31 Ağustos 2024 Cumartesi

Cumhuriyet "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -31 Ağustos 2024-

 

AKP’nin Kahramanlık Tarihi Yaratma Çabası -Işık Kansu-

Tek adam rejiminin simgesi Saray, kendine göre bir “kahramanlık tarihi” oluşturma peşinde.

Saray’ın propaganda bakanlığının uydurduğu “Türkiye’nin Yeni Yüzyılı” sloganıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. kuruluş yılını değersizleştirmeye kalkışması, bu amaca yönelikti. 15 Temmuz’un bayram yapılması da aynı amaç içindi.

Necip Fazıl’ın ifadesiyle “kindar gençlik” kuşağından gelen Saray ve kadrosunun, 30 Ağustos Zaferi yerine epeydir 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi’ni asıl zaferden saymaya çalışması da aynı nedendendir.

Bütün bunların kof girişimler olduğu açıktır. Saray’ın tüm anlamsızlaştırma girişimlerine karşın yurttaşlar Cumhuriyetin 100. yılını kendi örgütledikleri görkemli etkinliklerle kutlamışlardır.

Halk; Saray’ın, FETÖ’nün eski iktidar ortağı olması dolayısıyla 15 Temmuz darbe girişiminden ve ona karşı çıkan yurttaşların ölümünden sorumlu olduğunun ayrımındadır.

Saray’ın Anadolu’nun Türkleşmesinin başlangıcı olarak zafer diye kutladığı Malazgirt’e gelince...

Tarihçiler, Malazgirt’ten önce Türklerin zaten Anadolu’da yurtlandığını belgelerle ortaya koymuşlardır.

Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Anadolu’ya Türk yerleşmesinin 9. yüzyılda başladığını aktarır. Abbasi halifelerince Semerkant tarafından getirilen Türkler; Tarsus, Misis, Adana, Maraş, Ahlat, Malazgirt tarafına yurtlanmışlardır.
Karal, 530’da Bizans imparatorlarının Bulgar Türklerinden bir kısmını Trabzon, Çoruh ve Yukarı Fırat taraflarına yerleştirdiklerine değinir. Bu Türklerin, beyleri yönetiminde “bağımsız” olduklarını da vurgular. 577 ve 620 yıllarında, yine Bizans, Avarları İran sınırına yerleştirmiştir.

Mükrimin Halil Yinanç ise 1071’den yüzyıllar önce, 471 yılında Horasan’dan 80-120 bin Türkün Anadolu’ya gönderilmiş olduğunu yazar. Selçuklulardan çok önce Anadolu’ya, Bizans imparatorları tarafından Balkanlar’dan Hıristiyan Türkler getirildiğine de değinen Yinanç’a göre, fetih (Malazgirt) sırasında Anadolu’daki Türklerin sayısı bir milyona yaklaşmıştır.

Özetle, Malazgirt öncesi Anadolu zaten büyük ölçüde Türkleşmiştir. Malazgirt, yalnızca Anadolu’nun Türklerce siyasal açıdan fethedilmesi anlamını taşır.
Saray’ın gölgelemeye çalıştığı 30 Ağustos 1922 ise Saray ve ortaklarının Malazgirt’te fethini kutladıkları yurdun işgalden, yok olmaktan kurtarılmasıdır. 
30 Ağustos, Anadolu’da birbirini izleyen çürümüş, sömürgeleşmiş imparatorluklara son vererek, Atatürk’ün deyişiyle “bizi mahvetmek isteyen” emperyalizme karşı Türk ulusunun egemenliğini, bağımsızlığını ilan etmek demektir ki; Saray, uyguladığı yönetim sistemiyle birlikte düşünsel, siyasal, tarihsel açıdan bu onurlu tarihsel dönemece tümüyle karşıdır.

Ahlat’ta Saray ittifakı ile hatıra fotoğrafı çektiren Hava Kuvvetleri Komutanı Ziya Cemal Kadıoğlu ile Deniz Kuvvetleri Komutanı Ercüment Tatlıoğlu da Saray’ın simgelediği işte bu karenin bir parçası olmuşlardır.

ÖLÜM DÖNGÜSÜ
Gazze’de yaşananlar; emperyalist tutkuların, soykırıma uğramış bir halkın seçtiği siyasal yönetimin eliyle soyca akrabası da olan bir başka halka kırım uygulatmasıdır.
Emperyalizmin yörüngesinden kurtulamayanlar, bu döngüden sıyrılmanın çaresini bulamazlar.                                   /././

Ihlamur çiçeklerine ve dünyanın sonuna dair -Ergin Yıldızoğlu-
İnsanın yaşamında bazen, bir “şey” (örneğin bir koku), “önemli olanın anlamını ” kavramaya, yol açan bir farkındalık anı yaratır. Önceki hafta, bir gün, yıllardır sabah yürüyüşlerimi yaptığım Growlands Park’ın kapısından girer girmez böyle bir “anı” yaşadım. Sabah haberlerinde dinlediklerim, dünyanın en büyük askeri gücü olan ülkede bir tarafın “Seçimleri kaybedersek iç savaş” çıkar hezeyanları, Elon Musk gibi faşist trilyonerlerin ülkelerin iç politikalarını dizayn etme hevesleri, daha nice ekonomik, jeopolitik “şeyler”, hatta ülkemin üzerine her gün biraz daha çöken  ortaçağ karanlığı aniden arka plana düştü. Yine aklıma,   “Titanik’in güvertesinde şezlong kapma yarışı” deyimi geldi. “Artık kabak tadı” verdi ama yazıyı yazmaya oturduğumda ruh halim buydu.

AH! 1.5 °C VE IHLAMURLAR!

Growlands, 300 yıllık bir mekân; içinde bir göl, bir koru, sıra dev çam, çınar, ıhlamur ağaçları ve geniş bir çayırlık alan var; 1913 yılında halka park olarak açılana kadar birçok aristokrat ve tüccar ailenin yaşadığı bir köşkün bahçesiymiş. O köşk halen bir rehabilitasyon merkezi olarak çalışıyor. Bu parkta, yazları, dev ıhlamur ağaçlarının çiçeklerinin altından geçerken hep bir “eksiği”, duyumsar kederlenirdim: “Ihlamur kokusu yok.”

O sabah parkın kapısından girdiğimde beni yoğun bir ıhlamur kokusu karşıladı. Bir an durdum, bu kokuyu anlamaya çalıştım. Bende, “bir durumu veya gerçeği net bir şekilde kavramaya yol açan bir farkındalık anı” yaratan işte bu, çocukluğumun Üsküdar’ının imajlarıyla dolu tatlı kokuydu: “Küresel ısınma ve iklim krizi artık kontrolden çıktı!” diye düşündüm. Eve döndüğüme son birkaç ayın haberlerini tarayınca bunun bir kuruntu olmadığını gördüm.

Geçtiğimiz mayıs ayında The Guardian en ünlü 380 iklim bilim insanı ile yaptığı görüşmelerin korkutucu sonuçlarını yayımladı. Bu bilim insanlarından yüzde 77’si küresel ısınmanın bu yüzyılın sonuna kadar Sanayi Devrimi öncesine kıyasla 2.5 °C artış sınırını geçeceğine inanıyorlarmış. Bu bilim insanlarının sıcaklık artışının 3 °C’yi geçeceğine inanan yüzde 42’si çok daha ağır bir felaket senaryosunu düşünüyor. Sıcaklık artışının 1.5 °C’nin altına tutulabileceğine inananların oranı ise yalnızca yüzde 6. 

Sıcaklık artışında 2.5 °C sınırının geçilmesi, hele 3 °C’nin aşılması durumunda  bugün bildiğimiz haliyle günlük yaşama veda etmek zorunda kalacağız. Ortalama 2.5-3 °C düzeyinde aşırı sıcaklık dalgaları ölüm oranlarını hızla artıracak; kuraklık, susuzluk, açlık ve doğal yangınlar yaygınlaşacak. Diğer taraftan kutup buzlarının, dağ buzullarının erimesine, kasırgaların, sağanak yağışların olağanüstü düzeylerde artmasına paralel deniz sularının seviyesi yükselecek, su baskınlarının etkisiyle içme suyu kaynakları kirlenecek, kimi kıyı alanlarında gıda üretim havzaları sular altında kalacak, kimi kentler kısmen, kimileri tamamen suların altında kalacak. İnsanlığın en zengin yüzde 10’u kendi başının çaresine bakarken büyük göç dalgalarının, gıda kaynakları üzerinde savaşların sıklaşması, liberal demokrasiyi sürdürülemez düzeyde çürütürken militarist-emperyalist faşist rejimler yaygınlaşacak. Tüm bu krizlerin basıncı altında kapitalist uygarlığın çökme süreci hızlanacak. 

ARTIK ÇOK MU GEÇ!

Tüm bu felaket senaryolarını The Guardian’ın mayıs ayında yayımlanan anketinin sonuçlarından hareketle düşünmek o zaman da olanaklıydı. Geçen ay, Copernicus İklim Değişikliği Servisi, en son araştırmasının sonuçlarını açıkladı: Temmuz 2023 ile Haziran 2024 arasında, bir yıl boyunca küresel ortama sıcaklık, sanayi öncesi dönemdeki düzeyin 1.64°C üzerinde gerçekleşmiş. Kısacası, o kritik 1.5°C sınırı daha yüzyılın ilk çeyreği tamamlanmadan geçilmiş. Geçen yıl, Avrupa’da 70 bin kişi aşırı sıcakların etkisiyle ölmüş. Ortadoğu, 50+°C sıcaklıklarla hızla yaşanamaz hale geliyor. Yukarıda işaret ettiğim felaket senaryolarının gerçekleşme olasılığı hızla artıyor.

Peki hiç mi umut yok? 

Umut, insanlığın bir araya gelebilmesine, devletlerin işbirliği yapabilmesine ve sermayenin (kâr makinesinin) arzularının dizginlenmesine, üretimin yatırımın ve tüketimin planlanmasına bağlı. İnsanın aklına Kafka’nın sözleri geliyor “Umut var ama bizim için değil”. Ya da şöyle koyalım: “Kapitalist gerçekçilik” içinde kaldıkça umut yok!

                                                     /././

CHP’nin ‘ya AB ya ŞİÖ’ yanlışı -Mehmet Ali Güller-

Ne oldu da Brüksel beş yıl sonra Türkiye’yi AB Dışişleri Bakanları Gayriresmi toplantısına davet etti? 

Yanıtı davet sahibi AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell veriyor. Her ne kadar davet edilen Dışişleri Bakanı Hakan Fidan “Kıbrıs konusuyla bağ kurulmaksızın müspet yaklaşım sergilenmesi Türkiye ile AB’nin ortak menfaatine hizmet eder” dese de Borrell, açıkça belirtti: “Türkiye dışişleri bakanını toplantımıza davet etmemizin tüm sorunlara ancak özellikle Kıbrıs’a bir çözüm aramak için diyalog sürecini yeniden başlatmanın ilk adımı olmasını umalım.”

Kıbrıs, Ukrayna’da Türkiye’ye duyulan ihtiyaç, sığınmacı sorununda Türkiye’nin tamponluğunun sürdürülebilmesi, ABD’nin NATO stratejisinde Türkiye’ye verilen yeni roller... AKP, bu durumu iktidarını sürdürebilmek için bir fırsat olarak görüyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan o nedenle “Türkiye’nin stratejik hedefi AB üyeliğidir” diyor.

ÖZEL’İN KURDUĞU YANLIŞ DENKLEM
Asıl vahimi ise CHP’nin tutumu. Zira AB’nin bir masal olduğunu, Türkiye’nin AB kapısında Atlantik cephesinin ihtiyaçları için tutulduğunu, ne kapıdan içeri alındığını ne de kapıdan ayrılmasına izin verildiğini, bunca yıldan sonra sıradan yurttaşlar bile görüyor ama CHP liderliği görmüyor!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel aynen şöyle söylüyor: “Türkiye, tarihinin dönüm noktasında. Yapılacak ilk seçim bir yönüyle yeniden referandum olacak. Bu sefer referandum, zengin müreffeh Avrupa’nın bir parçası, hukukun üstünlüğünün kalkınma getirdiği bir Türkiye mi? Yoksa Şanghay İşbirliği Örgütü’nde olduğu gibi güçlü liderlerin, yoksul halkların olduğu bir Türkiye mi?”

CHP bu anlayışla Türkiye’yi AKP’ye mahkûm etmeye devam eder ne yazık ki! Dünyanın gerçeklerinden bu kadar kopuk, küresel gelişmelere bu kadar aykırı, tarihsel ilerleyişe bu kadar ters bir denklem, yüzyıllık bir partinin en hafifinden entelektüel birikimine haksızlık!

Hepsi bir yana, Türkiye’yi yönetecek bir liderin en azından gerçeklik zemininde olması gerekmez mi? Türkiye’nin önünde Özel’in işaret ettiği gibi “ya AB ya ŞİÖ” ikilemi mi var? AB Türkiye’yi üye yapmak istiyor da bizim mi haberimiz yok!

ERDOĞAN’IN ŞANSI!
CHP liderliği bir süredir şu tezi işliyor: “Türkiye, AKP hükümetinin politikaları nedeniyle ABD’yle sorunlar yaşıyor, AB’den uzaklaşıyor, Türkiye’nin eksenini kaydırıyor.” 
Erdoğan’ın şansı da bu işte. Ana muhalefeti gerçeklikten kopmuş bir ülkede, her türlü kötü yönetimine rağmen, iktidarda kalabilmeyi sürdürebiliyor.

ABD’nin terör örgütlerini desteklemesi, Akdeniz ve Karadeniz’de Türkiye’nin çıkarlarına karşı konumlanması, AKP’den kaynaklı değil; Washington’un çıkarlarıyla ilgili. Türkiye’nin AB’den uzaklaşması ya da AB’nin Türkiye’yi kapıda tutması AKP’den dolayı değil, AB’nin Türkiye’yi Avrupa ile Ortadoğu arasında tampon bölge görmesiyle ilgili.

Türkiye, bugünkü noktaya AKP Doğuculuk yaptığı için değil, Batıcılık yaptığı, ABD’nin projelerini uyguladığı, AB’nin uyum programını yerine getirdiği için geldi.

BATICILIK YARIŞI
Tersine, bunları saptayarak kurucusunun antiemperyalist ve bağımsızlıkçı çizgisine uygun hareket etmesi gerekirken CHP, sürekli iktidarı “Türkiye’nin Batı’yla arasını bozmakla” suçluyor! Oysa AKP, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en Amerikancı, en Avrupacı partisidir. 

CHP, AKP’nin Batı’yla pazarlık için zaman zaman Doğu’yla işbirliğine yönelmesindeki yanlışlığa itiraz edeceğine, Washington ile Brüksel’e “Ben AKP’den daha Batıcıyım” mesajı veriyor ne yazık ki...

Bir kez daha uyaralım: CHP’nin AKP’yle mücadeleyi, dün olduğu gibi bugün de “Ben daha Batıcıyım” diyerek sürdürmeye çalışması, eline geçen birinci parti olma fırsatını tepmesi anlamına gelecektir.
                                                          /././

Baron sopası nasıl kırılır? -Mehmet Ali Güller-

S-400 sadece bir füze savunma sistemi değildir. Evet, kesinlikle şu anda ABD ve Avrupa’nın geliştirdiği füze savunma sistemlerinden çok daha iyidir ama bundan ötesidir. 
S-400 askeri anlamda, silah envanterini çeşitlendirebilmek demektir.  ABD merkezli Atlantik cephesine 75 yıldır sürdürülen silah bağımlılığına karşı bir hamledir. Zira 75 yılda görüldü ki ABD, İngiltere ve Almanya, verdikleri silahları isterlerse terörle mücadelede kullandırtmayabiliyor ya da Kıbrıs gibi stratejik konular nedeniyle ambargo uygulayarak yedek parçasını sağlamıyor, yenisini vermiyor. 
S-400 siyasi anlamda, Türkiye’nin ABD stratejilerine eklemlenme çizgisinin  dışına çıkabilmesinin adıdır. Çünkü ABD Türkiye’yi tehdit eden çeşitli terör örgütlerini desteklemekte, çıkarları ve stratejisi için Türkiye’yi komşularıyla düşmanlaştırmakta, Akdeniz ve Karadeniz’de Ankara’ya karşı konumlanmaktadır. Türkiye’nin ulusal çıkarlarını koruyabilmek için “çizgi dışına” çıkması zorunluluktur.
 
 S-400 AKP İÇİN PAZARLIK KARTIDIR
Özetle S-400, bağımlılığı zayıflatma, bağımsızlığı güçlendirme hamlesidir. Sorun şu ki S-400 Türkiye’yi yöneten iktidar için bu anlama gelmemektedir. Doğru S-400’ü Rusya’dan AKP hükümeti almıştır ancak yukarıda özetlediğim nedenlerle değil, “müttefiki ABD’yle” daha sıkı pazarlık yapabilmek için!

Çünkü Erdoğan, “Neo-Abdülhamit”tir; kendisine bölgede alan açabilmek için Rusya’yla işbirliği yapar, bunu ABD’yle pazarlığında kullanır, ABD ve Rusya’yı ise AB ile dengelemeye çalışır. 

İşte Ankara’nın “S-400’leri kutulara koyalım, ABD’den F-35 alalım” yoklaması bu nedenledir. Doğa Öztürk’ün önceki gün Cumhuriyet’te manşetten verilen bu haberinin yalanlanmaması, zaten AKP hükümetinin son uygulamalarıyla da uyumludur.

DOLAR TEHDİDİ
Erdoğan’ın politikalarını bir stratejinin taktikleri olarak değerlendirmek mümkün değildir. Erdoğan’ın dış politikaları da iç politikaları da öncelikle “iktidarda kalabilmek” içindir.

Örneğin Mayıs 2023 seçiminden bu yana hangi politikaları öne çıkıyor? Mehmet Şimşek’in uygulayıcılığında neoliberal ekonomi, Mavi Vatan ve Doğu Akdeniz’de  geri adım, ABD’nin Rusya’ya yaptırımlarına kısmi uyum, Suriye’yle normalleşmeye fren, sığınmacı politikasına devam, yeniden “AB stratejik hedefimizdir” söylemleri, İsrail’i korumaya gelen ABD savaş gemileriyle ortak tatbikat vb..

Peki bu geri adımlar neden? Çünkü ekonomi-politikaları ile Türkiye’yi krize soktular, iktidarda kalabilmek için yeni borçlara ihtiyaçları var.

New York bankerleri ve Londra tefecilerinden borç bulabilme programı uygulayan AKP hükümeti, içerideki kimi sermaye grupları kavgası nedeniyle, zaman zaman baronların sözcülerinin sopalarıyla hizada tutulmaya çalışılmaktadır. Uluslararası faiz baronlarının sözcülerinden Timothy Ash’in şu son mesajı bu nedenledir: “Şunu netleştirelim: Şimşek istifa ederse veya görevden alınırsa son bir yıl içinde görülen  20 milyar dolardan fazla portföy girişinin tamamı çıkacaktır. Bu da hızlanan dolarizasyon, büyük döviz rezervi kaybı, yeniden büyük bir devalüasyon anlamına gelir. Sistemik bir kriz (bankalar, ödemeler dengesi ve kamu borcu) çok olası olacaktır.”

DEVLETÇİLİK VE KARMA EKONOMİ
Atatürk’ün “Tam bağımsızlık ancak mali bağımsızlıklık ile mümkündür” saptaması, geçen yüzyıldaki tüm antiemperyalist büyük devrimcilerin ortak saptamasıdır. 
Türkiye’nin esas meselesi de budur. Türkiye’nin devletçilik ilkesinden sapmasıyla Atlantik cephesi içinde bağımsızlığının aşınması aynı süreç içindedir. 
Türkiye, 21. yüzyılda tam bağımsız olacaksa, baron sopalarına maruz kalmak istemiyorsa ABD stratejilerine eklemlenen vassal ruhlu hükümetlerden kurtulmak ve yeniden devletçiliği yükseltip kamu-özel karma ekonomi sistemi uygulamak zorundadır.               
                                                  /././

Deli kızın bohçası -Miyase İlknur-

Millet olarak delirme aşamasına gelmiştik. Ama devletin ya da “Devlet benim” diyenlerin delirmesi yeni değil. Son günlerde yaşananlara bakınca, bu konuda delirmenin de ötesine geçilmiş nirvanaya ulaşmış durumdalar.

Yargı sopası kullanılarak sandıktan çıksa da kimin milletvekilli olacağına iktidar karar veriyor. Muhalefet partilerinin liderlerini “Ben tayin ederim” diyor.
HDP lideri Selahattin Demirtaş’ı sırf “Seni başkan yaptırmayacağım” dediği için hapse atıyor. Bir davadan beraat ettiğinde bohçadan “hoop!” başka bir dosya çıkarılıyor. Bu kez ondan ceza veriliyor.

Gezi davasıyla topluma sopa gösteren iktidar, aynı yöntemi Osman Kavala için de kullandı. Bir davadan beraat ettiğinde yine bohça içinden başka bir dosya çıkarılarak “Bitmedi bir de bu vardı” diye başka bir davadan tutukluluğu sürdürülüyor.

Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ortada iken “İstediği kararı versin, vız gelir tırıs gider” havası çalan Cumhur İttifakı, bununla yetinmeyip muhalefetin içini de dizayn etmeyi görevleri arasında sayıyor.

Kendilerine seçim kaybettiren ve kaybettirecek adayları yargı eliyle siyasetin dışına iterek muhalefeti dizayn etmeyi de görev edindi. HDP ve onun devamı partinin yönetim kadroları ve belediye başkanlarına siyaset yasağı eskiden beri vardı. Sonradan buna CHP’yi de eklemledi. Önce 2019 seçimlerinde İstanbul’da AKP’ye seçim kaybettiren aktörlerden CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na beş yıl siyaset yasağı getirerek ringin dışına attı. Ardından İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na akıllara ziyan bir davayı günü geldiğinde kullanmak üzere sümen altında bekletiyorlar. Kamuoyunda “ahmak” davası olarak bilinen bu dava bugünlerde yine harlandı. Kimine göre adli tatilin bitiminde, kimine göre aday belirleme süreci yaklaştığında dava sonuçlanacak. Tabii Ekrem İmamoğlu’nun aleyhine. Beş yıl siyaset yasağı getirilmek suretiyle adaylardan biri elenecek. Ola ki bir terso durum olur da bu davadan beraat ederse deli kızın bohçasında ek davalar da hazırda.

BAŞKA DELİ KIZLARIN BOHÇASI DA VAR
Can Atalay ve İmamoğlu’na karşı yapılan yargı darbesini tartışırken hooop bir dava da CHP 7.Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na geldi. Hem de Sinan Ateş davasından sanık sandalyesine oturtulması beklenen MHP’li İzzet Ulvi Yönter, Feti Yıldız ve İsmail Faruk Aksu’nun şikâyetiyle. Gel de Bekri Mustafa’yı anma.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlığı geçen yılın mayıs ayından beri yok. Peki neden şimdi?

Vardır bir hikmeti. Amaç CHP’yi karıştırmak mı, yoksa CHP yönetimine “Akıllı olun sıra size de gelebilir” mesajı mı bekleyip göreceğiz. Kokusu çıkar nasıl olsa.
İyi de bu saçmalıklar CHP’yi daha da kenetlerken kamuoyunun tepkisi iktidara yönelemez mi?

Yönelir elbet. İmamoğlu’nun seçimini iptal ettirdikten sonra yenilenen seçimin sonucu ortada. O kadar çaresizler ki bütün tuşlara basıyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar “Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz.”

Seçim yaklaşırken deli kızın bohçasından bakalım daha ne çeyizler çıkacak. Ama dikkat etsinler başka deli kızların bohçasında da kendilerini diken üstünde oturtacak neler var neler. Biz demiyoruz iktidar ortağı MHP’nin verdiği sübliminal mesajlar diyor.

                                                     /././

                                          Cumhuriyet - GÜNCEL

Gümüşhane'de film gibi olay: Yarım kalan cami inşaatı nedeniyle tarihi kilisede namaz kılmaya başladılar.

Gümüşhane’nin Torul ilçesindeki bir köyde yıllar önce başlanan cami inşaatının maddi sorunlar nedeniyle tamamlanamaması nedeniyle tek odalı tarihi kiliseden camiye çevrilen bina içerisinde namaz kılmak zorunda kalan köy halkı camilerinin bitirilmesi için destek bekliyor.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/gumushanede-film-gibi-olay-yarim-kalan-cami-insaati-nedeniyle-tarihi-2243070)

                                                                 ***
Aynı havuzda 2. çocuk ölümü: İşletmenin ruhsatı olmadığı ortaya çıktı

Manisa'da 3 yıl önce 8 yaşındaki bir çocuğun öldüğü havuzda, bu kez de Halil Umut Kocakaya (5), boğularak hayatını kaybetti. İncelemede, havuzun ruhsatsız olduğu ortaya çıktı. Sorumlu müdürünün tutuklandığı, işletme sahibinin arandığı olaya ilişkin ailenin avukatı Haşim Çelik, "Yaptığımız araştırmada baştan sona ihmaller zinciriyle, bu ölümün meydana geldiğini tespit ettik" dedi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/ayni-havuzda-2-cocuk-olumu-isletmenin-ruhsati-olmadigi-ortaya-cikti-2243091)

                                                            ***

Tonlarca ölü balık deniz yüzeyini kapladı... Yunanistan'da olağanüstü hal ilan edildi!

Yunanistan'da tonlarca ölü balığın deniz yüzeyini kapladığı Volos kentinde 1 ay olağanüstü hal ilan edildi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/tonlarca-olu-balik-deniz-yuzeyini-kapladi-yunanistanda-olaganustu-2243090)

                                                                 ***

Emekli maaş sistemi sil baştan değişiyor: Yeni aylık hesaplama yöntemi ortaya çıktı

Emekli maaşına yeni sistem yolda... Orta Vadeli Program'da (OVP) yer alan yeni sistem ile çalışanların daha çok sistemde kalmaları teşvik edilecek. Peki yeni sistemle aylık nasıl hesaplanacak? İşte tüm ayrıntılar...(https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/emekli-maas-sistemi-sil-bastan-degisiyor-yeni-aylik-hesaplama-yontemi-2243037)

(Cumhuriyet)




 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder