Ukrayna: 10 yıl önce, 10 yıl sonra -Akdoğan Özkan-
Dünyanın her an infilak etmeye hazır bir topa döndüğü ve birilerinin el birliğiyle “daha da kışkırtıcı” hale getirdiği şu konjonktürde biz de daha yemin etmeden tansiyonu yatıştıracağını vaat eden Trump’a mı bol şans dilesek? Kalmadı mı daha gür bir şekilde barıştan yana güçler, sesler?
Ukrayna askerleri, Serebiyanskiy ormanında Rus pozisyonlarına ateş açıyor
Uzun dönemde biriken siyasi ve ekonomik sorunlarını aşamayınca 2013 yılı Ekim ayında resesyona giren Ukrayna'nın uluslararası sahadan kredi bulmaya çok hızlı bir şekilde gereksinimini vardı. Ekonomistler, Ukrayna'nın iflastan kaçınmak için ilerleyen aylarda en az 10 milyar dolara acilen ihtiyaç duyduğunu söylüyordu. 2014 yılına geldiğimizde ortada iki kredi teklifi olduğu görülüyordu:
Uluslararası Para Fonu (IMF), Kiev yönetimine 15 milyar dolar kredi vermeyi teklif ediyordu. Yalnız iki temel şartı vardı: Özel sektöre arazi mülkiyeti yasağı kaldırılacak, özelleştirmelerin önü açılacak ve emeklilik maaşlarında ve petrol ürünlerindeki devlet sübvansiyonunda kesintiye gidilecekti. Ekonomik faaliyetlerde devlet denetiminin rolü sınırlanacaktı.
Buna karşılık, Rusya da 15 milyar dolar teklif ediyordu. Kemer sıkma ve özelleştirme şartı getirmeyen Moskova yönetimi, Ukrayna hükümetinin ekonomik modernizasyona yönelik geniş kapsamlı planlar yapmasına olanak sağlamak üzere verdiği doğal gazda da indirim öneriyordu. Aslında Ukrayna’nın Rusya'nın devlet kontrolündeki doğalgaz tekeli Gazprom ile süresi Ocak 2019'da dolacak olan on yıllık gaz sözleşmesi vardı. Rusya, Ukrayna'nın Rusya'ya doğalgaz sevkiyatı için 1000 metreküp başına ödemesi gereken sözleşmede yazılı 400 dolarlık fiyatı 268 dolara düşürmeyi teklif ediyordu
Neticede, Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç, Rusya'nın önerisini kabul etmeye karar verdi. Ancak ülkedeki AB yanlılarının barışçıl başlayan protesto gösterilerinin yasaklarla şiddetlenmesinin ardından ortalık karıştı. Karışıklığı fırsat bilen Washington, Kiev’de Yanukoviç’i indirecek bir darbe tezgahladı.
“Karışıklığın” ve “darbenin” sonucunu şöyle özetleyelim: Şubat (2014) ayı içinde ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın ABD'nin Kiev Büyükelçisi Geoffrey Pyatt ile yaptığı telefon görüşmesinin ses kaydı sosyal paylaşım sitelerine düştü. Nuland’ın AB hakkında Pyatt’a, “AB’yi s....r et” dediği 4 dakika 10 saniyelik telefon görüşmesinde ikili, Ukrayna'nın yeni hükümetinde kimlerin olması veya olmaması gerektiğini tartışıyor ve bazı Ukraynalı siyasi figürler hakkındaki görüşlerini aktarıyorlardı. Ukrayna'daki muhalefet liderleri Vitali Klitçko, Arseniy Yatsenyuk ve Oleh Tyanybok hakkındaki değerlendirmeler yapan Nuland, Klitçko'nun herhangi bir hükümette yer almasının "iyi bir fikir olmadığını" söylüyor ve ekliyordu: "Bence Yats (Arseniy Yatsenyuk) ekonomik tecrübeye sahip.”
Neticede bir gün bir baktık, Yanukoviç görevden ayrılmış. 27 Şubat 2014'te ise Nuland’ın Arseniy Yatsenyuk başkanlığındaki ilk Yatsenyuk (geçici) hükümeti kuruldu. 12 Nisan 2016’ya kadar hükümetin Başbakanı olarak görev yapan “ekonomik tecrübeye sahip ”Yatsenyuk, IMF’nin 17 milyar dolarlık bir tutara ulaşan kredi paketinin gerektirdiği, zorlu şartlar içeren yapısal reformları memnuniyetle karşılarken, “yahu hele gelin şu şartları bir müzakere edelim” falan demeye dahi ihtiyaç duymadan imzayı atıyordu. Zaten Ukrayna'yı Avrupa Birliği ile bütünleştirecek AB ortaklık anlaşması, 17 milyar dolarlık IMF kredisinin alınması koşuluna bağlanmıştı. Mayıs 2014'te IMF paketinin uygulanmasına geçildi.
Ülkede kemer sıkılırken birtakım özelleştirmeler yapılıyor, “reform” adımları atılıyordu. Yüksek miktarda tahıl üretimine olanak sağlayan verimli kara topraklardan oluşan geniş alanlarıyla Ukrayna, Avrupa'nın tahıl ambarı, dünyanın en büyük üçüncü mısır ihracatçısı ve en büyük beşinci buğday ihracatçısı idi. “Reformlar” sonucunda ABD sermayeli çok uluslu konsorsiyum Ukrayna'daki tarım arazilerinin üçte birinin kontrolünü ele geçirecekti. AB ve ABD dayatmasıyla Batılı şirketlerin yararına olacak şekilde yürürlüğe konan ve üretimin dev zirai şirketlerde yoğunlaşmasına yol açan neoliberal politikalar zamanla 1,6 milyon hektardan fazla tarım alanının dolaylı olarak yabancı şirketlerin eline geçmesiyle sonuçlanacaktı.
Ukrayna yasaları, genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO'ların) tarımda kullanılmasına izin vermiyordu. Ancak yeni hükümetin imza attığı AB Ortaklık Anlaşmasının tarımla ilgili 404. Maddesi siyasi gözlemcilerin genellikle gözden kaçırdığı önemli bir “detay” içeriyordu: Her iki taraf da tarımda biyoteknolojilerin kullanımının yaygınlaştırılması için işbirliği yapacaktı. Ukraynalı çiftçilerin mülkiyet haklarını güvence altına almaktan uzak reformlar, tohum ve gübre piyasalarının kuralsızlaştırılmasını da teşvik ederken ülke tarım sektörü Dupont ve Monsanto gibi dev yabancı şirketlere açılmaya zorlanıyordu.
Ukrayna topraklarında gözü olan sadece çokuluslu dev tekeller değildi. Soğuk Savaş’ın sona ermesine rağmen doğuya doğru genişlemekten vaz geçmeyen NATO’nun da Ukrayna’ya yönelik genişleme planları vardı. 1999’da Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’yı bünyesine katan NATO, 2004’te Bulgaristan, Romanya, Slovenya, Slovakya ile üç Baltık ülkesi Litvanya, Letonya ve Estonya’yı topluca ittifaka dahil etmişti. Sıra Ukrayna ile Gürcistan’a gelmişti. Ukrayna NATO üyesi olursa Rusya çok geniş bir hatta İttifak ile sınır paylaşacaktı. Gürcistan’ın da katılımı Rusya’yı NATO ile Kafkasya coğrafyasında da sınırdaş kılacaktı.
NATO’nun bu hevesleri Kiev’de karşılıksız değildi. Darbe akabinde iş başına gelen yeni yönetimin neoliberal gündemi, kısa bir süre sonra Ukrayna'nın Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) üyelik gibi jeopolitik hedefleri de kapsar hale gelmişti.
Ancak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'nın NATO'yu sınırlarına kadar genişletmeye yönelik her türlü girişimi "doğrudan tehdit" olarak göreceği uyarısını daha 2007 Münih Güvenlik Konferansı’ndaki konuşmasında yapmıştı. Putin’in tavrında muğlaklığa yer görülmüyordu. Putin, Ukrayna'nın NATO'ya üyeliğine karşı olduğunu belirtmiş, NATO’nun Rusya’nın sınırına gelmemesi ve olası çatışmalardan kaçınmak için Batılı ülkelerden bu yönde garanti istemiş, Ukrayna’nın da tarafsız bir ülke olarak kalmasını talep etmişti.
Zaten bu yüzden NATO üyeleri arasında 2008 Bükreş Zirvesi’nde bu konuya ilişkin tutum farklılıkları olmuştu. Bükreş Zirvesi bildirisinin 23’üncü paragrafı tamamen Ukrayna ve Gürcistan’a ayrılmış olsa da bu iki ülke “Üyelik Eylem Planı” kapsamına alınmamıştı. Dönemin ABD Başkanı George Bush’un bütün ısrarlarına karşılık, o tarihlerde “Rusya’yı tahrik etmek istemeyen” Almanya ile Fransa’nın tutumları yüzünden zirve sonuç bildirgesinde, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’nun “Üyelik Eylem Planı” uygulaması statüsü kapsamına alınmaları mümkün olmamıştı.
Bükreş Zirvesi’nde Türk heyetindeki isimlerden biri de o dönemde Türkiye’nin NATO nezdindeki Daimî Temsilcisi olan Büyükelçi Tacan İldem’di. İldem, zirveyi yıllar sonra deneyimli gazeteci Sedat Ergin’e değerlendirirken, şöyle diyordu: “NATO’nun 2008 yılında Ukrayna ve Gürcistan’ın beklentileriyle ilgili olarak sessiz kalması mümkün değildi. Öte yandan üyelik eylem planı statüsü verilmesi de o günün şartları içinde prematüre bir karar olurdu. Dolayısıyla [bulunan] “yapıcı muğlaklık” formülü o günün şartlarında bir çıkış yolu olarak görüldü.”
“Yapıcı muğlaklık” ileriki yıllarda da devam edecekti. Putin’in 2007’de Münih’te yapmış olduğu uyarılar ve işbirliği teklifi ise cevapsız ve karşılıksız kalacaktı. Eski NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer bile, ittifakın genişleme hızının Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'i köşeye sıkıştırarak onu daha radikal hale getirmekte olduğu uyarısını yapıyordu. De Hoop Scheffer, daha 2018 yılında, NATO'nun, Rusya’nın eski Sovyetler Birliği dönemindeki agresif tutumuna geri dönmesine katkıda bulunmaması gerektiğini dile getiriyor, İttifakın Rusya'nın "kırmızı çizgilerine" saygı göstermesi gerektiğini vurguluyordu.
Soğuk Savaş'tan bu yana yaşadığımız ve bir nükleer felaket ihtimalini de giderek güçlendiren bu en büyük Doğu-Batı çatışmasına giden yol aktardığım özet nitelikli gelişmelerle başlamış ve zamanla, daha önce tahrikten kaçınmaya özen gösteren Almanya ve Fransa’nın tutumlarında şu veya bu şekilde değişiklik yaratılarak ilerlemişti.
Sonrasını, Ukrayna’nın nasıl silahlandırıldığını, Donetsk ve Luhansk’ta olanları, Kırım Savaşı’nı, 24 Şubat 2022’de başlayan Rusya’nın (Özel Askeri Operasyon olarak adlandırdığı) Ukrayna işgalini ve sonrasını biliyorsunuz. (24 Şubat 2022 tarihindeki dinamiklere bir kez daha bakmak isteyenler 10 Soruda Ukrayna Savaşı başlıklı yazıma göz atabilirler.)
Artık Geldik 2024 ortalarına. Dünyanın nükleer bir felakete doğru ilerlediğini gösteren sinyaller artarken ve Avrupa bir “savaş psikozuna” tutulurken aklı selim temelli seslerin “aşırı-sağ” olarak da tanımlanan cenahlardan yükselmesi ilginç oluyor.
Avrupalı elitler savaş goygoyculuğuna soyunurken bugün koca kıtada itidal ve sükûneti Macaristan Başbakanı Viktor Orban ile Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic gibi aşırı sağı temsil edebilen isimlerin vaaz ettiğini şaşırarak görüyoruz, demiştim geçenlerde. Bu şaşırtıcı seslere son olarak İngiltere'nin göçmenlik karşıtı aşırı-sağ Reform partisinin lideri Nigel Farage da katıldı Rusya'nın 2022'de Ukrayna'daki savaşını NATO’nun kışkırttığını söyleyen ve hem AB’yi hem de NATO’yu eleştiren Farage, “Bu savaşı biz kışkırttık” dedi.
Şimdi olası bir felakete gidişi sonlandırmak üzere frene basacak ve bu isimler gibi barışı teşvikten yana rol alacak güçlü bir lider olarak elimizde Kasım ayında başkanlık için Biden'la “rövanş karşılaşmasına” çıkacak olan eski ABD Başkanı Donald Trump’tan başka da bir imkân (!) yok gibi görünüyor. (Neocon’ların olmasa da Biden’ın kuyruğuna tutunmuş “liberal demokratların” ve tabii Sol’un sebeplerini dikkatle analiz etmesi gereken bir husus bu.)
“All-In” podcast yayınının sunucusu David Sacks ile dış politika üzerine geçen perşembe günü bir sohbet yapan Trump, Ukrayna ihtilafının sebebi olarak Biden’ın NATO’yu genişletme planını gösterdi. Trump bu konuşmada, “20 yıldır Ukrayna'nın NATO'ya girmesinin Rusya için gerçek bir sorun olacağını işitip duruyoruz. Bunu uzun zamandır duyuyoruz. Ve bence bu savaş gerçekten bu yüzden başladı" dedi. Ukrayna'nın NATO'ya dahil edilmesi fikrinin “çok kışkırtıcı” olduğunu söyleyen Trump, “Ve şimdi daha da kışkırtıcı. Artık sık sık Ukrayna'nın NATO'ya girmesinden bahsettiklerini duyuyorum. Şimdi de Fransa'nın içeri girip savaşmak istediğini duydum. Onlara bol şans diliyorum!” şeklinde ironiyle konuştu.
Dünyanın her an infilak etmeye hazır bir topa döndüğü ve birilerinin el birliğiyle “daha da kışkırtıcı” hale getirdiği şu konjonktürde biz de daha yemin etmeden tansiyonu yatıştıracağını vaat eden Trump’a mı bol şans dilesek? Kalmadı mı daha gür bir şekilde barıştan yana güçler, sesler?
/././
Adalılar “azmanbüs” dayatmasını sorguluyor: Bir sonraki adım hafriyat kamyonları ve beton mikserler mi? -Candan Yıldız-
Şeffaflık olmayınca, katılımcılık olmayınca, yerele rağmen işlere kalkışılınca şüpheler artar da artar. Yanıt vermemek, itirazları kale almamak zaten toplumun yıldığı bir yönetim anlayışı…
Adalar’ın, Adalıların sesi duyulacak mı? Faytonlardan akülü araçlara, oradan da “azmanbüslere….” Gebze-Harem hattındaki minibüsleri andıran, Adalıların “azmanbüs” dediği elektrikli minibüsler, laboratuvar olarak kullanılan Büyükada sokaklarında dev cüssesiyle fink atıyor.
Bayram öncesi sabaha “azmanbüsler” ile uyanan Adalılar günlerdir nöbette. CHP’li Adalar Belediye Başkanı Ali Ercan Akpolat ise ortalarda yok. Kendisine ulaşmaya çalıştık ama pazartesi günü İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile yapacağı görüşme öncesi konuşmayacağını aktardı. Adalar Belediyesi’ne Büyükşehir’in el attığı konuşuluyordu zaten. Haziran ayındaki Akpolat-İmamoğlu görüşmesinde de yerel yönetimden çok İBB’nin inisiyatif kullanacağının konuşulduğuna dair iddia var.
Zaten Adalıların “Akpolat azmanbüsleri getiremezler, önlerine ilk önce ben yatarım demişti ama ortalıklarda yok” sözleri de bu söylentileri güçlendiriyor.
31 Mart seçimlerinde 6 bine yakın oy alan Ali Ercan Akpolat, “azmanbüslere” karşı toplanan 4 bin 500 imzanın kendisi içinde ne anlama geldiğini anlıyordur.
Avrupa’da göçmenlerin, daha önce sol partilere oy veren seçmenlerin aşırı sağa yönelmesinde sol ve sosyal demokrat partilerin sözlerinde durmamasının, seçmenleri unutmasının, solun seçmenlerini fiili olarak terk etmesinin payı büyüktür herhalde… Tarihi, kültürel dokusu ve sosyolojisi ile kırılgan olan Adaları dirençli kılanlar da şimdi kendilerine verilen sözlerin terk edilmesinin hayal kırıklığını yaşıyor. Pazar günü Çınar Meydanı’nda Yeryüzü Sofrası kuran Adalılar, Ekrem İmamoğlu’nun “Adalar halkıyla her konuyu paylaşıp, uzlaşma kültürüyle yönetme” vaadini, sözünü tutmamasını hatırlatıyorlar. Ada sokaklarının narinliğini azman cüssesiyle kaplayan elektrikli minibüsler hizmete alınmadan önce de söz veriliyor ama tutulmuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder