Şamar örnekleri (Işık Kansu)
Yakın geçmişte benzer örnekler yaşamıştık.
Çocukları, gösterişe düşkün çevresi, gönül ilişkileri ile ünlü kızı, davulcu damadı, papatya diye anılan yağdanlıkları, yakın çevresine iliştirilmiş gazetecileri ile bir siyasi şımarıklık içine giren Turgut Özal ve partisinin üzerinden 1989 yerel seçimlerinde, dönemin Adalet Bakanı Oltan Sungurlu’nun ifadesiyle “silindir” geçmişti.
Benzer bir durum AKP’nin iktidara geldiği seçim için de geçerliydi. 1999 seçimlerinde yüzde 22 oy oranı ile birinci olan Bülent Ecevit (DSP), koalisyonun başbakanı olmuş ancak dünya sömürgenlerinin isteği üzerine paraşütle ekonomiden sorumlu bakanlığa getirdiği Kemal Derviş’in halk çıkarlarına aykırı uygulamaları sonucunda 2002 seçimlerinde yüzde 1’e çakılmıştı.
Halkın büyük çoğunluğunun aptalca davrandığına, anlayışının kıt olduğuna ilişkin savların yanlışlığı geçen hafta yapılan seçimlerle bir kez daha kanıtlandı.
Bu halk zamanı gelince nasıl davranacağını, kime şamar atacağını, kimin sırtını sıvazlayacağını, açıkçası işini biliyor. Demokrasiyi de içine sindirdirdiğini gösteriyor ve asıl karar vericinin kendisi olduğunu çok iyi algılatıyor.
CAM TAVANIN YIKILMASI SONRASI
31 Mart seçimlerinin, Saray düzeninin yurttaşları soluksuz bırakan baskıcı havasının yarattığı karamsarlığın dağılması açısından çok önemli bir etkisi oldu.
Uygarlıktan yana her kesimde, demokratik kitle örgütlerinde, özellikle de gençler ve kadınlarda, karşıdevrim dayatmalarına karşı direnmenin er ya da geç başarıya ulaşacağına ilişkin inanç ve özgüven oluştu. Bu iyimser ortamın süreğenleşmesi için en önemli görev, yerel yönetim seçimlerinde tarihsel bir sıçrayış yaşamış olan CHP’ye düşüyor hiç kuşkusuz.
Adaylık sürecinde “değişim” sözlerini yaşama geçirmek üzere kadınlara, gençlere ve yeni yüzlere olanak sağlayan CHP’nin, bu tutumunun seçmen düzeyinde olumlu karşılandığı görülüyor. Seçilen belediye başkanlarının halkçı, dürüst, çalışkan bir yönetim biçimiyle yurttaşlara hizmet götürmeleri, CHP’nin iktidara ulaşabilme iddiasını artıracaktır.
Önümüzdeki dönemde CHP’nin iç çatışma ve çekişmelere yönelmesi durumunda, bu iddiasından hızla uzaklaşacağı, halkın partiye tanıdığı şansı yitireceği açıktır.
Geçtiğimiz sonbaharda yapılan kurultay öncesinde ve sonrasında dillendirilen Özgür Özel-Ekrem İmamoğlu yarışının seçim sonuçları ile sona erdirilmesi, ilerisi açısından önem kazanmaktadır. Her iki ismin de seçim öncesi partinin başarısı için çok çalıştığı, Saray’ın oyun ve kışkırtmalarına karşı akıllı yöntemler kullandıkları gözlendi. Her iki isim de CHP’yi örgütünün ve tabanının özlediği sonuca ulaştırdılar.
Özgür Özel, bu seçim sonuçlarıyla, genel başkanlıktan liderliğe doğru aşama kaydetti. İmamoğlu da Türkiye’nin en büyük ilinin başkanlığını hem de iktidarın neredeyse tüm kabinesiyle yüklenmesine karşın büyük oy desteği kazanarak kendi siyasi geleceğine dönük yeni bir aşamaya girdi.
Dolayısıyla başarıda ortaklaşan bu iki ismin parti içinde ayrışma yerine bütünleşmesinin bambaşka bir gizilgüç yaratacağı kesindir.
O güç ki Özgür Özel’in ifadesiyle, yüzde 25’lik cam tavan nasıl yıkıldıysa Saray düzenini de tuzla buz edecek bir istençtir aynı zamanda...
/././
İsrail’in İran’ı vurmasının 4 nedeni (Mehmet Ali Güller)
İsrail’in Şam’da İran konsolosluğunu vurması, “uluslararası hukukun ihlali” düzleminde değil, ancak “terör” düzleminde ele alınabilir. Çünkü İsrail’in ikinci bir ülkenin topraklarında üçüncü bir ülkenin diplomatik temsilciliğini hedef alması, bir devlet terörüdür.
Kuşkusuz İsrail son tahlilde bir terör devletidir. İsrail 1948’de kurulurken devlet aygıtı ve mekanizmaları, Haganah ve Irgun terör örgütlerinin üzerinde inşa olmuştu. Bu iki terör örgütü, sadece ordunun, güvenlik ve istihbarat mekanizmalarının kökü değil, sonrasında İsrail’de hükümetleri kuran iki partinin de kökü durumundaydı.
Birkaç örnek verecek olursak: İzak Rabin, Ariel Şaron, Moşe Dayan gibi isimler Haganah üyesiydi. Bugün Gazze’de soykırım uygulayan resmi “İsrail Savunma Kuvvetleri”, Haganah’ın devamıdır. Haganah’dan ayrılanların kurduğu Irgun ise Kral David Oteli’nin bombalanması ve Deir Yassin katliamı gibi terör eylemlerine imza atmış bir örgüttü. İsrail siyasetinin önde gelen partilerinden Likud’un çekirdeğini oluşturan Herut, Irgun’un devamıydı.
NETANYAHU ABD İÇİNDE GEDİK AÇMA PEŞİNDE
Peki İsrail Suriye topraklarında neden İran’ı hedef aldı? Meselenin İsrail açısından, daha doğrusu Netanyahu açısından birkaç boyutu olduğu anlaşılıyor:
1) Gazze’de işler İsrail hükümetinin istediği gibi ilerlemiyor. ABD Refah için çizgi çekti. Dahası Biden açık açık Netanyahu’dan rahatsızlığını dile getiriyor. Hatta ABD Ulusal İstihbarat Direktörlüğü, İsrail’de başka bir hükümeti olası gördüğünü rapor etti. Diğer yandan Biden, Netanyahu yerine savaş kabinesinin önemli isimlerinden Gantz ile çalışmaya başladı. Kısacası Netanyahu hükümeti topun ağzında. İsrailliler istifasını, Gantz ise erken seçim istiyor.
Netanyahu İran’ı vurarak bu sıkışmışlığını iki yönlü açmaya çalışıyor: İran karşısında hem içeride hem de dışarıda etrafında kenetlenme sağlayarak siyasi pozisyonunu sağlama almaya çalışıyor. İran’ın sahaya çekilmesi durumunda, Netanyahu ABD içinde de bir kırılma yaşanacağını, İran karşıtlarının ve İsrail yanlılarının Biden’ı sıkıştıracağını, bunun da üzerindeki Biden basıncını hafifleteceğini hesaplıyor.
İSRAİL, GOLAN'DAKİ MEVZİSİNİ KORUMA PEŞİNDE
2) İsrail, İran’ı hedef alarak, “direniş eksenine” karşı bölgede hamle üstünlüğü kazanmaya çalışıyor. 3H’ye, yani Hamas, Hizbullah ve Husilere, İran’ı vurarak mesaj veriyor.
3) İsrail, Şam’da İran konsolosluğunu vurarak Suriye topraklarındaki pozisyonunu da korumaya çalışıyor. Zira Gazze’deki durum, İsrail’i istemediği şekilde Golan’da da zor durumda bırakabilir. Nitekim Rusya’nın bu bölgede bir karakol kurması, İsrail açısından istenmeyen bir durum oluşturdu.
Tel Aviv yönetimi işte bu nedenle Suriye topraklarına saldırılar düzenleyerek ve İran’ı hedef alarak, Golan’daki pozisyonunu sağlama almak istiyor.
İSRAİL, ABD'NİN ÇEKİLMESİNİ ÖNLEMEYE ÇALIŞIYOR
4) İsrail ve Ortadoğu uzmanlarının üzerinde en çok durdukları olasılık ise İsrail’in İran’ı hedef alarak ABD’yi bölgeye çekmeye çalıştığı şeklinde...
Kuşkusuz ABD varlığının Ortadoğu’da artması, İsrail’in güvenliğine kalkan oluşturması demek. Ancak ABD’nin Ortadoğu’da kuvvet artırmaya niyeti yok. Nitekim ABD’li yetkililer, İsrail’in saldırısının ardından İranlı yetkililere “İlgimiz yok” mesajı gönderdiler.
Çünkü İsrail ABD’yi Ortadoğu’ya çekmeye çalışsa da ABD’nin buna gücü ve niyeti yok; birkaç cephede birden savaşıyor ve hepsine yetişemiyor. O nedenle 7 Ekim’den hemen sonra açık açık “savaşın bölgeselleşmesini” istemediğini bölgedeki aktörlere bildirmişti.
Tersine bugün ABD’nin başında Irak ve Suriye’nin kuzeyinden çekilmeye zorlanmak sorunu var. Irak hükümeti açık açık “Topraklarımdan çık” dedi ve IŞİD Karşıtı Koalisyonun geleceği müzakere ediliyor. Irak’tan çıkan bir ABD’nin ise Suriye’de kalabilmesi pek olası görünmüyor.
İşte İsrail ABD’nin Irak-Suriye hattından çekilmesini “direniş ekseninin” zaferi olarak görüyor. O nedenle Suriye’de ve Irak’ta İran’ı hedef alarak aslında ABD’nin yeni kuvvet getirmesini değil, mevcut kuvvetini götürmesini önlemeye çalışıyor.
/././
89 dejavusu (Miyase İlknur)
Demirel’in, “Tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” sözü bir kez daha tescillendi. Ekonomiden hukuka, kibirden nepotizme, baskıcı yönetim tarzından sığınmacı sorununa kadar bir dolu etken üst üste geldi, birikti birikti ve sonunda düdüklü tencere patladı.
Aslında bu patlamanın sinyalleri 2017 referandumundan itibaren adım adım gelmişti.
AKP’nin bugün yaşadığı ANAP’ın 1989’daki durumu ile birebir aynı. 29 Mart 1989 yılında yerel seçimlere gidilirken o güne kadar girdiği bütün seçimleri kazanmış olan iktidar partisi, bu seçimleri de kazanacağından emindi.
Başbakan Özal, devleti, bakanlar ve Meclis’le değil, aile bireyleri ve Ahmet Özal’ın arkadaşlarından oluşan danışmanlarıyla yönetiyor, yüzde 87.5 enflasyon karşısında dar gelirli sürekli kemer sıkmak zorunda kalıyordu. Partisinin kurucu listesinde yer alan deneyimli siyasetçilerin uyarılarına kulaklarını tıkayan Özal, adı konmamış bir tek adam rejimini fiilen yürürlüğe koymuştu.
26 Mart 1989 akşamı sandıklar açıklandığında Türkiye haritası kıpkırmızıydı. Seçmen ANAP’a tokadı basmıştı.
SHP’DEN ALINACAK DERSLER
1989 seçimlerine gidilirken SHP’nin içini şöyle tarif edelim. Genel başkan Erdal İnönü, İskandinav ülkelerinde görebileceğimiz türden demokrasiyi içselleştirmiş, egolarını yenmiş bir isimdi. Genel sekreter Deniz Baykal ise tam tersi bir kişiliğe sahipti. Hırslı, egosu tavan yapmış, eski hizipçiliğini yeniden tedavüle sokmuş, PM ve MYK’deki arkadaşlarıyla İnönü’yü kuşatmıştı. Adeta bir eşbaşkan gibi davranıyor, çevresi de onu “partinin esas genel başkanı” olarak görüyordu.
Öyle ki mitinglerde bile Erdal İnönü, mahallenin muhtarıymış gibi donuk bir ses tonuyla kürsüye davet edilirken Baykal, ardı ardına sıralanmış methiyelerden sonra assolist gibi takdim ediliyordu. O dönemin seçim otobüslerinde anons işini yapan Hasan Bozkurter’in kulakları çınlasın. (Bu arada Hasan Bozkurter’in oğlu Onur da bu seçimde Marmara Ereğlisi Belediye başkanı oldu. Genç Onur kardeşimize tebrikler.)
SHP belediye başkanlarının pek çoğunu önseçimle belirlemiş, bazı yerlerde ise atama yolunu tercih etmişti. Tabii bu atamaların çoğu da Baykal’a yakın isimlerdi. Çoğu da yolsuzluk iddialarıyla bir süre sonra partiden ihraç edildi.
Bayrampaşa seçimlerinde de Baykal, örgüt yerine hizip arkadaşlarını dinleyerek Vahit Çalın’ı atamış ve bu ilçenin kaybı sonrası bitmek bilmeyen kurultaylar süreci başlamıştı.
Belediye başkanları İnönücü ve Baykalcı diye ortadan ikiye ayrılmış, zamanlarını kentin sorunlarıyla uğraşmak yerine parti içi iktidarı elde etmeye ayırmıştı.
94 yenilgisini sadece belediyelerdeki yolsuzluklara bağlamak yanıltıcı olur. 1993 Sivas katliamı, siyasi suikastlar, faili meçhuller, Kürt konferansına katılan yedi milletvekilinin Baykal’ın baskısıyla SHP’den ihracı, Demirel’in Özal’dan boşalan cumhurbaşkanlığına seçilmesi sonrasında başbakanlık koltuğuna oturan Çiller’in devlet geleneklerine ve hukuka uymayan yönetim şeklinin de SHP’nin 94 bozgununda payları vardı.
ÖZGÜR ÖZEL’İN YÜKÜ ŞİMDİ AĞIRLAŞTI
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, kuşkusuz seçim akşamı hepimizden daha çok mutluydu. Büyük bir yük sırtından kalkmıştı. Sonuçlar belli olunca yaptığı konuşma çok yerinde ve sağduyuluydu.
Bu seçim zaferinden sonra kimse Özel’e eşbaşkan muamelesi çekemeyecek. Ama sırtında iki büyük yük daha var. Birincisi çoğu genç olan belediye başkanlarını iyi yönetmesi; ikincisi ise 2028 cumhurbaşkanlığı sürecini parti içinde hasarsız atlatması. Zira şimdiden parti içinde ve parti medyasında muhtemel adaylar hakkında yıpratıcı çalışmalar başladı bile.
Aman dikkat! Mayıs 2023 seçimlerini kaybedilmesinden ders çıkarıp bu yarış şimdiden başlamayalım.
KAPI SÖKMEKLE ŞEFFAFLIK OLMAZ
Seçilen belediye başkanlarının heyecanını anlayabiliyoruz. Ama popülist tavırlarından özenle kaçınmaları gerekiyor.
Soma ve Gemlik belediye başkanları şeffaflık adına makam odalarının kapılarını sökmüşler. Buna ne gerek var?
Herkes biliyor ki alengirli işler makam odalarında konuşulmaz. İhaleleri, bütçelerinizin gelir gider tablosunu kamuoyuyla paylaşın yeter.
89 seçimlerinden sonra İstanbul’da bir ilçe belediye başkanı da makam odasının kapılarını sökmüştü. Ama gelin görün ki boğaza nazır o ilçenin tepeleri en çok yağma edilen yerdi.
/././
İktidar ikiye bölündü (Murat Ağırel)
31 Mart tarihinde yapılan yerel seçimler bitti. Ancak tartışmalar bitmedi.
Seçimin mutlak galibi CHP. Seçimlerin mağluplarından birisi olan AKP kendi içinde “neden” sorusunun cevaplarını bulmaya çalışıyor.
Haklılar...
Çünkü seçimlerin sonunda CHP’nin kazandığı illerin nüfus oranı yüzde 62.2 olarak ölçüldü. Daha ilginci bu illerin mevduat oranı yüzde 85, illerin ihracata katkı payı yüzde 79.6... Yani Türkiye’nin çoğunluğunu ve ekonomisini belirleyen yerleri CHP kazandı. Artık resmen iktidar yerelde ve genelde olmak üzere ikiye bölündü. AKP’nin önemli isimleri aba altından sopa gösteriyorlar. İmalı açıklamalar ile bazı grup ve kişileri işaret ediyorlar. Yönetimde olmayan AKP savunucuları ise seçimlerin kaybedilmesi ile ilgili yüksek sesle hayat pahalılığından, adayların yanlışlığından bahsettiler. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın etrafında bulunan kişilerin seçimin kaybedilmesinde etkin olduğunu dile getirmeye başladılar.
Konuştuğum bir AKP’li arkadaşım, “Biz tartışmaları aman parti zarar görmesin diyerek ya görmezden gelerek yaptık ya da sessizce parti içinde yaptık. CHP bize aslında inandığın değerler adına gerekiyorsa yüksek sesle herkesin ortasında tartışılabileceğini gösterdi. Bence artık yaşanan bu” dedi.
22 yılın özetine baktığımızda AKP, seçimleri kaybeden CHP’ye dönüştü. CHP ise adaylarının halka dokunmasıyla, söylemleriyle, davranışlarıyla seçimleri kazanan AKP’ye dönüştü.
Seçim bitti. Bitti ama itirazlar bitmedi. Partiler seçim sonuçlarına demokratik hakları gereği itiraz ediyorlar. Ancak bu itirazlar bazen ne yazık ki demokratik hak olmaktan çıkıp başka bir amaç için kullanılıyor. Ayrıca seçim kurullarının farklı kararlar alması tartışmaları daha da büyütüyor.
İstanbul’da Gaziosmanpaşa, Pendik, Beykoz, Ümraniye gibi ilçelere itirazlar yapıldı.
Gaziosmanpaşa’ya yapılan itiraz nedeni “geçersiz oy sayılarının adaylar arasındaki farktan daha fazla olması” diye sunuldu ilçe seçim kuruluna ve bu itiraz haklı görüldü. Ancak sadece geçersiz oylar değil tüm oylar yeniden sayıldı. Sonuç değişmedi ve Gaziosmanpaşa’yı CHP kazandı. Beykoz için de itiraz yapıldı. İl seçim kurulu yeniden sayım kararı verdi ancak CHP itiraz etti ve YSK itirazı kabul etti. Sayım yapılmasına gerek görmedi. CHP Beykoz ilçesini de kazandı.
Ümraniye için yapılan itirazlar ise reddedildi. YSK’ye yapılan başvuru bekleniyor.
Sadece İstanbul değil...
Kayseri Pınarbaşı’nda seçimi CHP’li aday 319 fark ile kazandı. Ancak itirazlar yapıldı. Tekrar sayıldı, sonuç değişmedi. İtirazlar sonunda seçimin yenilenmesi kararı çıktı. CHP bu karara itiraz etti. Pınarbaşı MHP için önemli bir ilçe, oy farkının birbirine yakın çıkması da MHP’lilerin burada seçimin iptali için kurulları baskı altına almasına neden oldu.
Ardahan’da Faruk Demir 174 oy farkı ile rakibinin önünde seçimi bitirdi. İtirazlar yapıldı. İlçe seçim kurulu seçimlerin 2 Haziran’da yenilenmesine karar verdi. Ancak yargıç üye muhalif oy kullandı. CHP bu karara itiraz etti. Ardahan’da seçimin iptali için hiçbir neden olmadığı halde seçimi salt siyasi çoğunlukla iptal ettiler. Ardından CHP’nin yaptığı itiraz sonucunda seçimin yenilenmesine gerek olmadığı ve mazbatanın Faruk Demir’e verilmesine karar verildi.
Hatay seçiminde ipi AKP göğüsledi ama burada da itiraz eden CHP oldu. Yapılan itirazlar sonrasında aradaki oy farkının bir kısmı kapandı. Maddi hataların da olduğu tespit edilerek bu hususta da başka itirazlarda bulunuldu.
Keza MHP’nin 403 oy farkla kazandığı Kırklareli’de CHP’nin yeniden sayım talebi, AKP, MHP ve İYİ Parti’nin oyları ile reddedildi. İYİ Parti’nin burada ret vermesi dikkat çekici. Daha böyle çok yer var. Burada dikkat çekilmesi gereken durum şudur: İlçe seçim kurulları siyasi partili üyenin de olması nedeniyle siyasi toplamlar haline gelmiş durumda. Meseleye seçim hukuku yönünden değil kimin işine geldiği yönünden bakıyorlar. Bu da sürecin uzamasına neden oluyor.
Seçim hukuku yönünden seçmen sayısı, oy farkı, geçersiz oy oranı ve sandık başı itirazların fazlalığı gibi tüm verileri bir araya getirdiğinizde yeniden sayım kararı verilmesi gereken en önemli yer Hatay. Hatay’da yeniden sayım yapılması seçim hukuku açısından bir ihtiyaç. Kim kazanacaksa 1 oy farkla da olsa herkesin içine sinen bir sonuçla kazanması gerekiyor.
/././
Sendikacılıktan siyasete, Metris’ten Meclis’e Fehmi Işıklar (Şükran Soner)
Toplumsal eylemler içinde izlenen insanlarla, paylaşımlar yoğunlaştıkça yakın dostluklara dönüşen bağlar güçlendikçe söyleşilere de tanıtımlara sığdırılacak anıların önceliklerinde de seçim zorlaşıyor. Yine de Fehmi Işıklar’ın kayıtsız tarım işçisi çocuk olarak bindiği kamyondan girerek başlayıverdim. Çoğunluk DİSK yöneticiliğinde yükselmiş sendikacıların tümü gibi onun da işçilik, sendikacılık yaşamı Türkİş çatısı altında başlamış. Geçişlerin çokluğu, dönemeç taşlarının bile altının çizilebilmesinde engel oluşturuyor.
Cumhuriyet TV YouTube söyleşisindeki sıçrayışlarla, çakışmalara bakılmaksızın emek tarihimizde dönemeç noktalarından örnekler vermekte yarar var. Kemal Türkler Madenİş DİSK kuruculuğunda başı çekmiş olarak, dengelerin sallanmasını engeleyemediği süreç içinde, her iki örgütlenmenin de ayakta kalmasına öncelik vererek çekilirken, 12 Eylül’den aylar önce yapılmış DİSK Genel Kurulu’nda, Abdullah Baştürk’ün seçilmesinin önünü açmakla kalmamıştı. DİSK’in geçmişine sahip çıkacak Abdullah Baştürk’ün yolculuğunda Fehmi Işıklar’ın genel sekreterliğinin de önü açılmıştı.
Darbeden birkaç gün öncesinde başlayan, üç işkolunun kangren olmuş uzun grevlerinin de bitirildiğine tanıklık etmiştik. DİSK’in Merter’deki merkezinde üç işkolunun, konfederasyonların başkanları hepsi bir arada, ayrı odalarda sürdürülen görüşmelerde, genel sekreter Fehmi Işıklar odalar arasında dolanıyor, en kolayı kimya, metal işkollarında uzlaşma kesinleşiyorken kriz tekstil işkolunda zorlanıyordu.
“Bu düzen bizim, düzülecekse biz düzeriz” işveren örgütünün başkanın sözlerini hiç unutamamıştım.
Sonrası 12 Eylül dönemi yargılamaları, işkenceleri arasındaki bağlarını da hiç aklımdan çıkaramayarak önce “Ben Devletim Köleleştiririm”, yenisi “İşçiyim Haksızım” ortak kitaplarımızda paylaşmıştık. 12 Eylül ülkemizdeki sendikal hakların gaspı sürecinden bugünlere uzanan kazanılmış işçi haklarının adım adım püskürtülmesinin aracı yapıldı.
***
Fehmi Işıklar’ın, Metris’ten Meclis’e, sendikacılıktan siyasete uzanan hızlı yaşamını elbette söyleşi kitabına sığdırılabilmiş boyutlarının bir özeti olarak, Cumhuriyet’ten Tanıklıklar söyleşimiz kapsamında, YouTube’da yapılan yayınımızdan da izlenebilecek. Sendikal eylemler süreçleri, yargılamalar, derken siyaset çalışmaları içinden görselleri ile de paylaşılabilmiş ekleriyle.
Siyaset yılları içinde SHP ilk adım. İnönü’nin liderliği sürecinin üzerine, HEP süreci eklemleniyor. Baştürk ile paylaşılmış siyasal, toplumsal eylemlerin örnekleri çok zengin. Sendikacılık yaşamlarının siyasete yansımasının izdüşümünde elbette tüm çalışanların, emeğin haklarını öne çıkarak etkinlikler, birbirinden çarpıcı, renkli birliktelik, eylemcilik türlerinin örnekleri veriliyor. Siyasal etkinliklerinde de sınıf tavrının ağır bastığı gözlemleniyor.
Urfa doğumlu kültürel bağları içinde, çiğköfteden saza uzanan tutkuya, söyleşimizde yer verme şansımız olamasa da ülkemizin en ünlü sanatçıları ile olan bütünlemiş yaşamını yok saymak haksızlık olabilir mi? Sol, toplumsal akla gelebilecek tüm toplumsal örgütlenmeler ile çok sayıda uluslararası örgütlenmelere de uzanmış bağları da paylaşmak gerek...
(Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder