22 Temmuz 2024 Pazartesi

T24 "KÖŞEBAŞI" -22 Temmuz 2024-

Vergi kanun teklifinin komisyonda görüşülmesi üzerine…-Murat Batı-

Komisyon görüşmelerinde katılımcıların büyük bir kısmı benzer şeyleri söylemesine rağmen söylenen verilerin bir kısmının teyit edilmesi gerekiyor. Daha da önemlisi katılımcıların sunulan bu verileri teyit etmeden bunları doğru kabul etmeleri de ayrı bir sorun olsa gerek.

Vergi değişikliklerini içeren ve aylardır konuşulan vergi kanun teklifi Bütçe Komisyonunda görüşüldü. Komisyon görüşmeleri sonucunda bazı cezalar indirildi ve bazı maddeler tekliften çıkarıldı. Bu teklif, Genel Kurul sonrasında son halini alacak ve Cumhurbaşkanının onayına sunulacak.

Söz konusu kanun teklifi Komisyonda görüşülürken birçok tartışmaya sahne oldu. Komisyon görüşmeleri TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından kayıt altına alınmakta ve Meclisin internet sayfasında yayımlanmaktadır. Vergi kanun teklifine ilişkin tutanak da yayımlandı. 483 sayfa olan bu tutanağa buradan ulaşabilirsiniz.

Tutanakta da göreceğiniz üzere milletvekili olan komisyon üyeleri kanun teklifini madde madde konuşup tartışırken Gelir İdaresi başkanı, Gelir İdaresi başkan yardımcılarının yanı sıra TURMOB Başkanı gibi dışardan katılımcılar da bulunmaktadır.

483 sayfalık tutanak metninde bazı verilerin hatalı olduğu görülüyor: Ya veri bazında hata yapılmış ya yorumlama anlamında ya da vergi tekniği açısından.

Verilerin devletin resmi organlarınca açıklanmasına rağmen katılımcıların bu verileri eksik ve/veya yanlış sunmalarına karşın diğer katılımcıların özellikle vekillerin danışmanlarıyla bu verileri doğru kabul edip onun üzerinden tartışmaları ve tutanaklara da bu şekilde geçmiş olması ilginç bir durum olsa gerek.

Bu “yanlış izahatların” bir kısmını aşağıda sizler için derledim.

Asgari ücret istisnasının bütçeye getireceği yük karmaşası

Ak Parti Denizli Milletvekili Nilgün ÖK Tutanağın 34’üncü sayfasında “asgari ücretin vergi dışı bırakılmasından dolayı bütçeye bu yılki maliyeti 677 milyar lira” ifadesine karşın Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz katıldığı hemen hemen tüm programlarda bu tutarın 590 milyar olduğunu belirtiyor. Örneğin Cevdet Yılmaz’ın TRT’de katıldığı bu programın 44’üncü dakikasında olduğu gibi. Yılmaz, yakın tarihli programlarda da aynı sayıyı defalarca zikretmiştir. Ök ile Yılmaz’ın beyanları arasında yaklaşık 87 milyar lira fark var. İzaha muhtaç bir fark.

Uzlaşmaya ilişkin veri tutarsızlığı

Yine Nilgün Ök’ün, tutanağın 44’üncü sayfasında “Aslında zaten vergi aslı uzlaşma kapsamında asla değildi” beyanı ilginç olmuş. Çünkü Gelir İdaresi Başkanlığı’nın yayımladığı 2023 Yılı Faaliyet Raporu’nun 131’inci sayfasında vergi asılları uzlaşmaya konu olmuş görünüyor.

Aşağıdaki tabloda görüldüğü üzere Vergi Daireleri Koordinasyon Uzlaşma Komisyonuna uzlaşma sonucu silinen vergi aslı 158 milyon 530 bin 691 liradır.

Bu kez yine uzlaşmayla alakalı tutanağın 285’inci sayfasında GİB Başkan yardımcısı “2023 yılı sonuçlarımıza göre Merkezî Uzlaşma Komisyonuna 3 dosya gelmiş 2023 yılında. Yalnız merkezde iki tür komisyonumuz var, bir de Koordinasyon Uzlaşma Komisyonumuz var, oraya da 177 dosya gelmiş. Toplamda 265 milyon liralık bir uzlaşma konusu vergi talebinde bulunulmuş. Uzlaşma sonucunda vergi cezalarında 389 milyon liralık vergi cezası uzlaşmaya konu olmuş. Toplamda 126 milyon 130 bin 310 liralık cezada uzlaşılmış, geri kalan kısmı reddedilmiş Merkezî Uzlaşmada. Taşra uzlaşma komisyonlarımızda 38.895 dosya için başvuruda bulunulmuş, 252 milyon liralık bir vergi için başvuru yapılmış. Uzlaşma sonucu vergimiz 242 milyon yani oran yüzde 96 olmuş, uzlaşmaya konu vergi cezası 659 milyon 832 bin liradan 113 milyon 419 bin liraya bir düşme olmuş cezalarda efendim. Faaliyet raporlarımızda her yıl düzenli yayınlanıyor bu veriler efendim.” şeklinde izahatta bulundu.

Lakin bahsi geçen faaliyet raporunun 131’inci sayfasında pek denildiği gibi değil. Şu şekilde:

Daha birçok husus var

Tutanağın 95’inci sayfasında “cezalar en fazla 23 katına çıkıyor” ifadesine binaen aslında gelir vergisinden muaf esnafa kesilecek ikinci derece usulsüzlük cezası 23 liradan bin liraya yani yaklaşık 43 kat artırılıyor.

Bazı ifadeler ise sosyal medyadan duyulduğu ölçüde söylenmiş gibi. Örneğin tutanağın 57 ve 122’nci sayfalarında gelir vergisi tarifesinin (GVK m.103) ilk diliminin ücretliler için yüzde 15’ten yüzde 10’a indirilmesi gibi bir önerinin ücretler üzerinde GVK m.23/18’den dolayı sıfır etki yaratacağı bilinmeden söylenmiş gibi.

Ayrıca gelir vergisi tarifeleri (GVK m.103), vergi affı sayıları, inceleme oranları, inceleme elemanlarının tam unvanları (denetmen deniliyor tutanaklarda), OECD nezdinde bazı oranlar gibi birçok husus maalesef gerekli özen gösterilmeden zikredilmiş.

Ezcümle

Komisyon görüşmelerinde katılımcıların büyük bir kısmı benzer şeyleri söylemesine rağmen söylenen verilerin bir kısmının teyit edilmesi gerekiyor. Daha da önemlisi katılımcıların sunulan bu verileri teyit etmeden bunları doğru kabul etmeleri de ayrı bir sorun olsa gerek.

Kanunların bu anlamda ülke menfaatine en uygun şekilde yapılması gerekirken sözlü yapılan beyanlarda gerekçe gösterilen verilere karşı taraflarca şüphe yaklaşılıp anında doğru bilgiyle sağlamasının yapılması, yasalaşacak olan madde hükümlerinin daha sağlıklı işlemesini sağlayacaktır. Gördüğüm kadarıyla hiç yapılmamış.

Örneğin uzlaşma maddesi görüşmelerinde iktidar partisi temsilcilerinden birinin aslında vergi aslı hiç uzlaşmaya konu olmuyor gibi yanlış bir ifadenin o an Komisyonda olanlarca araştırılıp aslında hayır öyle değil denilmesi gerekmekteydi ama denilmedi. Ve bu yanlış ifadenin de dayanak olduğu bir anlayışla vergi aslını uzlaşmanın konusundan çıkaran madde hükmü komisyonda kabul edildi.

                                                               /././

İşçiler verimli çalışıyor ama reel ücretleri sürekli azalıyor! -Mustafa Durmuş-

İşçi ücretlerinin düşüklüğünün bir nedeni kuşkusuz işçilere verilen ücretlerin (ödenmiş emek) çok düşük olması ve diğer bir nedeni yüksek enflasyon. Bu durum aslında kapitalist sistemin işleyiş biçiminin bir sonucu.

İktisatta işgücü verimliliğindeki artış, “çalışılan saat başına daha fazla hâsıla üretmek ya da aynı hasılayı daha az çalışma saatiyle üretmek” olarak tanımlanıyor.

Teknolojik yenilikler, eğitim ve sıkı çalıştırmaya dönük mevzuat ve uygulamalar işgücü verimliliğini artırıyor.

Verimlilik artışı mutlaka ücret artışını sağlamıyor!

Diğer yandan işçilerin verimliliğinin artması demek patronların kârlarının da artması demek iken, bu durum mutlaka işçi ücretlerinin de artacağı anlamına gelmiyor.

Normal koşullarda, işçilerin sınıf ve sendika bilincine sahip olduğu, sendikaların birlik halinde, örgütlü, bilinçli ve güçlü olduğu ülkelerde işçiler verimliliklerindeki bu artıştan paylarını daha yüksek ücretler biçiminde alırlar.

Ancak Türkiye’de tam tersine bir gelişme var: İşçilerin verimlilikleri artarken reel ücretleri düşüyor.

Patronlar kâr, devlet vergi peşinde

İşçi ücretlerinin düşüklüğünün bir nedeni kuşkusuz işçilere verilen ücretlerin (ödenmiş emek) çok düşük olması ve diğer bir nedeni yüksek enflasyon. Bu durum aslında kapitalist sistemin işleyiş biçiminin bir sonucu.

Yani işçiler, üretim sırasında yarattıkları değerin önemli bir kısmına patronlar kâr; devlet ise vergiler ve bir tür vergiye dönüşen yüksek enflasyonla el koyduğu için, sahip çıkamadıklarından giderek yoksullaşıyorlar. Gelir dağılımı da giderek daha da bozuluyor.

Türkiye OECD ortalamasına çok yakın

Aşağıdaki tabloda OECD’nin çalışılan saat başı üretilen hâsıla miktarı biçimindeki işgücü verimliliğine ilişkin son istatistiklerine (2022) yer veriliyor. (1)

Buna göre, en yüksek işgücü verimliliğine sahip 5 ülke sırasıyla: İrlanda, Norveç, Lüksemburg, Danimarka ve İsviçre iken, en düşük verimliliğe sahip 5 ülke sırasıyla: Kolombiya, Meksika, Kosta Rika, Şili ve Yunanistan.

Türkiye ise OECD ortalamasının hemen altında yer alıyor. Yani ülkedeki işgücü verimliliği çok da kötü değil, aslında OECD’nin birçok ülkesinden daha yüksek durumda.

Buna rağmen, asgari ücretlilerin toplam ücretliler içindeki oranının yüzde 40’ı aştığı Türkiye işçi sınıfı nasıl OECD’nin en düşük 5’inci asgari ücretini alıyor? Bırakın yoksulluk sınırını, açlık sınırının dahi altında ücretler karşılığında çalışmaya razı oluyor?

Bilinçlenmenin önündeki engeller!

Bunda sermaye yanlısı sağcı otoriter rejimin ve bu rejim altında işçilerin örgütlenme ve eylem hak ve özgürlüklerinin yok edilmesinin ve yüksek orandaki işsizliğin olduğu kadar, işçi sınıfının bilinçlenmesini önleyen; korku, patronlara biat etmeyi öğütleyen ideolojiler ve inançların etkili olduğu ileri sürülebilir.

Bu tespitler doğru ancak bunlardan biri diğerlerine göre daha önemli ve acilen üzerine gidilmesi gerekiyor.

Sonuç

Kısaca söylersek, sadece işgücü verimliliğinin yüksek olması reel ücret düzeyinin otomatik olarak yükselmesini sağlayamıyor. Yükselen reel ücretlerse korunamıyor. Reel ücret artışlarını sağlayan asıl faktör işçi sınıfının örgütlülüğü ve ekonomik ve demokratik hakları için mücadele gücü ve kararlılığıdır.

Türkiye işçi sınıfının ihtiyacı olan tam da budur aslında: Örgütlü ve birlikte mücadele. Yüksek enflasyon gerçeğini, TÜİK’in enflasyonu düşük göstermek için yaptığı manipülasyonları iktidarın yüzüne vurmak, onları halka şikâyet etmek ücret artışı sağlamak ya da yaşanabilir bir ücret düzeyine sahip olmak için yeterli olmuyor, olmayacak.  

Bu tespit “bu eylemler yapılmasın” anlamına gelmiyor. Söylenen şey, sendikaların ve emekten yana olan hareket ve siyasal partilerin mücadelesinin bu eylemlerle sınırlı kalmamasıdır.

Asıl olarak da daha örgütlü olmak, işçi sınıfının birliğini sağlamak ve toplumun diğer ezilen kesimlerini de yanımıza alarak ve üretimden gelen gücümüzü de gerektiğinde kullanarak, kararlı bir ekonomik ve demokratik mücadele yürütmemiz gerekiyor.

Dip notlar:

(1) https://www1.compareyourcountry.org/snaps/compendium-productivity-indicators-2024/en/6165/LatestYear (20 Temmuz 2024.)

                                                                              /././

Haşhaş ekiminin intikamı: Sampson Darbesi -Yalçın Doğan-

Kıbrıs’a çıkarmanın ellinci yılında perde aralığından, her zaman ders olur, unutulmaması gereken bir sayfa

“Nereye bakıyorsun, ne arıyorsun Turan?..”

Tarih 1 Temmuz 1974. Ankara Başbakanlık makamı.

Soruyu soran Başbakan Bülent Ecevit.

Duvarlara bakarak arayış içinde olduğunu belli eden Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Turan Güneş.

CHP içinde Ecevit’in “Turan sen” diye ismiyle hitap ettiği tek kişi Turan Güneş. Buna karşılık, Genel Başkan Ecevit’e “Bülent sen” diye hitap eden tek kişi de Turan Güneş.

Muhteşem kıvrak bir zekâ ve birikimiyle siyasetin yıldızları arasında yer alan Turan Güneş’in Ecevit’e yanıtı:

“Başbakanı arıyorum!..”

Başbakan Ecevit o sırada ünlü daktilosunun başında basına bir açıklama yazıyor. Onca kişi varken ve asıl onca iş varken, Başbakanın basın açıklamasını bizzat kendisinin yazması karşısında, Turan Güneş olayı biraz da mizaha dökerek, eleştirisini yapmaktan çekinmiyor.

Çok kritik ve cesur karar

Ecevit’in hazırladığı basın açıklaması ne?..

Ecevit-Güneş arasındaki diyaloğun beş, on dakika sonrasında CHP-MSP Koalisyonunu oluşturan Bakanlar Kurulu var. Kurul tarihi bir karar alacak.

CHP-MSP Koalisyonu 1971 yılında yasaklanan haşhaş ekimine o gün yeniden izin veriyor. Hükümet halka ve dünyaya ekim iznini Ecevit’in yazdığı basın açıklamasıyla duyuruyor.

Ve kıyamet kopuyor, özellikle Amerika’da.

1 Temmuz 1974, ekim kararının yankısını yaşamak için Türkiye çok beklemiyor.

Faşist darbenin yasağı

Haşhaş Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yüzlerce yıldır ekiliyor. Pek çok çiftçi ailesinin ana geçim kaynağı. Haşhaştan elde edilen afyon hem ilaç hem de çeşitli uyuşturucuların üretiminde kullanılıyor.

Amerika’nın tepkisi haşhaşın uyuşturucu hammaddesi olmasından ileri geliyor, 1965 yılından itibaren Türkiye’de haşhaş ekiminin yasaklanması için baskı yapıyor.

1969’da Başkan Nixon:

“Türkiye ile uyuşturucu sorunu yaşıyoruz. Amerika’daki uyuşturucunun yüzde 80’i Türkiye kaynaklı. Haşhaş üretimini durdurmadığı takdirde, Türkiye’ye yapılan yardımları gözden geçirmeyi düşünüyoruz.”

Bu açık tehdit ve baskı 12 Mart 1971 faşist darbe döneminde sonuç veriyor. Amerika’ya bağlı faşist cunta ve hükümeti haşhaş ekimini yasaklıyor.

Haşhaş üreticisinin zararını karşılamak hesabıyla, üç yılda 35 milyon dolar karşılığında.

Faşist cunta bu rüşveti önce az buluyor, sonra kabul ediyor ve haşhaş üretimi yasaklanıyor.

Başkan Nixon radyo, TV konuşmasıyla Türkiye’ye teşekkür ediyor.

Sadece 15 günlük takvim

1 Temmuz 1974’te CHP-MSP Koalisyonunun haşhaş ekimini serbest bırakmasından dört gün sonra...

5 Temmuz’da Ankara’daki Amerikan Büyükelçisi Macomber Washington’a gidiyor, sanki geri çekilmiş izlenimi veriliyor.

9 Temmuz’da Amerikan New York Post gazetesi “Türkiye’deki haşhaş ekim alanlarını B-52 uçaklarıyla bombalayalım” diye yazı yayımlıyor.

10 Temmuz’da Amerikan Senatosu Türkiye’ye ekonomik ve askeri yardımın kesilmesini ele alıyor. 

11 Temmuz’da Amerikan Temsilciler Meclisi’nde, haşhaş ekimini yeniden yasaklayacağı tarihe kadar Türkiye’ye banka kredilerinin durdurulması için tasarı hazırlanıyor.

Sampson devrede

Ve 15 Temmuz 1974...

Başbakan Ecevit haşhaş ekimini serbest bırakma töreni için Afyon ve Denizli’de iken...

“Kahrolsun Söktüren, Var Olsun Ektiren” sloganlarıyla karşılanırken…

Aynı gün, 15 Temmuz 1974 günü, Kıbrıs’ta darbe!...

Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması amacıyla kurulmuş olan Kıbrıs Savaşçıları Milli Örgütü (EOKA-B) komutanı, yani Kıbrıs Rum terör örgütü komutanı Nikos Sampson Yunanistan’da yedi yıldır yönetimde olan Albaylar Cuntası desteğiyle Kıbrıs’ta darbe yapıyor.

Amerikan takvimi pürüzsüz işliyor, alt yapısı bir süredir hazırlanan darbe, en uygun zamanı Ecevit’in Afyon ve Denizli’de haşhaş ekiminin serbest bırakılması nedeniyle düzenlenen törene denk getiriliyor.

Sampson Kıbrıs’ta Yunan Cumhuriyeti kurulduğunu açıklıyor, kendisini cumhurbaşkanı ilan ediyor.

Türkiye’nin haşhaş ekimine yeniden izin vermesinden sadece on beş gün sonra.

Haşhaş ekiminin intikamını Amerika Kıbrıs’ta darbeyle çıkartıyor.

Çıkarma ve ambargo

Türkiye darbeye Kıbrıs Barış Harekâtı ile cevap veriyor.

20 Temmuz’da Türkiye, Amerika’nın bütün önleme çabalarına rağmen, Kıbrıs’a çıkarma yapıyor. Başkan Nixon Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e mektup gönderiyor, Dışişleri Bakanı Kissinger ve İngiltere Ecevit’i defalarca uyarıyor.

Ankara o uyarıları dinlemiyor. 1959-60 Zürih ve Londra Anlaşmalarıyla, İngiltere ve Yunanistan’la birlikte Kıbrıs’ta garantörlük hakkına sahip, Türkiye o hakkını kullanıyor.

Uyarısına rağmen, Kıbrıs’a çıktığı için intikamın devamı geliyor. Amerika üç yıl süreyle askeri ve ekonomik ambargo uyguluyor. O ambargo Türkiye’yi 1979 ekonomik krizine sürüklüyor.

Kıbrıs’a çıkarmanın ellinci yılında perde aralığından, her zaman ders olur, unutulmaması gereken bir sayfa.

(T24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder