projeksiyonu oluşturduklarını söyleyebiliriz. Buna göre; Önümüzdeki dört yıl –erken seçim olmazsa- sandık kurulmayacak. Cumhurbaşkanlığı Kabinesi ve Meclis varlığını koruyacak. Siyaset kendine başka bir kanal açamazsa Saray ülkenin merkezinde kalmaya devam edecek. Bu projeksiyona göre Meclis, Cumhur İttifakı’nın iki partisi için de kritik bir konuma geldi. İşte Bahçeli’nin İYİP ilgisi de tam bu noktada depreşti diyebiliriz.

Milliyetçi oy patlaması değerlendirmelerinin havada uçuştuğu 14 Mayıs 2023 seçimlerinin üzerinden 10 geçti. 31 Mart seçimlerinde bırakın ikinci patlama neredeyse yarıya düşmüş bir oy var ortada. Bu oyların da neredeyse tamamı MHP’ye ait. Bu koşullarda Bahçeli’den beklenen, İYİP’te olan bitene çok aldırış etmeden herkesi MHP çatısı altına çağırmaktı. Ama öyle yapmadı. Akşener’i yerinde kalma çağrısıyla İYİP’e “kafanı mevziden dışarıya çıkarma” mesajı verdi.

Hatırlanacağı gibi Kasım 2015 Türkiye genel seçimleri sonrasında Bahçeli’nin seçim başarısızlığını eleştiren Akşener, Özdağ ve Oğan gibi isimlerin MHP’yi olağanüstü kongreye götürmek için başlattıkları süreç ihraçla noktalanmış, ardından da 25 Ekim 2017 tarihinde İYİP’in kurulmasıyla yeni bir sayfa açılmıştı. Yaklaşık 9 yıldır Bahçeli bu süreci ihanet olarak tanımladı ve çok net tavır aldı. İhanet cümlelerinin bugünlerde “eski arkadaşlar” olarak düzeltilmesinin arkasında hiç kuşku yok ki İYİP’in Meclis’te bulundurduğu milletvekili sayısı var. Meclis bu kadar etkisizken vekilleri bu kadar önemli kılan şey ise yerel seçimin yarattığı fırtına sonrası iktidar gemisinin rotasında değişiklik ihtimalinin belirmesi.

REJİMİN DİREKSİYONU

MHP lideri Bahçeli AKP’den yükselen sesleri duydu ve önlemini almaya başladı. Rejimin değişmeyeceği konusunun altını çok kalın şekilde çizdi. Tartışmayı başlamadan bitirdi. Ama Cumhur’un önünde tek başlık bu değil. Rejim ekonomik ve siyasal kriz yokmuş gibi, yerel seçim yaşanmamış gibi yoluna devam edemez.

Seçimden zayıflayarak çıkan Erdoğan’ı güçlü hissettirecek şey Anayasa’yı referanduma götürecek ya da erken seçim kararını alacak Meclis çoğunluğuna ulaşmış olmasıdır. Bunun için İYİP ve 5-6 vekilin Cumhur’a desteği yeterli olacak. Hatta MHP, CHP ve DEM olmadan bile bu sayıya ulaşması mümkün.

Bahçeli bugüne kadar yok saydığı partiye çağrı yaparak milliyetçileri bir hatta buluşturma hamlesi yaptı. Akşener ya da devamı bir çizgiyle bu süreci götürebileceğini düşünüyor. Bürokrasi, Çakıcı ve benzerleriyle birlikte Saray’a yerleştirdiklerine destek olacak Meclis gücü Erdoğan’ı istediği çizgide tutmak için yeterli olacağını düşünüyor. Önümüzdeki birkaç yıl -tabi sağlıkları elverdiği sürece- Bahçeli’yle Erdoğan arasında yaşanan bilek güreşini izlemekle geçecek. Bahçeli, İYİP kongresinin sonrasında Kürt sorunu ve demokrasi üzerinden bir hamle daha yaparak dengeyi lehine bozmak isteyecek. İpi gerecek ama koparmayacak. Çünkü ortaklığın bittiğinde rejimin devam edemeyeceğinin farkında. Şimdilik rejimin devamını istiyor. Ama işler kendisi için iyi gitmediğinde en net işaretin ondan gelmesi sürpriz olmayacak.

Bu yüzden İYİP kongresini bir de Bahçeli’nin gözünden takip etmekte fayda var.

(Birgün)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder