24 Mayıs 2024 Cuma

soL KÖŞEBAŞI (24 Mayıs 2024)

'Enerji' dolandırıcılığında neden adım atılamıyor: Şirkete ait depoyu yurttaşlar tespit etti (Aslı İnanmışık) 

"Enerji dolandırıcılarının" izine hâlâ ulaşılabilmiş değil. Öte yandan önceki gün Silivri'de şirkete ait olduğu öğrenilen bir depodan eşya kaçırılması yurttaşlar tarafından engellendi.

Geçtiğimiz haftalarda gündeme getirdiğimiz "enerji üretimi vaadiyle" ponzi dolandırıcılığı vakasında yeni bir gelişme yaşandı.

Topladığı 600 milyon lirayla kayıplara karışan Kainat Holding'e ait İstanbul Silivri'deki bir depo, önceki gün yurttaşlar tarafından basıldı. 

Güneş panelleri ve şirkete ait çeşitli dökümanların yer aldığı depodan eşya çıkarıldığını görenler polise haber verdi.

Depodan Kainat Holding logolu motorların gitmesi yurttaşlar tarafından engellenirken, soL'un bilgi aldığı Silivri İlçe Emniyet Müdürlüğü de olayı doğruladı. 

Neden adım atılmıyor?

Haftalardır onlarca savcılık başvurusu ve CİMER şikayeti ile yapılan imza kampanyalarına rağmen hâlâ holdinge bağlı ofislerin kapatılmaması, kim olduğu belirlenemeyen kişilerin ofislere girip çıkması mağdurların tepkisini çekti. "O kadar başvuru yaptık" diyen mağdurlar artık adım atılmasını bekliyor.

Holdingin binlerce kişiden yüz milyonlarca dolar toplayıp ortadan kaybolmuş olmasına karşın resmi makamlar tarafından tatmin edici sonuçlar alınmaması soru işareti yaratıyor.

Yurttaşlar aynı yöntemle başkalarının da dolandırılmasının önüne geçilmesi için gerekli yasal mevzuatın hayata geçirilmesini bekliyor.

         "Kainat Enerji"nin internet sitesinde sitenin bakımda olduğu, şirketin devredildiği iddia ediliyor.

Ne olmuştu?

Kâinat Elektrik'e bağlı "elektrik tarlası" projesine göre, Türkiye'nin dört bir yanından arsa satın alan dolandırıcılar, binlerce kişiye bu arsaları daha pahalıya satıp, üzerine güneş panelleri kurup, ürettikleri elektrikleri devlete satacaklarını ve arsa sahiplerine de kira ödeyeceklerini vadetti.

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (EPDK) 2 Kasım 2023'te 20 yıllık "tedarik lisansı" verdiği şirketin adı "Kainat Toptan ve Perakende Enerji Satış Anonim Şirketi" olmasına rağmen Kainat Holding adıyla projeyi pazarlayan ve pek çok medya kuruluşuna reklam veren dolandırıcıların piyasadan en az 600 milyon lirayı toplayıp geçtiğimiz haftalarda kaybolduğu anlaşıldı.

"Helal kazanç" diyerek yapılan vurgun İsmailağa'ya ve "Cübbeli"ye kadar uzanmıştı.

Kainat Holding'e bağlı Kainat Organik ürünleri de çeşitli platformlarda satışa çıkarılmıştı. Ürünler şu anda "stokta yok" görünüyor.

                                                          /././

İşte pek beğenilen 'modern' şirket: Borusan sendika giremesin diye Filarmoni Orkestrası'nı limanda çalışıyor gösterdi (Aslı İnanmışık)

Borusan yönetimi işçilerin yasal haklarını çiğneyerek 30'un üzerinde çalışanı tazminatsız işten attı. Çalışma koşullarını soL'a anlatan işçiler, patronu şikayet etmeye hazırlanıyor.

Bursa'nın Gemlik ilçesindeki Borusan Lojistik'e bağlı Borusan Limanı'nda çalışan işçiler, Mart ayı içerisinde Türkiye Liman, Deniz, Tersane ve Depo İşçileri Sendikası'na (Liman-İş) üye oldu. İşçilerin sendikalaşması üzerine 4 kişi işten atıldı.

Liman işçilerinin direnişe başlamasının ardından patronun geri adım atması üzerine anlaşma sağlandı ve direniş sonlandırıldı. Anlaşmaya göre şu taleplerde uzlaşılmıştı:

  • İşten atılan 4 işçi geri alınacak,
  • Sendikalı olan işçilere baskı yapılmayacak,
  • Sendikalı olduğu için kimse işten atılmayacak,
  • Direniş boyunca çalışılmayan sürelerin ücretleri ödenecek,
  • Ücret ve SGK ödemelerinde kesinti yapılmayacak.

Patron işçiler hakkında suç duyurusunda bulundu

Öte yandan Borusan Lojistik patronu işçilerin kazanımı karşısında rahat durmadı. Önce 27 işçiyi ücretsiz izne çıkarma kararı aldı. İşçilerin buna tepki göstermesi üzere bu kez “idari izinli” sayılacaklarını açıkladı.

Ardından Mart ayında yaşanan direnişte yer aldıkları gerekçesi ile 122 Borusan Limanı işçisi hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu.

30'dan fazla işçi işten atıldı, kalanlar 'istifa edin' denilerek tehdit edildi: 'Kanunsuz bir şey yapmadık"

Verdiği sözleri tutmayan Borusan Lojistik patronu, 21 Mayıs'ta 30'un üzerinde işçiyi işten çıkardı. Sendikanın yaptığı açıklamaya göre, geriye kalan işçilereyse "İstifa edin yoksa hepinizi atarız" denilerek baskı yapılıyor.

soL'a konuşan Borusan işçileri de yöneticilerin kendilerini arayıp, "Ya bizle çalışacaksın ya da sendikadan vazgeçeceksin" diyerek tehdit ettiğini söyledi. İşçi, "Anayasal hakkımızı kullanmamıza engel oldular. Tehdit edenleri ve kimleri tehdit ettiklerini de biliyoruz. Bir kısmına şahit oldum" diye konuştu:

"İçeride bize baskı yapıldı, yemeklerimiz kesildi, sendikadan 'Bunlar terörist, hırsız' diyerek vazgeçirmeye çalıştılar, yalan söylediler. Biz yaptığımız şeyin arkasındayız, kanunsuz bir şey yapmadık."

İşçilere işten çıkarılma nedeni belirtilmedi

İşçilere işten çıkarılma nedeni de belirtilmedi, sözlü olarak "çıkın" denildi. Mesaj atan bazı işçilere şu cevap verildi:

"6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 70. Maddesi ile 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25. Maddesi 2. Fıkrası (e)/(g)/(h)/(ı) bentleri gereğince iş akdiniz 21 Mayıs 2024 tarihinde feshedilmiştir. Sizin de bildiğiniz gibi 21 Mayıs 2024 tarihinde aranarak iş akdinizin feshedildiği bilgisi telefonda size verilmiştir. Ayrıca 21 Mayıs 2024 tarihinde fesih bildirimi noter kanalıyla gönderilmiştir."

İşçiler neden sendikalaşmak istedi?

İşçiler, soL'a çalışma koşullarını da anlattı. Sendikalaşmalarının gerekçesi olarak kötü çalışma koşullarını gösteren işçiler, "Borusan port ülkeye çok iyi bir imaj veriyor ancak içerde bizim yaşadıklarımız bize reva gördüğü çalışma koşulları hiç öyle değil" dedi: 

"Hakkımızı arayana kadar, sendikalı olana kadar 2 haftada bir hafta tatili yapıyorduk. Akşam 20.00 - sabah 08.00 şeklinde 12 saat çalışıyorduk."

İşçilerin sosyal yaşantılarına kadar müdahaleye varan uygulamalar yapıldığını ifade eden işçiler, haftalık izinlerin kullandırılmaması, gece vardiyalarının 12 saate kadar olması gibi kanun dışı uygulamaların son bulmaması için sendikalaşmak istediklerini ancak sendika düşmanlığının yayılmak istendiğini belirtti.

İşçiler iş güvenliği tedbirlerine hiç önem verilmediğine de işaret etti:

"Kullanılan makinelerin yaşları ve ekipmanları ile üzerindeki hasarlara rağmen kullanılması zorunlu tutuldu, itirazlarımız hiç dikkate alınmadı. Mesleki yeterliliği olmayan yeterli eğitimleri alamayan işçiler direk operasyona veriliyor. İş makinelerinin durumu dışarıdan çıplak gözle bakan birinin dahi anlayacağı şekilde asla çalışmaya uygun değil. Camları kırık olan, yaşlı makineleri kullanmaya zorlandık."

'İş makinelerinde silecek yok, yağmur yağınca araçlar su alıyordu'

Başka bir işçi de yağmurlu havada sileceksiz makineleri kullandıklarını ve canları pahasına çalışmaya zorlandıklarını anlattı: 

"İş makinelerinde silecek yok, bıçakları tutan pimler yok, kapılar kapanmıyor. Yağmur yağdığı sırada araçlar su alıyor, sırılsıklam oluyorduk. Sendikayı çalışma koşullarımız insana yaraşır olsun diye istedik. Tüm öncü işçiler işsiz kaldık. Yemekler kesinlikle yaptığımız ağır işe uygun değildi. İhtiyacımız olan kaloriyi almamızı bırakın, besin değerleri ve hijyen koşulları açısından da her şey rezaletti."

Patron önlem olarak Borusan Filarmoni'yi bile limanda çalışıyor gösterdi

İşçilerin neredeyse tamamının üye olduğu limanda, patron sendikalaşmayı engellemek için Borusan'a bağlı başka işyerlerinde çalışan işçileri de limanda çalışıyormuş gibi gösterdi, çalışan sayısında dikkat çekici bir artış yapıldı. 

Borusan Lojistik'in oyunu, sendika Çalışma Bakanlığı'na yetki başvurusu yapınca ortaya çıktı.

Boş depolara bile holdinge bağlı işçiler çalışıyormuş gibi kaydırıldı. İşçiler, bakanlık yetki veremesin diye fiili olarak işyerinde çalışmayan işçilerin dahi işyerinde çalıştığının göründüğünü tespit etti.

Borusan Filarmoni Orkestrası çalışanlarının kaydı da limanda gösterildi.

İşçiler şikayet etmeye hazırlanıyor

Hukuksuzluk milletvekilleri aracılığıyla Meclis'e de taşınırken, işten çıkarılan işçiler Borusan Lojistik'i şikayet edecek.

Şikayet dilekçesinde "sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi" ve "yalan beyanda bulunmayla" ilgili suç duyurusunda bulunulacak.

Ayrıca şirket, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bursa Çalışma İl Müdürlüğü'ne Borusan Limanı yöneticilerinin Sosyal Güvenlik Kurumu'na yalan beyanda bulunarak fiili olarak çalışmayan işçileri fiili olarak çalışıyormuş gibi göstermek, sendikal hakları engellemek, 270 saat üzerinde fazla mesai yaptırmak, fazla mesaileri ödememek, fazla mesai için işçinin onayını almamak, iş akdinin feshi sonrası çalışma belgesi ve yazılı fesih belgesi düzenlememek, gerçeğe aykırı belge düzenlemek, çalışma sürelerine ve buna dair yönetmelik hükümlerine uymamak, ara dinlenmesini uygulamamak, telafi çalışması usullerine uymamak, işçileri geceleri 7,5 saatten fazla 12 saat çalıştırmak, gece ve gündüz postalarını değiştirmemek, hafta tatillerini kullandırmamak, işçi özlük dosyasını düzenlememek, çalışma sürelerine ilişkin yönetmeliklere muhalefet etmek, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uymamak, toplu işten çıkarma hükümlerine aykırı olarak işçi çıkartmak (toplu işçi çıkarma) nedenlerinden dolayı da şikayet edilecek.

                                                            /././

Sokak hayvanları tartışması büyüyor: AKP’nin ‘uyutma’ hamlesi neyi gizliyor? (Burcu Günüşen)

Erdoğan talimat verdi, AKP sokak hayvanlarının “uyutma” adı altında öldürülmesini içeren teklif hazırladı. Tepkiler büyüyor. Konuyu uzmanlarına sorduk: "İki tarafın da suçlaması gereken makam belli."

AKP’nin, sokak hayvanlarının toplanarak “uyutma” adı altında öldürülmesini de içeren İngiltere’den uyarlama bir yasa teklifini yakında Meclis’e sunması bekleniyor. 

Artan sokak köpeği popülasyonunu ve sokak hayvanı saldırılarını azaltma gerekçesiyle gündeme getirilen düzenlemenin katliam anlamına geleceğini vurgulayan hayvan hakları savunucuları eyleme hazırlanıyor.

Düzenlemeye ilişkin ilk işaret Erdoğan’ın yerel seçimlerden sonra bakan ve bürokratlarla bir zirve yapıp “Daha ne bekliyorsunuz, adım atın, çok şikayet alıyoruz” dediği yönünde Gazete Pencere’den Nuray Babacan’ın haberiyle gündeme geldi. 

Ardından TBMM’de AKP Grup Başkanı Abdullah Güler önceki gün gazetecileri sohbet toplantısına çağırıp düzenlemeye ilişkin bilgi verdi. 

30 gün içinde sahiplenilmezse öldürme teklifi

Buna göre sahipsiz sokak köpekleri barınaklarda toplanılıp 30 gün içinde sahiplenilmemeleri durumunda enjeksiyonla öldürülecek. Barınakların kapasitesi yeterli olmadığından öldürülen hayvanların yerine yenileri toplanılacak ve aynı işlem 30 gün sonra yine toplanıp sahiplenilmeyen hayvanlar için tekrar edilecek.

AKP Grup Başkan Vekili Bahadır Yenişehirlioğlu bugün yaptığı açıklamada yasa teklifinin büyük ihtimalle tatile girmeden Meclis'e sunulacağını söyledi. 

Konuyla ilgili Tarım ve Orman Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca çalışma yapıldığını belirten Yenişehirlioğlu, muhalefetten destek isteyeceklerini, STK, gazeteciler, akademisyenler, konunun mağdurları gibi kesimlerden görüş alacaklarını belirtti.

Düzenleme Meclis’e gelmeden tartışma yaratırken, hayvan hakları savunucuları da düzenlemeyi protesto ediyor. Bugün İstanbul'da ve Ankara'da basın açıklamaları yapıldı. İstanbul’da 2 Haziran’daysa tüm Türkiye’den katılımın beklendiği miting düzenlenecek.

Yandaş medyanın tutumu ve sokak köpeklerinin saldırısına uğrayanlarla hayvan hakları savunucuları arasında yaratılmak istenen karşıtlıksa dikkat çekiyor. 

Hayvanların öldürülmesine karşı çıkanların zengin muhitlerin rahatı yerinde kesimlerinden ibaret olduğu, yoksul mahallelerindeki sokak hayvanı saldırısı riskini daha çok taşıyan emekçi halkınsa AKP’nin "öldürelim" çözümüne destek olacağı yanılsaması yaratılıyor.

Tablonun sorumlusu tartışmanın arkasına 'sinen' taraf

Hayvan hakları savunucuları bu kutuplaştırma çabasının bilinçli olduğunu, yasada belirlenen kısırlaştırma görevini yerine getirmeyen devlet kurumlarının bugün ortaya çıkan tablonun sorumlusu olduğunu ve bu tartışmanın arkasına “sinen” tarafı olduğunu söylüyor.

soL’a konuşan HAYTAP Başkanı Ahmet Kemal Şenpolat “Bunlar yüz yıllardır aslında bizle beraber yaşayan hayvanlar. Toplanılması, öldürülmesi kabul edilir bir şey değil. Ama şunu da vurgulayayım. Agresif olan hayvanların zaten alınması lazım. Onların rehabilite edilmesi, hayvan bakım evlerine götürülmesi lazım. Evet ısırılma olayları var ama bunun sorumlusu hayvanlar değil. Görevlerini yapmayan yetkililer. Hiçbir yetkili de bugüne kadar bunu yapmadı diye görevden alınmış değil. Görevi ihmal nedeniyle yapılan suç duyuruları bile takipsizlikle sonuçlanıyor. Aslında bununla ilgili görevli kişiler bilgisiz, liyakatsiz ve kayıtsızlar. Bundan dolayı da sonuçta iş bu aşamaya gelmiş durumda” diyor.

Yasa belediyelere görev veriyor

2004 yılında yürürlüğe giren Hayvanları Koruma Kanunu büyükşehir, il ve nüfusu yirmi beş bini aşan büyükşehir ilçe belediyeleri ile diğer belediyelere hayvan bakım evleri kurması görevi veriyor. 

Yasaya göre sahipsiz, güçten düşmüş ya da tehlike arz eden hayvanların bu bakım evlerinde rehabilite edilmeleri, kısırlaştırıldıktan sonra alındıkları bölgeye bırakılmaları esas oluşturuyor. Ancak Türkiye genelinde 1300’den fazla belediye olmasına karşın 300 civarında hayvan bakımevi bulunuyor.

Türk Veteriner Hekimleri Birliği Başkanı Prof. Dr. Murat Arslan “Kanun çıktığı tarihten beri yerel yönetimler ve merkezi yönetim, kanundaki hükümleri yerine getirseydi bugün bunları konuşmuyor olacaktık” diyor.

Bugüne kadar sokak hayvanı popülasyonunun azaltılması için yapılan tüm girişimlerin meslek örgütlerinden görüş alınmadan uygulanmaya çalışıldığını belirten Arslan “Doğal olarak bunlar herhangi bir sonuç vermedi” diyor ve yapılması gerekenin bilime uygun olarak kısa, orta ve uzun süreli projelerle konunun çözülmesi olduğuna işaret ediyor.

Ötanazi yöntemi çözüm değil

Sokak hayvanlarının toplanarak büyük alanlarda tutulmasının beraberinde çok büyük sorunlar getireceğini ifade eden Arslan “En başta bunları kontrol etmek zor olur. Hayvanların doğal davranışları nedeniyle birbirlerine zarar vereceklerdir. Ayrıca aşılama ve benzeri tedavilerin yapılması neredeyse imkansız hale gelir. Zaten büyük şehirlerde böyle alanlar yok” diyor.

“Uyutulma” diye belirtilen “ötanazi” yöntemine karşı çıkan Arslan “Bunun bir çözüm olacağını düşünmüyoruz. Veteriner hekimler olarak aldığımız eğitim gereği zaten bunu asla önermiyoruz” diye belirtiyor.

Arslan’a göre bu yöntemin sanıldığı gibi uygulanması basit değil ve maliyeti de kısırlaştırma yönteminden fazla olacak:

Asıl sorun hayvanların yakalanmasıdır. İster kısırlaştırın ister uyutun en büyük sorun olarak karşımıza yakalama çıkacak. Yakalayabileceğiniz hayvanlar zaten sokağa uyumlu, sosyalleşmiş, insanlara alışık olan hayvanlar olacak, agresif ve güçlü olan hayvanlar yakalanamayacak, daha sonra bunlar yine boşalan sokaklara geri dönecek.”

'Yaban hayatıyla temas eden hayvanlar yavaş yavaş şehir içerisine gelecek'

Peki saldırgan hayvanların yakalanması nasıl sağlanacak?

Arslan’a göre bunun için görevlilerin özel bir eğitimden geçmesi gerekiyor. Bu yapılmadığı için örneğin İstanbul’da kısırlaştırma merkezlerinin kapasitesi altında çalıştığını belirten Arslan, yakalanan hayvanlar yumuşak huylu, sosyalleşmiş hayvanlar olunca oradan boşalan bölgelere komşu bölgelerdeki hayvanların geldiğini bunun da yeni riskler getirdiğini dile getiriyor:

Hayvanlar bölgelere göre hareket ederler. Bir bölge boşaldığı zaman komşu bölgedeki hayvanlar fazlalaştıkça oraya gelirler, boşluk bulurlarsa oraya gelirler. Dolayısıyla hem hayvanların yer değişimini artıracak hem de şu anda ormanlarda, dış semtlerde olan hayvanlar, yaban hayatıyla temas eden hayvanlar yavaş yavaş şehir içerisine gelecek. Bu hayvanlar başka riskler oluşturacak, belki kuduzu taşıyacak yaban hayatından şehir merkezine. Bu işin çok çetrefilli boyutları var.”

'Zaman ve bütçe de boşa gidecek'

Kısırlaştırmanın yapılıp uyumlu olanların sokağa bırakılması, agresif ve hasta olanların rehabilitasyon merkezlerinde tutulmasının sözkonusu olabileceğini ifade eden Arslan “Şu anda  toplumun farklı kesimlerinden gelen baskılar, taraflar arasında yaşanan sorunlar nedeniyle acil bir çözümmüş gibi yapılmaya çalışılan bu yöntem çözüm olmayacak. Zaman ve harcanan bütçe boşa gidecektir” diye belirtiyor.

Arslan “uyutma” adı altında hayvanların öldürülmesi için kullanılacak ilaçların maliyetinin de kısırlaştırma yönteminin üzerinde olacağını ifade ediyor. 

Erdoğan’ın konuyla ilgili “adım atın” talimatı verdiği belirtilen toplantıya ilişkin haberde AKP kurmaylarının “Mama ile beslenen köpeklerin saldırganlığının daha fazla olduğu saptamaları var” dediği belirtilmişti. Bu iddiayı sorduğumuz Arslan buna ilişkin herhangi bir bilimsel veri olmadığını dile getirdi.

Üretim çiftlikleri ve petshoplar

Meselenin bir başka boyutuysa hayvan üretim çiftlikleri ve petshoplarda hayvan satışının halen devam etmesi.

HAYTAP Başkanı Ahmet Kemal Şenpolat’a göre esas amaç popülasyonun düşürülmesiyse öncelikle bunların önüne geçilmesi gerekiyor. Şenpolat ayrıca Tarım Bakanlığı’nın köylere girip kısırlaştırma yapması gerektiğini vurguluyor.

İstanbul’da çoğu engelli yüzlerce kedi ve köpeğin gönüllü bakımını üstlenen Kurtaran Ev Derneği’nin Başkan Yardımcısı Tuba Albayrak da hayvan üretim çiftliklerine, petshoplarda internet üzerinden hayvan satışına ve merdiven altı diye tabir edilen evlerde çiftleştirilip yavruları satılan hayvanlara işaret ediyor. Albayrak “Sahiplenip sokağa terk edenlere de bir yaptırım uygulanmazsa popülasyon yine artacak. İnsanların hayvanlara ne işkence ederken bir korkusu var ne alıp sokağa atarken bir korkusu var. Biliyor ki Türkiye’de, insanlar değerli değil de zaten, hayvanlar hiç değerli değil. Bunun çözümü bütün belediyelerin gönüllülerle birlikte kısırlaştırma seferberliği yapması” diyor.

AKP’nin teklifinin çözüm odaklı olmadığını belirten Albayrak “katletmeye yönelik bir girişim bu” diyor.

AKP bu kez ecdadını tanımadı, İngiltere'ye bakıyor

Öte yandan bugün AKP iktidarı her ne kadar hayvan hakları konusunda İngiltere gibi “Batılı, medeni ülkeleri dikkate aldığını” ifade etse de AKP’nin sürekli öykündüğü ve örnekler verdiği Osmanlı döneminde dahi bu konuda daha ileri adımların atıldığı biliniyor. Osmanlı döneminde İstanbul’da kurulan kuş evleri (gugulhaneler), kediler için yapılan barınaklar, Anadolu’da hayvanların beslenmesi ve bakımı için kurulan vakıflar bilinirken, o dönemde halkın sokak hayvanlarıyla olan ilişkisinin de bugün olduğu gibi günlük yaşamın doğal bir parçası olduğu kayıtlara geçmiş durumda. 

1910 yılında İstanbul’da sokak köpeklerinin toplanılıp Hayırsız Ada’ya atılmasıysa tepkiye yol açmıştı.

HAYTAP Başkanı Ahmet Kemal Şenpolat “Tam bir çelişki yaşıyoruz esasında” diyerek bugünkü tartışmanın taraflarıyla 100 yıl önceki tartışmanın taraflarının yer değiştirmesine dikkat çekiyor:

"Anadolu’nun vicdanıyla bağdaşmayan bir şey bu. Muhafazakar kesim kalkıp batıyı örnek vermeye çalışıyor, Avrupa’da, ABD’de yok gibisinden. Sağ, yandaş basın yıllarca bu batı için ‘şeytandır, her şeyi kötüdür, onları örnek almayalım’ derken gidip onların en kötü örneğini alıyor. Onların bizden öğrenmesi gereken bir şey varken bu sefer kalkıp onları sömürge valisi gibi savunma yoluna giriyorlar. Tam bir çelişki yaşıyoruz esasında.

Hayırsız Ada’ya bu hayvanlar götürülürken onlara sahip çıkan sağ, müslüman, mütedeyyin kesimdi. Onları öldürmek isteyen kesim de çok gariptir İttihat Terakki ve yenileşmeci, Avrupacı olan kesimdi. 100 yıl sonra işlerin tam tersine değiştiğini, hayvanları korumak isteyen kesimin daha yenilikçi, modern, laik kesim olduğunu ama hayvanların öldürülmesini, yok edilmesini isteyen tarafında da bunlara yardakçılık yapan basın da, milletvekilleri de dahil olmak üzere en muhafazakar kesim olduğunu görüyoruz.”

                    1910'da İstanbul'daki sokak köpekleri toplanarak Hayırsız Ada'da ölüme terk edilmişti.

'100 yıl sonra iş tersine döndü'

Toplumun kutuplaştırılmaya çalışıldığını dile getiren Şenpolat’a göre "sokak köpeklerinin ısırdığı insanlar ile hayvanları savunup merhamet etmek isteyenler" arasında ikilem yaratılmak isteniyor.

Şenpolat “Rotayı yukarıdan hayvanların öldürülmesi ve toplanması olarak gösterdiler. Akit vs. gibi yayın organları da nereden ateş edelim kısmında oraya gidiyorlar. Aslında mağdur olan iki taraf var. Isırılan hatta çocuğu bundan dolayı ölen kesim, diğer tarafta da merhamet duygularıyla bu hayvanları korumaya çalışan kesim. Ama esas sinmiş olan grup bu işi, görevini liyakatiyle yapmayan devletin kurumları. Hiç kimse de 'ben görevimi yapmadım' diye ortaya çıkmıyor. İki tarafın da suçlaması gereken ortak makam belli" diyor.

Yandaş medyanın tutumunu da eleştiren Şenpolat şu ifadeleri kullanıyor: “Herhangi bir bilimsel açıklamayla olayı çözme gibi bir dertleri yok. Sadece Akit’le ilgili değil, sağ basının herhangi bir yasa çıkmadan önce kamuoyu oluşturma gibi bir görevi var. Kadrolu konuşmacılar çıkıyor anlatıyorlar aylarca, en sonunda diyorsunuz ki evet hayvanlar toplanmalı, evet ağaçlar kesilmeli, evet yangın söndürme uçakları olmamalı. Böyle saçmasapan bir yere kadar gidiyor iş. Şu anda yaratılan ortam da o. Ki kendilerinin en fazla sevdiği Abdülhamit Han Hazretleri padişahları en fazla köpek seven, en fazla hayvan seven padişah, onu bile unuttular. Bir anda iş tersine döndü. Ne yaptıklarının farkında değiller.” 

                                                          /././

31 Mart 2024’te neler oldu?(Burçak Özoğlu-GELENEK)

Ne demiştik işte tüm bu karmaşadan çıka çıka o özlü söz çıktı! Hiçbirşey olmadıysa bile kesinlikle bir şeyler oldu!..

31 Mart 2024 Yerel seçimleri, ülke tarihinde kendine özgü, özel bir yer edindi. Seçim kampanya süreçlerinin bu denli sönük geçtiği, seçim öncesi siyasi partilerin bu kadar silikleştiği, ancak öte yandan sonuçlarda çekişmenin, belirsizliğin de bu kadar az yaşandığı bir yerel seçim yaşandı. Kampanya döneminde silik denilen siyasi partiler, elbet başta CHP, sonuçlara baktığımızda gayet kalın çizgilerle netleşip sadeleşmiş şekilde beliriverdiler. Örneğin, özellikle büyükşehirlerde bazı belediyelerde seçilen kişinin adını sanını seçmeni dahi sonradan öğrendi. 

Öte yandan da siyasi parti olarak belirginleşti dediğimiz CHP, içerisinden “tek adamlar” türetti. Seçim kampanyası boyunca “partisiz” afişlerle Ankara’yı donatan Mansur Yavaş’ın, kendinden menkul bir siyasi özne haline gelmiş İmamoğlu’nun seçim zaferi, CHP’ye yazıldı. 

1 Nisan sabahı bu karmaşaya uyandık. AKP iktidarının seçim sonuçlarıyla sarsıldığını, Tayyip Erdoğan’ın hemen her belediyede başkan adayı yerine kendi afişleri ile yürüttüğü kampanyadan bir çok yerde yenik çıktığını gördük. Belediye başkanlıklarının AKP’den CHP’ye geçtiği yerlerde halkın, genel olarak bu düzene, hayat pahalılığına, deprem kayıplarına, gözgöre göre gelen iş cinayetlerine, eğitimde sağlıkta gericileşmeye, ve başka bir çok şeye, özelde de bir ölçüde iktidara yönelen tepkiselliğini hissettik.

Kimileri, “bi şey yok, bi şey yok!” diye durumu geçiştirmeye çalıştı, diğerleri “geldi gelmekte olan” iyimserliğiyle halaya durdu. Hatırlarsınız 2019 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye seçim sonuçları için, AKP’li Ali İhsan Yavuz, lafı nasıl toparlayacağını bilemeyip bir özlü sözü siyasete kazandırmıştı.1 İşte o söz bu kez 1 Nisan 2024 sabahı ülkede ortaya çıkan kakafoniden yükseldi: “Hiçbir şey olmadıysa kesinlikle bir şeyler oldu…

Böyle dediler. Ülkenin “solcuları”, sağcıları, siyaset bilimcileri, araştırma şirketleri kesinlikle birşeyler oldu dediler, diyorlar. Üstelik, analizlerle, teorilerle, haritalar, anketler, rakamlarla konuşuyorlar ve aslında gerçekten bir şeyler oldu ancak buna dair hiçbir şey söylemiyorlar.

31 Mart yerel seçimlerine ilişkin 1 Nisan sonrası yapılan değerlendirmelerde küçük nüanslarla da olsa bir ortaklaşma var. Buna göre durum şu netlikte: AKP kaybetti, CHP kazandı. Bu sonuç üzerinden ilerleyen yorumlar farklı sorulara yöneliyor. Neden ve nasıl oldu da oldu? AKP neden 2023 genel seçiminde değil de şimdi kaybetti? AKP toparlanır mı? CHP bu başarıyı yönetebilir mi? Soruları yanıtlarken ise seçim sonuçlarının, oy sayılarının, dağılımın, katılım oranlarının detaylı sayısal analizlerinden yararlanılıyor.2

Bu soruların yersiz, sayısal analizlerin gereksiz olduğu gibi bir iddiamız yok. Ancak ülkenin, sosyo-ekonomik, jeopolitik, ideolojik ve kültürel her alanda en kritik dönemeçlerin eşiğinde olduğu bir dönemde tüm bunların yetersiz ve dahası yanıltıcı olduğunu düşünüyoruz.

AKP kaybetti, CHP kazandı, sonucu, “tek adam rejimi sarsılıyor” saptamaları, “bahar geldi” iyimserliği herşeyden önce sınıfsallıktan uzak olduğu için yetersiz.

Bunun yanısıra, 31 Mart 2024 seçimlerini 2019 yerel seçimleri ve Mayıs 2023 ile birebir karşılaştıran; CHP oy oranlarını, 1970’lerin Ecevit’li CHP’sinin seçim performanslarıyla hizalayan analizlerde de tarihsellik eksikliğinin getirdiği yanılsamaları görüyoruz.

Bu yazıda yapmaya çalışacağımız, 1 Nisan 2024 günün itibariyle seçim sonuçlarının siyasal değerlendirmesi için de, Mayıs 2024’ün ve sonrasının mücadele hattını netleştirmek için de, yerel seçimlerinin ortaya çıkardığı genel duygu durumlarına kapılarak değil, sınıfsal ve tarihsel gözlüklerimizi takıp derinleşmiş bir bakışla 31 Mart’tan geriye kalan bazı örnekleri değerlendirmek olacak.

Üç temel argümanı tartışan örneklemeler yapmaya çalışacağız: İlki, halkın deprem yıkımı, geleceksizlik, hayat pahalılığı gibi başlıklarla üzerine çöken karanlığın hesabını CHP’yi tercih ederek AKP iktidarından ya da diğer deyişle Erdoğan’dan sormuş olduğu argümanı. İkincisi, sözü geçen hesap sorma işinde, tarikatlar, kürt milliyetçiliği gibi “sınıf dışı” siyasi öznelerin de etkisinin bulunduğu yorumları; son olarak da Cumhuriyet Halk Partisinin, oy oranlarında ve belediye başkanlıklarında elde ettiği başarının bütünsel ve örgütlü bir siyasal hatta, ortaklaşılmış bir stratejiye oturduğu yanılsamaları. 

Her üç argüman için, Ekrem İmamoğlu’nun Koç sermayesi bulaşıklığı, dinsel referanslara olan bağlılığı, Mansur Yavaş’ın ülkücü ideolojik aidiyeti gibi defalarca tartışılıp yazılan örnekleri değil de, biraz daha ezber bozarak anlaşılması gereken örneklerden yararlanacağız.

Deprem yıkımının hesabı sorulabildi mi?

Seçim sonuçları açıklandığında, en az İstanbul, Ankara, İzmir Büyükşehir ve İlçe Belediyeleri kadar ilgi çeken yerlerden biri, 6 Şubat depremlerinde büyük kayıp ve yıkıma uğrayan Adıyaman ili merkez ilçe belediyesi oldu. Özellikle depremin hemen ardından gerçekleşen genel seçimlerde Cumhur İttifakı’nın %62’nin üzerinde oy aldığı Adıyaman’da bu kez depremden 14 ay sonra merkez ilçede CHP milletvekili Abdurrahman Tutdere %49.74’luk oranla AKP’nin adayı Ziya Polat’a büyük fark atarak belediye başkanlığını kazandı. Bunun tarihsel önemde bir sonuç olduğunu, bir toplumsal dışavuruma işaret ettiğini kabul etmek gerekir. Ancak bu sonucu ülke genelindeki bir “sosyal demokrat bahara”, Erdoğan’ın oylarının gerilemesine ya da tarikatların AKP’den desteğini çekmesine bağlamak hatalı olur.

Diğer taraftan bu ilin seçim sonuçlarını, özellikle bazı ilçelerde yoğunlaşmış Kürt seçmenin de CHP’ye oy kaydırmış olması ile de açıklayamayız. Nitekim, milletvekilliği seçimlerinde Yeşil Sol partinin merkezdeki %15 oy oranının, yerel seçimlerde DEM’in %5.9’lara inen oranıyla karşılaştırdığımızda belki bu sonucu aklımıza getirebiliriz. Ancak  il genel meclis oylarında ya da toplamda Kürt siyasi partilerinin aldığı belediye başkanlıklarına baktığımızda 2019 ve 2024 arasında neredeyse aynı sayılar ve oranlarda kalındığını görmemiz gerekir.

Yani, öncelikle, 2024 Adıyaman yerel seçim sonuçlarına tüm ilçeleri açısından baktığımızda, AKP iktidarına, ya da Cumhur ittifakına karşı yükselmiş, Kürt siyasi öznelerinden oy devşirmiş bir CHP/sosyal demokrasi baharından söz edemeyeceğimizi görürüz. 

Nitekim, 2019’a göre yüzde 8 düzeyinde oy kaybetmiş olsa da CHP’de kalmış Gölbaşı ilçesi dışında, 2024 yerel seçimlerinde de Adıyaman’ın ilçelerinde AKP üstünlüğü sürdü. Merkez dahil, toplam 9 ilçede, AKP’nin yedi, CHP’nin iki, DEVA’nın ise bir belediye başkanlığı var. İl genel meclis oylarında ise basit bir aritmatikle bakarak AKP’nin %51,55’lik oran getiren 2019 oylarını tümüyle CHP’ye değil, 2024’te %13.19 ile üçüncü parti olan Yeniden Refah’a da kaptırdığını görürüz.3

Cumhur İttifakı’nın oy üstünlüğünün yanı sıra, Adıyaman’ın tarikatlar ve gericilikle anılmasının gerekçesi olan bir diğer olgu da Menzil tarikatının ilin en büyük ilçesi Kahta’ya bağlı bir köye konuşlanmış olmasıdır. Seçim sonuçlarına etkisine geçmeden öncelikle bu tarikatın Adıyaman ili ile ilişkisinin gerçek karşılığını not edelim. Aslen Siirtli Erol ailesinin başında olduğu tarikat, kendi bölgesini terk edip Adıyaman Kahta ilçesine bağlı bir köy olan Menzil’i satın alıp yerleşince, aynı köyün adıyla anılmaya başlıyor. Yani, Menzil tarikatının Adıyaman ile bağı, konuşlanıp yerleşeceği bir yerleşimi satın almasının ötesinde bir nesnelliğe dayanmıyor.4 Tarikatın Adıyaman ili özelinde ülke genelinden farklı bir varlığı ve ağırlığı yok. Hatta Menzil tarikatının çıkar ilişkisinde olduğu sermaye gruplarının ve siyasi müdahalelerinin boyutları düşünüldüğünde 6 yüz bin nüfuslu Adıyaman’ın Menzil tarikatı boyutlarında bir sermaye bulaşıklığının dişinin kovuğunu doldurmayacağı öngörülebilir.

Menzil’in Türkiye genelinde seçime ilişkin tavrına gelince, 2023 yazında tarikat şeyhi Abdülbaki Erol’un ölümünden sonra kendi içinde bölünen tarikatin Semerkand – Beşir – TÜMSİAD – GENÇ-KON kanadı seçimlerden bir iki gün önce Cumhur İttifakı’na desteğini açıklamıştı.5 Diğer kanadı temsil eden Sehrendi Vakfı ise sessiz kalmıştı.6

Tekrar Adıyaman’a dönersek, 31 Mart 2024 seçimlerinde Kahta ilçesinde AKP’nin adayı % 35,73 ile belediye başkanlığını kazandı. Menzil köyünün bağlı olduğu Akıncılar beldesinde ise AKP %74.3 oy oranıyla kazandı. Kahta ve Menzil’e 2019 referansı ile bakarsak, AKP açısından durumun biraz karmaşık olduğunu görürüz. 2019’da Kahta ilçesi belediye başkanlığı %83.19 oyla Saadet Partisi’ndeyken büyük oy farkıyla AKP’ye geçmiş oldu, öte yandan AKP Akıncılar beldesinde belediye başkanlığını alsa da yüzde 10 dolayında oy kaybetti. Peki Kahta ve Menzil’deki tüm bu AKP oyu dalgalanmalarında CHP’nin yükselişinin payı ne orandadır sizce? Sıfır. Çünkü CHP ne Adıyaman’ın en büyük ilçesi olan Kahta’da ne de Menzil’in bağlı olduğu belde Akıncılar’da seçime girdi!7

Sözün özü, Adıyaman’da merkez ilçe belediyesinin CHP’ye geçmesinde, bir sosyal demokrat yükselişten, AKP gericiliği karşısında ilerici bir çıkıştan, CHP önderliğinde bir aydınlanma hareketlenmesinden söz etmek mümkün değil.8

Peki Adıyaman’da ne oldu? Bunun yanıtı için önce 6 Şubat 2023’ü hatırlayalım. Adıyaman, depremin acımasızca vurduğu kentlerden biriydi. Yüzlerce binanın yerle bir olduğu, binlerce insanın günlerce enkaz altında can çekiştiği, halkın depremden canlı kurtulsa da haftalarca aylarca herhangi bir yardım ya da desteği göremediği yer oldu. Depremin ilk günlerinden başladı, bir yıl geçti değişen bir şey olmadı, Adıyaman halkı kentine Acı-yaman dedi, “sahipsiz memleket” ismini taktı. İl merkezinde binaların yüzde 90’a yakın kısmı depremden etkilendi, ya tam yıkıldı ya da ağır hasar aldı. Merkez İlçe Belediye Binası da saniyeler içinde yerle bir olan binalardandı. 

Mayıs 2023’te henüz sahipsizliğinin farkına tam varamayan Adıyamanlılar için Mart 2024 alt üst olmuş yaşamlarına, belirsiz geleceklerine isyan edecekleri bir ana denk gelmiş oldu. Bunlar seçim sonuçları açısından belirleyici etmenler olarak kabul edilebilir. Öte yandan CHP Adıyaman Milletvekili Abdurrahman Tutdere’nin de özgün durumunu görmek gerekir. Adıyaman Merkez İlçe Belediye Başkanlığını %49.74 gibi bir oy oranıyla kazanan Tutdere, deprem sürecinin tümünde kentten ayrılmamasının, dürüstlüğü ve çalışkanlığıyla sevilen bir figür olmasının karşılığını oy desteği ile de almış oldu. Sonuçta, Adıyaman seçim sonucunun halkın deprem sonrasında AKP’den hesap sorması olarak görülmesinden çok bu boyutlarıyla ele alınması doğru olur.9

Uzlaşsak da mı çekilsek uzlaşmasak da mı bıraksak?

Yazımızda, kullanacağımız ikinci örnek, zafer kazanılan bazı CHP belediyelerinde, Kürt seçmenlerle ilgili karşımıza çıkan durumlar olacak.

Ama önce DEM Parti’nin 2024 yılının ilk günlerinde yerel seçimlerdeki siyasi tavırlarına ilişkin kamuoyuna açıkladığı “kent uzlaşısı” stratejisini de kısaca hatırlayalım. DEM Parti, “Kent uzlaşısı” ile kentin bütün dinamiklerinin ortaklaştığı adaylar üzerinden seçimlere girileceğini ve partinin Türkiye’nin her yerinde kendi adaylarını halkın ortaklaştığı isimler üzerinden belirleyeceğini açıklayarak, farklı illerde farklı siyasi partilerle işbirliği yapabileceklerini ilan etmişti. Bu süreç hangi ilde nasıl işledi, DEM Parti kimlerle hangi işbirliklerini yürüttü izlemek çok kolay olmadı, bu yazının kapsamının da dışında kalıyor. Türkiye’nin Kürt seçmen ağırlığı olmayan kentlerinde, özelde Kürt emekçilerinin, genelinde tüm seçmenin önünde AKP’ye alternatif olarak, CHP’nin “muhalifliğinin” dışında ne tür seçenekler vardı onu hatırlatmış olalım.10

Örneğimiz Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Belediye Meclisi seçimlerindeki “beklenmeyen” gelişmeler. Konu, Ocak ayında Antalya Büyükşehir Belediyesinin, DEM Parti’nin il kongresine salon vermemesi ile başlıyor. İstenen salon alınamayınca Kepez ilçesindeki bir düğün salonunda yapılmak zorunda kalınan kongreye katılan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, CHP’li Muhittin Böcek’e hitaben zehir zemberek bir açıklama yaptı:

Oyumuzu alacaksın, oyumuzla saltanat kuracaksın. Ama Kürtler salon talep ettiği zaman vermeyeceksin. Biz asla bir faşiste, ırkçıya, salon vermeyene oy vermeyiz. CHP’li arkadaşlar da burada. Genel Merkezleriyle de görüşeceğiz. Bunu da burada ilan ediyoruz. Bizi yok sayan, AKP ve MHP gibi yaklaşan insanlara ne oy ne de işbirliği yapacağımızı buradan ilan ediyorum.”11

Dozu hiç düşmeden devamı da geldi Milletvekili Sırrı Sakık bu gündemi fırsat bilip geçmişten kalan öfkesini bir tweet ile ortaya döktü: “Geçen yıl İsviçre’de kaybettiğim yengemi Antalya’da defnetmek istediğimizde mezar yeri bile vermemişti o M. Böcek. Size oy moy yok!12

Salondur, mezar yeri tahsisidir derken en azından, boşaltılan Kürt köylerinden göç alan, turizm sektöründe çalışan binlerce Kürt emekçisinin bulunduğu Antalya Büyükşehir Belediyesinde, doğrudan siyasi ayrışmaya dayandırılabilecek gerekçelerle olmasa da bir kent uzlaşısı yürümeyeceği ortaya çıkmış oldu.13

Seçim dönemi boyunca bu “siyasi içeriksiz” uzlaşmazlık medyanın gündeminde tutuldu. Sokak röportajlarında, anketlerde, Antalya BB’de AKP ve CHP adayları arasında kıyasıya bir yarışın olduğu, tıpkı 2019’da olduğu gibi bu sefer de Kürt seçmenin sonucu belirleyeceği, salon vermeyerek Kürt seçmeni küstürmüş Böcek’in bu kez pek de şansının olmadığı yazıldı, haberleştirildi.14

Sonuç? CHP adayı Muhittin Böcek yüzde 8.5’luk bir farkla, rahat rahat, Büyükşehir Belediye Başkanlığını bir beş yıl daha sürdürmek üzere seçimi kazandı. DEM Parti, hem Büyükşehir Belediye Başkanlığında hem de Belediye Meclisi oylarında Böcek’i yerinden etmeye pek de yetmeyecek %3’lük bir oy toparlayabildi.

Yurtiçi ve yurtdışı arsız sermaye odakları için turizm, tarım hayvancılık ve  gıda açısından milyarlarca liralık rant, talan, sömürü ve soygun olanakları anlamına gelen Antalya kentinde CHP 19 ilçenin 16’sını silip süpürdü, üstüne tüm ihalelerin, pazarlıkların projelerin karara bağlandığı Büyükşehir Belediye Meclisinde de % 46.38 ile çoğunluğu aldı.15

Özetle, seçim sonuçlarında Antalya’da oy oranlarına yansıyan sermaye uzlaşısı yerini sağlamlaştırmış,  kadim çelişkiye dayanan emek sermaye çatışması da derinleşmiş oldu.

Tek sloganda birleşemeyen zafer

31 Mart seçim sonuçları değerlendirmesinde, ortada bir değişim başlangıcının, tek adamı yenen, “saray rejimini” sarsan bir tablonun olmadığını söyledik. 1 Nisan sabahına uyandığımız Türkiye’den topyekün bir tablo tanımlayamayacağımızı da, ülkenin hemen her noktasında birbirinden çok farklı CHP zaferleri, AKP gerilemeleri öyküleri türetilebileceğini yukarıda örnekledik.

Son olarak, büyük zafer elde ettiği konuşulan CHP seçim kampanyalarında tüm bir seçim dönemi boyunca tek bir cümlede dahi birleşemeyen siyasetsizlik örneği ile kapatalım yazımızı.

CHP Genel Merkezi aslında seçim dönemi başında bir ortak slogan ile yola koyulmuştu, hakkını yemeyelim. “İşimiz gücümüz Türkiye” sloganı tüm il ve ilçelerde adayların kullanımı için seçilmişti. Gel gör ki, ne milletvekilleri, ne de adaylar bu sloganı benimsemedi. Benimsememenin de ötesinde “bunların da işi gücü muhalefet…” ve bunun gibi olumsuz ifadelere yol açacağı kaygısıyla özellikle karşı çıkıldı.16

Böylece tüm Türkiye memleketin her köşesinde CHP adaylarının çeşit çeşit sloganlar geçidine maruz kaldık. Ekrem İmamoğlu, “İstanbul’da hizmette tam yol ileri” diye klasik bir sloganla başladı, ama “Haydi sen de ceketini çıkart” şovuyla daha çok puan topladı.17

Mansur Yavaş, zaten tüm Türkiye’nin malumu olan siyasi kimliği ve ideolojisini daha fazla dillendirmeye gerek duymadan, “Az laf çok İş” sloganını tercih etti.18 Yavaş’ın seçim kampanyasında gerçekten o kadar az laf vardı ki, aday olduğu siyasi partinin adını, amblemini dahi afişlerine yazdırmadı!19

İzmir BBB adayı Turgay Cemil de yine klasik, iddiasız ve siyasetsiz bir slogan tercih etti: “İzmir için daha ileriye”.20 Yukarıda öyküsünü aktardığımız Antalya BBB adayı Muhittin Böcek, seçim kampanyasında “Herkesin Başkanı” olarak “Ben sözümü Antalya’ya verdim” dedi.21

CHP’de tek bir siyasi parti bünyesinde, hadi teki geçtik, iki cümlede bile ortaklaşamayan Belediye Başkanı adayları seçim döneminde kimi zaman kendi aralarında da didişti. Herkese kapım açık, DEM hariç diyen, “halkçı belediyecilik” savunucusu Afyon Belediye Başkanı adayı Burcu Köksal’a, İstanbul BBB adayı Ekrem İmamoğlu, o iş öyle olmaz kardeşim yollu bir çıkışla açıktan “ ya kendine başka iş ya da başka parti bul” dedi.22

Bunların hepsi tam böyle oldu, ve yine tümü de 1 Nisan günü aynı zafer heyecanının parçası oldu. Ne demiştik işte tüm bu karmaşadan çıka çıka o özlü söz çıktı! Hiçbirşey olmadıysa bile kesinlikle bir şeyler oldu!..

Sendikaların sınavı (Mahmut Can*)
Bu çoğunluk yani bizler sendikalarda örgütlenerek alın terimizin hakkını almaya, kazanılmış haklarımızı korumaya ve geliştirmeye çalışıyoruz. Peki sendikaların yöneticileri?
Yaşamımızı sınıflı toplumlarda sürdürüyoruz. Servet sahibi zenginler ile emeğinden başka sermayesi olmayan işçiler arasında sayısal bir karşılaştırma yapmaya gerek bile duymuyoruz.

Bir avuç asalak ile milyonlarca emekçinin hikayesi yazılıyor; işçisi, memuru, işsizi, emeklisi, öğrencisi, sanatçısı ile… Hepsi, hepimiz işçi sınıfının bir parçayız.

Kamuda, fabrikalarda, toplumsal yaşamın her alanında varız ve çoğunluktayız. 

Bu çoğunluk yani bizler sendikalarda örgütlenerek alın terimizin hakkını almaya, kazanılmış haklarımızı korumaya ve geliştirmeye çalışıyoruz. 

Peki sendikaların yöneticileri? 

Çoğunluğu temsil ettiklerini, dahası temsil ettikleri çoğunluğun gücünün farkındalar mı? Çoğunluğun gücü ve konfor alanına sıkışmış bir mücadele mümkün mü? Onlar da biliyorlar çoğunluğun işçi sınıfı olduğunu. Biliyorlar, işçi sınıfı silkelense yer yerinden oynayacak. Ancak işlerine gelmeyen bir şeyler var: konfor alanlarını kaybetmek! Elbette tek sebebi bu değil, tüm sebeplerini paylaşmak başka bir yazının konusu olsun. 

Sendikalar, yöneticilerine öyle olanaklar sunuyor ki açılmaz denilen kapılar ardı ardına açılıyor. Bürokrasi ve siyasette “sağlam” yer bulma fırsatı yakalanıyor. Tüm bunlar herkesin bildiği ama kimsenin kendine kondurmadığı gerçekler. 

Bu gerçekleri bazen bile isteye bazen ise ne olduğunu anlamadan deneyimlersin. Tüm olanaklarını sınıfın için kullanmayı unuttuğun zaman, örgütlülüğü ve mücadeleyi bir kenara koyduğun zaman oluyor ne oluyorsa. 

Varan 1: Taksim Meydanı ve 1 Mayıs

Bu yıl 1 Mayıs İşçi Bayramı için Taksim Meydanı'na çağrı yapan sendikaların tutumu ciddi tartışmalara neden oldu. Üzerinde daha fazla tepinmenin alemi yok. Söylenecek bazı sözleri içimizden söyledik. Yüzlerine söylenenlerin ders çıkarmalarına yeteceğini en naif haliyle umut ediyorum.

Taksim, Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli bir yer tutuyor. Orayı adres gösteriyorsan sorumluluğunu bileceksin.

Yok öyle değil ve diyorsanız ki biz bu sorumluluğu CHP ye bıraktık, büyük hata. Sorumlu kim biz çözemedik, zaten sizin de pek umurunuz da değil anlaşılan. 

CHP Taksim'i adres gösterip ortadan kaybolurken, sendikaların kulağına bir şey mi fısıldadı, yoksa Saraçhane'ye gelmeden mi fısıldadı bunu bilemeyiz. Elbet bir gün çıkacaktır ortaya.

Adına normalleşme denilen ancak öz itibariyle yoksulların, emekçilerin üzerine çöken IMF programının sessiz sedasız yürütülebilmesi için, CHP tüm hünerlerini sergiliyor. 

Bu sefer “yaşayarak öğrenmeyelim” diyorum ama bazıları dünden razı görünüyor. 

Yalnız "komplo" teorime göre, unuttukları bir şey var: emeklisi, işçisi, memuru, işsizi, koskoca işçi sınıfı "Bıçak kemiğe dayandı" diye haykırıyor.

Burası bir uyanırsa CHP'nin de, sufleyi yanlış yerden alanların da işi zor. AKP ile normalleşme, normalleşen AKP veya ipleri sermayenin elinde bir CHP ile bu dönemde daha çok işimiz olacak.

Varan 2: Öğretmen mitingi

10 Mayıs’ta, İstanbul’da özel bir okulda müdür olarak görev yapan bir öğretmenin öldürülmesi üzerine ülke genelinde büyük bir öğretmen grevi örgütlenmiş, sendikalı sendikasız milyonlarca öğretmen iş bırakmıştı.

Binlerce öğretmen ayağa kalkmış, eylem günü meydanlarda: Öölmeye değil, öğretmeye geldik”, "Gerici müfredatın yeri çöplüktür” diyerek haykırmıştır. 

Eylemden bir hafta sonra ise, meydanları dolduran sendikaların “başkanlarına" bir de baktık ki Saraçhane'de öğretmen mitingindeler. Kürsüye biri çıkarken diğeri iniyor.

Öğretmenlerin sorunları çığ gibi büyümüş, tarikatlar okullarda cirit atıyor, sanki ülkede bunlar yeni yaşanıyormuş gibi CHP'nin aklına öğretmen mitingi yapmak gelmiş. Bizim de aklımıza yeni değil ama tam yerinde bir şeyler geliyor; Siz böyle her "değişimden" sonra "gelin bir gazınızı alalım" diyor olabilir misiniz?

Eğitim Sen ve Eğitim İş’in kıymetli yöneticilerine sormak isterim: Madem ortak kürsü kullanabiliyorsunuz, neden gerici müfredat paylaşıldığında, atamalar ve tasarruf tedbirleri açıklandığında büyük bir öğretmen mitingi yapmıyorsunuz? 

Eğer yapamıyorsanız nedir buna engel olan? Ne oldu şimdi? Miting bitti ve sizler nasıl bir enerji devrettiniz örgütlerinize? Bu miting sonrasında nasıl bir mücadele başlığı çıkarıyor CHP, sufleyi alabildiniz mi ? 

Ben söyleyeyim, koca bir hiç. 

Ataması yapılmayan öğretmenlerin sesi biraz daha gür çıksa, sendikalar biraz daha bu sorunu sokağa taşısa emin olun şunu diyecekler, "Arkadaşlar sakin olun sorunların çözümü sandık. İktidar oluyoruz hepinizi atayacağız." Aynı şey müfredat için de geçerli: "Gerici müfredatın uygulanacağı bu dönem, derslere girmiyoruz." denilsin ve izleyip görelim CHP'nin tutumunu.

Sendikaların yöneticisi dostlarımıza bir daha söyleyelim CHP "yolunda". CHP'nin yolu açık ve net; aman ayranımız dökülmesin, aman yoğurdumuz ekşimesin, hele şu IMF programını AKP hükümeti hakkıyla bir uygulasın, yolu.

CHP miting yapar hakkıdır.

AKP iktidarı boyunca yüzlerce miting, eylem yaptılar. Okullara bilimsel müfredat, adliyelere adalet mi geldi? Ben bu yazıyı dostlarımız için yazıyorum. Bugünler geride kaldığında o kürsülerde yaptığınız konuşmaların kayıtları dışında bir şey bulamayacaksınız.

Türkiye’de bir sınıf hareketi oluşsun ve bizler buna öncülük edelim diyorsanız, harekete geçmek ve kürsüleri sınıfın imkanları ile kurmak, kullanmak gerekiyor. Dostlar alışverişte görsün mitingleri ile koca işçi sınıfını sermayenin zulmüne terk edemeyiz.

İşçi sınıfını da bu sendikal anlayışa bırakamayız. Bizler dostlarımızın bu oyuna gelmeyeceklerine, ikbal peşinde koşmayacaklarına inanmak istiyoruz.

IMF'nin dayattığı politikaları yırtıp atmak da, onların uygulayıcısı ve sakinleştiricilerine boyun eğmemek de boynumuzun borcu.

* Büro İş İstanbul Şube Eğitim Sekreteri

                                                                    /././


Normalleşme mi?: CHP'li vekilin övgülerine AKP sıralarından alkışlar ve işsiz kalan depremzedeler (Özkan Öztaş)
TYP kapsamında işe alınan depremzedeler kapı dışarı edilirken, CHP Hatay milletvekilinin Özhaseki'ye övgüleri AKP sıralarından alkışlarla karışılık buldu. Yaşananlar 'normalleşmeyi' hatırlatıyor.
Bir süredir ülke gündeminde tartışılagelen normalleşme gündemlerine, deprem bölgelerinde daha önce Toplum Yararına Program (TYP) kapsamında işe alınan depremzedelerin işsiz kalması eşlik ediyor. 

Daha önce iktidarın depremzedelere "müjde" olarak duyurduğu program kapsamında işe alınan depremzedeler, kadro beklerken işsiz kaldı. Gündemde depremzedelerin işsiz kalma haberleri yer alırken geçtiğimiz Salı günü meclis oturumunda Hatay Milletvekili Nermin Yıldırım Kaya'nın konuşması sırasında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı AKP'li vekil Mehmet Özhaseki'ye teşekkürlerini iletmesi AKP sıralarından alkışlarla karşılık buldu. 

Deprem bölgelerinde yaşanan imar afları ve kaçak yapılarla denetimsiz binalara verilen ruhsat izinleriyle gündemde olan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın CHP'li vekil tarafından övgü konusu olması ise "Deprem bölgesinde yaşanan sorunlar unutuldu mu?" sorusunu akıllara getirdi.

CHP'li vekilden teşekkürler, AKP sıralarında alkışlar, işten atılan depremzedeler

Deprem gündemiyle yaptığı konuşmada bir dizi eleştiriyi sıralarken konuşması arasına Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı AKP'li vekil Mehmet Özhaseki'ye teşekkürü de bir nazar boncuğu gibi sıkıştıran CHP Hatay Milletvekili Nermin Yıldırım Kaya'nın konuşması AKP sıralarından boş geçilmedi. Alkışlarla karşılandı. Bu süre zarfında ülke gündeminde ise işten atılan depremzedeler yer alıyordu.

Milletvekili Nermin Yıldırım Kaya'nın 21 Mayıs Salı günü meclis açık oturumunda yaptığı konuşması meclis tutanaklarına şöyle geçti: "Buradan tekrar söylüyorum: Yerel yönetimlerle, STK’lerle, iş birliği içerisinde olmak isteyen paydaşlarla bu konuyu doğru ve sağlıklı bir zeminde konuşamıyorsunuz ama ben buradan Sayın Bakana teşekkür ediyorum. Sayın Özhaseki biz ne zaman ne dediysek, ne istediysek her zaman geldi ve bu masaya oturmamızı sağladı. (AKP sıralarından alkışlar) Ama devletin kurumları, idarecileri -buradan eleştiriyorum- vatandaşın telefonuna bakmıyorsunuz."

Bir süredir siyasette "normalleşme, yumuşama" kavramlarını hatırlatan konuşmalar ise TYP kapsamında işe alınıp kapı dışarı edilen depremzede işçilerin tepkisini çekti.

'Koca bir boşluk Hatay, şimdi nereden iş bulacağız?'

Deprem bölgelerinde, depremzedelerin ekonomik sorunlarına çözüm arayışı olarak ortaya çıkan Toplum Yararına Program (TYP) kapsamında işe alınan emekçiler, işsiz kaldı. Kadro beklerken işsiz kalan emekçiler deprem bölgesinde yaşanan işsizlik sorununa dikkat çekiyor. soL'a konuşan emekçiler sorunlara geçici değil kalıcı çözümler aradıklarını ifade ediyor. 

Bekir Antakyalı. Depremde kaldığı evi, ailesinden iki kişiyi ve işini kaybetmiş. Depremden sonra bir süre hurdacılık yapmış, enkazlardan demir ve plastik malzemeler toplamış. "Ama şimdi onun da sonu geldi" diyor.

Bekir, "TYP kapsamında bizi işe aldılar. Yalan yok haklarını yemeyelim. İlaç gibi geldi bu iş. Para yok, elde yok avuçta yok. Bir yandan da hayata tutunmaya çalışıyoruz. Hatay kocaman bir boşluk. Her yerde enkaz vardı, kaldırıldı, kocaman bir şantiyeye dönüştü ortalık. Ben eskiden sanayide çalışıyordum. Kendime ait bir işletmem vardı. Rot-balans ayarı ve araba tamiri yapıyordum. Ama sonra tüm malzemelerim zarar gördü. Şimdi bu malzemeleri telafi etsem nerede kuracağım bile belli değil. TYP benim için ilaç olmuştu. Şimdi kapı dışarı edildik. Ben 'bu vicdana sığmaz, mutlaka vazgeçerler bu karardan' dedim ama oralı bile değiller. Biz iktidarıyla, muhalefetiyle yumuşamayı depremzedelere ve sorunlarımıza karşı bekliyoruz." diyor. 

'Kurunun yanında yaş da yanıyor'

Nimet de Hatay'dan. TYP programında işe alınmış ve akabinde de tekrar işsiz kalmış. "Kurunun yanında yaş da yanıyor" diye giriyor söze. 

"Çalışmayan kişiler çok vardı fakat gerçekten ihtiyacı olup da gelenleri tespit etmek yerine bir toplamı işten attılar. Kimse kimseyi kendi adamı tutmasa veya eğitim verilse, gençlerimizin çok daha verimli olacağına inanıyorum. Daha önceleri bu iş yoktu. Eğer devlet açısından bu verimsiz ve maliyet başlığıysa o zaman bizlere üretim yapacak bir şey göstersinler. Hem kimse tembellik yapmamış olur hem kurunun yanında yaş da yanmaz. Devlet desteği bu şekilde halkına üretim yapan insanlara verilebilir. Birileri havadan para kazanıyor tartışmaları da sona erer" diyor. Bir yandan da program kapsamında işe alınan herkesin mağdur edilmesine ve bazı işçilerin çalışmadan maaş aldıkları tartışmalarına da tepki gösteriyor. 

Deprem bölgesinde işçilerin yaşadıkları sorunlar devam ederken değişen tek şey deprem bölgesinde doğrudan muhatap sayılacak kurumların ve temsilcilerinin alkışlanması olarak kayda geçiyor. TYP programında işe alınan depremzedeler ise kocaman bir boşluğun içinde yeni bir iş bulmaya çalışıyor. 

                                                           /././ 

Diyanet'in 2024 stratejik planı! (Rıfat Okçabol)

Bu plan, din devleti olan Osmanlı Şeyhülislam’ının hazırlayabileceği bir plan niteliğindedir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) açıkladığı 2024 stratejik planı1, esas itibariyle sunuş sayfaları ile "stratejik plan hazırlık süreci, durum analizi, geleceğe bakış, strateji geliştirme ile izleme ve değerlendirme" bölümlerinden oluşuyor. Cumhurbaşkanı "Sunuş" sayfasında, yaşadığımız gerçeklerle ve de verdiği fetvalarla bağdaşmasa da diyaneti şu sözlerle övüyor: “İnsanlığı derinden etkileyen köklü küresel gelişmelerin yaşandığı günümüzde, gelişen ve değişen şartları, zamanın ruhunu ve toplumsal beklentileri dikkate alarak hizmet üreten Başkanlık, cami içi ve cami dışı faaliyetleriyle toplumsal huzurun korunması, sevgi ve kardeşlik bağlarının daha da güçlendirilmesi, karşılıklı anlayış ve saygının kökleştirilmesine önemli katkılar sunmaktadır.” Sonra da, Anayasa’sına göre laik olan ve bu Anayasaya uyacağına ant içen Cumhurbaşkanı, “Diyanet İşleri Başkanlığımız, dijitalizm ve geliştirilen teknolojiyi yakından takip ederek başta gençler olmak üzere tüm insanlığın Kur’an ve Sünnet rehberliğinde, İslâm medeniyetini tanımalarına ve bilinçlenmelerine vesile olacaktır” diyor!

Diyanet Başkanı da, kendi "Sunuş" sayfasında, başka açıklama bulamamışçasına ve diğer inançları hiçe saymaktan çekinmeyerek, “… insanlığın sorularına doyurucu cevaplar veren, bireysel ve toplumsal sorunların çözümüne en ideal şekilde rehberlik eden yegâne din İslâm’dır” diyor! Ayasofya ve Kariye müzelerinin camiye çevrilmesi üzerine bayram yapan Diyanet, örneğin Aleviler için, ateistler için ve sol elini kullananlar için neler söylediğini de göz ardı ederek, “Milletimizi ve insanlığı din konusunda aydınlatma görevini. … yaparken de tüm farklılıkları zenginlik sayarak daima kuşatıcı, kucaklayıcı, birleştirici ve bütünleştirici bir yaklaşımı din hizmetinin vazgeçilmez ilkesi olarak görmektedir” diyebiliyor! Başkan bu sayfanın sonuna doğru da, “Çağın getirdiği bireysel, toplumsal ve küresel meydan okumalar, tehditler ve sorunlar karşısında İslâm’ın temel ilkeleri çerçevesinde çözümler üretilerek herkes için daha güzel bir hayatın inşasına katkı sunulacağını” açıklıyor. Başkan güncel sorunların, hukuk devletinde yasalar ve devletin imzaladığı uluslararası bildirgeler çerçevesinde çözüldüğünü bile bile bu açıklamayı yapabiliyor!

Diyanet başkanının sunuşundan alınan bu alıntılar, ülkemizin içine düştüğü durumun özeti gibi oluyor. Batı medeniyeti dindarlığını sürdürürken, Rönesans ve Aydınlanma süreci sonunda kendini yukarıda özetlenen ortaçağ anlayışından uzaklaştırmışken, bizim Diyanet 21. yüzyılda ortaçağ anlayışına geri dönüyor!

“Sol elle şeytanlar yemek yer; 9 yaşında kızlar evlenebilir; babanın öz kızına şehvet duyması haram değildir” gibi fetvalarıyla ünlü Diyanet'in 2024 planının

  • misyonu, “İslâm dininin inanç, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, sahih dinî bilgi ile toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek”;
  • vizyonu, “İslâm dini ile ilgili her konuda güvenilen ve referans alınan, insanlığın barış ve huzuruna katkı sağlayan bir kurum olmak”;
  • ve temel değerleri de, “samimiyet, güvenilirlik, ahlakilik, liyakat, evrensellik, erişilebilirlik, birleştiricilik, hesap verebilirlik, yenilikçilik, katılımcılık” olarak açıklanıyor!

Planın "Strateji Geliştirme" bölümünde,

  1. İslâm dininin doğru anlaşılabilmesinde etkin rol almak;
  2. Ülkemizin birlik ve beraberliğine, insanlığın barış ve huzuruna katkıda bulunmak;
  3.  Aileye ve toplumun kırılgan kesimlerine yönelik inanç ve değerler ekseninde çalışmaları artırmak;
  4. Yurt içi ve yurt dışında Başkanlık hizmetlerinin etkinlik ve verimliliğini artırmak;
  5. Kurumsal kapasiteyi güçlendirmek ve geliştirmek ve
  6. Çağın getirdiği bir takım küresel sorunlar karşısında İslâm’ın temel ilkeleri çerçevesinde çözümler sunmak

ifadeleri planın stratejik amaçları olarak açıklanıyor.

"Durum Analizi" bölümünün "Kurumsal Tarihçe" kısmında, (gerçekleri saklamak istercesine) Diyanet'in Atatürk zamanında ve onun girişimiyle kurulduğuna dair bir bilgi verilmiyor.

Bu bölümün "Paydaş Analizi" kısmındaki Tablo 1’de, diyanet iç ve dış paydaşları ile bunların önem ve etki dereceleri yer alıyor. Bu tabloda dış paydaşların önem ve etki dereceleri, örneğin Diyanet Vakfı için 5, İçişleri Bakanlığı'nınki 4, adalet ve eğitim bakanlığınınki 3, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'nınki 2 olarak gösteriliyor. Bu tablo Diyanet'in, adalete, eğitime, bilime ve kültüre yeterince önem vermediği anlamına geliyor.

Bu bölümün "Kuruluş İçi Analiz" kısmında Diyanet'le ilgili bazı sayısal bilgilere yer verilmektedir. Özetle günümüzde Türkiye’de 89 bin 805 cami, 12 Dini Yüksek İhtisas Merkezi, 21 Dini İhtisas Merkezi, 2 Kuran eğitim merkezi vardır ve 16 bin 705 Kuran kursu açılmıştır.  Bu kısımda yer verilen Diyanet'te çalışanlarla ilgili sayısal dağılım Çizelge 1’deki gibidir. Çizelgeden Türkiye’de 81 il ve 922 ilçede bulunan müftülüklerde 135 bin kişinin çalıştığı anlaşılmaktadır. Müftülük başına ortalama 13 bin 500 din görevlisi düşmektedir. Ancak, bu kısımda Diyanet'e ait hafızlık kursu, sanat atölyeleri ve yurt dışı teşkilat sayısı belirtilmediği gibi, Diyanet'te imam, müezzin, hafız ve cezaevi imamı ya da Kuran kursu öğreticisi olarak çalışanlarla ilgi sayısal veriler de verilmemiştir. Ayrıca nedense bu kısımda Diyanet Akademisi ile ilişkili olarak bir bilgi de verilmemiştir.

Strateji bölümünün "Maliyetlendirme" kısmında, stratejik amaçların gerçekleştirilmesinin 2024 yılı maliyeti amaç sırasıyla 24,4; 25,7; 14,3; 72,8; 17,7 ve 1,2 milyon liradır. Bu amaçların 2028’de gerçekleşmesinin maliyeti ise 2024’teki maliyetlerin 3 katı olarak öngörülmüştür.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın stratejik planında söz edilmeyen laikliğin Diyanet planında söz edilmesi beklenmese de bu plan, Anayasasına göre “laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti" olan Türkiye Devleti’nin bu değerlere göre hizmet vermesi gereken Diyanet'in hazırlayacağı bir plan değildir. Bu plan, din devleti olan Osmanlı Şeyhülislam’ının hazırlayabileceği bir plan niteliğindedir.1.

https://stratejigelistirme.diyanet.gov.tr/Documents/2024-2028%20St

Tarihin ortasına iş makineleriyle daldılar! (Yusuf Yavuz)
Binlerce yıllık kültürel mirasa ev sahipliği yapan Aydın’daki Latmos (Beşparmak) Dağları madencilik uğruna paramparça ediliyor.
Türkiye’nin önemli doğal ve kültürel miras alanlarından biri olan Aydın’daki Latmos (Beşparmak) Dağları uzun süredir vahşi madenciliğin tahribatına sahne oluyor. Milli Park olarak koruma altına alınması için çalışmaların yürütüldüğü bölgede maden ruhsatı alan özel bir firmanın sit alanından ağır tonajlı iş makineleri geçirerek milyonlarca yılda oluşan kayaçları parçalaması tepki çekti. Latmos Dostları Sivil Toplum Örgütlerinin ortak basın açıklamasında, Koçarlı ilçesine bağlı Bağarcık köyündeki tahribatın devam ettiği belirtilerek, “Her türlü üstün koruma vasıfları bulunan bu özel bölgeye, hiçbir izni olmadan, geçmiş yıllarda yapmış oldukları müracaatlara dayanarak, üstelik sit kapsamında bulunan bölgeden ağır tonajlı iş makinelerini geçirerek, milyonlarca yılda oluşan benzersiz kayaları geri dönülmez biçimde parçalamaya devam etmektedir” denildi.

Arkeolojik, jeolojik ve biyolojik çeşitlilik açısından Batı Anadolu’nun en zengin önemli doğa alanlarından biri olan Latmos (Beşparmak) Dağları büyük bir hızla delik deşik edilmeye başlandı. Latmos’un kalbi sayılan Aydın’ın Koçarlı ilçesine bağlı Bağarcık köyü Çörlen Mevikiinde milyonlarca yılda oluşan kayalar kırıcı ve delici iş makineleriyle paramparça ediliyor.

Bilimsel çalışma yapılan bölgede madenciliğe olumsuz görüş

Latmos Dostları Sivil Toplum Örgütleri bölgedeki madencilik tahribatına karşı ortak bir açıklama yaparak çalışmaların durdurulmasını talep etti. UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmeye layık olduğu belirtilen bölgede, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü tarafından ‘Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Projeleri’ yürütüldüğü vurgulanan açıklamada, ‘Nitelikli Doğal Koruma Alanı’ statüsü başvurusu yapılan bölgede madencilik faaliyetlerine yönelik olumsuz görüş verildiği belirtildi.

SİT alanından geçirilen iş makineleri kayaçları parçaladı

Madencilik tahribatına maruz kalan bölgenin aynı zamanda milli park ilan edilmesi için çalışmaların yürütüldüğüne de dikkat çekilen açıklamada, proje sahasının ‘öneri milli park sahası’ içinde kaldığı için olumsuz görüş verildiği belirtilerek şöyle denildi: “Mevcut maden faaliyetinin devam ettiği alan daha önceden belirlenen ve Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından sit kapsamına alınan alanlara çok yakındır. Her türlü üstün koruma vasıfları bulunan bu özel bölgeye, hiçbir izni olmadan, geçmiş yıllarda yapmış oldukları müracaatlara dayanarak, üstelik sit kapsamında bulunan bölgeden ağır tonajlı iş makinelerini geçirerek, milyonlarca yılda oluşan benzersiz kayaları geri dönülmez biçimde parçalamaya devam etmektedir.”

Valilikle ilgili kurumlara 'tahribatı durdurun' başvurusu

Maden faaliyeti başlayınca Latmos Dostları çatısı altında toplanan sivil toplum kuruluşları adına Kültürel ve Doğal Mirası İzleme Platformu'ndan arkeolog Nezih Başgelen, EKODOSD’dan Bahattin Sürücü, Latmos Platformu'ndan Dr. Varol Aydın’la kamu kurumlarını içeren bir ziyaret gerçekleştirildi. Bölgedeki maden sorunuyla ilgili yaşanan gelişmeler, tehditler ve alınması gereken önlemlerle ilgili hazırlanan dilekçe Aydın Vali Yardımcısı Dr. Mehmet Gödekmerdan’a sunuldu. Koçarlı Kaymakamlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü ve Doğa Koruma ve Milli Parklar Aydın Şube Müdürlüğü’ne yapılan ziyaretlerde yetkililere konu hakkında bilgi verilerek yapılan çalışmaların ivedilikle durdurulması istendi.

‘Gerekli işlemleri yapmayan görevliler sorumlu olacak’

Bu gelişmelerin ardından 21 Mayıs günü saat 11.00 sularında çalışmalar durduruldu. Ancak 22 Mayıs’ta çalışmaların tekrar başlatılarak kayaçların kırılmaya devam ettiği ve iş makinası alanda bulunduğuna dikkat çekilen açıklamada, “Önceki yıllarda basında ‘Latmos’ta kaya resimlerini kurtaran madenci’ olarak çıkan Egamin Mineral Mad. End. Ve Hamm. San. Ve Tic. A.Ş firmasını, bölgenin kültürel peyzajını bozduğu, kültür ve tabiat varlıkları üzerinde geri dönüşü olmayacak şekilde zararlar oluşturacağı için tüm sivil toplum örgütleri olarak protesto ediyor ve çevre hukuku adına kınıyoruz. Durdurulmayan çalışmalarla ilgili gerekli işlemleri yapmayan görevliler adli, idari ve hukuki bağlamda sorumlu olacaklardır. Tüm sivil toplum kuruluşları adına mevcut çalışmanın ivedilikle durdurulmasını ve iş makinesinin alanı terk etmesini istiyoruz” denildi.

                                                                         
(soL)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder