7 Nisan 2024 Pazar

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 7 NİSAN 2024 -

 

Alay ettiler..(Işıl Özgentürk)

Sevgili okurlarım her seçimden yenilgiyle çıkmaya öylesine alışmışım ki televizyonu korkarak açıyorum ve her yarım saatte bir izlediğim İkinci Dünya Savaşı belgeselini kapatıp seçim haberlerine bakıyorum. Evet usul usul korkum geçiyor anlaşılan bugün Tayyip Erdoğan azarlayan sesiyle balkon konuşması yapamayacak. Ne oluyor? AKP en baba illerini kaybediyor. Neden? Birden tüm dini kitaplarda, dini metinlerde en büyük suç kabul edilen kibir aklıma geliveriyor. 

Ve düşünüyorum, insanoğlunun onuruyla asla oynamayacaksın! Ama güç sahipleri ülkemin insanlarıyla öylesine alay ettiler, onlara öylesine üstten baktılar ki. 90 yaşındaki insanlara, “Git simit sat, su sat, mendil sat, ek gelir sağla!” dediler. İliç’te dokuz kişiyi ölüme terk ederken kılları kıpırdamadı. Ölsünler!

Uludere’de çocukları bilgisayar taksitlerini ödemek için kaçağa giden ve devletin bombalarıyla katırlarının altında ölen çocukların annelerine, kız kardeşlerine, babalarına, arkadaşlarına bir geçmiş olsun demediler; davalar sürüncemede kaldı. 301 madencinin öldüğü Soma’da babalarına mektup yazan çocuklar büyüdü ve babalarını öldüren kusurlu madenin sahibinin aklandığını gördüler.

İnadım inat! Çocuklarının kemiklerini talep eden Cumartesi Anneleri’ni her cumartesi elleri kelepçeli olarak, polis arabalarına bindirdiler! Kuran kursunda yanan gencecik kızları, yüzlerce erkek şiddeti gören, öldürülen kadınları içlerinden “Onlar kadın, ne kıymeti var” diyerek İstanbul Sözleşmesi’ni bir dakikada alkışlarla gündemden düşürdüler.

El çabukluğuyla yanlarına kendi yandaşlarını alan yabancı şirketlere ülkenin yer yerinde binlerce maden ruhsatı verdiler. Toprakları için direnen köylüleri, aktivistleri en gaddar biçimde coplattılar, biber gazına boğdular. Bir halk direnişi olan Gezi’de ölenler için tek bir başsağlığı dilemediler, sudan suçlamalarla ülkenin en değerli insanlarını rehin alıp mahkûm ettiler. Katar emiri öldüğünde yas ilan edip binlerce yurttaşın öldüğü depremde tek bir gün yas ilan etmediler.

Binlerce yandaş çalışanın altına değeri üç milyona varan arabalar çektiler. “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek saraylarını öyle bir ışıklandırdılar ki millet kendi lambasını kısmak zorunda kaldı. Ülkenin bütün fabrikalarını (düşman bile yapmaz) yandaşlarına peşkeş çektiler. Pırlantadan, yatlara konan mazottan vergi alınmazken -çünkü onların çocukları doğdukları gün parmaklarına tek taş pırlanta takmaları gerekiyorduyatlarda âlemler yapılırken, pazar yerleri dağılırken, başörtülü kadın ve kızların geriye kalan atılmış sebze ve meyve toplaması hiç umurlarında olmadı.

Kibir öylesine başını alıp gitti ki içinden, sessizce Tanrı’ya ve kitaba inanan insanların inançlarıyla adeta alay edercesine görgüsüz, aşağılayıcı bir yaşam tarzını benimsediler. Vergi vermeyi ahmaklık olarak gören, hacca sadece gösteriş için giden, yeni doğan kızına tek taş pırlanta takanların, her önüne gelenin “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye kibirle dolaştığı bir ülke olduk.

Bu arada dört bakanlığının bütçesinden fazla para harcayan, çalışanlarını lüks otellerde tatile gönderen, insanların anasının dizinden bile tahrik olacağını söyleyen, ne iş yaptığı belli olmayan bir gayya kuyusuna itildik. Tarikatlardaki çocuk tecavüzünü bile gülerek “Bir kereden bir şey olmaz!” diye aklayan insanların kabul gördüğü bir ortam oluştu.

750 bin üniversite öğrencisinin kaydını sildirmesi kimsenin umurunda olmadı, kibir alıp başını gitti. Para para para diyerek adeta bir kumar bağımlısı gibi dolaşırken devleti, kurumları Hollanda’nın ve Rusya’nın uyuşturucu baronlarına teslim ettiler. Bir zamanlar Yüksekova için söylenen bir söz vardı: “Bir torba toz, bir otobos.” Şimdi bu değişti: “Bir rezidans, bir vatandaşlık.”

Bütün bunları yazarken birden değerli hikâyeci Ömer Seyfettin’in bir hikâyesi aklıma geldi: Diyet. Hikâyenin kahramanı Koca Ali çok değerli kılıçlar yapan bir ustadır. Bir gün bir kumpas sonucu kadının önüne çıkar. Ve kolunun kesilmesi kararı verilir. Koca Ali için bu ölüm demektir. O sırada zengin bir Hacı bu durumdan yararlanır, belli bir miktar akçe öder ve Koca Ali’yi yanına alır. Ölene kadar yanında çalışmasını da şart koşar. Koca Ali Hacı’nın yanında çalışmaya başlar ama Hacı her gün onu kurtardığını, o olmasa şimdi kolu kesik sokaklarda sürüneceğini söyler ve ona en ağır işleri yaptırır. Ama bir gün Koca Ali eline satır alır ve kolunu keserek “Al diyetini!” diyerek Hacı’nın yüzüne fırlatır ve çekip gider.

Ne dersiniz dostlarım bu seçim “Al diyetini!” diyenlerin seçimi oldu. Ne demiştik kibrin sonu kuburdur!

Yazarın notu: Kibrin bir zamanlar Haliç Tersanesi’ne sokmadığı gencecik bir gemi mühendisi kadın, Sinem Dedetaş kibirden uzak öyle güzel gülümsüyor ki Üsküdar’ı kıskanmamak elimde değil.

                                                  /././

Müze Gazhane diye olağanüstü bir yer (Orhan Bursalı)

Kadıköy, sonradan Hasanpaşa Gazhanesi adını alan büyük tesis 1892-1993 yılları arasında Kadıköy bölgesinin gaz enerjisi ihtiyacını karşıladıktan sonra, doğalgaz gelince sanayi tarihinin çok önemli bir mirası oldu. Tıpkı bugün Silahtarağa’da şimdi üzerinde bir üniversite kurulan elektrik üretim fabrikası gibi.

Hasanpaşa Gazhanesi kok kömüründen ürettiği “hava gazı” ile evleri ısıttı, sokakları aydınlattı. 93’ten sonra uzun süre fabrika alanı, İETT otobüsleri deposu, hurdalık, çöplük ve kömür deposu olarak kullanıldı. Bu arada fabrika parça parça sökülüp o muazzam üretim tesisleri hoyratça yok ediliyordu. Gazhane Çevre Gönüllüleri yıllarca mücadele etti. Kültür ve sanat merkezine dönüştürülmesi projesi hazırlandı (Afife Batur hocanın kulakları çınlasın!). Önce SİT alanı ilan edildi. 2014’te büyükşehirin onayıyla Müze Gazhane inşası başladı. Üç yıl önce de açıldı.

(mstfkrc not) 1)http://www.istanbullite.com/istanbulkiyik%C3%B6350e/istanbulungazhaneleri.html

2)https://yesilgazete.org/gazhane-mahalleyi-kirleten-fabrikadan-iklim-muzesine/

HALK GİRİŞİMİ

Müze Gazhane öncelikle bir sivil halk girişiminin büyük başarısıdırÖnceki gün bir öğleden sonrayı orada geçirdik. Öyle “Bakayım şöyle bir” denecek bir yer değil. Gideceksiniz, anıtsal sanat eseri gibi yer yer inşa edilen fabrikanın farklı işlevlerdeki yapılarını gezeceksiniz. Geniş alana serpiştirilmiş heykelleri inceleyeceksiniz. Kafelerinde oturacaksınız. Çocukların koşuşturmalarını seyredeceksiniz. Müze Gazhane’nin hem tarihini hem mirasını hem şimdiki güzelliklerini içinize çekeceksiniz.

Sonra Beltur’da yemeğe oturacaksınız. Ben yıllardır uzak durduğum hamburgerlerine takıldım.

Şefin hamburgeri umarım bir alışkanlık yapmaz! *

ALLAH KUVVET VERSİN! 

Sonra İstanbul Kitapçısı’na gideceksiniz. Sizi bilmem ama ben Tatavla Tarihi’ne takıldım. Oturup okumaya başladım. 1913’te yazılmış çok özel bir çalışma. 1500’lerden itibaren Kasımpaşa’dan yukarı doğru uzanan alana (bugünkü Kurtuluş’a) getirilen ağırlıklı Ege adalarından esirlerin ve özellikle Sakızlıların yerleştirildiği büyük Rum nüfusun ve yaşamın hikâyesi.

İlk kez gördüm: Yazar Melisinos Hristodulu sunuş yazısını “Allah kuvvet versin!” diye bitiriyor! Kitabı İstanbul kitapçılarında molalar vererek bitirmeyi planladım. Böyle bir de işim oldu!

HAYDİ TARTUFFE'E

Tiyatro zamanı geliyor. Soluğu Tartuffe oyununun sahnelendiği salonda alıyoruz sonra. 400 yıl önce Molière’in toplumsal mizah yüklü ünlü eseri. Yiğit Sertdemir’in yönettiği oyun, şairimiz Orhan Veli Kanık çevirisi ve şiirlerinin de seslendirilmesi ile bir tiyatro şöleni. Sahne, dekorlar, giysiler, baştan sona çok yüksek bir oyuncu performansı. Ve en önemlisi günümüze uygun çok hoş güncellemeler. Yüzyıllardır dini kullanarak her türlü kepazeliği toplumsal alanda kullanan yobaz ve sahtekârlar...

Ve akın akın gençler. Biz yaş ortalamasını yükseltiyorduk.

Neyse ki sayımız az olduğundan etkisi de fazla olmadı!

Müze Gazhane herkesi bekliyor, hakkını verin...

* Bu kez yazıya dökeceğim. Demir sandalyeler ve masalar. Müşteri ve hizmet verenlerin kalkıp oturdukça, yerleştirildikçe büyük gürültüler ortalığı kaplıyor ve sessizlik rezil bir gürültüye dönüşüyor. Bu demirlere lastik papuç taksanıza dedim. Abi birkaç kez denendi ama düştüler dedi. Yaratıcı çözüm bulunabilir. Tasarlanıp ürettirilebilir. Moda’da bir pizzacıda çıldıracaktım.

Demek ciddi sorun: Sandalye üreticileri bu çözümle satmalılar. Üretim aşamasında.

Türlü çözümler akla geliyor.

Bakalım kim el atar, yoksa sandalye pabucu üretimine soyunacağım!

                                                                /././

İster anla ister anlama (Özdemir İnce)

Başyüce başta olmak üzere 31 Mart 2024 günü ağır sıklet boks maçında yaşadıkları nakavtta hangi yumruk ve yumrukların etkili olduğunu gizlemeye çalışmaları çok şaşırtıcı. Önce onların teşhislerini dinleyelim; ben de eski bir boksör olarak gerçek nedir açıklarım.

Yeni Şafak gazetesi şöyle bir değerlendirme yapmış: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ‘kibir hastalığı’ vurgusuyla yerel seçim değerlendirmesi: Ya toparlarız ya da buz misali eririz. AK Parti MYK toplantısında 31 Mart yerel seçimlerine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, milletin sandığa küsmesine hayat pahalılığının ve enflasyonun neden olduğuna vurgu yaptı. ‘Kibir hastalığı’ vurgusuyla özeleştiride de bulunan Erdoğan, hatanın millette aranmaması gerektiğini, partide kimsenin hesap sorulamaz olmadığının gösterileceğinin altını çizdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Ya hatalarımızı görerek kendimizi toparlarız ya da güneşi gören buz misali erimeye devam ederiz. Ya başından sonuna kadar işimizi dört dörtlük yaparız ya da çok daha ağır bedeller ödemekten kurtulamayız’ dedi.”

R.T. Erdoğan uğradığı bozgunun gerçek nedenini nedense anlamak istemiyor ya da itiraf etmeye gücü yetmiyor. Bozguna sadece yoksulluğun ve emekli yığınların öfkesinin, dolayısıyla enflasyon ve ekonominin yol açtığını sanıyor ama bozgunun nedenini anlayanlar da var.

EKONOMİ YENİLGİNİN GÜNAH KEÇİSİ DEĞİL

Basından aktarıyorum: “AKP’nin yerel seçimlerdeki yenilgisi sonrası MYK önceki gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında toplandı. Toplantıya, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet YılmazÇalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan ile Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de katıldı. Seçim yenilgisinin nedenlerine ilişkin toplantıda yapılan değerlendirmelerde, ‘yenilginin en önemli nedeninin ekonomi olduğuna’ yönelik söylemlere Bakan Şimşek’ten itiraz geldiği belirtiliyor. Şimşek’in, toplantıda, ekonomi politikasına ilişkin sunum yaptığı ve gelecek dönem hedeflerini anlattığı ifade edilirken, yerel seçimlerde alınan sonucun tek nedeninin ‘ekonomiye bağlanamayacağını’ dile getirdiği kaydediliyor. Büyükşehirlerde ve illerde seçim yenilgisinin ‘farklı nedenlere dayandığını’ söyleyen Şimşek’in, bu nedenlerden ‘yalnızca birinin ekonomi olduğu’ savunusunu yaptığı kaydediliyor. Şimşek’in, toplantıda, gerçeği söylemi ve ‘Günah keçisi sadece ekonomi değil. Ekonominin yanında seçim yenilgisinin altında sosyolojik ve siyasal nedenler de var’ dediği söyleniyor.

Normal düzenlerde vatandaş ekonomik durumun nereden kaynaklandığını bilirse bu sıkıntıya katlanmasını da bilir. Ama ekonomik sıkıntı ve yoksulluğun nedeninin yaptırılan havaalanlarının, otoyolların, köprülerin yol açtığı yağma ve soygun düzeninin ürünü olduğunu sonunda öğrenirse (öğrenince) bu düzeni değiştirmek için külah değiştirir. Sen istediğin kadar kadrolu ve ödenekli seçmen kitlesi yarat buz gibi, kar gibi erirsin. Mehmet Şimşek toplantıda “Yenilgisinin altında sosyolojik ve siyasal nedenler de var” diyor ya bunun ne anlama geldiğini eşeleyelim:

Cumhuriyet düşmanlığı yapan kim? Şeriat övgüsü yapan kim? Halifelik düşleri kuran kim? Adliye koridorlarında “Şeriat isteriz” diye tepinenleri alkışlayan kim? Bakanlıkları tarikatlara teslim eden kim? Laik okullara imamları sokan kim? Kuruluş amaçları din adamı yetiştirmek olan imam hatip okul ve liselerini temel öğretim kurumları haline getiren kim? “Liyakat” kavramını ayaklar altına alarak devlet kadrolarını imam hatip mezunlarına peşkeş çeken kim? Cumhuriyetin kurduğu fabrikaları batan geminin malı gibi eşe dosta satan kim? Devlet limanlarını, askeri sanayi fabrikalarını Araplara satan kim? Koruma ordusuna, Saray harcamalarına milyarlar döken kim? Devleti devletsizleştiren, devleti özelleştiren kim? Halkın tamamını “Karatepeli” sanan kim?

Bir de kazanan tarafa bakalım: Meydanlarda yukarıda sorulan soruları sordu ve sorumlunun Başyüce ve AKP’si olduğunu söyledi. Cumhuriyetçi, laik ve devrimci akıl yol gösterdi.

                                                    /././

Ramazanda bir ay boyunca kapatılan yemekhaneler (Zülal Kalkandelen)

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, son birkaç yıldır olduğu gibi, yine ramazan ayı boyunca personel yemekhanesini kapatmış.

Önce 29 Şubat 2024’te ilgili müdürlüklere bir yazı gönderilerek “11.03.2024 tarihinde ramazan ayının başlaması nedeniyle, Yemek Yürütme Kurulu’nun yemek sayılarını planlaması açısından” öğle yemeği hizmetinden yararlanacak personel sayısı sorulmuş.

5.03.2024 tarihli yazıyla da “Alınan cevabi yazılar ile öğle yemeğinden faydalanacak personel sayılarının yetersiz kalması sebebiyle ramazan ayı süresince öğle yemeği verilemeyecektir” denerek merkez birimlere, Ankara’daki tüm ilçe müdürlüklerine bildirilmiş.

Daha sonra da tadilat yapılacağı ileri sürülerek personel yemekhanesi kapatılmış. Bu yazıların usulen yazıldığı, aslında amacın daha baştan ramazan ayında yemekhaneyi kapatmak olduğu, tadilat ve yemekhane ihalesini alan firmanın zarar edeceği gibi bahanelerin de kullanıldığı dile getiriliyor.

Bu da yetmezmiş gibi, kurumda çalışanlar, “bizzat Genel Müdür Mehmet Zeki Adlı tarafından personel odalarının tek tek gezilerek hal hatır sorma adı altında ‘Ramazan ile aranız nasıl’ şeklinde soru sorularak personele mobbing uygulandığını ve bir tür fişleme yapıldığını” iddia ediyor. İlginç olan şu ki Adlı, 2011’de görevinden istifa ederek AKP’den milletvekili aday adayı olduğunda “inancından dolayı 28 Şubat mağduru olduğunu” söylemişti.

                                                    ***

Bu durumda haklı olarak bazı soruları sormak gerekiyor.

Kaç personel yemek yemeyi talep etti ve kaç kişi olsaydı yemekhane açık tutulacaktı? Mevzuatta böyle bir kriter mi var?

Ramazanda oruç tutanlar var diye oruç tutmayanların bir ay boyunca öğle yemeği hizmetinden yoksun bırakılması yasal değildir. Laik bir devletin kurumu bir din ibadetini gerekçe göstererek tüm memurları yılın aynı döneminde bir ay boyunca bir haktan yoksun bırakamaz!

Ayrıca tüm kurumlar yemekhane ihalesine çıkarken ramazan ayını göz önünde bulundurarak hazırlıklarını buna göre yapar. İhaleyi alan firmanın zarar ettiği gerekçesiyle memurların yemek hizmetini engellemek hak gaspına girer.

Son birkaç yıla kadar ramazan ayında yemekhane kapatılmıyorken ne oldu da şimdi bu uygulama kalıcı hale getirilmek isteniyor?

Yemekhanenin neresinde onarım yapıldığına ilişkin bilgi verildi mi? Diyelim ki bir binada yemekhane bu gerekçeyle kapatıldı, diğer müdürlüklerde de mi aynısı oldu?

                                                        ***

Oruç tutmayan personel yemek hizmetini bir ay boyunca alamayarak mağdur olduğu gibi kurum içinde bu yolla baskıya da maruz kalıyor. Bir devlet memuru inançlı olmak zorunda olmadığı gibi, farklı bir inanca da mensup olabilir ya da sağlığı oruç tutmaya uygun olmayabilir.

İbadet edenler kendileri için ediyor; aynısını herkesin yapmasını beklemek ya da başkalarını haklarından mahrum ederek zorlamak yasal olmadığı gibi adil de değildir. Ne tadilat ne de yemek yiyecek personel sayısının azlığı bu baskıya gerekçe olabilir.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’ne bağlı birimlerde çalışanlar, son birkaç yıldır kurumda oluşan havada soluk almakta zorlandıklarını, bırakın görevde yükselmeyi ya da liyakaten atanmayı, bu gidişle muhalif memura yaşam şansı bile tanınmayacağını söylüyor!

(Cumhuriyet) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder