16 Temmuz 2024 Salı

soL "KÖŞEBAŞI" -16 Temmuz 2024 -

Bu protokolü Bilal mi hazırladı? Öğretmenleri eğitmeye soyunup, veli izni istediler! -Burcu Günüşen-

AKP’nin öğretmenlere dayattığı Milli Eğitim Akademisi’nin ayak sesi niteliğindeki protokol Bilal Erdoğan’ın İlim Yayma Vakfı’yla imzalanmıştı. Protokolde veli muvafakati isteniyor!

TBMM Genel Kurulu’nda ilk 22 maddesi kabul edilen Öğretmenlik Mesleği Kanunu Teklifi öğretmen olarak atanabilmek için Milli Eğitim Akademisi adı altında kurulacak bir akademinin eğitiminden geçme şartı getiriyor.

Eğitim emekçileri “öğretmenlik mesleğinin tasfiyesi” olarak niteledikleri ve bu hafta da Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmeye devam edecek olan teklife karşı Meclis önünde eylemlerini sürdürüyor.

Öğretmenler, kurulması planlanan Milli Eğitim Akademisi’yle AKP’nin gerici müfredatını uygulayacak öğretmen kadroları yetiştirilmesinin amaçlandığını vurguluyor.

İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü imzaladı: 'İlim Yayma Öğretmen Gelişim Sertifika Eğitim Programı'

ÇEDES gibi projelerle tarikat ve cemaatlerin okullarda “sosyal etkinlik” adı altında öğrencilere yönelik gerici uygulamalarını teşvik eden Milli Eğitim Bakanlığı benzer protokollerle öğretmenleri de hedef alıyor.

Öğretmenlere yönelik eğitim programı iddiasıyla yapılan protokollerden biri de Mart ayında İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü ile İlim Yayma Vakfı ve Sabahattin Zaim Üniversitesi arasında imzalandı.

Bilal Erdoğan’ın mütevelli heyeti başkanı olduğu İlim Yayma Vakfı’yla imzalanan protokol “İlim Yayma Öğretmen Gelişim Sertifika Eğitim Programı” adını taşıyor.

İstanbul Ataşehir’de bir otelde düzenlenen protokolün imza töreninde konuşan Bilal Erdoğan eğitim denilince akla “sistem, müfredat, özlük hakları, gösterge, atanamayan öğretmen” kavramlarının gelmesinden rahatsız olduğunu belirtmiş, öğretmenlere verilecek eğitimler konusunda da akıl vermişti.

Öğretmenlere “moral, motivasyon ve değerli hissettiren” eğitimler verilmesi gerektiği şeklinde akıl veren Bilal Erdoğan “Vereceğimiz eğitimler bana kalırsa pedagojik formasyon, sınıf yönetimi olmamalı. Öğretmen arkadaşımız kendini ne alanda geliştirmek istiyorsa, enstrüman öğrenmek isteyene enstrüman, dil öğrenmek isteyene dil... Bunun sunulması gerektiğini düşünüyorum. Öğretmen arkadaşımız kendini geliştirme motivasyonunu kazanırsa, eminim sınıftaki performansı çok fazla artacaktır" demişti.

Protokol Bilal Erdoğan'ın kaleminden mi çıktı?

O gün imzalanan protokolün içeriği de ortaya çıktı. soL’un ulaştığı protokolde amaç “öğretmen ve okul yöneticilerinin mesleki gelişimlerini desteklemek” olarak belirtiliyor. 

Protokolde “eğitimde iş birliği” çalışmalarının İstanbul sınırları içinde MEB’e bağlı tüm eğitim kurumlarında “eğitimin niteliğini artırıcı” şekilde planlanacağı ve yürütüleceği kaydediliyor.

“İlim Yayma Öğretmen Gelişim Sertifika Eğitim Programı”ndan, tarafların ortak görüşüyle belirlenecek 10 eğitim programından 150 öğretmenin “faydalandırılması”nın imza altına alındığı protokolde, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’ne eğitime katılacak öğretmenleri belirleme ve protokol kapsamındaki çalışmalara düzenli katılımlarını sağlama sorumluluğu yükleniyor.

Protokole göre Sabahattin Zaim Üniversitesi söz konusu eğitimden geçip başarılı olacak öğretmenlere sertifika verecek, İlim Yayma Vakfı program için gerekli insan kaynağını ve uygun sayıda öğretim üyesi/görevlisini sağlayacak. 

Protokolde yer alan bir maddeyse “Acaba metni Bilal Erdoğan mı hazırladı?” dedirtiyor.

Zira öğretmenlere yönelik eğitim verilmesi iddiasındaki protokolün 5. Maddesinin n bendinde “Veli muvafakati” isteniyor.

O hüküm şöyle:

Protokol kapsamında yapılacak tüm çalışmalar gönüllülük esasına göre, veli muvafakati dahilinde, ücretsiz olarak, eğitim öğretim aksatılmadan, ilçe ve okul müdürlüklerinin gözetim, denetim ve sorumluluğunda, KVKK hükümleri kapsamında gerçekleştirilecektir.”

Bu ifadelerin metne bir tür “kopyala-yapıştır” kolaycılığının ürünü olarak mı yoksa İlim Yayma Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı’nın velisinin muvafakatiyle mi girdiğiyse bilinmiyor.

Akla Milli Eğitim Akademisi'yle diplomaları yok sayılan öğretmenlerin başına bir de tarikat ve vakıflar eliyle velayet uygulaması mı getirileceği sorusu geliyor.

                                                                /././

İran’da Türkler, Türk milliyetçiliği ve marjinal bozkurt işareti -HAKKI HACINEBİOĞLU-

Kurda benzetilmek için elle yapılan işaret NATO karargahında kurulmuş faşist çetenin icadıdır. Türkiye’de, İran’da ve başka yerlerde ABD yoksa bozkurt da yoktur.

İran’da, daha önce türkçülük ve bölücülükle suçlanmış bir isim olan Mesud Pezeşkiyan’ın yeni cumhurbaşkanı olması İran Türkleri konusunu Türkiye’de gündeme getirdi. Türkiye’de İran son dönemde devlet ve hükümet destekli artan akademik çalışmalar bir yana, hâlâ yeterince bilinmiyor. Bu bilinmezliğin en iyi örneklerinden biri de İran Türkleridir. İran Türkleri meselesinin pek çok açıdan türkçü-turancı faşizmin canını sıkan bir başlık olması da bunda etkilidir. 

İran’ın Türkleri

Azerbaycan konuyla ilgisiz olan pek çok kişi için bir bağımsız ülkenin adından ibaret. Halbuki Azerbaycan, Azerbaycan Cumhuriyeti’ne de ismini veren ve sınırları onu epey aşan bir bölgenin, bir İran ülkesinin adı. Kelimenin kökeni İran’ın kadim dini Zerdüştçülüğün kutsal kitabı Avesta’ya kadar gidiyor. Azerbaycan tarih boyunca İran’ın ana topraklarından olmuş. Yalnızca İran imparatorluklarının kontrol ettiği bir bölge değil, onu var eden ve onun sahipleri arasında olan bir “İranşehr” ülkesi.

İran’daki Türklerin hikayesi ise çok daha yeni. İran’a kitlesel Türk göçleri, sonradan imparatorluğa ismini de verecek olan Selçuklu hanedanı idaresinde, onuncu yüzyılda başladı. İran’ın bu yeni istilacıları Hazar Denizi’nin kuzeyindeki bozkıra hakim olan Oğuz yabgusundan kaçan Oğuzlar’dı. İstilacıların, daha önce sayısız defa, aynı bölgeden İran’a saldıran yarı göçer, çoban ve yağmacı öncüllerinden belirgin bir farkı vardı. Gelenlerin niyeti bu zengin ve mamur ülkeyi yağmalayıp geldikleri yere dönmek değildi. İstilacılar İran’ın uzak sınırlarına gelir gelmez büyük bir isteklilikle İranileşmeye başladılar.

Niyetim bu yazıyı tarih yazısı haline getirmek değil. Bin yıllık bir konuyu ayrıntılarıyla anlatacak değilim. Mümkün olduğunca kısa bir şekilde günümüze geleceğim ama yazının devamı için elzem olan birkaç tarih hatırlatmasını daha vermek gerekiyor.

Bu süreç sonunda kurulan imparatorluğa Selçuklu İmparatorluğu diyoruz. İstilacılar daha en başta İran’da hakim olan dini, İran’da hakim olan mezhebiyle birlikte kabul ettiler. Hanedan ve asker aristokrasi Farsça öğrenmeye gayret etti. Bürokrasi neredeyse tamamen Fars bilgin ve devlet adamlarına bırakıldı. Müslüman Arapların istilasından birkaç yüzyıl sonra İran’da, ilk kez büyük bir imparatorluk doğmuş oldu. Bu Oğuz-Türk gruplarının zamanla Azerbaycan’da yoğunlaştığı görülüyor. Otlakların dağılımı yarı göçer alışkanlıklarını devam ettirenler için doğal bir destinasyon oluşturmuştu.

Günümüz İranı’nı şekillendiren önemli bir meseleye değinerek tarih hatırlatmalarımızı bitirelim. Selçuklular, İran’a geldiklerinde hakim din İslam, hakim mezhep sünnilikti. On beşinci yüzyılda Azerbaycan’ın Erdebil şehrinde kökeni sünni olan bir tarikat, mezhep değiştirerek heterodoks bir şiilik yorumunu benimsedi. Tarikatın müritlerine “kızılbaşlar” deniliyordu. On altıncı yüzyılda tarikatın son şeyhi İsmail hızlı bir şekilde siyasi güç edinmeye başladı. Takipçilerinin neredeyse tamamı Azerbaycan ve Anadolu’dan ona katılan Türklerdi.

Bir dizi mücadele sonunda İsmail ve müritleri İran’a hakim oldular. Artık şah olan İsmail, kızılbaşlığı terk edip İran’da hissedilir bir ağırlığı olan on iki imam şiiliğini benimsedi. Benimsemekle kalmayıp onu tüm İran’da hakim kılmak için kararlı ve sert bir çabaya girişti. Bu aynı zamanda şii din adamlarıyla da ittifak manasına geliyordu. Nihayetinde şiiliğin hakim mezhep olduğu, din adamlarının topraktan elde edilen artı değere Türk asker aristokratlarla birlikte el koydukları, modern öncesi İran doğmuş oldu.

İranlı bir Türk milliyetçiliği

Yirminci yüzyılın ikinci çeyreğine kadar İran’da Türklerin yeri budur. Arap istilasından sonra çöken ve birkaç yüzyıllık bir krizin ardından tekrar doğan İran uygarlığı, Türklerin ve Farsların ortak eseridir. 1925 yılında İran’ın neredeyse bin yıl ve neredeyse kesintisiz süren Türk hanedanlar hakimiyeti son buldu. Yeni şah Rıza Pehlevi, İran’ı modernleştirmek ve ulus inşasını tamamlamak için bir çaba içine girdi.

Rıza Şah ve oğlu Muhammed Rıza Şah döneminde İran’ın Türk geçmişi kararlı bir şekilde reddedildi. Resmi tarih anlatısı Azerbaycan’da yaşayanların Türk olmadığını savundu. Buna göre, onlar islam öncesi İrani bir topluluk olan Azerilerin torunlarıydılar. Türkler, İran’ı istila ettiklerinde Azerileri asimile etmişlerdi. O halde özlerine dönmeleri sağlanmalıydı. Türkçe eğitim yasaklanmakla kalmadı, Türkçenin kamusal alandan ve hatta İran’dan sökülmesi için bir dizi yasaklama getirildi. Türk, artık, fıkralarda cahil, kaba, görgüsüz ve safça karakterlerin ortak adıydı.

Rıza Şah, İran milliyetçiliğinde zamanın ruhuna uyarak radikalleşti. Aryenlerin üstünlüğüne inanan Hitler’e sempati duymaya başladı. İkinci Dünya Savaşı sırasında müttefikler için Rıza Şah tahammül edilemez hale gelmişti. Sovyetler Birliği ve İngiltere ortak bir askeri harekatla İran’ın Hitlerci şahını devirdiler. 

Bu harekat ve Kızıl Ordu’nun varlığı İran Türkleri için bir dönüş umudu yarattı. Kızıl Ordu desteğiyle İran Azerbaycanında kurulan Azerbaycan Milli Hükümeti, bölgesel otonomi ve ana dilde eğitim başta olmak üzere ulusal talepler içeren bir program oluşturdu. Kızıl Ordu’nun İran’ı terk etmesi Azerbaycan Milli Hükümeti’nin ulusal talepleriyle birlikte yok olmasına neden oldu.

Muhammed Rıza Şah döneminde Türklerin durumunda bir değişiklik olmadı. Ancak Azerbaycan Milli Hükümeti’nin programı Türk milliyetçiliğinin çerçevesini belirlemişti. Muhakkak okuyucunun dikkatini çekmiştir: ayrılma ve bağımsızlık bu çerçevenin dışında kalıyor. İran’da Türk milliyetçiliği bağımsızlık talebiyle değil, İran’da ulusal kimliklerinin ve İranlılıklarının kabul edilmesi şeklinde var oldu ve devam ediyor.

İranlılıktan neyi kastediyoruz? İran Türklerinin en yaygın milliyetçi sloganlarından biri “Azerbaycanlıyım / Babek’in oğluyum”dur. Babek sekizinci yüzyılda Abbasilere karşı bir isyana önderlik etmiş bir İran ulusal kahramanı. Bu tarihte Türkler henüz İran’da yoktu. Babek, Farslarla yakın akraba olan İrani Azeri topluluğundandı. İran Türkleri, İran devletinin resmi tarih tezinin Türkleri yok saymak için kurduğu anlatıyı kendi karşı argümanları için evrilttiler. İran Türk milliyetçiliğinin yaygın tezine göre ilk çağlardan itibaren Türkler İran’ın bir parçasıydı. Babek bir Azeri/Türk kahramandı.

Türk milliyetçileri için sorun İran ve İranlılık değildir. Türk milliyetçiliği Pehlevilerin onları hakir görmesine, egemen unsurlardan biri olmaktan çıkarmasına tepki olarak doğmuştur. Üstelik Pehleviler döneminde İran’ın kapitalistleşmesinden Azerbaycan ve Türkler bilinçli bir şekilde uzak tutulmaya çalışıldı. Tebriz gibi şehirler Pehlevilere kadar İran ticaretinin ve kapitalizm öncesi sanayisinin kalbi. Buraların yerli Türkleri İran’ın en önemli tüccar ve erken sanayicileriyken, Pehleviler sanayi yatırımlarını tercihen Azerbaycan’ın dışında tuttular.

1979’a, devrime geldiğimizde devrimin tüm paydaşları arasında Türkleri de görüyoruz. Türkler, Pehleviler dönemindeki bütün yok etme çabalarına karşı, İran’ın kaderini tayin eden bu olayda da aktif bir şekilde yer alırlar. Devrim islamcı bir karşı devrime evrildiğinde de önde gelen mollalar arasında epeyce Türk bulunmaktaydı. Onlardan biri olan Ayetullah Ali Hamaneyi İran’ın devlet aygıtının en tepesinde bulunuyor.

Devrim, anadilde eğitim hariç olmak üzere Türklere pek çok hakkı verdi. Türkçe konuşmak, öğretmek, yayın yapmak yasak olmaktan çıktı. Türkler devlet, siyaset, ekonomi gibi tüm alanlarda nüfuslarıyla orantılı ve hatta fazla yer buldular. Molla rejimi, şiiliği Türkleri ve Farsları birleştirmek için bir tutkal olarak kullanmakta oldukça başarılı oldu. Tahminlere göre nüfusun yarısı Fars, yüzde yirmi beş kadarı da Türk. Bu oranlar tüm hikayeyi nüfusun sadece yarısı üzerine kurmaya çalışan Pehlevilerin ne denli gerçek dışı bir şey için boşa kürek çektiklerini gösteriyor.

Kadim ve nadir Türk simgesi

İran Türklerinin milliyetçiliğinin ana çizgisi yukarıda tarif edilmeye çalışıldığı gibidir. İran’ın son cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın İran ve Türkiye’de tartışma konusu olan milliyetçiliği de bu çerçevenin göbeğinde duran bir milliyetçilik. Ayrıca bu, yerelin sorunlarını merkezi siyasete taşımanın da bir yolu. Tebriz’in yerel sorunlarını önce Azerbaycan’ın sonra da ülkenin sorunu haline getirmek için yerel siyasetçilerin uyguladığı bir strateji bir yerde. Pezeşkiyan’ın başına kendisinin de ummadığı devlet kuşu konana kadar o, Tebrizli yerel bir siyasetçiydi. Seçim döneminde bu kimliğini aşmak için epeyce çaba harcadı.

İstisnaların olup olmadığı merak edilebilir. Ayrılıkçı, turancı bir Türk milliyetçiliği örneklerine İran Türkleri arasında hiç mi rastlanmıyor? Yeterince ayrıntılı bakarsak, çoğu İran Türkü için dahi görünmez olan bazı örnekler elbette görebiliriz.

Piruz Dilenci ve Mahmudali Çehregani gibi kendini ABD’ye bir ölçüde pazarlayabilmiş kişiler ve onların bir avuç takipçisinde ayrılıkçı ve turancı bir milliyetçiliğe rastlarız. Ancak bu kimseler ancak ABD’deki bir avuç cahil ve aptal bürokrattan başka çok az kişiyi ikna edebilmişlerdir. 

Ve evet, bir milli futbolcunun işgüzarlığı neticesinde gündem olan el işareti, İran’da bu gruplarla bağlantılı bir avuç insandan başka hiçbir Türk için bir anlam ifade etmiyor. Faşistler Tebriz’in bir futbol takımının on yıl önceki bir maçında on-on beş taraftarın görüntüsünü itiraz için kullanabilir. O futbol takımının on yılda bir maç oynamadığını ve videoda sadece on-on beş taraftarının o işareti yaptığını anlamak faşistler için bile kolay olsa gerek. 

İran Türklerinin “canavar” dedikleri kurt Moğol, Türk, Hint-Avrupa gibi milletlerin mitolojilerinde rastlanan pek çok hayvandan biridir elbette. Kurda benzetilmek için elle yapılan işaretse NATO karargahında kurulmuş faşist çetenin icadıdır. Türkiye’de, İran’da ve başka yerlerde ABD yoksa bozkurt da yoktur.

                                                               /././

Kars'ta bitmek bilmeyen öğretmenevi inşaatı: Bakanlar, kaymakamlar geldi geçti ama inşaat bitmedi -Özkan Öztaş-

Kars'ın Kağızman ilçesinde 2017'de temelleri atılan öğretmenevinin inşaatı bir türlü bitmek bilmedi. Öğretmenler mağdur olurken ihale alan şirketler süreç içinde ihya edildi.

Kars'ın Kağızman ilçesinde 2017 yılında dönemin Kars Valisi Rahmi Doğan, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan'ın katılımıyla temelleri atılan Kağızman Öğretmenevi'nin inşaatı bir türlü bitmek bilmiyor. 

7 yılı aşkın süredir devam eden inşaatta birçok fima el değiştirirken arada güncellenen ihale masrafları ile şirketler kasalarına paraları doldurdu ancak öğretmenler kalacak yer sorununu çözemedi.

Protokollerin yer aldığı görkemli açılışın üzerinden neredeyse 10 yıl geçti. Ancak Kağızman Öğretmenevi bir türlü tamamlandı. 

Temel atma töreninden bugüne 4 bakan 4 kaymakam değişti

2017 yılının Nisan ayında temeli atılan Kağızman Öğretmenevi'nin 2 yıl içinde tamamlanması hedefleniyordu. Ancak öyle olmadı. Hatta öğretmenevinin 1 Ekim 2018 tarihinde açılışı yapılacağı duyurulmuştu. Fakat açılış tarihinin üzerinden yıllar geçmesine rağmen hâlâ binanın ne zaman tamamlanacağına dair farklı rivayetler dolaşıyor kamuoyunda. 

Kağızman Öğretmenevi'nin temelleri atıldığında Milli Eğitim Bakanlığı koltuğunda İsmet Yılmaz oturuyordu. İsmet Yılmaz'dan sonra bakanlık koltuğuna sırayla Ziya Selçuk, Mahmut Özer ve Yusuf Tekin oturdu. İlçede görev yapan kaymakamlarda da benzer bir durum söz konusu. Dört bakan dört kaymakam gören Kağızman Öğretmenevi'nin inşaatı bir türlü bitmek bilmedi. 

                          Neredeyse tamamlanmak üzere olan binanın çürümeye terk edildiği iddia ediliyor.

'Öğretmenlerimiz fahiş fiyatlarla kiralanan apartlara mahkum edilmiştir'

"Bölgede örnek bir proje" sloganıyla başlanan öğretmenevi inşaatı dönemindeki öğrenciler şu an mesleğe başlayan öğretmen oldular. İhaleyi alan firmanın iflas etmesinin ardından yeni ihaleler ve güncel bütçelerin oluşturulduğu belirtilirken, bu sürecin aynı zamanda kamu kaynaklarına maliyet açısından da zarar verdiği ifade ediliyor. 

Konuya dair soL'a konuşan Eğitim-İş Kars Şube Başkanı Aslı Özcan bu sorunun sadece barınma sorunu değil aynı zamanda öğretmenler için bir sosyalleşme sorunu da yarattığını ifade ediyor:

"Kağızman Öğretmenevi sadece konaklama açısından değil, öğretmenin-eğitim çalışanlarının hava alabileceği bahçesi olabilecekken, sosyalleşebileceği ortamlar olabilecekken müteahhitin bırakıp kaçması nedeniyle tüm haklardan mahrum bırakılmasına sebep olmuştur. 

Konaklama açısından öğretmenlerimiz fahiş fiyatlarla kiralanan apartlara mahkum edilmiştir. Kağızman'da çalışan öğretmen arkadaşlarımız durumun vehameti açısından ‘Öğretmenler odasında konuşulan konular içinde yer alıyor. İlçede konumu açısından da bizlerin nefes alabileceği bir alan olabilecekken ne yazık ki talan edilmeye başlanmış, çürümeye terk edilmiş durumda’ diyorlar.

İlimiz genelinde müteahhitlerle yapılan anlaşmaların sonucunda ilk yüzüstü bırakılma durumu da değildir. Kamu kaynaklarının bu şekilde hiç edilmesinin bir yaptırımla sonuçlandığını da görememek üzücü."

2017 yılından bu yana tamamlanmayan ve şu an çürümeye terk edildiği iddia edilen binanın ne zaman tamamlanacağına dair resmi bir açıklama yok. İhalenin verildiği şirketler süre zarfında değişse de binanın akıbeti aynı kalmışa benziyor.

                                                            /././ 

Maaşını istediği için işkence gördü: Yargıya ulaşılamadı, patronlar cezasız kaldı -Özkan Öztaş-

Otomobil bakım atölyesinde çalışırken maaşı verilmeyen Vedat Kurt, işletmenin 4 ortağı tarafından 3 ay boyunca işkenceye maruz bırakıldı. Kurt'un yargıya ulaşması yıllar sürdü, patronlar ceza almadı.

2020 yılında henüz 18 yaşındayken Urfa'nın Suruç ilçesinden Antalya'ya çalışmaya gelen Vedat Kurt, çalıştığı oto sanayide patronları tarafından işkenceye maruz kaldı. Günlerce darp edilen Vedat Kurt, daha sonra yaraları iyileşsin diye aylarca alıkonularak patronları tarafından adeta hapis hayatı yaşadı.

Olayı takip eden avukatlardan Irmak Yaman, Vedat Yaman'ın yıllar süren hukuk mücadelesini soL'a anlattı. 

Dört sanık dışarıda

Antalya Barosu İnsan Hakları Merkezi'nde görev alan Avukat Irmak Yaman ilk olarak olayın 2020 yılında yaşandığını ifade ediyor. İşkence gördüğü yerden kurtularak Suruç'a dönen Vedat Kurt'un buradan yaptığı şikayete önce yetkisizlik kararı verilmiş. Avukat, dosya yetkili bölgeye gönderilene dek mağdurun hukuken zaman kaybettiğini söylüyor.

Sanık sandalyesindeki dört kişinin tutuksuz yargılandığını aktaran Irmak Yaman, Vedat Kurt'a yapılan muamelenin bir eziyet olduğunu ve normalde bu süreçte sanıkların tutuklu olarak yargılanması gerektiğini belirtiyor.

"Dosyada birçok iddia var. Tehdit, yağma, eziyet.. Çocuğu uzunca bir süre tutmuşlar ve yaraları falan iyileştikten sonra serbest bırakmışlar bir yerde. Zorla çalıştırmışlar bu süre boyunca. Emek sömürüsü de var ortada. Birden fazla suç isnadı söz konusu dosyada. En azından bir süre daha tutuklu kalmaları gerekirdi dava boyunca. Çünkü bu durumda sanıkların mağdura erişimini sağlamış oluyor. Mağduru koruyan bir karar değil bu. Mağdur psikolojisini, gücünü toparlayıp şikayet ediyor, yargılama mercii arıyor ama mağdur sanıklardan yalıtılmıyor. Dolayısıyla 'mağdur hakkımı arıyorum ama nerde ve nasıl arıyorum' diye düşünüyor." 

Yargılama yıllarca gecikti

İşkencenin dava dosyasına dönüşmesi yıllar alıyor. Bunun bir sebebi mağdurun sürecin bir kısmında alıkonulmuş olması, diğer sebebiyse yargı bürokrasisi.

"Çocuk psikolojik olarak inanılmaz bir yıpranma yaşamış durumda. Sonrasında şikayet etmek istiyor ama Suruç'tan yaptığı başvurular yetkisizlik nedeniyle sonuçsuz kalıyor. Daha sonra Antalya'dan soruşturma açıyor ancak yetki ve göreve ilişkin bir çok tartışma yaşanıyor. Hem alıkonulduğu süreç hem dava sürecindeki gecikmelerden dolayı 2020 yılında yaşanan olay ancak şimdi kamuoyunun gündemine giriyor. Sonra tüm şikayetleri tek bir soruşturma dosyasında birleştirilerek iddianame hazırlanıyor ve dava açılıyor. Bu esnada Asliye Ceza ve Ağır Ceza Mahkemeleri arasındaki görevsizlik kararları ve bunların incelenmesi yargılama sürecini uzatıyor."

Kardeşlerine bakmak için 18 yaşında göç etti

Genç yaşta babasını kaybettikten sonra annesine ve kardeşlerine bakmak için Antalya'ya gelen Vedat Kurt burada oto sanayinde işe giriyor. Patronlarıyla içerde kalan maaşı ile ilgili sorun yaşayan Vedat Kurt'un iş yerinden para çaldığı iddia ediliyor. Ancak bu iddiaları konuşman için patronuyla görüşmeye gittiği an alıkonuluyor ve işkence başlıyor. 

Avukat Irmak Yaman iddia her ne olursa olsun hiçbir yurttaşın böyle bir muameleye maruz kalmaması gerektiğinin altını çiziyor. 

Fotoğrafların şüphelilerin birinin telefonundan ortaya çıktığını ifade eden Yaman, aynı zamanda mağdurun sanıklardan şikayetçi olmaması için eziyetlerin hemen ardından, korkutularak yalan söylemeye zorlandığı video kayıtlarının alındığını da ekledi.

Elektrik verilen ve dişleri sökülen Vedat Kurt günler süren işkence sırasında aç, susuz bırakılmış.

Tüm bunlara rağmen sanıkların tutuksuz yargılandığı davanın bir sonraki duruşması Ekim ayında görülecek. Adalet talep eden Vedat Kurt, bu süreçte sanıkların tutuksuz yargılanmasından duyduğu endişeleri dile getiriyor. 

Avukat Irmak Yaman ise sürecin takipçisi olacaklarını ve adalet sağlanıncaya kadar mücadele edeceklerini belirtiyor.

                                                                /././

AKP'den emekli maaşına utanç verici 'zam' -soL-

AKP'nin emekliler için açıkladığı maaş zammına ilk tepki TKP'den geldi: "Bu utanç ne gündelik ve göstermelik tepkilerle ne duyarlılık gösterileri ile giderilebilir."

AKP, emekli maaşlarına düzenleme yapılmasını da içeren yeni vergi paketi taslağını Meclis Başkanlığı’na sundu. 53 maddelik yasa teklifiyle en düşük emekli maaşının 12 bin 500 lira olarak düzenleneceği duyuruldu.

Açıklamayı AKP adına yapan Grup Başkanı Abdullah Güler, "Vergide adalet ve etkinliği artırmak amacıyla çok uluslu şirketlerde elde edilen kazançlardan yüzde 30 oranında kurumlar vergisi alınması konusunda düzenleme getiriyoruz" dedi.

"Bu düzenlememizin şu anda mevcut 16 milyon 180 bin civarında olan toplam emekli sayımız içerisinde en düşük emekli aylığının 12 bin 500 TL'ye tamamlanması halinde 2024 yılı Temmuz- Aralık dönemi içerisinde etkilenecek emekli sayısı 3 milyon 703 bin 488 kişi. Toplam bütçeye maliyeti de 33 milyar 200 milyon TL'dir. Vergide adalet ve etkinliği artırmak amacıyla çok uluslu şirketlerde elde edilen kazançlardan yüzde 30 oranında kurumlar vergisi alınması konusunda düzenleme getiriyoruz.''

TKP'den açlık ve yoksulluk sınırı hatırlatması

Güler'in açıklamalarına ilk tepki Türkiye Komünist Partisi'nden (TKP) geldi.

TKP'nin X hesabından yapılan paylaşımda açlık sınırının 18 bin 978 TL, yoksulluk sınırınınsa 61 bin 820 TL
olduğuna dikkat çekildi.

"Emekçi halkımız kırıntıları değil, yarattığı değerin tümünü almalıdır. Kırıntıları size bırakacak, el koyduğunuz tüm zenginliğe el koyacağız!" denilen açıklamada, ülkenin en büyük sermaye gruplarının yıllık kârlarındaki artışa da dikkat çekildi.

Türkiye Komünist Partisi, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklama ile “Ücretlerde yoksulluk sınırını tartışmayacağız şirket kârlarına el koyup emekçi ve emeklilere dağıtacağız” demişti. Aynı açıklamada Türkiye’deki en büyük 500 şirketin 2021 yılında 405, 2022 yılında 808 milyar lira kâr elde ettiğini açıklamıştı.

'Bu utanç ne göstermelik tepkilerle ne duyarlılık gösterileri ile giderilebilir'

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan da X hesabından konuyla ilgili bir paylaşım yaptı. Açıklanan emekli maaşı tutarını “utanç” olarak niteleyen Okuyan, gündelik ve göstermelik tepkilerle değil bu sömürü düzenini yıkma kararlılığı ile mücadele edilmesi gerektiğini vurguladı. 

"En düşük emekli maaşı 12 bin 500. Bu utanç ne gündelik ve göstermelik tepkilerle ne duyarlılık gösterileri ile giderilebilir. Türkiye ve aslında bütün dünya kapitalizm denen barbarlık tarafından öğütülüyor. 'Sizin işiniz uzun, bu sistemi değiştirmek istiyorsunuz, bizim ise hemen şimdi soluk almaya ihtiyacımız var' diyenler haksız değil. Ama unutulmasın, bugün soluk almak için de bu sömürü düzenini yıkma kararlılığı gerekiyor. Şimdi adet oldu, 'devrim' diyenlere burun kıvırmak. Oysa bugün emeklisinden çalışanına emekçilerin eline geçen utanç verici ücretlerin bir sorumlusu da sömürü düzeninin yıkılması için mücadele edenleri gerçekçi olmamakla itham eden kibirli sözde muhaliflerdir."

                                                               /././

AKP Kalamış Limanı'nı özelleştirmekte ısrarcı: 'Halkın sahillerini satamazsınız' -soL-

Kalamış Yat Limanı'nı özelleştirmek ve çevresini ranta açmak isteyen AKP, bugün 5'inci kez satışa çıktı. İhalede en yüksek teklifi sürpriz bir isim verdi. Kadıköylüler "satamazsınız" dedi.

Türkiye Denizcilik İşletmeleri AŞ’ye ait Fenerbahçe-Kalamış Yat Limanı, "genişletilerek" özelleştiriliyor.

13 yıla yayılan özelleştirme girişiminde beşinci ihale bugün düzenlendi. Daha önce Koç Holding'in elinden alınan ihalede bu kez en yüksek teklifi, topladığı Hazine arazileriyle dikkat çeken bir müteahhit verdi.

Limanın 40 yıl süreyle "işletme hakkının verilmesi" yöntemiyle özelleştirilmesi için bugün Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nda toplanıldı. İhaleye altı şirket ve bir müteahhit katıldı:

  • Koç Holding'in bağlı ortaklığı Tek-Art Kalamış
  • Can Kültür Sanat Eğitim Kurumları
  • Doğuş Çay
  • Ceynak Yatırım Holding
  • Fenerbahçe Marmara Turizm Tesisleri
  • Silahtaroğlu Mühendislik/Sinyar Enterprises Ortaklığı.
  • Vahit Karaarslan

Elemesiz turda en yüksek teklif 300 milyon dolar oldu.

İhalenin elemeli ilk turunda en düşük teklifi veren Silahtaroğlu Mühendislik/Sinyar Enterprises Ortaklığı, ikinci elemeli yazılı turda ise Ceynak Yatırım Holding elendi.

İhalede, 410 milyon dolar "başlangıç fiyatı" ve 1 milyon dolar artırma aralığıyla "açık artırmaya" geçildi. 27 tur süren açık artırmada en yüksek teklif 505 milyon dolarla, Vahit Karaarslan'dan geldi.

Antalya’da imza attığı lüks projelerle bilinen Vahit Karaarslan, 2021'de Sümer Holding’e ait Antalya Kemerağzı’ndaki 23 bin 328 metrekare büyüklüğündeki araziyi 176 milyon liraya satın almasıyla gündeme gelmişti. Karaarslan yoğun biçimde ihale ile satılan Hazine arazilerini toplamasıyla dikkat çekiyor. 

                                                               Vedat Karaarslan

13 yıl, 5 ihale, bitmeyen mücadele

AKP, tam 13 yıldır Fenerbahçe-Kalamış Limanı’nı satmaya çalışıyor. Ancak her defasında Kadıköylülerin itirazlarıyla karşılaşıp geri adım atıyor.

İstanbul’un en büyük, Türkiye’nin ikinci büyük limanı olan Fenerbahçe yat limanı 7 Mart 2011 tarihinde özelleştirme programına alındı. Özelleştirme İdaresi, 435 bin metrekare büyüklüğünde iki yat limanı ve otopark dışında 15 bin metrekare turizm tesis alanı ile 2 otel yapılmasının öngörüldüğü imar planını onayladı; 2014 yılında ihaleye çıktı. Koç grubu 664 milyon dolar teklif verdi. Ancak Kadıköylülerin direnişi üzerine geri çekilmek zorunda kaldı.

Limanının özelleştirilmesi 2017 yılında yeniden gündeme geldi. Ancak plan tadilatına ilişkin davalar sürmekteydi. 27 Nisan 2018 tarihinde yapılması öngörülen ihaleye yeterli istekli çıkmadığı için iptal edilerek davaların sonuçlanmasından sonraya bırakıldı.

                                         Bugün düzenlenen ihaledeki Koç temsilcileri

Daha sonra 2021'de ihaleye çıkıldı, Koç Holding’in iştiraki Tek-Art 2,5 milyar liralık en yüksek teklifi verdi. Kadıköy Belediye Başkanlığı, belediye sınırları içinde olan limanın özelleştirme ihalesine katılmak istedi ancak Özelleştirme İdaresi, kamu kurum ve kuruluşlarına devir yapamayacağını gerekçe gösterip belediyenin ihaleye katılma isteğini bile reddetti.

Böylece ihale Koç'a gitti ancak AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla iptal edildi. İptalin gerekçesi ise açıklanmadı.

Kulislere yansıyan bilgilere göre sözleşme, dolar kurunun yükselişe geçtiği günlerde TL ile yapıldığı için iptal edilmişti. Yeni ihalede Kalamış'ın Birleşik Arap Emirlikleri'nin radarında olduğu öne sürüldü. 2022'de çıkılan ihaleyse yeterli teklif alınamadığından iptal edildi.

Bugün düzenlenen son ihalenin kazananın Vahit Karaarslan oldu. Özelleştirmenin tamamlanması için sonucun Resmi Gazete yayınlanması gerekiyor. Ancak 2021 örneğinde görüldüğü gibi Erdoğan'ın yürürlüğe konulan bir özelleştirme işlemini de iptal etme yetkisi var.

'Bizim olana sahip çıkmak için mücadeleye'

Liman alanın büyütüleceğine dikkat çeken Kadıköylüler, kent merkezinde bir yat limanının olmaması gerektiğini savunuyor. 

Özelleştirme ihalesinin iptal edilmesi, çitlerle halka kapatılmış olan mevcut yat limanının kaldırılması ve yeniden halka açılması isteniyor.

Kadıköy Halk Temsilcileri Meclisi, bugün ihale devam ederken yayımladığı açıklamayla özelleştirmeyle mücadeleyi sürdüreceklerini ilan etti.

Halkın kıyılara erişimini engellemenin bir suç olduğunu hatırlatan Meclis, "Bu operasyonun derhal iptal edilmesi gerektiğini savunuyoruz" dedi.

Hükümetin ve yerel yönetimin tutumuna dikkat çekilen açıklamada şu sorular yöneltildi:

  • Kadıköy hafızasında önemli bir yeri olan Kalamış İskelesi neden korunma altına alınmıyor? 
  • Belediyenin bu süreci halk yararına etkileme gücü varken neden sürece dahil olmuyor ve sessiz kalıyor?

Halkın sahillerinin satılamayacağını vurgulayan Kadıköy Halk Temsilcileri Meclisi, Kadıköylülere şu sözlerle seslendi: "Bizim olana sahip çıkmak için tüm Kadıköylüleri mücadeleye çağırıyoruz."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder