28 Haziran 2024 Cuma

T24 KÖŞEBAŞI + Geçmişiyle yüzleşemeyen temiz bir gelecek de kuramaz (Tuğçe Tatari) - 28 Haziran 2024 -

 


Diyarbakırlı Ramazan Hoca cinayeti davasında dikkat çeken tarikat-cemaat diyaloğu -Candan Yıldız-

Sanık Erkan Baykut, Ramazan Hoca’yı hedef gösteren Hüseyin Çevik’e yakın olduğu anlaşılan Kerem Önder’in adını verdi: Onun videolarını izliyordum.

Bir katil zanlısını düşünün… “Benzettiğim için öldürdüm” derken yüzünde en ufak bir duygu belirtisi olmasın, öldürdüğü insanın ailesine dönüp bir kez bile “pişmanlık” ifadesinde bulunmasın…

Youtube yayınları yapan, yayınları çok izlenen, Allah ve inanan arasında cemaat ve tarikatların olmaması gerektiğini söyleyen, Kur’an’ın tek rehber olduğunu savunan Diyarbakırlı Ramazan Hoca’nın katil zanlısı Erkan Baykut, tutuklu bulunduğu Burdur Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nden getirildiği duruşma salonunda böyle bir ruh haliyle savunma yaptı.

Çağlayan’daki İstanbul Adliye Sarayı 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde soru işaretlerinin çok olduğu cinayet davasının ilk duruşması görüldü.

24 yaşındaki Erkan Baykut, sanık sandalyesinde otururken siyah gömlek ve siyah kot pantolonu ve Amerikan traşı saçlarıyla oldukça soğuk kanlı görünüyordu.

Bir insan tanımadığı bir insanı, hiç yüz yüze gelmediği Ramazan Hoca’yı, iddiaya göre kendisini 4 yıl boyunca cinsel olarak istismar ettiğini söylediği bir Afgan’a benzettiği gerekçesiyle öldürür mü?

Sürekli olarak çelişkili ifade veren Baykut kendisini şu cümlelerle savundu:

“Ramazan Hoca’yı yüz yüze hiç görmedim, olay günü uyuşturucunun etkisindeydim, Ramazan Hoca’yı videolarından biliyordum, beni cinsel olarak istismar eden Afgan Abdul Saboor Muradı’ya benzettim. Planlı değildi, o anlık ruh haliyle öldürdüm. Dükkâna girdiğimde elimde taş vardı. Taşı attım, kendisini savunmaya kalkınca korktum, iki haftadır taşıdığım bıçakla bıçakladım.”

Oysa olay yeri incelemenin raporuna göre cinayetin işlendiği çay ocağında bir taş bulunamadı. Çay ocağının tabelasında da Diyarbakırlı Ramazan Hoca’nın Çay Ocağı yazıyordu. Çay ocağının yanındaki eczanede çalışan kişi cinayet yerinde taş görmediğini söyledi. Sanık Erkan Baykut’u ilk kez dükkândan kaçarken gördüğünü, cinayetin 10-15 saniye içerisinde işlendiğini belirtti.

Tanığın ifadesine göre ortada bir boğuşma yok. Zaten Ramazan Hoca’nın ayağında ayakkabı yokmuş, abdest nedeniyle olsa gerek gömleğinin kolları sıvanmış, namaz kıldığı tahtanın yanına düşmüş haldeymiş.

Baykut’un “olay günü uyuşturucunun etkisi altındaydım” iddiasıyla çelişen görüntüler de dosyaya girmiş. O görüntüleri izleyen Ramazan Pişkin’in kardeşleri “Kameraları gördüğü an yüzünü şapkasıyla kapatmaya çalışıyor, etrafına bakınıyor, Rambo bıçağı ile öldürmüş kardeşimi. Öldürdükten sonra sigara içiyor. İnsan 4 yıl istismara uğradığını söylediği insanı tanımaz mı?” sözleriyle planlı bir cinayet olduğu iddiasını ısrarla savundular.

Ramazan Hoca ailesini korumak için olsa gerek hiç tehdit aldığını söylememiş. Ancak kullandığı telefonda mesajlaştığı bir arkadaşına “Kısa boylu, sakallı, Karslı bir klimacı tarafından” tehdit edildiğini söylemiş.

Soruşturmayı yürüten kolluk ise bu tarife uygun bir kişiye ulaşamamış.

Ramazan Pişkin’in kardeşi Mehmet Pişkin kardeşinin planlı ve kasten öldürüldüğünü, Erkan Baykut’un sadece bir “tetikçi” olduğunu söylerken kardeşinin cemaat ve tarikatlar konusundaki sözlerinin rahatsızlık yaratmış olabileceğini, cinayetin arkasındaki kişi ya da grubun ortaya çıkarılmasını, azmettirenlerin de cezalandırılmasını istedi. Bir savcının da kendisine “Bu kişi tetikçi, bu cinayetin arkasında başkaları var” dediğini öne sürdü.

Pişkin ailesinin avukatlarından Akif Eringin de sanık Erkan Baykut’a şu soruyu sordu“Annesinin verdiği ifadeye göre sanık 4 yıldır dini videolar izliyormuş. Hangi cemaatin, hocaların ya da kişilerin videoları izliyordu?”

Mahkeme başkanının “Olayı siyasileştirmeyelim, iddianame sınırları içerisinde kalalım” uyarısı karşısında avukat Eringin gerekçesini sununca mahkeme başkanı bu kez sanığın soruyu yanıtlamasını istedi.

Katil zanlısının yanıtı çok dikkat çekiciydi…

Sanık “Benim tarikatla işim olmaz, dini geliştirmek için izlediğim bazı videolar oluyordu. İsim vermem gerekirse Kerem Önder isimli kişinin videolarını izliyordum” dedi.

Bu yanıt şu açıdan çok önemli. Kerem Önder isimli kişi, Hüseyin Çevik’le Youtube yayınları yapan bir kişi…

Hüseyin Çevik, öldürülen Ramazan Hoca’yı “itikadı bozuk, Vahabi, deli, sözde hoca müsveddesi” sözleriyle hedef almıştı.

Çevik, Cübbeli Ahmet (Ahmet Mahmut Ünlü) için de “Cübbeli Hocama bir saldırı var, saldıranlar sakallılar, sarıklılar, cübbeliler. Tehdit falan ediyorlarmış. Cübbeli Hoca hakkında uyarıyorum. Akıllı olun, ben Cübbeli Hoca’ya benzemem. Adamı öttürürüm. Ben ve Bağcılar bebeleri adamı kovalarlar” demişti.

Ramazan Hoca’yı tehdit ettiği iddialarıyla ilgili de “Ben ne hedef göstereceğim ya! Ben ‘Bakın böyle sıkıntılı fikirleri var. İslam’a aykırı fikirleri var’ dedim. Yoksa bana ne! ‘Gidin dövün’ falan niye böyle bir şey konuşayım ben. Ben dövmeye bile karşıyken niye azmettirici olayım niye tetikçi olayım?” ifadelerini kullanmıştı.

Katil zanlısı Baykut, Hüseyin Çevik’e yakın olduğu anlaşılan Kerem Önder’in adını nedense “İsim vermem gerekirse” diyerek verdi. Belki de bu cümle bir yerlere mesaj anlamı taşıyordu.

Soldan sağa Kerem Önder ve Hüseyin Çevik

Halk arasında Filozof Ramazan olarak tanınan Ramazan Hoca’nın katil zanlısı Erkan Baykut, ruh sağlığının bozuk olduğunu ama kimsenin kendisine inanmadığını iddia ederken mahkeme başkanının sorularına “Kullandığım bir ilaç yok, cinayet öncesine ait raporum da yok” diye yanıt verdi. Savcı akıl sağlığı raporu talebinden vazgeçti.

Bu arada seyirci sıralarından bir kadının “Erkan epilepsi hastası olduğunu söylesene” diyerek seslenmesi dikkati çekti.

Savcı da sanığın tasarlayarak kasten öldürmeden yargılanmasını ve hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesini talep etti.

 “En ağır cezayı almazsa ortaya yeni bir mafya babası çıkacak”

Duruşma sonrası avukat Akif Eringin şu değerlendirmede bulundu: İddianamenin eksik ve sevk maddesinin yanlış yazıldığını başından beri iddia etmiştik. İlk duruşmada savcı bunun farkına vararak mütalaasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yargılanmasını ve cezalandırılmasını talep etti. Umarım hiçbir indirim uygulanmadan hak ettiği cezayı alır. Arka plandaki kişilerle ilgili araştırmalarımız ve mücadelemiz devam edecek. Sanık başından beri bir senaryo ile oynuyor. Akıl sağlığı yerinde değil raporu almaya çalışarak mahkemeyi ikna etmeye çalışıyor. Ama hem karakol hem savcılık hem de mahkemede huzurda vermiş olduğu ifadede akıl sağlığının yerinde olduğu gözlemlerle tespit edilmiştir. Sanık duruşmada profesyonel bir tetikçi gibi davrandı. Hiçbir pişmanlık, hiçbir üzüntü, hiçbir insani duyguyu dile getirmedi. Duruşma esnasında hem heyete hem katılan avukatlara intikam bakışlarıyla yaklaştı. Eğer bu şahıs en ağır cezayı almazsa ortaya yeni bir mafya babası çıkacak.”

Hayatın olağan akışına uygun olmayan bir cinayetle karşı karşıyayız.

Bütün tanıyanların “Kimseyi incitmezdi, kazandıklarını garibanlarla paylaşırdı, bu dünyaya çok fazlaydı” sözleriyle anlattığı Ramazan Hoca’nın öldürülmesiyle ilgili hazırlanan iddianamenin sınırları içinde mi kalınacak?  

Yoksa soruşturma en kritik soruların yanıt bulabileceği şekilde genişletilecek mi?

Bir sonraki duruşma pazartesi günü. Yeni bir mafya babasının doğuşuna tanıklık etmek istemiyorsa bu toplum, yüzünü kritik dava dosyalarına dönmeli…

TIKLAYIN: Öldürülen Diyarbakırlı Ramazan Hoca'nın dosyasına ilişkin yanıt bekleyen sorular

TIKLAYIN: Öldürülen Diyarbakırlı Ramazan Hoca'nın yakını konuştu: Radikal İslamcı olsa ekmeğini, parasını paylaşır mıydı?

                                                                    /././

Tüketim dağılımı daha da çok bozuldu -Ercan Uygur-

Gelir dağılımı bozuldu biliyoruz, acaba tüketim dağılımı ne yöne gitti? Giderek daha mı eşit dağılıyor, yoksa tersine daha mı bozuluyor? Örneğin emeklilerin tüketimden aldığı pay ne yönde gelişiyor?

Yaklaşık 3 yıldır toplum olarak bir travma ve uyum (intibak) sorunu yaşıyoruz. Enflasyon ve enflasyonla birlikte gelen yönetim sorunları öyle bir ortam yarattı ki, uyum sağlamak kolay değil. Bu ortamda bir el, iktisattaki görünmez el gibi, fiyatları, gelirleri, servetleri karıştırdı, yeniden dağıttı.

Yalnızca ekonomik değişkenler değil, örneğin sosyal, siyasi ve toplumsal ilişkiler ve hukuk da yeniden dağıtıldı. Görmek isteyene, görebilene, bunları kimin, kimlerin nasıl yeniden dağıttığı bellidir. Kimin payına ne düştü onu da görüyoruz, giderek daha da net göreceğiz.  

Her yeniden dağıtımda ve uyum sürecinde önemli maliyetler de ödenir ve bu maliyetler eşit dağılmaz. Örneğin, emekliler ve ücretliler bu süreçte hem maddi, hem manevi anlamda önemli maliyetler ödediler, ödeyecekler. Şu emekliler olmasa işler kolay olurdu diyenler bile var. 

Bu yazıda amacım yaşam kalitesinin, refahın temel unsurlarından olan tüketimin son dönemde nasıl dağıldığına bakmak. Gelir dağılımı bozuldu biliyoruz, acaba tüketim dağılımı ne yöne gitti? Giderek daha mı eşit dağılıyor, yoksa tersine daha mı bozuluyor? Örneğin emeklilerin tüketimden aldığı pay ne yönde gelişiyor?

Tüketim ve gelir dağılımı

Gelir dağılımının son birkaç yılda nasıl bozulduğunu daha önce genişçe tartıştım. Örneğin, Uygur (30 Ocak 2024) ve Uygur (18 Ocak 2024). Tüketim dağılımının nasıl değiştiğini Tablo 1’de yer alan verilerden izleyebiliriz.  

Tablo 1 Yüzde 20’lik Hane Halkı Gruplarına Göre 

Toplam Tüketim Harcamasında Yüzde Pay

Kaynak: TÜİK 

Bu tablodaki veriler TÜİK’in her yıl yaptığı “Hanehalkı Bütçe Anketleri”nden derlenmiştir. Belirteyim, 2020 ve 2021 yıllarında Covid-19 salgını nedeniyle bu anketler yapılamamıştır. Tabloyu kısa tutmak için tüm yıllara tabloda yer verilmemiştir. Tablo bilgileri şöyle düzenlenmiştir.

Her yıl için örnek olarak seçilen haneler en düşük gelirliden başlayarak beş adet Yüzde 20’lik gruplara ayrılıyor. Elde edilen sonuçlar, örneğin 2023 yılı için toplam 26,6 milyon hanehalkına genelleniyor. Öyle ki, en düşük gelirli 1.Yüzde 20 grubunda 5,32 milyon, ikinci en düşük gelirli 2.Yüzde 20 grubunda 5,32 milyon ve tüm diğer grupların her birinde de 5,32 milyon hanehalkı var.

En düşük gelirli 1.Yüzde 20 grup, 2011 yılında toplam tüketim harcamasının Yüzde 9,12’sini yapmıştır. Bu grubun toplam tüketim harcaması içindeki payı, dalgalanarak da olsa, özellikle son yıllarda giderek düşmüştür ve 2023’te Yüzde 7,24’e inmiştir. Bu önemli bir düşüştür.

İkinci en düşük gelirli 2.Yüzde 20 grubun da toplam tüketim içindeki payı giderek, daha az da olsa, gerilemiştir. Ortadaki 3.Yüzde 20 grubun payı değişmemiştir. 4.Yüzde 20 grup da payını bir ölçüde arttırmış, ancak asıl önemli artış en yüksek gelirli 5.Yüzde 20 grupta olmuştur.

Şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor; en düşük gelirli grubun tüketim payı, enflasyon ve enflasyonun çok kötü yönetilmesi ile, en yüksek gelirli gruba aktarılmıştır. Burada birkaç noktanın altını çizmek gerekir.

1) Bu sonucu önlemek için, Covid-19 döneminde ve sonraki görece yüksek enflasyon döneminde, başka ülkelerde düşük gelirlilere destek transferleri yapılmıştır.

2) Şimdilerde Türkiye’de getirilen yeni vergi ve benzeri mali önlemlerle tüketim dağılımındaki bozulmanın süreceği anlaşılmaktadır. 

3) İktisatta, yüksek gelir gruplarının geliri arttıkça, tüketim harcamasının aynı oranda artmayacağı öngörülür. Gerçek dünyada da genellikle bu sonuç gözlenir.

4) Verilerden anlaşılıyor ki, Türkiye’de bu sonuç geçerli değildir. Böyle bir çarpıklığı gidermenin yolu da mali politikadan, özellikle vergi politikasından geçer. Yeni getirilen vergi önlemleri bu durumu dikkate almış mıdır acaba?

5) Düşük gelirli hanehalkı gruplarının (1.Yüzde 20, 2.Yüzde 20, 3.Yüzde 20 ve hatta 4.Yüzde 20) özellikle 2022 ve 2023’te yoksulluk sınırlarının altına indiğini söyleyebilir miyiz?

Yoksulluk ve açlık sınırlarını zorlayan tüketim

Bu soruya yanıt vermek üzere Türk-İş’in yoksulluk ve açlık sınırları için belirlediği tüketim harcamalarına baktım. Türk-İş’in açlık ve yoksulluk sınırları 2 çocuklu 4 kişilik bir aile için oluşturulmuştur.

Bu sınırlar Tablo 2’de birinci ve ikinci sütunlarda yer alıyor. Bu sütunlardaki değerler, her ay için Türk-İş’in yayınladığı verilerden elde edilen yıllık ortalama değerlerdir. 2014 yılında açlık tüketim değeri sınırı ortalama 1166 TL, yoksulluk tüketim değeri sınırı ortalama 3797 TL’dir. 2023 yılında 1.Yüzde 20 ortalama harcaması 1,207TL ise bu sınırlar açlık için 1,1648 TL, yoksulluk için 3,7942 TL’dir.

Tablo 2 Türk-İş’in Hanehalkı Tüketimi İçin Açlık ve Yoksulluk Sınırları ve

TÜİK’in Ortalama Tüketim Harcaması

Tablo 2’nin üçüncü ve son sütununda TÜİK’in yaptığı anketlerden elde edilen Yüzde 20’lik grupların ortalama tüketim harcaması var. 2014 yılında 1.Yüzde 20 ortalama tüketimi 1207TL, 2.Yüzde 20 ortalama tüketimi 1946TL, 3.Yüzde 20 ortalama tüketimi 2537TL, 4.Yüzde 20 ortalama tüketimi 3247TL’dir.

Bu değerler 2022 ve 2023 yılları için tablonun yine üçüncü sütununda verilmiştir.

Doğrudan ve ayrıntıya inmeden TÜİK ve Türk-İş verilerini karşılaştırmak uygun olmayabilir. Ancak tablodaki değerler yine de şu bilgiyi veriyor: TÜİK tüketim harcamaları, en düşük gelirli grupta açlık sınırı altında bulunan hanelerin olduğunu ifade ediyor. Diğer yandan, en yüksek gelir grubu dışında ilk üç ve hatta ilk dört grup içinde yoksulluk sınırı altında birçok hanenin olabileceği görülüyor.

Kısaca emeklilerin tüketim harcamalarından da söz edelim. Tüketim harcamalarını gelir kaynağına göre sıraladığımızda 2023 yılında görülen şudur;

  1. Gayrimenkul ve menkul kıymet geliri olanların ortalama tüketim harcaması: 38333 TL
  2. Müteşebbis geliri olanların ortalama tüketim harcaması: 32522 TL
  3. Maaş ve ücret geliri olanların ortalama tüketim harcaması: 26949 TL
  4. Emeklilik geliri olanların ortalama tüketim harcaması: 17763 TL
  5. Transfer (sosyal yardım) geliri olanların ortalama tüketim harcaması: 11036 TL

Emekliler konusunda söylenecek başka sözler de var, ancak bu tüketim harcaması tablosu çok acıklı bir görüntü ifade ediyor. Bu, diğer ükelerde görülenin tam tersine bir görüntüdür.

Konunun bir de tasarruf boyutu var. Onu da başka bir yazıya bırakıyorum.

Kaynaklar

Uygur, Ercan (30 Ocak 2024) Gelir dağılımında bozulma ve siyaset, T24,

https://t24.com.tr/yazarlar/ercan-uygur/gelir-dagiliminda-bozulma-ve-siyaset,43322

Uygur, Ercan (18 Ocak 2024) “Harcanabilir gelir yalnızca Türkiye’de düştü” T24

https://t24.com.tr/yazarlar/ercan-uygur/harcanabilir-gelir-yalnizca-turkiye-de-dustu,43162

                                                                      /././

26 yıllık adalet mücadelesi sürüyor: 30 soruda Pınar Selek dosyasındaki skandallar ve yeni duruşma -Gökçer Tahincioğlu-

Sosyolog Pınar Selek, tam 26 yıldır suçsuzluğunu kanıtlamak için adalet mücadelesi veriyor. 25 yıl içerisinde dört kez beraat eden, ifadelerinin işkenceyle alındığı kanıtlanan Selek, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun son kararına yerel mahkemenin uymasıyla nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanıyor. Davanın üçüncü duruşması bugün. Fransa’da yaşayan Selek için kırmızı bülten ve yakalama kararı çıkartılması gündemde. Selek ise tarihe geçen skandallarla dolu 26 yıldan sonra yeniden özgürlük ve adalet mücadelesini sürdürüyor.

30 soruda Selek dosyası ve bugün yapılacak duruşma ile ilgili bilgiler şöyle: 

1. Mısır Çarşısı patlaması, ne zaman ve nasıl gerçekleşti?

9 Temmuz 1998 günü İstanbul’da, tarihi Mısır Çarşısı’nın girişindeki bir yiyecek büfesinde meydana gelen patlamada 7 kişi hayatını kaybetti 100’ü aşkın kişi yaralandı. Olayın ardından hemen terör soruşturması başlatıldı.

2. Tutanak ve raporlarda hangi bilgiler vardı?

Yaklaşık iki haftalık süreçte hazırlanan altı ayrı tutanak ve raporda, “bomba bulgusuna, buna ilişkin bir parça, madde veya malzemeye rastlanmamıştır” yorumu yapıldı. 

3. Genel görüş neydi?

Uzmanlar, tüplerdeki gaz kaçağının tabana yayılmasından kaynaklı olarak patlamanın meydana gelmiş olabileceği görüşünü savcılığa iletti. 

4. Pınar Selek neden gözaltına alındı?Selek, patlamadan iki gün sonra, 11 Temmuz’da terörle mücadele şubesi ekipleri tarafından gözaltına alındı. Ancak gözaltının patlamayla ilgisi yoktu. PKK terör örgütüne üye olmakla suçlanıyordu. DGM Başsavcılığı talimatıyla yedi gün gözaltında tutulan Selek, bu süreçte avukatları ve yakınları ile görüştürülmedi. Adli tıp raporlarına göre Filistin askısı, elektrik gibi işkence yöntemleri ile ifadesi alındı. Kolunun çıkması nedeniyle emniyette düştüğü ve kolunun çıktığı yönünde tutanak düzenlendi. Yedi gün sonra savcılığa çıkartıldı. Savcılık ve hakimlik, işkence altında verdiği ifadeleri göz önüne alarak tutuklandı. Bütün bu süreçlerde avukat yardımı alamadı.

5. Selek, Mısır Çarşısı’ndaki patlamadan nasıl sorumlu tutuldu?

Emniyet, savcılık ve hakimlikte patlamayla ilgili hiçbir suçlama yöneltilmemesine, bu konuda hiçbir soru sorulmamasına, uzmanların da patlamanın bombayla ilgisi olmadığını belirtmesine rağmen bu suçlama ortaya atıldı.

28 Temmuz 1998’de, Selek hakkında DGM Savcısı iddianame hazırladı ve örgüt üyeliği suçundan 15 yıla kadar hapsini talep etti. 

Bu dava açıldıktan 15 gün sonra Yunanistan’daki PKK kamplarına katılmak üzere sınırı geçmeye çalıştığı iddiasıyla gözaltına alınan Baran Öztürk sorgulandı. Öztürk’ün ifadeleri doğrultusunda 21 kişi hakkında yakalama kararı çıkartıldı. Yakalananlardan bazıları ifadelerinde karıştıkları eylemlerin talimatını Selek’ten aldıklarını öne sürdü. Yakalananlar arasında yer alan Abdülmecit Öztürk de Mısır Çarşısı’na bomba koyduklarını, bombalı eylemi Selek’le birlikte planladıklarını söyledi. 

6. Uzman raporlarına rağmen olay nasıl terör eylemi sayıldı?

Öztürk’ün ifadelerinin ardından savcılık, Prof. Dr. Sevil Atasoy başkanlığında yeni bir bilirkişi heyeti kurdu. Önceki uzman raporlarına aykırı biçimde sonradan çok eleştirilen bir rapora imza attı ve olay yerinde bulunan nitroselüloz adlı maddenin, patlamanın bombadan kaynaklanmış olabileceği kuşkusunu yarattığını bildirdi. 

7. Selek’in atölyesinde bulunduğu iddia edilen bomba malzemeleri gerçek miydi?

Hayır, bulunduğu iddia edilen materyallerin emniyetin elinde aramadan 22 saat önce hazır olduğu, bununla ilgili tutanak düzenlendiği ortaya çıktı.

8. Eylemi üstlenen Öztürk iddialarını sürdürdü mü?

Öztürk, ilk ifadesinde bombayı halasının evinde Selek’le birlikte yaptıklarını söylemiş, halası da aynı yönde ifade vermişti. Ancak savcılık aşamasında Öztürk, Mısır çarşısı olayını bilmediğini, Pınar Selek’i tanımadığını, bunların tümünün uydurmaca ve komplo olduğunu, işkence altında kendisine polis tarafından zorla ifade imzalattırıldığını söyledi. 

9. Öztürk’ün savcılık ifadesine hangi ek yapıldı?

Öztürk, savcıya ifade verdikten sonra polisler tarafından bir başka odada bekletildi. Burada yaptığı görüşmeden sonra ek ifade vermek istediğini belirterek, bir dilekçe kaleme aldı. Buradaki ifadesinde emniyetteki ifadesini tekrarladı. Ancak savcı bu ifadeye imza koymadı. Aynı savcı, bu tutanağa 2,5 yıl sonra yargılama aşamasında imza attı.

10. Öztürk’ün halası ifadelerini tekrarladı mı?

Öztürk’ün halası, bombanın evinde imal edildiğini söylemiş, Selek’i de fotoğrafından teşhis etmişti. Mahkeme aşamasında ise Türkçe bilmediği, ifadesinin yazılı olduğu kağıda sadece parmak bastığını anlattı. Hala, duruşmada Selek’i tanımadığını da kaydetti. Aynı duruşmalarda, Öztürk de Selek’i tanımadığını ve Mısır Çarşısı olayını bilmediğini vurguladı. 

11. Selek hakkında yeni dava açıldı mı?

İşkence altında alındığı ortaya çıkan bu ifadeler doğrultusunda Selek hakkında yeni bir dava açıldı. Mısır Çarşısı patlamasından sorumlu tutulan Selek hakkındaki iki dava 1999’da birleştirildi. Selek, Mısır Çarşısı patlaması nedeniyle yargılanacağını cezaevinde televizyondan öğrendi.

12. Yeni bilirkişi raporu alındı mı?

İstanbul Üniversitesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’ndan gelen iki ayrı raporda, patlamanın bombadan kaynaklandığının söylenemeyeceği belirtildi. 2000 yılında bu raporlar dosyaya girdi. 

13. Buna rağmen neden yeni inceleme yapıldı?

19 Nisan 2001’de İstanbul Emniyet Müdürlüğü savcılığa bir yazı göndererek yeni bir bilirkişi incelemesi yapılmasını talep etti. Yazının ekinde İçişleri Bakanlığı’nın hazırlattığı, tarihsiz ve imzasız, patlamanın bombadan kaynaklandığına dair rapora yer verildi. Bunun üzerine mahkeme, talep edilmeden gönderilen bu yazı ve raporu esas alarak yeni rapor istedi.

14. Yeni raporda ne yazıyordu?

İki ay sonra Adli Tıp Kurumu’ndan gelen raporda, patlamanın nedeninin tespit edilemediği belirtildi. Adli Tıp Genel Kurulu da altı ay sonra aynı yönde rapor hazırladı. Mahkemenin bunlara rağmen rapor istediği Jandarma Kriminal Laboratuvarı ise patlamanın bombadan meydana geldiği yönünde rapor hazırladı. Aynı heyette yer alan bir akademisyen rapora şerh koydu. 

15. Dava nasıl sonuçlandı?

İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, 2006 yılında çelişkili bilirkişi raporları ve kuşkulu ifadeler nedeniyle iddiaların şüpheden arınmış olarak kanıtlanamadığını belirterek davada karar verilmesine yer olmadığına hükmetti. 

16. Bu karar neden bozuldu?

Savcılık, dosyaya giren, patlamanın bombadan kaynaklandığını belirten raporların dikkate alınması, ifadelerle birlikte değerlendirilmesi gerektiği görüşüyle bu kararı temyiz etti. Yargıtay 9. Ceza Dairesi de mahkemenin davayı ya mahkumiyet ya da beraat şeklinde karara bağlaması gerektiğini belirterek, kararı bozdu. 

17. Yeniden yargılama nasıl sonuçlandı?

Bunun üzerine mahkeme yeniden yargılama yaptı ve 2008’de beraat kararı verdi. Savcılık bu kararı da temyiz etti. Ancak savcı Abdülmecit Öztürk hakkındaki beraat kararına itiraz etmedi. Selek’i, Öztürk’ün ifadesine dayanarak suçlayan savcılık, bu ifadeyi veren Öztürk’ün beraatini ise normal karşıladığını belirtmiş oldu. 

18. Yargıtay, bu kararı nasıl değerlendirdi?

Yargıtay da Öztürk’ün beraatinin kesinleşmiş olmasına ve dosyadaki farklı bilirkişi raporlarına rağmen, patlamanın bombadan kaynaklandığının kanıtlandığını, ifadelerle de desteklendiğini belirterek Selek hakkındaki beraat kararını bozdu. Yargıtay, Selek’in, Türk Ceza Kanunu’nun 125. Maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilmesi gerektiğini de belirtti. 

19. Dosya nasıl Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na geldi?

Bu kararı çelişkili bulan Yargıtay Başsavcılığı, itiraz yetkisini kullanarak davayı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na taşıdı.

20. Genel Kurul ne yönde karar verdi?

Genel Kurul, oy çokluğuyla başsavcılığın itirazını reddetti ve dairenin kararını yerinde buldu. Böylece Selek, ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanmaya başladı.

Genel Kurul kararında, başsavcılığın itirazında, “patlamanın bombadan kaynaklanıp kaynaklanmadığı belirsizdir” denilmesine rağmen, “Daire ve başsavcılık arasında patlamanın bombadan kaynaklandığı konusunda görüş ayrılığı yoktur” denildi.

21. Atasoy’un açıklamaları bu süreçte niye tartışma konusu oldu?

Atasoy, Genel Kurul kararının tartışıldığı dönemde yaptığı açıklamada, “Bizim raporumuzda, patlamanın bombadan meydana geldiğine dair bir tespit yok, bu konuda söylenmiş tek bir cümle de yok, raporumuzda patlamanın nasıl ve neden meydana geldiğinin saptanabilmesi için bilimsel olarak izlenmesi gereken yol ve yönteme dair bilgiler var” dedi. 

22. Yerel mahkeme, bu karara uydu mu?

Yargıtay kararı uyarınca yeniden yargılamaya başlayan mahkeme, 9 Şubat 2011’deki ilk duruşmada yeniden beraat kararı verdi. Mahkeme, dosyadaki farklı sanıklar yönünden ise Yargıtay kararına uydu ve davayı sürdürdü. Savcılık, bu kararı da temyiz etti. 

23. Buna rağmen aynı dava nasıl mahkumiyetle sonuçlandı?

Haklarında beraat kararı verilen Selek ve Öztürk’ün dosyaları, yargılaması süren diğer sanıklarla ilgili karar verilmesi için beklemeye alındı. Tüm dosyanın birlikte Yargıtay’a gönderilmesi gerektiğinden bu yol izlendi. Ancak yaklaşık 1,5 yıl sonra ilk duruşmada beraat kararı veren mahkeme, bu görüşünü değiştirdi ve savcılığın bile “beklemiyorduk” yorumunu yapmasına neden olan bir karar verdi. Mahkeme, Yargıtay’ın “mahkumiyet” görüşüne uymayı kararlaştırdı. Bu karar mahkeme başkanının izinli olduğu, yerine başkasının geçici olarak baktığı duruşmada verildi. 15 yıl boyunca davaya bakan mahkemenin asıl başkanı yerine, geçici görevle davaya bakan başkanın baktığı duruşmada dosya hükme bağlandı. 

24. Yargıtay, bu kararı onadı mı?

Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 2014 yılında verdiği kararla bu hükmü usul yönünden bozdu ve davanın yeniden görülmesini kararlaştırdı.

25. Bozma kararından sonra süreç nasıl gelişti?

Davaya kapatılan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi yerine İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi baktı. Mahkeme, Selek ve Öztürk hakkında yeterli kanıt olmadığını belirterek beraat kararı verdi. 

26. Yargıtay bu kararla ilgili hüküm kurdu mu?

Evet. Yargıtay, 19 Aralık 2014’te verilen beraat kararlarını 2022’de bozdu. İlk kararını tekrarlayan Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Selek’in devletin birliğine karşı suç işlediği gerekçesiyle ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmasına karar verdi.

27. Yerel mahkeme bozma kararına uydu mu?

Mahkeme, geçtiğimiz ocak ayında bu karar doğrultusunda Selek hakkında kırmızı bülten çıkartılmasını kararlaştırdı. Ancak bu karar henüz yerine getirilmedi.

28. Genel Kurul’un verdiği kararın değişme ihtimali var mı, duruşma ne zaman görülecek?

Davanın ilk iki duruşması geçen yıl yapıldı. Üçüncü duruşma bugün görülecek. Mahkeme, beraat kararını tekrarlayabilir ancak ceza yargılamasının en üst organı olan Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı nedeniyle bu ihtimalin zayıf olduğu yorumu yapılıyor. Beraat kararının tekrarlanması durumunda dosya yeniden Yargıtay’ın önüne gidecek. İlk iki duruşmada, yakalama kararının infazının beklenmesine karar verildi. Avukatların bugün yapılacak duruşmada da savunmalarını sürdürmeleri ve mahkemeye dosyayla ilgili yeni bilgiler vermeleri bekleniyor. 

29. Mahkeme beraat kararını tekrarlamaz ya da Yargıtay görüşünü değiştirmezse süreç bitecek mi? 

Selek’in cezası bu durumda kesinleşecek. Ancak kararların bu yönde çıkması durumunda Selek’in Anayasa Mahkemesi’ne başvurma hakkı bulunuyor. Anayasa Mahkemesi, davaları esas yönünden inceleyemiyor ancak hak ihlali olup olmadığını değerlendirerek yeniden yargılama kararları verebiliyor. Selek davasında açığa çıkan skandallar nedeniyle bu ihtimal güçlü biçimde tartışılıyor. 

30. Pınar Selek nasıl hedef haline geldi, nerede, ne yapıyor?

Sosyolog Pınar Selek, sokak çocukları, trans kadınlarla ilgili 1997’de başladığı araştırmalarla dikkati çekti. Atölyesinde çocuklarla çalıştaylar düzenledi. Aynı yıl Kürt sorunu üzerine çalışmaya başladı ve bu durum Selek’i hedef haline getirdi. Mülakatlar yapan Selek, gözaltına alındığında görüşme yaptığı isimleri vermedi. Selek’in çalışmasına ise el konuldu. Hakkında PKK üyesi olduğuna dair çok sayıda iddia ortaya atıldı ancak bu iddialar kanıtlanamadı. 2000 yılında tahliye edilen Selek, 2009’da Türkiye’den ayrıldı ve halen Fransa’da Cote d'Azur Universitesi Sosyoloji Bölümü Ögretim Üyesi olarak çalışıyor. Italya-Fransa Güney Sınırları Göç Gözlemevi'nin eş koordinatörü olarak görev yapıyor.çalışmalarını sürdürüyor. 

                                                                /././

Cevdet Yılmaz’ın “vergide adalet” anlayışı…-Murat Batı-

Yılmaz, vergi adaletini KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerin oranını düşürmeyip kapsamını da daraltmadan elde edilecek hasılatı normal süreçte tahsil etmeye devam edecek ayrıca gelir ve kurumlar vergisinin kapsamını da genişleterek buradan vergi hasılatını artırıp toplam vergi gelirleri içindeki oranları değiştirecek

27 Haziran Perşembe gecesi Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz CNN Türk TV’de ekonomi alanında yapılacakları anlattı. Programda sunuculardan birinin sorduğu vergide adaletin nasıl sağlanacağı sorusuna Yılmaz dolaysız (doğrudan) vergilerin payının artırılması ile sağlanacağını ifade etti. Benzer ifadeleri daha önceki programlarda da defalarca söyledi.

Ancak Yılmaz’ın dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının düşürüleceği ifadesini doğru okumak gerekiyor. Öncelikle dolaylı-dolaysız verginin ne olduğunu anlayalım.  

Ülkemizde vergilerin kaynağını, gelirharcama ve servet oluşturmaktadır. Kaynağı gelir olan vergiler, gelir vergisi ve kurumlar vergisi; kaynağı servet olan vergiler emlak vergisi, motorlu taşıtlar vergisi, veraset ve intikal vergisi ve değerli konut vergisi; kaynağı harcama olan vergiler ise katma değer vergisi (KDV), özel tüketim vergisi (ÖTV), harçlar, BSMV, gümrük vergisi gibi vergilerdir.

Kaynağı servet ve/veya gelir olan vergilere dolaysız (doğrudan-vasıtasız);  kaynağı harcama olan vergilere ise dolaylı (vasıtalı) vergiler denilir.

2023 yılında KDV ve ÖTV'nin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 53; dolaylı vergilerin payı yüzde 64,5 ve dolaysız vergilerin payı ise yüzde 35,5 olarak gerçekleşmişti. Son 15 yılın ortalamasına baktığımızda dolaylı vergilerin payı yüzde 66,25; dolaysızların payı ise yüzde 33,75’tir.

2024 yılının ilk beş ayında (Ocak-Mayıs) ise vergi gelirlerinin yüzde 50,81’i KDV ve ÖTV tahsilatı oluşturmaktadır. Dolaylı vergilerin payı Ocak-Mayıs döneminde yüzde 64,58; dolaysız vergilerin payı ise yüzde 35,42 gerçekleşti.

Cevdet Yılmaz ne demek istedi?

Cevdet Yılmaz toplam vergi gelirleri içindeki dolaylı vergilerin payını düşüreceğini, dolaysız vergilerin payının ise artırılacağını ısrarla vurguladı. Ancak bu hedefini KDV ve/veya ÖTV oranlarının düşürülerek mi ve/veya bu vergilerin kapsamının daraltılarak mı yapılacağı hususunda net bir açıklama yapmadı.

Yani dolaysız vergi kapsamını genişleterek vergi hasılatını artırıp toplam vergi gelirleri içindeki dolaysız vergilerin payını bu yöntemle artıracağını dolayısıyla da dolaylı vergilerin payını da matematiksel olarak düşüreceğini söyledi.

Özetle dolaylı vergi oranlarının düşürülmeyip KDV ve ÖTV’nin kapsamının da daraltılmayarak sadece dolaysız vergilerin kapsamının genişletilip bazı işlemlerin gelir ve kurumlar vergisinin kapsamına alınarak toplam vergi gelirlerinin artırılmasıyla böyle bir sonuca ulaşılacağı sonucu çıkmaktadır.

Aşağıda son 15 yılda elde edilen vergi gelirleri ile bunun içindeki dolaylı-dolaysız vergi oranları görülmektedir.

Son 2024 yılı bütçe tahminleri dahil 15 yılın ortalamasına bakıldığında dolaylı vergilerin ortalaması yüzde 66,25, dolaysız vergilerin payı ise 63,75 olmuştur.

Yılmaz’a göre vergi adaleti

Yılmaz, vergi adaletini KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerin oranını düşürmeyip kapsamını da daraltmadan elde edilecek hasılatı normal süreçte tahsil etmeye devam edecek ayrıca gelir ve kurumlar vergisinin kapsamını da genişleterek buradan vergi hasılatını artırıp toplam vergi gelirleri içindeki oranları değiştirecek.

Bu durum ortalama vergi yükünü artıracağından adalet pek sağlanamayacaktır. Yani yurttaş markete gidip her zaman aldığı ürünleri satın alacak ve bunlara aynı ya da daha fazla KDV ve ÖTV ödeyecek ama market sahibi de asgari kurumlar vergisi gibi bir vergi ödeyecek ve sonuçta toplam vergi hasılatı her zamankinden fazla artacak ve kurumlar ve gelir vergisinden alınan vergi daha fazla tahsil edileceğinden toplam vergi gelirleri içindeki dolaysız (doğrudan) vergilerin payı artmış olacak. Buna da Sayın Yılmaz vergide adalet adını vermektedir. 

AB ve OECD’de durum nedir?

AB ve OECD ülkeleri dikkate alındığında –bu yerlerde sosyal güvenlik primleri ile mahalli idare vergi gelirleri dâhil- dolaylı vergilerin payı aşağıdaki şekildedir.

Görüldüğü üzere AB ve OECD ülkeleri arasında Türkiye’nin dolaylı vergilerin payı diğer ülkelere oranla yine de oldukça yüksek görülmektedir.

Bunun nedeni ne olabilir sorusunun cevabını ülkelerin gelişmişlik seviyesinde aramak gerekiyor. Şöyle ki…

Gelişmiş ülkelerde dolaysız vergilerin dolaylı vergilere oranla payı daha fazladır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin vergi sepetindeki ağırlığı ise tüketim vergilerindedir. Bu durum, aynı zamanda tersine artan oranlı bir görünüm de arz edeceğinden gelir dağılımını bozucu bir etki gösterecektir.

O zaman yapılması gereken şeylerden biri dolaylı vergi payını dolaysıza nazaran azaltmak olacaktır. Ama vergide adalet, Sayın Yılmaz’ın dediği şekilde yapılarak pek sağlanmayacaktır.

                                                             /././

Hülya Şellavcı'nın katledilmesinde İçişleri Bakanlığı kusurlu bulunup tazminat ödeyecek ancak tazminata neden polisler beraat etti! -Tolga Şardan-

Ülkedeki kadın cinayetlerine dönük adım atılacaksa, Hülya Şellavcı'nın öldürülmesinde ihmali bulundukları gerekçesiyle yargılanan ve beraat eden polislerle ilgili kararın, kanun yararına bozma yetkisi çerçevesinde gözden geçirilmesi daha sağlıklı sonuca ulaşılmasının önünü açacaktır

Hülya Şellavcı - Kaffar Yeğin

Büyüteç'in başlığını okuyup şaşırmamak elde değil.

Türkiye hakikaten garip bir ülkeye dönüştü zaman içinde.

Gariplikler ya da tuhaflıklar, nefes aldığımız coğrafyada olağan karşılanmaya başlandı. Hem de hiç sorgulanmadan.

Şimdi okuyacaklarınız, Büyüteç'te yakın geçmişte benzerlerini gündeme getirdiğim konulardan.

Hülya Şellavcı, 21 Ekim 2022 gecesi İzmir Karabağlar'da boşanma aşamasında olduğu eşi Kaffar Yeğin tarafından başından vurularak öldürüldü. Daha doğrusu katledildi.

Katledilmesinin ardından yakınları, Şellavcı'nın yaşam hakkını korumadığı gerekçesiyle İçişleri Bakanlığı aleyhine 2,5 milyon liralık tazminat davası açtı.

Davaya bakan İzmir 3. İdare Mahkemesi, 8 Mayıs 2024'te verdiği "tarihi" ve "emsal" kararında İçişleri Bakanlığı'nın, Şellavcı'nın kızı ve oğluna birer milyon lira, annesine 200 bin lira, iki kardeşine 150 biner lira olmak üzere toplam 2 milyon 500 bin lira tazminat ödenmesine hükmetti.

Bakanlık, katliam tazminatını 25 Ağustos 2023'den başlayacak yasal faizi ile ödemek durumunda.

Bu süreci Gazeteci Alican Uludağ gündeme taşıdı, bir süre önce.

Fakat, madalyonun bir de öteki yüzü var her zaman olduğu gibi.

Yeğin ile yaşamını yitirmesinden altı ay önce evlenen iki çocuk annesi Şellavcı'nın öldürülmesini, neden "katliam" şeklinde yorumladığımı iki resmi belgeden aktarayım tek tek.

Belgelerin ilki, İzmir 16. Asliye Ceza Mahkemesi'ne ait gerekçeli karar. Gerekçeli karar, Şellavcı'nın öldürülmesinde ihmali görülen polislerin yargılamasıyla ilgili.

Ailesi, Kaffar Yeğin'in katletmesi sonrasında Şellavcı'nın korunmasında yeterli önlemleri almadıkları iddiasıyla ikisi kadın, 12 polis hakkında şikayetçi oldu.

Şikayet sonrasında İzmir 16. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargılama yapıldı.

Aynı mahkemenin "tüm sanıklar adına beraat kararı verdiği" yargılaması kapsamındaki gerekçeli kararda Şellavcı'nın yaşadıkları şöyle yer aldı:

Şellavcı, 1 Ekim 2022'de, resmi nikahlı eşi Kaffar Yeğin'in kendisini dövdüğü, tehdit ve hakaret ettiği gerekçesiyle Bornova İlçe Emniyet Müdürlüğü Aile içi ve Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Büro Amirliği'ne başvurdu.

Eşine karşı şiddet uygulayan Yeğin hakkında Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası kapsamında İzmir 16. Aile Mahkemesi'nin 3 Ekim 2022 tarihli kararıyla tedbir kararı alındı.

Mahkemenin kararı, Bornova İlçe Emniyet Müdürlüğü Aile içi ve Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Büro Amirliği'nce iki gün sonra Kaffar Yeğin'e, 6 Ekim 2022 günü ise, Şellavcı'ya tebliğ edildi.

Tebligatların ardından 8 Ekim 2022 günü Bornova İlçe Emniyet Müdürlüğü Aile içi ve Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Büro Amirliği'nin 2022/1312 suç numaralı soruşturmasıyla Şellavcı, Yeğin tarafından tehdit edildiğini iddia ederek şikayetçi oldu.

10 Ekim 2022 günü yine Şellavcı, Bornova İlçe Emniyet Müdürlüğü Aile içi ve Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Büro Amirliği'ne, 2022/1323 suç numaralı soruşturma ile huzur ve sükununu bozduğu iddiasıyla eşi Yeğin hakkında başvuru yaptı.

Dokuz gün sonra bildirildi

Şellavcı'nın üç gün içindeki iki şikayet başvurusu, Bornova İlçe Emniyet Müdürlüğü Aile içi ve Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Büro Amirliği'ndeki görevliler İbrahim Yaman, Mehmet Mimaroğlu ve Gamze Yılmaz tarafından tam dokuz gün sonra 19 Ekim 2022 günü Ailenin Korunması İnfaz Masası'na bildirildi.

Eşi Yeğin'in kendisine yönelik eylemlerinin devam etmesi üzerine Şellavcı, 10 Ekim 2022 günü Bornova İlçe Emniyeti'nin yanı sıra aynı gün Karabağlar İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne başvuru yaptı.

Karabağlar İlçe Emniyeti'nin 2022 / 1409 suç numarası verdiği soruşturmasında Şellavcı, Yeğin tarafından hakarete uğradığını iddia etti.

Beş gün sonra 15 Ekim 2022 günü bir kez daha Karabağlar İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne giden Şellavcı, Aile içi ve Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Büro Amirliği'ne 2022 / 1431 numaralı başvuruyu yaptı. Başvurunun gerekçesi, Yeğin'in boşanma aşamasında olduğu eşi Şellavcı'nın huzur ve sükununu bozduğu iddiasıydı.

Yine geç bildirim

Şellavcı'nın; Karabağlar İlçe Emniyeti'ne yaptığı iki ayrı başvuru, tıpkı Bornova İlçe Emniyeti'nde görevli polislerin yaptığı gibi gecikmeli olarak Ailenin Korunması İnfaz Masası'na bildirildi.

Karabağlar İlçe Emniyet Müdürlüğü Aile içi ve Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Büro Amirliği'nde görevli Komiser Yardımcısı Bünyamin Fikri Atlan ile polis memurları Nejat Erkan, Veysel Güç, Burak Düzgider, Hüseyin Hırçın, Duygu Mualla Çınar ve Mustafa Kırmaz tarafından 22 Ekim 2022 günü "yedi gün" gecikmeyle ilgili birime bildirildi.

Bildirim, cinayetten sonra!

Takvime bakıldığında aslında her şey ortada.

Sürecin en vahim olanı ise; Karabağlar İlçe Emniyeti'nde görevli polislerin Ailenin Korunması İnfaz Masası'na yaptığı bildirim, Şellavcı'nın katledilmesinden sonra gerçekleştirilmesi!

Zira, Karabağlar İlçe Emniyeti'ndeki polisler Şellavcı hakkındaki bildirimi ulaştırdıklarında iki çocuk annesi kadın, 21 Ekim 2022 gecesi eşi Kaffar Yeğin tarafından çoktan öldürülmüştü. Hem de başından vurularak.

Görevi ihmal iddiasıyla iddianame

İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'nca 12 polis hakkında hazırlanan iddianamenin gerekçesi şöyle:

"(…) Kaffar Yeğin hakkında verilen tedbir kararının birden çok ihlalleri olmasına rağmen görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek ihlal tahkikatlarını görevli merciye geç bildirerek kişilerin mağduriyetine ve kamunun zararına neden olarak görevlerini ihmal ederek üzerlerine atılı suçu işledikleri (…)"

Uzatmayayım; sanık polisler yargılama sırasında savunmalarını yaparken görevi ihmal etmediklerini anlattılar, özetle.

"Tüm sanıkların ayrı ayrı beraatine…"

Ve mahkeme, görevi ihmal iddiasıyla yürütülen yargılama sonucunda değerlendirmesini şu şekilde oluşturdu:

"(…) Her ne kadar sanıklar hakkında görevi ihmal suçundan cezalandırılmaları istemiyle kamu davaları açılmış ise de; sanıkların, yadsıma içeren, bilinen ve tanınan yaşam deneyimleri gözetildiğinde aksine somut bir delil elde edilemeyen savunmaları karşısında soyut iddia dışında atılı suçun kasta makrun bir kusurları ile sanıklar tarafından işlendiğini gösterir her türlü şüpheden uzak, mahkûmiyetlerine yeter, kesin ve inandırıcı bir delil elde edilemediği sonucuna varılmakla sanıkların lehine yorumu zorunlu bulunan şüphe halinin bertaraf edilememesi, sanıkların atılı suçu kasta makrun bir kusurları ile işlediklerine ilişkin olarak somut bir delile dayalı biçimde tam bir vicdani kanaate varılamaması ve varsayıma dayalı olarak mahkûmiyet hükmü tesis edilmesinin de imkan dahilinde görülmemesi değerlendirilerek sanıkların atılı suçtan ayrı ayrı beraatlerine yönelik karar alınmıştır.(…)"

Yargılama kararı ise; "her ne kadar sanıklar hakkında görevi ihmal suçundan cezalandırılmaları istemiyle kamu davaları açılmış ise de; sanıkların atılı suça yasada öngörülen unsurları ile vücut veren ve kasta makrun bir kusurları ile işledikleri suç teşkil eden bir eylemlerinin bulunduğu sabit olmadığından CMK'nın 223 / 2-e maddesi gereğince sanıkların atılı suçtan ayrı ayrı beraatlerine…" şeklinde hükmedildi, mahkemece.

Kanun yararına bozma talebi

Yerel mahkemenin söz konusu kararı karşında Şellavcı'nın avukatı Ensar Aktürk, itiraz yetkisini kullandı.

Ailenin avukatının yerel mahkeme kararına yaptığı itiraz yine yerel mahkemece reddedildi.

Sonunda; Avukat Aktürk, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'ne itiraz dilekçesi gönderdi. Dosyaya yönelik kanun yararına bozma yetkisinin Adalet Bakanlığı'nca kullanılması talebinde bulundu.

Başvurusunda, geçmişte benzer dosyalar konusunda verilen yargı kararlarına atıf yapan Aktürk, beraat eden polis memuru İbrahim Yaman'ın anlatımlarına yer verdi:

"(…) Şüpheli İbrahim Yaman ifadesinde, Kaffar Yeğin'in 01.10.2022 tarihinde arayıp ifadeye çağırdıklarını ve öldürmekle tehdit etmiş, yaralamış, hakaret etmiş, mala zarar vermiş, şüpheliyi ifadeye gelmesi için 2 gün beklediklerini; şüphelinin 03.10.2022'de geldiğini açıkça beyan etmiştir. 

Kolluğa kanun kapsamında doğrudan önleyici tedbir alabilme yetkisi verildiği bir konuda; ifade alma sürecinin, şüphelinin inisiyatifine bırakılması açık bir hizmet kusuru ve görevi ihmal niteliğinde bir eylemdir.

Diğer husus İbrahim Yaman ifadesinde, evrakları geç göndermiş olmalarının nedenini kati raporun geç gelmiş olması olarak belirtmiş, fakat bu hususta süreci hızlandırmak için herhangi bir eylemde bulunup bulunmadığını ise açıklamamıştır. Süreci, sürüncemede bırakmak sureti ile görev ihmalinde bulunmuştur.

Diğer husus, savcının fezlekeyi sistemden onaylamadığı için evrakın geç gittiğini beyan etmesidir. Bu konuda da, yukarıda olduğu gibi süreci takipsiz bırakarak görev ihmalinde bulunmuştur. Şüpheli bu hususta, savcılık kalemi ile irtibata geçip geçmediği hususunda bir beyanda bulunmamıştır. (…)"

"Ahmet Kaya'nın şarkısıyla tehdit etti"

Dilekçesinde Aktürk, polislere yönelik davanın, "görevi ihmal" suçu nedeniyle açılmış olmakla birlikte sanık polislerin bir kısmının fiilleri "görevi kötüye kullanmak" suçunun unsurlarını oluşturduğuna dikkati çekti.

Aktürk; "sanıklar arasındaki fiil farklılıkları incelenmeden, tüm sanıklar yönünden tek bir fiil varmış gibi "görevi ihmal" suçundan beraat kararı verilmesi hukuka aykırıdır" görüşünü savundu.

Avukat Aktürk, yaşananları anlatırken süreçle ilgili şu bilgiyi aktardı:

"Oysa olay tam olarak şöyle gerçekleşmiştir; Hülya Şellavcı'nin şikayetçi olmak istediği konu, şüphelinin kendisine Whatsapp üzerinden gönderdiği Ahmet Kaya'nın 'Benden Sonra Kalan Kalır' isimli şarkıyı göndermiş olmasıdır. Polis memurları bunun bir tehdit olmadığını beyan ederek ilk başta ifade almak istememişler, Hülya Şellavcı'nın ısrarı sonucu ifade alacaklarını ve beklemesi gerektiğini belirtmişlerdir. Bunun üzerine avukatı olarak merkeze gittiğimde daha bekleyeceğimiz tarafımıza söylendiği için dışarıda bekletilmek suretiyle maktülün ifadesi alınmıştır.  Katil zanlısının ifadesi de bu durumu ispatlamıştır. (…)"

Bir bilgi daha vereyim; Şellavcı'nın öldürülmesi kapsamında adli yargılamaya alınan polisler hakkında aynı zamanda Emniyet Genel Müdürlüğü de idari soruşturma yürüttü.

Polisler, idari soruşturmada da aklandılar birer birer.

Avukat Aktürk, Adalet Bakanlığı'ndan "kanun yararına bozma" talebinde bulundu. Ancak, Adalet Bakanlığı'nın bu ara epey meşguliyeti var. Bilakis Ankara'da devam eden Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş'in öldürülmesi ve organize suç örgütü lideri olduğu gerekçesiyle yargılanan Ayhan Bora Kaplan'ın yargılanması bakanlığın gündemde kalmasına neden oluyor.

Sadece bu iki yargı süreci mi baş ağrıtan. Elbette değil. Daha birçok yargılama ve soruşturmalar var.

Ancak ülkedeki kadın cinayetlerine dönük adım atılacaksa, Hülya Şellavcı'nın öldürülmesinde ihmali bulundukları gerekçesiyle yargılanan ve beraat eden polislerle ilgili kararın, kanun yararına bozma yetkisi çerçevesinde gözden geçirilmesi daha sağlıklı sonuca ulaşılmasının önünü açacaktır.

                                                          /././

Geçmişiyle yüzleşemeyen temiz bir gelecek de kuramaz -Tuğçe Tatari-

Türkiye; devletin/görevlisinin içinde olduğu veya seyrettiği, yargılamayı savsaklayarak örtbas etmeye çalıştığı Madımak Oteli gibi katliam ve cinayetlerle hesaplaşmadıkça, makûs talihimiz de tarihimizle birlikte tekerrür edecek.

31 yıl önce, 2 Temmuz 1993 günü 33 tertemiz insanı, insanlarımızı bir otele sıkıştırıp diri yaktılar.

Muhlis Akarsu (45 yaşında, sanatçı), Muhibe Akarsu (45 yaşında, Muhlis Akarsu'nun eşi), Gülender Akça (25 yaşında), Metin Altıok (53 yaşında, şair, yazar, felsefeci), Mehmet Atay (25 yaşında, gazeteci, fotoğraf sanatçısı) Sehergül Ateş (30 yaşında), Behçet Sefa Aysan (44 yaşında, şair), Erdal Ayrancı (35 yaşında), Asım Bezirci (66 yaşında, araştırmacı, yazar), Belkıs Çakır (18 yaşında), Serpil Canik (19 yaşında), Muammer Çiçek (26 yaşında, aktör), Nesimi Çimen (62 yaşında, şair, sanatçı), Carina Cuanna Thuijs (23 yaşında, Hollandalı akademisyen), Serkan Doğan (19 yaşında), Hasret Gültekin (22 yaşında şair, sanatçı), Murat Gündüz (22 yaşında), Gülsüm Karababa (22 yaşında), Uğur Kaynar (37 yaşında, şair), Asaf Koçak (35 yaşında, karikatürist), Koray Kaya (12 yaşında), Menekşe Kaya (15 yaşında), Handan Metin (20 yaşında), Sait Metin (23 yaşında), Huriye Özkan (22 yaşında), Yeşim Özkan (20 yaşında), Ahmet Özyurt (21 yaşında), Nurcan Şahin (18 yaşında), Özlem Şahin (17 yaşında), Asuman Sivri (16 yaşında), Yasemin Sivri (19 yaşında), Edibe Sulari (40 yaşında, sanatçı), İnci Türk (22 yaşında). 33 kişinin yanı sıra 21 yaşındaki Madımak Oteli çalışanları Ahmet Öztürk ile Kenan Yılmaz da katliam sırasında hayatını kaybetti.

Türkiye gibi entelektüel manada, düşünce dünyasında az gelişmiş ülkelerde toplum çoğunluğa, popülere, çevrede dillenen görüşlere, beğendiğinin iddiasına göre bir düşünce sahiplenir…

Maalesef "çoğunluğun" sahiplenmediği her katliam gibi bu katliam da faillerin hak ettiği şekilde cezalandırılmadığı, utanmadığı, üzülmediği, özür dilemediği haliyle apaçık, taptaze bir yara olarak, kanlı siyasi tarihimizde yerini aldı.

Türkiye'de yaralar kabuk tutmaz, peki ama neden?
Çünkü Türkiye toplumsal ayıpların neden olduğu yaralarıyla yüzleşmez. Onu küçültür, suçlar, inkâr eder ve yok sayar!
Bu Ermeni meselesinde de, Kürt meselesinde de, Alevi meselesinde de ve hatta işlenmiş tüm siyasi cinayetlerde de aynı şekilde cereyan eder.
Hiç utanmazlar "o da toplumun değerlerini hedef alacak açıklamalarda bulunmasaydı" demeye!
Hiç çekinmezler inkâr etmeye…

Canlı yayında, gözler önünde gerçekleşmiş bir katliam olması dolayısıyla Madımak Oteli'nde yaşananlardan, Sivas katliamından tam bir inkâr yoluyla kaçamazlar ama onu bile yok saydırmak için ellerinden geleni ardlarına koymazlar!

31 senedir her 2 Temmuz yaklaşırken yazıyoruz yine yazalım; 2 Temmuz 1993 günü sanatçı ve aydınlar dönemin valisinin özel davetlisi olarak Sivas'taki Pir Sultan Abdal Şenlikleri'ne katıldılar. Şenlik süresince kalmaları için tahsis edilen Madımak Oteli'nde "Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak" sloganları, tekbir sesleri, namazlar eşliğinde diri diri yakılarak, boğularak öldürüldüler. 

Ölenlerin ismi değişti, şehirlerin adları değişti ama devlet hep aynı devletti!
O günlere hızlıca bir bakalım isterim…
Olayların ardından dönemin Başbakanı Tansu Çiller "Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir" diyerek tarihte yerini aldı.

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise "olayın münferit olduğunu ve Alevi-Sünni çatışmasına dönüşmemiş olduğunu" vurgulamıştı.

Dönemin  İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, "Aziz Nesin'in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir" demişti.

Dönemin Koalisyon ortağı SHP'nin Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü'nün açıklaması "Ne yapayım, yetkim yoktu" olmuştu.

Katliamın hedefinde Aziz Nesin vardı ve otelden son anda, zar zor sağ kurtulmuştu. (Nesin'in kurtulma anı görüntüleri, ateşin üzerine düşmesini sağlamaya çalışan 'insanlar'ın o hâli hâlâ midemi bulandırıp, önüne geçemediğim müthiş bir utanç duygusuyla yanmama neden olmakta).

Aziz Nesin dönemin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu'nu "Gazanız mübarek olsun" diye bağırarak saldırgan grubu kışkırtmakla suçlamıştı. Daha sonra incelenen olay yeri görüntülerinde "Gazanız mübarek olsun" sözlerini sarf eden kişinin Sivas Belediye Meclisi'nin Refah Partili üyesi Cafer Erçakmak olduğu ortaya çıktı.

Karamollaoğlu ise ilerleyen yıllarda ve yükselen siyasi kariyerinde karşılaştığı sorulara verdiği yanıtlarda, olayı kesin bir dille katliam olarak nitelendirmediği ve 'ölenlerin' oteldeki pencereleri açmamalarını vurgulaması ile tartışma yaratmıştı.

Gelelim 22 yılın Başbakanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a… 
Sivas katliamı davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan "asli fail" Hayrettin Gül'ün cezasını "sürekli hastalık" gerekçesiyle kaldırmış, daha önce de Madımak hükümlülerinden Ahmet Turan Kılıç'ın cezasını affetmişti. -Burada konu hâlihazırda yaşanan hasta mahkûmlar konusuna bağlanır; hukukun keyfi-kişiye özel uygulanması konusunun bir ispatı daha olarak siyasi tarihimizde yerini alır.-

Bunlar önemli hatırlamalardır, sık sık hatırlatmak, hatırlamak gerekir.
Yüzleşme, özür ve utanç mekanizmaları çalışana kadar da tekrar etmek bizlerin görevidir…

Madımak Oteli'nde katledilen insanları; Maraş katliamı, Çetin EmeçBahriye ÜçokAhmet Taner KışlalıUğur Mumcu gibi sayabileceğimiz birçok siyasi cinayet ve katliamdan ayırmak da mümkün değildir. Biraz önce dediğimiz gibi -bir daha tekrarlayalım, zarar gelmez!- adının yanına 'mesele' tanımı katıp yola aynen devam ettiğimiz onlarca ölüm, acı ve adaletsizliği barındıran siyasi 'sorunlar'ımızdan, daha doğrusu ayıplarımızdan da ayrı okunamaz, bknz: Kürt meselesi, Ermeni meselesi, Alevi meselesi gibi Türkiye'nin yüzleşmesi gereken ayıpları birbirine organik bağlarla sarılıdır da aynı zamanda.

Madımak Oteli'nin, katledilenlerin yakınlarınca 'utanç müzesi' olması talepleriyle adeta alay edercesine  önce kebap işletmesine kucak açması, oluşan tepkilerin ardından da  'kimliksiz bir kütüphaneye' dönüştürülmesini de unutmamak gerekir…
Hani yüzleşmeyelim, özür dilemek durumunda kalmayalım diye çok özel çaba sarf ederler gibi…

"Çok Kötü Bir Şey Oldu"

Katliama, yaşananlara, ölenlere dair ulaşmak istediğiniz tüm bilgi, belge ve dokümanlara Hafıza Merkezi'nin oluşturduğu madimak.org'dan ulaşabileceğiniz gibi bu sene izleyebileceğiniz bir belgesel film de Ümit Kıvanç tarafından hazırlanmış bulunmakta.

"Çok Kötü Bir Şey Oldu - Madımak Katliamı ve Ötesi Üzerine Bir Film" yarın (29 Haziran) İstanbul Cemal Reşit Rey salonunda herkese açık bir gösterimle saat 15.30'da ilgililerine sunulacak.

Tarih ve talihin tekerrürü

Psikolojide "sorunu kabul etmek" temel bir taştır. Kişi gelecekte geçmiş sorunları tekrar tekrar yaşamak istemiyorsa önce bir sorunu olduğunu kabullenmelidir. Ardından gerçek ve sancılı bir yüzleşme süreci yaşanacaktır, bu yaşanmadan iyileşme beklemek de mümkün değildir.

Yüzleşme yaşayan kişi özür dilemek, telafi etmek istemek noktasına varacaktır.
Bir kişi olarak değerlendirirsek Türkiye devletinin ihtiyacı olan yolculuk bellidir!
Aksi halde tarihin kanlı tekerrüründen başka bir gelecek hayal etmek gerçekleşmesi imkânsız bir ütopyaya inanmak demek anlamına gelecektir.

Burada son sözü almak ve gerisini de okura bırakmak gerekir, Madımak Oteli'nde yaşanan katliam ve sonrasında yaşananlar Türkiye'nin ortak utançlarından sadece biridir. Çok büyük bir utançtır. Devlet eliyle, suç aletleri önceden yerleştirilmiş, ortam hazırlanmış ve yaşanacaklara müsaade edilmiştir. Diğer tüm utançlarımızda olduğu gibi failler asla gereğince yargılanmamış, göstermelik suçlamalar da düşürülmüş, suçlular affedilmiştir, kimileri ödüllendirilmiş, makam sahibi edilmiştir!

O otelde yakılarak/boğularak katledilenlerden 11'i 20'li yaşlarında, 7'si 18-20 yaş aralığında, 4'ü 18 yaşından küçük, otel çalışanı olduğu için olay yerinde olan ve öldürülen iki kişi de 21 yaşındadır.

Bu ülkeyi; yüzleşen, gerektiğinde özür dileyen ve yanlışından utanan bir kişiliğe dönüştürmek bizler için sırf Madımak Oteli'nde öldürülen bu gençler için bile vazgeçilemez bir borçtur.

Bu ülkenin kişiliği hatasında/yanlışında özür dilemeye, utanmaya ve yüzleşmeye açık bir kişiliğe dönüşmedikçe mağdurun suçlandığı, adaletin tek adamların keyfine amade olduğu, ölmelere doyamadığımız, tutuklanmalara doyamadığımız, itilmeye-kakılmaya devam edeceğimiz bir yaşamdan da ötesi beklenmemelidir.

Türkiye; devletin/görevlisinin içinde olduğu veya seyrettiği, yargılamayı savsaklayarak örtbas etmeye çalıştığı katliam ve cinayetlerle hesaplaşmadıkça, makûs talihimiz de tarihimizle birlikte tekerrür edecek.

(T24) 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder