Maskeli soygun (Uğur Zengin - EVRENSEL)
İşçilerin 2 aydır ücretlerini vermeyen Mega Polietilen'in bir KOBİ'den 135 bin metrekarelik fabrikaya 'yayılışının' hikayesi... Pandemi ile artan kârlar, ucuz işçilik ve finansman, teşvikler ve gasp.
Adıyaman Besni’de 2022 yılında kurulan Mega Polietilen fabrikası ‘rekabete dayalı ihracat’ modeli ile palazlanırken, düşük ücretten ‘hiç ücret’e geçti. Şirket, iki aydan fazla süredir fabrikada çalışan işçilere ücretlerini ödemedi. Şirketin hikayesi devlet ve piyasanın küçük bir KOBİ’yi nasıl dişli bir sanayi patronuna evirdiğini gösteriyor.
Dolar/TL kuru 2018 ocak ayında 3 lira 77 kuruştu. Ocak 2018’den bugüne geçen 6 yıl 3 ay 15 günde Dolar, Türk lirası karşısında yüzde 760 değer kazandı. 2018’de İstanbul Hadımköy’de 8 bin metrekarelik fabrikasıyla üretim yapan şirketin 2018 yılı net kârı 4 milyon 539 bin 830 liraydı. 2018’de net kâr 2 bin 237 brüt asgari ücrete tekabül ediyordu.
Şirketin net kârı yıldan yıla şöyle gelişti:
2011’de 9.2 milyon lira olan sermayesini, 2012’de 13.2 milyon liraya, 2020’ye gelindiğinde önce 26.4 milyon liraya, kasımda 38 milyon liraya çıkardı. 2018 krizinde küçüldü. Küresel pandeminin milyonlarca insanı kırdığı 2020 yılı, şirkete ‘ilaç’ gibi geldi. Nasıl mı? Fabrika harıl harıl ‘maske’ üretti.
2020’de 40 kişinin çalıştığı bu küçük fabrikada işçi başı 501 bin lira net kâr edildi. Bu rakam ‘dehşet’tir. Aynı yıl Koç Holding’e ait Ford Otosan gibi yüksek teknoloji ile üretim yapan şirketin dahi işçi başı net kârı 328 bin liraydı. Bu küçük şirket Ford Otosan’ı dahi işçi başına net kârda yüzde 52 solladı.
Maske üretimi yapan şirket o yıl net kârını böylece yüzde 197 artırdı. Sermaye artırdı. Yetmedi, 2020’nin 9.ayında solunum cihazı yapan bir şirketin yarısını satın aldı. Yetmedi, Besni’de açacağı 45 milyon liralık yeni fabrika yatırımının yarısını da devlet karşıladı. Teşvik pandemi sırasında verildi. Yetmedi, devlet şirkete yüzde 50 vergi indirimi ve 7 yıl sigorta primi desteği sağladı.
Şirket 2021’de Besni’de aylık 900 ton işlem kapasiteli fabrikanın kurulumunu tamamladı. Fabrikanın 2022’de açılışını yapan dönemin AKP’li Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, “İmzaladığımız protokolle imalat sanayinde teknolojik dönüşüm finansman programını başlatmış olduk. Pazartesi itibariyle 40 milyon lira bütçeli bu finansman paketine başvuruları açılmış olacak. Sanayi işletmelerinin kredi finansman maliyetlerini kalkınma ajansları olarak üstlenmiş olacağız. Böylece bölgemizdeki KOBİ’ler daha fazla kaynağa daha uygun şartlarda erişebilecek ve bunu yatırıma kanalize edebilecekler. Biz finansman maliyetini 40 milyon liraya kadar karşılayacağız ve inşallah Vakıf Katılım aracılığıyla 200 milyon liralık kredi hacmi oluşturacağız. Ben şahsen şartları sağlayan firmalarımızın bu cazip destekten azami ölçüde faydalanmalarını arzu ediyorum” demişti.
Varank’ın sözü, Mega Polietilen’in gerçeği. 2021’de 141.9 milyon lira borçlanan şirketin yüzünü pandemiden sonra bu kez ‘ucuz kredi’ güldürdü. Cumhurbaşkanı Erdoğan Ekim 2022'de "Bu kardeşiniz bu görevde olduğu sürece, faiz her geçen gün inmeye devam edecektir” dediğinde 416.4 milyon lira (2022 yılında) ‘nakit’i ucuz kredi yoluyla kasasına koydu.
Hadımköy’deki 8 bin metrekarelik fabrikadan 135 bin metrekarelik dev fabrikaya! Şirket fabrikasını 17 kat büyütürken, işçiler asgari ücretli kalmaya devam etti.
Ve final: Şirket 2022’de net kârını bir önceki yıla göre yüzde 215 artırdı. Bu, 3 kattan fazla artış demektir.
2022 yılında ödediği vergi 4 milyon 938 bin 757 lira. Net kârının yalnızca yüzde 4.62’si.
2021 yılında ödemesi gereken ancak devletin ‘affına’ uğrayan vergi tutarı 2 milyon 196 bin 154 lira!
***
Bir KOBİ’nin tekerini küresel bir pandemi döndürdü. 2005’te kurulan, 2007’de üretime başlayan küçük bir KOBİ ucuz krediye ‘Erdoğan politikalarıyla’ ulaştı. Milyonlarca lira teşvik aldı, işçilerin tepesine çöktü, zamanını ve ücretini çaldı, daha fazla artı değer yarattı. Bu küçük KOBİ birkaç yılda tamamen ihracata dayalı bir ‘sanayi patronuna’ dönüştü. Bugün işçilere ücretlerini ödemeyen, yasa, anayasa dinlemeyen, işçileri “Türkmenistanlı işçi getiririz” diyerek tehdit eden ‘sivri dişli’ bir patron. En büyük rakibi Bangladeş, Pakistan, Vietnam… Aradıkları da, istedikleri de daha çok işçi kanı emmektir. Bu yüzden bu hızlı teker hem geçmişe, hem de geleceğe dönüyor!
/././
Mesut Kara: ‘Cennet Sineması’na bilet alan adam (Tarhan GÜRHAN-EVRENSEL)
Kendine özgü bir insandı. “Yeşilçam’ın Hatıra Defteri” Mesut’un tuttuklarıyla çok zenginleşti. Sonraki kuşaklar için paha biçilmez bir kaynak yarattı.
İlkbahar ölümleri daha kötü geliyor bana. Sanki yaşam bu kadar yakınken, avucumuzdayken, gidivermek… Yine öyle oldu: Edebiyatçı, Belgeselci, Sinema Yazarı Mesut Kara pazar gecesi Söke Devlet Hastanesinde hayatını kaybetti. Yaklaşık 10 gündür entübe ediliyordu. Bugün son 15 yıldır yaşadığı Kuşadası’da toprağa verilecek.
Ölünün arkasından yazmak çok zor. Hele bir de ölen kişi yakın dostunuzsa daha da zor. 1999 depreminden hemen sonra tanışmıştık. Depremden sonra arkadaşlarıma sıkı sıkı tembihlemiştim, “Benden önce ölünmeyecek!” diye. Kimse sözünü tutmadı. Son yirmi beş yıldır ölen ölene… Çok sıkıntılı, acılı, hüzünlü günler yaşıyorduk. Ben bir yakınımı kaybetmiştim. Konuşa konuşa birbirimizin acısını alıyorduk.
O zamanlarda “Uç” adlı bir edebiyat, şiir dergisi çıkarıyordu. Dergi onun çocuğu gibiydi. Karşılaştığı zorluklar ve onlarla nasıl baş ettiğini saatlerce anlatırdı. Çocuk heyecanıyla, coşkuyla durmaksızın konuşabilirdi. Benim de ilk yayıncılarımdandır.
“Düşen Yapraklar (1)” adlı son yazısı, 27 Mart 2024’te Evrensel gazetesinde yayımlanmıştı. Şimdi tıpkı o düşen yapraklar misali aramızdan ayrıldı. Sanki biliyordu yaşanacakları. İnsanoğlunun acımasızlığını, ikiyüzlülüğünü, ihanetlerini, arkadan vurucu ve kötü oluşunu bildiği gibi.
Vefanın bir semt adı olmadığını hayatıyla ispatlayan ender insanlardandı. Sinemaya, özellikle Yeşilçam’a vefalıydı. Neredeyse 30 sene Yeşilçam üzerine yazdı. Ona “sinema tarihçisi, Yeşilçam tarihçisi” derdim. Mesut Kara da unutulmazlar katındadır. “Bizim kuşak için Yeşilçam’da sonbahar rüzgarları, yaprak dökümü ‘70’li yıllarda başlıyordu. Sevdiğimiz oyuncular birer birer sinemadan ve hayattan çekilirken bizim hayatımızda da yeri doldurulamaz boşluklar oluşuyordu” demişti son yazısında.
KAYBEDENLERİ YAZDI, GÖRÜNMEYENİ GÖSTERDİ
Lütfi Akad’ı, Metin Erksan’ı, Yılmaz Güney’i ayrı severdi. Mütevazi meyhanelerin, en kuytu masalarına yazılırdık sık sık. İki kişiydik ama çoğalırdık konuşurken. İkimizde de iki aynı tutku: Sinema ve edebiyat. Ha babam yeni fikirler, yeni açılımlar… Bence onu bu tutkuları yaşatıyordu. Bir kitabının adı gibi “Mülksüz ve Çıplak”tı Mesut Kara.
İnsanların değeri, öldüklerinde arkalarında kalan boşluktan ölçülür bence. Çoktan bitmiş tükenmiş bir Yeşilçam anlayışını, ısrarla kaleme alarak yaşattı. Herkesin bugün alay ettiği Yeşilçam Sineması’nda çok çarpıcı detaylar yakaladı. Özellikle kıyıda köşede kalmış oyuncuları, figüranları, kaybedenleri yazdı hep. Hem onları tazeledi hem bizi hem de kendini… Görünmeyeni gösterdi. Bugünkü sinema yazarları gibi “sabun köpüğü” yazılar yerine belge niteliği olan, iyi araştırılmış, birkaç kaynaktan kontrol edilmiş metinler ve kitaplar yazdı.
Latince bir kavram var: “Horor vacui”, boşluk korkusu diye çevirebiliriz. Şu anda hissettiklerim tam da bu kavramın içine dair şeyler. Yeri doldurulamazlık, boşluk şu anda büyük. Hayatta kalanın en büyük tesellisi bize bıraktığı eserler. İyi ki yazmış, iyi ki sevmiş. Neyse ki acı, üzüntü kılık değiştirecek, bunu biliyoruz. Mesut Kara’nın aklımızda kalışı da değişecek. Gittikçe daha da güzelleşecek. Herkes arkandan güzel şeyler söyleyecek, yazacak. Şunu unutma: Sana tam olarak geçmemiş olsa da sevildin. Çok sevildin…
Birikimli, kültürlü, beyefendi, açık sözlüydü… Gözü de soyadı gibi karaydı. Lafını hiç esirgemezdi. Tavrını kalp kırmadan koyardı ortaya. Sol yumruğu hep sıkılı… Bundan dolayı da çok kırıldı, üzüldü. Yalansız, dolansız olmak onu bu alemde “çıplak” bıraktı. Kalbinin geçmeyen yorgunluğu bundandır. Kendine özgü bir insandı. “Yeşilçam’ın Hatıra Defteri” Mesut’un tuttuklarıyla çok zenginleşti. Sonraki kuşaklar için paha biçilmez bir kaynak yarattı. Sinema, muazzam tarihinde Mesut’a pek ilgi göstermese de onun serüvenlerine ve sinema sevgisine kayıtsız kalamayacaktır.
ŞİMDİ GEÇTİ ARAMIZDAN…
Kalp krizi nedeniyle son yazısına ara vermiş hastaneden çıkınca tamamlamıştı. Kendi dilinden aktarayım: “Ambulansı aramaya çabalarken göz kararması, ayakta duramama ve soğuk terler dökme hali yaşarken ilginç rastlantıyla karşı komşumun kapıyı çalması, kapıyı açar açmaz yere yığılırken ‘Kalp krizi geçiriyorum, ambulans çağırabilir misiniz?’ diyebilmiş olmam belki de hayatta kalmamı sağlayan ilk adımlardı. (…) Hemşire “Giysilerini, eşyalarını kime verelim?” diye soruyor. Bir an kalıyorum ve sorunun ne amaçla sorulduğunu anlayabilmek için yarı şaka yarı ciddi ‘Nasıl yani, öldükten sonra mı?’ diyorum. Hemşire bir kez daha umut yüklediği gülüşüyle ‘Yok be amca ne ölmesi, anjiyo olacaksın ya, üstünü çıkardığımızda giysilerini kime verelim?’ diyor. ‘Yalnızım, ben, kimsem yok’ dediğimi ve giysilerimin, telefon ve kimliklerimin ‘güvenlik’e emanet edildiğini anımsıyorum.”
Elbette yazılacak, anlatılacak çok şey var. Ancak ne ben bendeyim ne Mesut kısa bir gazete yazısına sığar. Güzel adamdı, bu az şey değil. Bir kamera alıp, tamamen kendi imkanlarıyla, büyük Oyuncu Erkan Yücel belgeseli çekmişti 2005 yılında. “Şimdi Geçti Buradan: Işıyarak Yok Olan Aktör Erkan Yücel”, Mesut Kara da öyle, şimdi geçti aramızdan… Bu şimdi hiç geçmese, unutulmasa…
Artık şuna inanmak istiyorum. O şimdi Cennet Sineması’nda. Almış biletini, varsa bir yer gösterici, oturtmuş. Sonsuza kadar kaygısız, hesapsız, gülümseyerek film izleyecek. Mesut Kara’ya da bu yakışır. Bize de onu yaşatmak…
(EVRENSEL)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder