6 Haziran 2024 Perşembe

T24 KÖŞEBAŞI (6 Haziran 2024)

 

Kayyımlar, verilmeyen soruşturma izinleri; sahi hukuk neydi? (Candan Yıldız)

Cumartesi Anneleri’nin 968’inci haftada, o gün orada görev yapan kolluk kuvvetleriyle ilgili suç duyuruları ise havada asılı kaldı. Zira İstanbul Valiliği soruşturma izni vermedi. Valiliğin kararıyla ilgili itiraz başvurusu da idare mahkemesi tarafından reddedildi.

Besna Tosun'un gözaltına alındığı andan bir kare (Fotoğraf: TİHV)

Eşit hukuk yoksa, eşit vatandaşlık sadece havada asılı kalmakla kalmaz, bazılarının hayatları hep dövülür. Düşünün… Bir seçmen olarak farklı yıllarda üç kez sandığa gidiyorsunuz, inandığınız, beğendiniz bir adaya oy veriyorsunuz ama oy verdiğiniz aday görevden alınıyor. Sisteme ‘rıza’ üreten en güçlü mekanizma olan seçimler, seçme ve seçilme hakkı bir anda anlam kaybına uğruyor. Hakkarili seçmenin başına gelen de bu… 2016’da 102 belediyeden 95’ine kayyım atandı. 2019’da 65 belediyeden 6’sı, seçime girme yeterliliği olmasına rağmen kazanan adaylara KHK’li olduğu gerekçesiyle mazbatası verilmedi. Sonraki zamanlarda da 40 belediyeye kayyım atandı.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası AKP, Meclis’e Varlık Fonu kurulmasını da içeren bir torba yasa getirdi. O torba yasada kayyım düzenlemesi de yer alıyordu. Ancak kayyım düzenlemesini içeren maddeler MHP, CHP ve HDP’nin itirazlarıyla çekildi. Ama OHAL imdada yetişti ve 1 Eylül 2016’da 674 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile belediyelere kayyım atama yetkisi, belediyelerin taşınır mallarına el koyma ve çalışanlarını görevden uzaklaştırma yetkisi valilik ve kaymakamlıklara da verildi. Sonrası zaten çorap söküğü gibi geldi…

KHK’lara karşı yargı yolu kapalı olduğu için bu karar Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Mahkeme ‘yetkisizlik’ gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna hükmetti.

OHAL’de başlayan ve sonrasında süreklilik arz eden bu devlet pratiği, Kürt seçmenin iradesinin ‘eşit’ olmadığının teyidi değil mi?

Konuyla ilgili görüşüne baş vurduğum Ceza Hukukçusu Prof. İzzet Özgenç şunları söyledi:

“Hukuk sistemimize göre, bir kişi hakkında hangi suçtan dolayı soruşturma veya kovuşturma yapılırsa yapılsın, salt soruşturma ve kovuşturma yapılması, bir seçilme engeli oluşturmamaktadır. Ancak kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına mahkûmiyet, kesinleştiği takdirde, seçilme engeli oluşturmaktadır. Haberlerde bir yargılamadan söz edildiğine göre, ilgili belediye başkanı bakımından bir seçilme engeli mevcut değildir.

Belediye başkanı olan kişinin yargılandığı davada tutuklanmış olması, başkan olarak görevini yapmasına engel teşkil eden bir durum olur. Bu durumda, başkanlık görevini yapacak başka bir kişinin belirlenmesi gerekir. Bu bağlamdaki belirlemenin ne suretle yapılacağı ve kimin belediye başkanlık görevini icra edeceği hususundaki değerlendirmeyi idare ve anayasa hukukçularının yapması daha doğru olur. Sadece şunu söyleyebilirim: Demokratik toplumlarda, başkanın hastalık veya tutukluluk gibi sebeplerle görevini yapamaz duruma gelmesi halinde de başkanlık sıfatı devam eder; ancak bu durumda belediyede başkanlık görevini yürütecek bir vekilin belirlenmesi gerekir. Bu belirlemenin belediye meclisi tarafından yapılması, demokratik esaslara uygun olan bir yöntemdir.”

Hakkâri Belediyesi Eş Başkanı Mehmet Sıddık Akış’ın 10 yıl önce hakkında açılan davada karar çıktı ve 19 yıl 6 ay hapis cezası verildi.

Hukukun eşit olarak uygulanmadığı bir başka örnek de Cumartesi Anneleri’yle ilgili. Bu insanlar sevdiklerinin, yakınlarının akıbetini soruyor. Bilmediklerinden değil, devletin yüzleşmesini, sorumluların yargılanmasını istedikleri için bir meydanda 29 yıldır nöbet tutuyor.

1001 haftadır gözaltında kaybedilen yakınlarını arayan Cumartesi Anneleri 700. ve 950. haftalar nedeniyle yargılanıyor.

Cumartesi Anneleri 7 Haziran’da 950. hafta nedeniyle ikinci kez yargı önüne çıkacaklar. Cumartesi Anneleri’nin 968’inci haftada, o gün orada görev yapan kolluk kuvvetleriyle ilgili suç duyuruları ise havada asılı kaldı. Zira İstanbul Valiliği soruşturma izni vermedi. Valiliğin kararıyla ilgili itiraz başvurusu da idare mahkemesi tarafından reddedildi.

Oysa Cumartesi Anneleri/İnsanları Anayasa Mahkemesi’nin 700. haftayla ilgili verdiği ‘ihlal’ kararından aldığı güçle 14 Ekim 2023’te Galatarasay Meydanı’na gitmişti. Babası Fehmi Tosun’u 1995 yılında evlerinin önünde kaçıranlarla yüz yüze gelen Besna Tosun o gün ters kelepçeyle gözaltına alındı.

Aydın Aydoğan da “Astım hastası ve engelli olduğumu belirtmeme rağmen 4 saat boyunca gözaltı aracında havasız bir şekilde alıkonuldum. Olay neticesinde Eyüpsultan Devlet Hastanesi’nde tedavi oldum. Raporlarım temin edilebilir” sözleriyle polisten şikayetçi oldu. İstanbul Valiliği’nin soruşturma izni vermemesinin gerekçesi ise “kolluğun olaylara müdahalesinin acil bir sosyal ihtiyaç” olması…

Başa dönersek, eşit hukuk talebi sadece hukukun değil siyasetin de konusudur. Hatta daha çok siyasetin konusudur.  O nedenle kayyım ve Cumartesi Anneleri’ne yönelik pratiklere hep bir hukuk kılıfı bulunur.

                                                                  /././

31 Mart ayarlı “kayyım” cezası: 10 yıllık dava, bir anda 19,5 yıl cezayla bitti (Gökçer Tahincioğlu)

Akış’ın yargılandığı, bu suçlamaları içeren dava, 10 yıl önce açıldı, İddianamenin büyük bölümü, dinleme kayıtlarında yer alan ifadelerin yorumlanmasına ve gizli tanıkların iddialarına dayanıyor...

31 Mart ayarlı “kayyım” cezası: 10 yıllık dava, bir anda 19,5 yıl cezayla bitti
31 Mart yerel seçimlerinde iktidar ve muhalefetin performansı kadar, bir önceki yıl genel seçimde oyları düşen DEM Parti’nin, kayyım atanan belediyeleri geri alıp alamayacağı merak ediliyordu. DEM Parti, yerel seçimden güçlenerek, kayyım atanan hemen hemen tüm belediyeleri geri alarak ve üzerine yeni belediyeler kazanarak çıktı. Bu sonuçlardan sonra, son iki yerel seçimin ardından bu belediyelere kayyım atayan AKP iktidarının bu kez de aynı yolu izleyip izlemeyeceği merak konusu oldu. Zira AKP içerisinde de kayyım politikalarını yanlış bulan, yeniden bu yola girilmemesini isteyen bir kesim olduğunu biliniyor. Buna rağmen ilk kayyım adımı Hakkari’de atıldı. Gözaltına alınan ve yerine kayyım atanan Belediye Başkanı Sıddık Akış’ın, 10 yıldır devam eden davası da bugün 19,5 yıl cezayla bitti. Davanın tamamlanma hızı, 31 Mart’tan sonra yargı yoluyla kayyım politikalarının meşrulaştırılmasına çalışılacağını tezlerini doğrular nitelikte…
İktidarın, üçüncü kez kayyım dönemini başlattığı İçişleri Bakanlığı’nın Hakkari Belediye Başkanı Akış hakkındaki 3 Haziran tarihli açıklaması ile anlaşıldı. Aslında bir gün önce yumuşama ile ilgili açıklamalarına paralel olarak teröre göz yumulmayacağını söyleyen Erdoğan’ın sözleri, ipuçları vermişti. İçişleri Bakanlığı, Akış hakkındaki açıklamasında, şunlara dikkati çekti: 

- PKK/KCK yapılanmasında üst düzey görev aldığı, örgüt adına sözde sorgulamalar yapıp sözde vergi topladığı, yasadışı yürüyüş, terörist cenazesi gibi eylemleri organize ederek eylemlere katılım sağlamak amacıyla halka ve esnafa baskı yaptığı, kepenk kapatmaya karşı çıkan esnafı PKK terör örgütü adına tehdit ettiği,
- PKK Bölücü Terör Örgütü'nün mahalle komisyonlarında da yer aldığı ve aynı zamanda sorumlusu olduğu, kırsalla irtibatını sürdürdüğü, küçük yaştaki çocukları ideolojik söylemlerle kandırarak örgüte katılımını sağladığı, Hakkâri merkezinde yardım ve yataklık faaliyetlerini sürdürdüğü, örgütün kırsal alanından merkeze eylem amaçlı gelen teröristleri evinde barındırdığı,
- PKK Terör Örgütü'nün kırsal alanındaki kamplarına giderek orada üst düzey örgüt mensuplarıyla görüştüğü, Hakkâri merkezinde örgüt karşıtı olan vatandaşları sözde vergi adı altında haraca bağladığı ve örgütten aldığı talimatlarla vatandaşları tehdit ettiği… Bu kapsamda Mehmet Sıddık AKIŞ hakkında; Silahlı Terör Örgütünü Yönetmek, Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak ve Örgüt Propagandası yapmak suçlarından Hakkâri 1. Ağır Ceza Mahkemesi 2014/173 esas sayılı dava dosyası bulunduğu ve yargılamanın devam ettiği, Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak suçundan hakkında Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan ve halen devam eden soruşturma olduğu ve bu soruşturma kapsamında göz altına alındığı,

Nasıl seçime girdi?

 İktidar medyası bu ağır iddiaların üzerine atladı. Hatta Van’dan Hakkari’ye dönmek üzere olan Akış’ın yurtdışına kaçmak isterken yakalandığını öne sürdü.

Akış, Hakkari’de tanınan bir siyasetçi. 10 yılı aşkın süredir kentte aktif politika yapıyor. Daha önce DEM Parti’nin öncülü partilerden BDP ve HDP’de siyaset yaptı. Hakkındaki bu ağır suçlamalar da BDP Hakkari İl Başkanı olduğu dönemde, Gülen cemaatine bağlı savcıların açtığı KCK davaları kapsamında ortaya atıldı.

Bu kadar yasadışı faaliyeti olduğu iddia edilen bir siyasetçinin bu kadar göz önünde olması, Hakkari kadar küçük bir yerde bu faaliyetleri rahatlıkla yürütebilmesi ve buna rağmen 10 yıldır açık siyaset alanında yer alabilmesi ilginç elbette.

İlk günden bu yana seçime nasıl girebildiği de tartışılıyor. Hakkında kesin bir hüküm olmadığı için seçime girmesine engel bir durum yoktu. Zaten muhalefet yapan ve hakkında dava olmayan siyasetçi de neredeyse yok gibi. Akış’ın durumu da genelden farklı değildi. Yüksek Seçim Kurulu, bu nedenle adaylığını kabul etti.

Gizli tanığın itirafları

Akış hakkındaki dava da o dönem açılan diğer KCK davaları gibi ağırlıklı olarak gizli tanık ifadelerine ve bir bölümünün yasallığı tartışılan dinleme kayıtlarına dayanıyor. 

İddianamenin büyük bölümü, dinleme kayıtlarında yer alan ifadelerin yorumlanmasına ve gizli tanıkların iddialarına dayanıyor.

O gizli tanıklardan en önemlilerinden biri “Oyunbozan”… Gazeteci Sinan Aygül, önceki gün, sosyal medya hesabından 2012’de Oyunbozan’ın yazdığı bir mektubu paylaştı. Şöyle diyordu mektubunda:

 “…4 yıldır tanımadığım kişiler hakkında polislerin hazırladığı iddiaların altına imza atıyorum. 2009’da Hakkari Emniyeti Terörle Mücadele Şubesi'nde gördüğüm baskı, tehdit ve şantaj sonucu ifade vermeyi kabul ettim. Bana baskı uygulayanlar arasında Hakkari Savcısı da vardı. Bundan sonra birçok kişi hakkında ifadeler verdim, ancak hiçbir ifadem doğru olmadığı gibi bunların tamamı polisler tarafından hazırlandı. Hiç tanımadığım, bilmediğim kişiler, Kürt siyasetçileri üzerine ifade verdim. Aslında söz konusu kişilerin hepsi de Hakkari polisinin tutuklamak isteyip de tutuklama için delil bulamadığı kişilerdi. Bu kişiler için düzenlenen komplolara alet edildim. Ben böyle bir onursuzluğa imza attıktan sonra düşürülmüşlüğün sınırsızlığı içinde kendimi kaybedip, tanıdığım bazı kişilerin üzerine de iftirayla ifadeler verdim. Bütün bunları işkence görmeme tutuklanmama karşılığında yaptım."

 31 Mart ayarlı karar

Mektup uzayıp gidiyor. Somut biçimde isimler, olaylar anlatılıyor. Ancak bu mektup da Oyunbozan’ın ifadelerinin karara esas alınmasına yetmedi.

Akış’ın yargılandığı 15 sanıklı davada, uzun süredir gizli tanıkların ifadelerinin alınması, firari sanıkların ifadelerinin tamamlanması bekleniyordu. Dava usul eksikleri, esas eksikleri tamamlansın diye erteleniyordu. Kimsenin apar topar bitirileceğine dair bir düşüncesi yoktu.

Ne hikmetse 31 Mart seçimlerinden sonra Mayıs ayındaki ilk duruşmada mahkeme, esas hakkındaki görüşünü bildirmesi için savcıya dosyayı teslim etti.

İddianameyi hazırlayan savcı, Gülen cemaatine mensup olduğu iddiasıyla hakkında dava açılan, firari durumda bulunan ve İçişleri Bakanlığı’nın “arananlar” listesinde yer alıyor.

Duruşma savcısı, buna rağmen firari savcının iddialarını aynen tekrarladı. KCK Kent Konseyi Divanı üyesi olmakla suçlanan Akış hakkındaki tezleri yineledi.

26 Mayıs’taki duruşmaya savcı hazırlıklı gelmişti. Gazeteci İsmail Saymaz’ın haberine göre, talep edilir edilmez 30 sayfalık görüşünü sundu.

Duruşma da hemen bitirilmek istendiği anlaşılır biçimde 5 Haziran’a ertelendi. Akış, duruşmaya katılan tek isimdi. “Başım dik biçimde mücadele etmeyi sürdüreceğim” dedi.

Hakkari 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 19,5 yıl hapis cezası verdi ve 10 yıldır tutuklanmayan Akış tutuklandı.

Artık Akış’ın yerine kayyım olarak Hakkari Valisi Ali Çelik’in atanmasının “meşru” bir altyapısı var, mahkeme kararı.  Ve belli ki karşılığı olduğu görülen bu yöntem uygulanmaya devam edilecek.

                                                                 /././

Kamp notları: Türkiye normalleşir mi, tek çare Mehmet Şimşek mi? (Gökçer Tahincioğlu)

22 yıldır iktidarda olan, zorlu her virajdan başarıyla çıkan AKP’de sorunlar bir kampla halledilemeyecek kadar büyük. Ve Erdoğan’ın verebileceği kararlar dışında elde fazla bir enstrüman da yok…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin Ankara'nın Kızılcahamam ilçesindeki "31. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı'nda

31 Mart yerel seçimlerinin ardından 22 yıldır iktidarda olan, girdiği her seçimden birinci parti olarak çıkan AKP’de kamuoyuna sadece bir bölümü yansıyan yeni bir tartışma başladı.

AKP, 2023’teki genel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmıştı doğru ancak ilk kez partinin oyları yüzde 35’e gerilemişti ve Erdoğan, kurduğu ittifaklara rağmen ilk turda seçilmeyi başaramamıştı.

Muhalefetin başarısızlığının büyüklüğü AKP’deki erimenin ve tartışmanın üzerinin örtülmesini sağladı. Buna karşılık, parti içerisinde değişim talebini net biçimde dillendirenler vardı.

Yeniden Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan, bu taleplerin karşılanması için Ekim 2023’te olağanüstü kongreyi topladı.

İl ve ilçe teşkilatlarında değişim, genel merkezde değişim, kabinede değişim yapılarak, talepler karşılandı. Ya da karşılanmış görüntüsü yaratıldı.

***

Ancak sorunlar bitmedi.

Zira AKP Genel Merkezi’nde değişim talebini dillendirenler, işlerin üç beş isim tarafından yürütüldüğü, geriye kalanların Erdoğan ile görüşmeyi bile başaramadığı, bu üç beş ismin sadece kendilerine yakın isimleri kritik görevlere getirdikleri konusunda ısrarcıydılar.

O isimlerin kim olduğunu, AKP çevrelerindeki herkes yakından biliyor.

İddia o ki, değiştirilen il ve ilçe başkanları gibi yerlerine getirilenler de bu isimlere yakındılar.

***

Genel Merkez’deki değişim de tartışma konusu.

MYK değişmiş olsa da partinin vitrini olan MKYK’daki değişimin çok sınırlı kalması eleştirilerin başında geliyordu.

Öyle ki MKYK’da değişiklik yapmak istendiğinde bile MYK’da fazla seçenek bulunamadığı, bunun da bilinçli olarak böyle belirlendiği söyleniyordu.

***

Yerel seçim başarısızlığı bu tartışmaların ardından geldi. Bu noktada, eski AKP milletvekili Şamil Tayyar’ın son sosyal medya mesajlarını anımsamakta yarar var.

Tayyar, Kızılcahamam kampından sonra şu uyarılarda ve tespitlerde bulundu:

“AK Parti’de ilçe kongreleri Ekim’de başlayacak, büyük kongre seneye yapılacakmış. Bu arada ‘Türkiye Buluşmaları’ olacakmış. Bu planlamadan maksimum faydayı sağlama  konusunda iyimser olmadığımı belirtmek isterim. Aşağıdan yukarıya doğru gecikmeli bir yeniden yapılanma tasarlanıyor anlaşılan. Oysa yeniden yapılanma yukarıdan aşağıya doğru olmalıydı.

Yaşanan olumsuzlukların birinci derece müsebbipleri sigaya çekilmeden, kararlarda görece daha az etkisi olanlardan başlamak hatalı olur.  Hele süreci fail/failler yürütecekse…

Bu hata FETÖ mücadelesinde de yapıldı. Yukarıdaki karar verici sorumlular ayıklanmadan alt kademeler asli faillere emanet edilmişti…”

***

Tayyar’ın işaret ettiği konular, partideki itirazlarla paralel…

Yerel seçimde de benzer hataların tekrarlanması nedeniyle bu sonucun alındığı, değişimin bir türlü gerçekleştirilemediği, bunun da üç beş isimden ısrarla vazgeçilmemesinden kaynaklandığı konuşuluyor.

Ancak bu kısım, isimler, adaylarla ilgili…

***

AKP’de bir de MHP ile kurulan ittifakın sadece MHP’ye kazandırdığı, MHP’nin aldığı oyların iktidarda kalınmasını sağlasa da AKP’de erimeye yol açtığı düşüncesinde olan bir kesim var.

Erimenin sistematik olarak sürdüğü, sadece ekonomiye bağlanamayacağı, AKP’nin kuruluş felsefesi ile bugün yürüttüğü politika arasında en ufak bir yakınlık olmadığını savunan bir kesim.

Bu görüşü savunanlar, adalet, ifade özgürlüğü, temel haklar ve özgürlükler alanında bir dizi reform adımı atılması gerektiğini de düşünüyor.

Aynı kesim, dile getirilen söylemle olanlar arasındaki makasın açıklığına dikkat çekiyor.

Ancak kayyım politikasının sürdürülmesi, ifade özgürlüğü alanındaki uygulamalar, sembol davalarda alınan pozisyon, bu kesimin görüşlerinin dikkate alınmadığını ya da bu aşamada alınmadığını da gösteriyor.

***

Tasarruf önlemleri ile gündeme gelen Kızılcahamam kampında bu rahatsızlıkların bir bölümü ifade edildi.

2023’teki değişimin gerçek bir değişim olmadığı, asıl hesap vermesi gereken isimlerin halen işin başında olduğu, faturayı ise farklı isimlerin ödediği dillendirildi.

Ancak kampta özeleştiri havasının hâkim olduğunu söylemek, AKP açısından iyimser olur.

Erdoğan, kampta alınan karar uyarınca yeniden Türkiye turuna çıkacak.

Ancak bu yıl içerisinde bir olağanüstü kongre yapılması şu aşamada düşünülmüyor.

En erken gelecek yıl bir kongre yapılabileceği hesaplanıyor.

Bu kararın alınması durumunda ilçelerden başlanarak teşkilat kongreleri yapılacak.

Kongreye hemen gidilmemesi de bir başka rahatsızlık nedeni. Gelecek yıl yapılacak kongrede yine partideki üç beş ismin etkili olması durumunda değişim söyleminin içinin yine boş kalacağı ifade ediliyor.

Kongrenin gelecek yıla bırakılmasının bile değişim talebinin anlaşılmadığının göstergesi olduğu konuşuluyor.

***

Erdoğan’la artık görüşemediklerini söyleyen partililerin talebi doğrultusunda, partililer ve milletvekillerinin heyetler halinde görüşme yapmalarına yönelik bir adım gündemde.

Erdoğan, daha önce yaptığına benzer görüşme turları yapılırsa şikayetler ilk ağızdan dile getirilebilecek.

Ancak Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki ekiple, parti tabanında rahatsızlık yaratan, partide etkili olan ekip arasındaki rekabet, bu ekiplerin tamamının tabandan kopuk olduğu düşüncesi, teşkilatların bu ekiplerin rekabeti doğrultusunda belirlendiği eleştirileri de ortada duruyor.

Tamamının birlikte düzelebilmesi için AKP’de gerçekten bir reform gerekiyor.

***

Bütün bu kaotik ortama rağmen Cumhurbaşkanlığı’ndaki düşünce, oy erimesinin ekonomiden kaynaklandığı, ekonomi düzelirse sorunların da ortadan kalkacağı yönünde.

Buna kanıt olarak da AKP seçmeninin sandığa gitmediği ancak başka partiye yönelmediğine yönelik araştırmalar gösteriliyor.

Seçmenin Erdoğan’a bağlılığının sürdüğü, partiyi ise ekonomi nedeniyle cezalandırdığı düşüncesi hâkim.

Bu nedenle ekonominin patronu Mehmet Şimşek’e tam yetki verilmiş durumda. Olumlu sonuçların AKP’yi de bu tartışmaların içinden çekip çıkartacağı düşünülüyor.

Cumhurbaşkanlığı’nın gündeminde ekonomi ve yeni anayasa var.

Tabanda ise tam da bu düşüncenin AKP’nin geleceğini riske attığı görüşleri var.

Bu görüşlerden hangisinin doğru olduğunu zaman gösterecek.

Kulislerde MHP ile orta vadede yol ayrımına gidileceğine dair iddialar da konuşuluyor ve bunun AKP’nin rayına girmesini sağlayacağı da dillendiriliyor ancak tüm bu tartışmalar henüz iddia düzeyinde.

Belki bir ilk olarak, sorunlar nedeniyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da parti kulislerinde düşük bir tonda eleştirildiği notunu da düşmek lazım.

22 yıldır iktidarda olan, zorlu her virajdan başarıyla çıkan AKP’de sorunlar bir kampla halledilemeyecek kadar büyük.

Ve Erdoğan’ın verebileceği kararlar dışında elde fazla bir enstrüman da yok…

                                                                  /././

AYM’nin harçlar istisnasının iptal kararı, Şimşek’in istisnalarla mücadelesinin yolunu açar mı? (Murat Batı)

Olası bir durumda somut norm denetimi yoluyla AYM’ye taşınması durumunda aynı gerekçelerle bunların da iptal edileceğini öngörüyorum. Çünkü AYM’nin bu kararı süresiz istisnaların eşitlik ilkesini zedelediğini açıkça ortaya koymuştur.

5 Haziran 2024’te yayımlanan Resmi Gazete’de yer alan K.2024/35 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararı  ile 5411 sayılı Bankacılık Kanunu m.143’te yer alan varlık yönetim şirketlerinin yaptıkları işlemler ile bunlara ilişkin düzenleyecekleri kağıtları Harçlar Kanunu’ndan istisna eden hüküm iptal edildi. 

Aynı maddede varlık yönetim şirketlerinin düzenleyecekleri kağıtlar ayrıca damga vergisikaynak kullanım destekleme fonu ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Kanunu m.39’dan istisna edilmeye devam edilmektedir. Olası bir durumda aynı gerekçelerle bu sayılan istisnaları düzenleyen cümleler de iptal edilebilir mi?

5 Haziran 2024’te yayımlanan Resmi Gazete’de yer alan K.2024/35 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararı  ile 5411 sayılı Bankacılık Kanunu m.143’te yer alan varlık yönetim şirketlerinin yaptıkları işlemler ile bunlara ilişkin düzenleyecekleri kağıtları Harçlar Kanunu’ndan istisna eden hüküm iptal edildi. 

Aynı maddede varlık yönetim şirketlerinin düzenleyecekleri kağıtlar ayrıca damga vergisikaynak kullanım destekleme fonu ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Kanunu m.39’dan istisna edilmeye devam edilmektedir. Olası bir durumda aynı gerekçelerle bu sayılan istisnaları düzenleyen cümleler de iptal edilebilir mi?

Bu madde 2019’da AYM’ye yine götürülmüştü

Bankacılık Kanunu m. 143 ile alakalı daha önce de AYM’ye iptal talebinde bulunulmuş ancak o dönemde m. 143’te yer alan “kuruluş işlemleri de dâhil olmak üzere kuruldukları takvim yılı ve bunu izleyen beş yıl süresince” fıkrasının beş yıl ile sınırlı olması nedeniyle K.2020/44 sayılı kararıyla AYM, Anayasa’ya aykırı bulmamıştır.

Ancak 14.10.2021 tarihinde 7338 sayılı Kanun m.58 ile 5411 sayılı Kanun m.143’te yer alan “kuruluş işlemleri de dâhil olmak üzere kuruldukları takvim yılı ve bunu izleyen beş yıl süresince” ibaresi fıkradan çıkarılarak Harçlar Kanunu’na göre ödenecek harçlara ilişkin istisna süresiz hâle gelmesi nedeniyle kuralda değişiklik yapılmıştır.

Öte taraftan itiraza konu olan kural, varlık yönetim şirketlerinin yaptıkları işlemlerin ve bunlarla ilgili olarak düzenledikleri kâğıtların 492 sayılı Harçlar Kanunu’na göre ödenecek harçlardan istisna tutulduğunu hükme bağlamaktadır.

Anayasa Mahkemesi bugün verdiği Kararda şu ifadeleri kullandı: “Varlık yönetim şirketlerinin yaptıkları işlemlerin ve bunlarla ilgili düzenlenen kâğıtların 492 sayılı Kanun’a göre ödenecek harçlardan süresiz olarak istisna tutulmuş olması varlık yönetim şirketleri lehine, diğer teşebbüsler aleyhine önemli bir avantaj teşkil etmektedir. Bu avantaj varlık yönetim şirketleri bakımından giderlerinin azaltılması suretiyle kâr oranlarının artması anlamına gelmektedir. Bu şirketlerin kurulmasının teşvik edilmesi için kuruluştan itibaren belirli süre ile sınırlı olarak bunlara harç istisnası tanınması makul olsa da bunun sürekli hâle getirilmesi diğer teşebbüsler aleyhine orantısız bir avantajın oluşmasına yol açmaktadır. Ticari hayatta kârlılık esasına göre faaliyet gösteren teşebbüsler arasında varlık yönetim şirketleri lehine süreklilik arz eden bir farklılığın orantılı olmadığı kanaatine varılmıştır. (p.31)”

Böylece AYM, 5411 sayılı Kanun m. 143’te yer alan süresiz harç istisnasının ticari teamüllere uymadığı ve varlık yönetim şirketlerinin diğer teşebbüslerle farklı mali teamüllerin uygulanmasının Anayasa’nın eşitlik ilkesi ve muhtelif hükümlerine aykırı olduğu kanaatine varmıştır. Bizce de yerinde bir yaklaşım.

Ayrıca Anayasa’nın 153’üncü maddesi uyarınca mezkûr AYM Kararında itiraza konu hükmün iptaline ilişkin herhangi bir tarih belirtilmediğinden mezkûr hüküm 5 Haziran 2024 tarihi itibariyle yürürlükten kalkmıştır.

İlaveten AYM m. 153 uyarınca “iptal kararları geriye yürümez” fıkrası uyarınca da 5 Haziran 2024 ve bu tarihten sonra düzenlenecek kağıtlara ilişkin mezkûr istisna uygulanmayacak olup Harçlar Kanunu kapsamında gerekli harçların kanunda belirtilen sürelerde ödenilmesi gerekmektedir. 5 Haziran 2024 tarihinden önce düzenlenmiş kağıtlar için ise ödeme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

Anayasa Mahkemesi “istisna” kavramı yerine “muafiyet” kavramını kullanıyor

Anayasa Mahkemesi bu kararında 5411 sayılı Kanun “istisna edilmiştir” ifadesini kullanmasına rağmen “muafiyet” kavramını kullanarak hatalı davranmaktadırÖrneğin Kararın “İtirazın gerekçesi” başlıklı kısmı şu şekildedir: “Başvuru kararında özetle; varlık yönetim şirketlerine beş yıl süre ile tanınmış olan harç muafiyetinin sınırsız hâle getirilmesinin bu şirketlere imtiyaz tanınması anlamına geldiği, bu durumun kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olduğu, hukuk devleti ilkesi ile de bağdaşmadığı belirtilerek itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür.”

AYM’nin bazı kararlarında bu tarz hatalar görebilmekteyiz. Esasa tesir etmeyen bu hatalar için görünüşte bir sorun bulunmamaktadır. Ancak vergi hukuku tekniği açısından istisna ve muafiyet farklı özellikleri haizdir. Buradan da AYM’nin kıymetli üyelerine bir hatırlatmada bulunayım.

Diğer istisnalar da iptal edilir mi?

Bankacılık Kanunu m.143’te yer alan varlık yönetim şirketlerinin düzenleyecekleri kağıtlar damga vergisi, kaynak kullanım destekleme fonu ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Kanunu m. 39’dan istisna edilmeye devam edilmektedir. Olası bir durumda somut norm denetimi yoluyla AYM’ye taşınması durumunda aynı gerekçelerle bunların da iptal edileceğini öngörüyorum. Çünkü AYM’nin bu kararı süresiz istisnaların eşitlik ilkesini zedelediğini açıkça ortaya koymuştur.

Daha da önemlisi bu Karar, Şimşek’in verimsiz muafiyet ve istisnalarla mücadelesi için önemli bir gerekçe de olabilir. Bu yüzden bu Kararı, yabana atmamak lazım.

 (T24)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder