23 Ağustos 2024 Cuma

soL "KÖŞEBAŞI" -23 Ağustos 2024-

 AKP'den tarıma da Osmanlıcı 'çözüm': İşlenemeyen tarlalar kime, nasıl kiralanacak?  -Emre Alim-

Milyonlarca dönüm araziyi tarımdan koparan AKP, 2 yıl işlenemeyen arazileri tarıma açmaya hazırlanıyor. Keyfiyete kapı aralayan uygulama AKP'nin kabarık sicili düşünüldüğünde güven vermiyor.

Osmanlı'da klasik dönemin öne çıkan uygulamalarından biri Tımar Sistemi. Bu sistemde reaya yani vergiye tabi halk, toprağını üç yıl üst üste ekmek zorunda. Aksi halde Tımar beyi o toprağı alıp başkasına verme hakkına sahip.

500 yıl öncesine ait uygulama biçim değiştirerek bugünün Türkiye'sinde yeniden hayat buldu. 

Açıklanan yeni yönetmeliğe göre, üst üste iki yıl işlenemeyen tarım arazileri, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından tarımsal amaçla sezonluk kiraya verilecek.

Amaçlananın tarımsal üretimi artırmak olduğu düşünülebilir. Ancak AKP'nin tarım alanındaki kirli sicili, iyimser yorumlara imkan vermiyor.

Uygulama 2005 yılında çıkarılan Tarım Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu'na dayanıyor. Kanuna geçen sene yapılan ek sayesinde iki yıl işlenemeyen arazileri kiralama hakkı devlete verildi. Bugün ilan edilen, bu hakkın nasıl kullanılacağına ilişkin yönetmelik.

Kiraya verilecek alanları il veya ilçe düzeyinde kurulacak Arazi Tespit Kurulu belirleyecek. Kira arazi sahibine ya da sahiplerine ödenecek. Kira bedeli,  komisyonun belirlediği rayiç bedel üzerinden hesaplanacak. Eğer komisyon uygun görürse fiyatı rayiç bedelin yüzde 15'i kadar aşağı ya da yukarı çekebilecek.

Uygulamanın ne kadar alanı kapsayacağını, ne derece karşılık bulacağını bugünden öngörmek zor. Ancak veriler, en iyimser tahminlerin dahi tarımın krizine deva olamayacağını gösteriyor.

30 milyon dönümde yeniden tarım yapılacak mı?

Düzenlemeyi soL'a değerlendiren maliye profesörü Oğuz Oyan, ilk olarak IMF ve Dünya Bankası'nın direktifleri doğrultusunda terk edilen tarım arazilerini hatırlatıyor.

"IMF ve Dünya Bankası politikaları AKP'den 2 yıl önce başladı ama esas uygulayıcısı o oldu. AKP, sadakatle uyguladığı o program sonucunda 30 milyon dönüm araziyi tarım dışı bıraktı. 3,5 milyon çiftçi toprağından koptu. Doğrudan gelir desteğiyle başladılar. 'Ekme, üretme, biz sana destek verelim' dediler. Bu geçiciydi ama çiftçiyi topraktan kopardılar. Böylece tarımda Türkiye'yi daha bağımlı hale getirmenin koşullarını oluşturdular."

AKP iktidarı boyunca tarıma kapatılan arazi miktarının şimdi açılmak istenenden katbekat fazla olduğunu vurgulayan Oyan, "ikiyüzlülük" olarak nitelediği yeni uygulamanın bu karakterini basit bir hesaplamayla ortaya koyuyor. 

"Son 20 yıllık politikalarınla 30 milyon dönüm araziyi kaybetmişsin, şimdi diyorsun ki ben burada geri kazanım yapacağım. En iyimser tahminle 1 milyon dönüm kazandın diyelim yani 30'da 1'i. Derde deva mı? Asla. Buradan tarımdaki gerilemeyi telafi edecek bir mekanizma çıkmaz."

'Eğer mülkiyete el konulmuyorsa sonuç vermez'

Tarıma dönüş yalnızca araziyle mümkün değil. Yine AKP döneminde tarımsal girdi üreten her türlü kamu iktisadi teşekkülü özelleştirildi. Birçok tarımsal destekte kesintiye gidildi. Oysa Anayasa'ya göre tarıma ayrılması gereken bütçe gayri safi milli hasılanın yüzde 1'inden az olamaz. Bugün çiftçiye sağlanan destek, Anayasa'nın öngördüğü tutarın 5'te 1'i kadar. 

Oğuz Oyan çözüm için öncelikle çiftçinin elinden alınan bu imkanlara işaret ediyor.

"Bu tür keyfi uygulamalar eğer mülkiyete el konulmuyorsa sonuç verecek şeyler değildir. Yapılması gereken şey filmi geriye sarmak. Yeniden girdi üretimi yapan kamu iktisadi teşekkülleri kurmak. Yeniden destek mekanizmalarını milli gelirin 2 katına yani şimdiki desteğin 10 katına çıkarmak. Bunlardan bahsediyorsanız yapacaklarınızın bir anlamı var. Yoksa laf ola beri gele."

Sahipsiz araziler, muğlak fiyatlama, kayırmacılık...

Sınırlamalara rağmen düzenlemede keyfiyete kapı aralayacak, suistimale açık hale gelebilecek birçok uygulama bulunuyor. Oğuz Oyan bu tehlikeleri şöyle sıralıyor:

"AKP'nin özellikle ilçe teşkilatlarına yakın çiftçiler hep olur. Bunların bir kısmı birtakım yerleri gözlerine kestirerek 'Ey komisyon bunu kiralama kapsamına alalım' diye baskı yapacaktır. Bunlar içinde kapitalist çiftçiler olabilir, küçük-orta boy çiftçiler olabilir, daha önce çiftçilik yapmamış ama bu vesileyle girecek olanlar da olabilir. 

Komisyon rayiç bedeli yüzde 15'e kadar artırıp azaltabilir diyor. Kulp takarak fiyat düşürebilir. Kim, nasıl itiraz edecek? Keyfiliğe açık bir sistem. 

Diyor ki kira parasını mal sahibine vereceğim. Diyelim ki bulamadın, ne yapacaksın? 'Adına hesap açtıracağım, üç aylık mevduat faiziyle orada tutacağım' diyor yönetmelik. Bu kişi hiç çıkmadı ortaya diyelim. Ya da varsayalım arazi 15 ortaklı, 1'ini buldun 14'ünü bulamadın. Ne olacak? Tam bir muamma. Ciddi muğlaklıkları var."

Oyan, yönetmelikte sıraladığı açıkların bir benzerinin AKP'nin 2014'te  Büyükşehir Yasası'nda yaptığı değişiklik sonrasında yaşandığını hatırlatıyor.

Değişiklikle tüm köyler mahalleye dönüştürülmüş, köy tüzel kişiliklerine ait olan araziler yağmalanmıştı. İlçe belediyelerine geçen araziler bugün parti fark etmeksizin birçok belediye tarafından hâlâ satışa çıkarılıyor.

Kapitalist topluma feodal çözüm

AKP'nin tarımdaki yeni modeliyle Osmanlı'daki Tımar Sistemi'nin benzerliklerine dikkat çeken Oğuz Oyan, bunun bir tesadüf olmadığı görüşünde. 

"AKP'nin aklına nereden gelmiş olabilir? Osmanlıcılık özentileri var. Muhtemelen oradan akıllarına geldi. Kapitalist bir toplumda sorunları çözmek için orta çağ feodal döneminin kalıntısıyla yola çıkmak gibi geri bir konuma geçiyorlar. Kapitalist mülkiyet ilişkileri içinde yeri olmayan bir şey bu."

(https://haber.sol.org.tr/haber/akp-isi-yasa-degisikligi-tarimda-sirketler-icin-planlama-361141)  (04/01/2023)

                                                              /././

Ülkü Ocakları istedi, CHP’li belediye Suavi konserini iptal etti: 'AKP ve MHP’nin dümen suyuna girmiş' -Burcu Günüşen-

Konya’da CHP’li Seydişehir Belediyesi 30 Ağustos’taki Suavi konserini tek taraflı olarak iptal etti. CHP'li belediye başkanına tepki gösteren Suavi "AKP ve MHP’nin dümen suyuna girmiş" dedi.

İstanbul’da CHP’li Beykoz Belediyesi’nin organize ettiği Suavi konseri AKP ve MHP ilçe başkanlıklarınca hedef gösterilmiş, küçük bir grup MHP’li konseri basmaya çalışmıştı.

Şimdi de Konya Seydişehir’deki Suavi konseri AKP, MHP ve Ülkü Ocakları tarafından hedef gösterilmesinin ardından CHP’li Seydişehir Belediyesi’nce tek taraflı olarak iptal edildi. 

Ancak belediye konseri iptal ettiğini duyurmadı. CHP’li Seydişehir Belediye Başkanı Hasan Ustaoğlu'nun sosyal medya hesaplarından paylaştığı tanıtımda Suavi'nin konserinin yer almadığı görüldü.

Konserin iptal edildiği haberiyse AKP ve MHP Seydişehir ilçe başkanlarının yaptıkları basın açıklamalarıyla önce yerel ardından ulusal medyaya yansıdı.

Seydişehir'in Sesi’nde yer alan habere göre, Seydişehir Ülkü Ocakları Başkanı Akın Bozkurt da konserin iptali için “Seydişehir Belediye Başkanlığı'yla birtakım görüşmeler gerçekleştirildiğini” söyledi ve konserin iptal edilmesinden memnuniyetini açıkladı.

Suavi o görüşmeyi anlattı: 'Ben korkmuyorum, sen niye korkuyorsun?'

soL’un konuştuğu sanatçı Suavi dün akşam Seydişehir Belediye Başkanı Ustaoğlu’nun kendisini telefonla aradığını ve konseri tek taraflı olarak iptal ettiğini, bu telefon görüşmesinden 20 dakika geçmesinin ardından henüz belediye bir açıklama yapmadan AKP’li ve MHP’li ilçe başkanlarının “Suavi konseri iptal oldu” şeklindeki açıklamalarının haber sitelerine düştüğünü söyledi.

Bu duruma tepki gösteren ve “teslimiyetçilik” diye niteleyen Suavi, CHP’li belediye başkanı Ustaoğlu ile görüşmesini şu sözlerle aktardı:

"Dün akşam bir telefon aldım. Kendisini Seydişehir Belediye Başkanı olarak tanıtan bir zat. Adeta ağlıyordu karşımda. ‘Aman ağabey, etme ağabey, gelme. Sana bir şey olsun istemiyoruz' gibi laflar…

Ben de ‘Sayın başkan sen benim adıma üzülme, ben kendi adıma üzülürüm gerekirse, benim oraya gelme cesaretim var, senin beni orada ev sahibi olarak ağırlama cesaretin var mı onu söyle’ dedim. Kem küm…

Sonuçta ben ona daha derin daha detaylı bir şeyler anlattım, parti ilkeleri üzerinden, bir duruş sergilemenin nasıl olması gerektiği üzerinden anlattım, bildiğim kadarıyla dostça… İkna olmadı. 

Ben de dedim ki ‘Bak protokoller şöyle yapılır, sözlü de olsa yazılı da olsa, olağanüstü neden olmadığı sürece tek taraflı fesih yapılamaz. Sen şimdi durup dururken 3 gün kala tek taraflı fesih yapıyorsun.

E hani sen ülkeyi değiştirecektin, kenti değiştirecektin? Bu kadar korkak olarak olmaz ki! Bak ben korkmadığımı söylüyorum sen niye korkuyorsun. Üstelik beni koruduğunu söylüyorsun, hayır sen kendini korumaya çalışıyorsun. Ama ikna olmadı. Ağabey söylediğin her şeyin altına imza atıyorum ama beni bağışla dedi. Ben de telefonu sonlandırdım.

Belediye sessiz, 'konser iptal oldu' açıklamasını AKP, MHP ve Ülkü Ocakları yaptı

Konsere 3 gün kala belediye tarafından bu iptalin konser ekibi olarak yaratacağı sorunlar bir yana Suavi bir şekilde bunun tolere edilebileceğini, ancak henüz belediye iptale ilişkin bir açıklama yapmadan sözkonusu telefon görüşmesinden 20 dakika geçtikten sonra yerel medyaya yansıyan AKP ve MHP ilçe başkanlarının “Suavi konseri iptal oldu” şeklinde açıklamalarının tepkisini artırdığını söyledi.

Bu telefon görüşmesinin ardından Seydişehir Belediyesi tarafından “Ev sahibi olarak biz değerli solistimizle konuştuk, iptal ettik, o da bizi anlayışla karşıladı” gibi bir açıklama yapılsaydı bunu tolere edebileceğini belirten Suavi şu ifadeleri kullandı:

Ama bu telefon konuşmasından 20 dakika sonra benim önüme Seydişehir’in Sesi gazetesinde MHP ve AKP ilçe başkanlarının açıklaması düştü. ‘Suavi konseri iptal oldu’ diye.

Yahu sen belediye başkanısın korkaklığını anlarım da, bu kadar teslimiyetçi olabilir misin?  Muhalefet partisinin belediye başkanısın orada.”

Hâlâ belediyenin açıklama yapmadığını belirten Suavi, Ustaoğlu ile telefon görüşmesinin hemen ardından AKP ve MHP’li isimlerin “konser iptal oldu” şeklinde basına yaptıkları açıklamalara ilişkin şunları söyledi:

Ben bunu şöyle okuyorum: Belediye başkanı benimle telefon konuşmasını sonlandırdı, sonra hemen -belki yan yanaydılar onu da bilmiyorum- onlara döndü dedi ki ‘Efendim ben gereğini yaptım, talebinizi yerine getirdim, arz ederim’. Böyle demiş olmalı ki karşı taraf da ‘Aferin’ deyip basın açıklamasını yapmışlar. Belediye başkanı kişiliğini, kimliğini kaybetmiş durumda. Bir insan itibarını, kişiliğini bu kadar ayaklar altına alabilir mi? Ben CHP disiplin kurulunun da bunu ele alması gerektiğini düşünüyorum.

Bunu, tolere bile edebileceğim bir durumu, açıklama cesareti bile gösteremeyen bir adamın teslimiyetçiliğiyle ilişkilendiriyorum. O zaman benim karşımda bir CHP’li belediye değil -CHP’nin kurumsal kimliğini tenzih ediyorum- AKP’nin ve MHP’nin dümen suyuna girmiş bir gizli ittifak içerisinde olan başka bir şahıs var diye niteliyorum.”

Seydişehir Alüminyum Tesisleri'nde çalışmıştı

Seydişehir Suavi için, Suavi de Seydişehir için özel bir anlam ifade ediyor. 1970’li yıllarda Seydişehir Alüminyum Tesisleri’nde bir süre çalışan Suavi burada siyasi çalışmalar da yürütmüş. Halkevleri’nin kurucusu olmuş.

Konserine saldırı girişiminin olduğu Beykoz gibi Seydişehir'de de belediye yönetiminin yıllar sonra CHP’ye geçtiğini dile getiren Suavi, Beykoz'da 2,5 saat süren keyifli bir konser verdiğini, saldırı girişimindense ancak sahneden indikten sonra haberdar olduğunu ifade etti.

Beykoz'da yaşananlarla ilgili yargı yoluna başvuracaklarını dile getiren Suavi “Bu estirmek istedikleri ortamı terörize etmek istedikleri ortamı reddediyorum. Ben şu gün çağırsınlar gene Seydişehir’de gidip bangır bangır şarkılarımı söylerim. Ben bu ülkenin bir evladıyım, en az onlar kadar bu ülkede hakkım var. Ayrıca onlara altını çizerek şunu söyleyebilirim, alayınız toplanın bu ülkenin sevdasını ihaleye çıkarın ihale bende kalır” dedi.

Kendisi üzerinden muhaliflere karşı bir “aba altında sopa gösterme hoyratlığı”nın sözkonusu olduğunu da ifade eden Suavi bunun zamanında Ahmet Kaya’ya karşı da denendiğini hatırlattı.

Muhalif sanatçıların izolasyona uğrayabileceklerini, bu ortama teslim olunmaması gerektiğini kaydeden Suavi “AKP’li, MHP’li olmayan insanlar bu ülkede şarkı söyleyemeyecek mi, resim yapamayacak mı, şiir okuyamayacak mı, bir yerde oturup şarap içemeyecek mi? Herkes sizden mi olmak zorunda, sizden olmayan vatan haini, terörist mi?” diyerek tepki gösterdi.

Suavi ayrıca "Benim konserim iptal edilmiş umrumda değil. Kuşkusuz 50-60 kişi ekmek yiyor buradan. Ses düzeninden müzisyenine, ışık ses sistemine, şoförüne kadar. İnsanlar buradan bir ekmek üretiyorlar bu ekonomik krizde. Aynı zamanda aşımızla, ekmeğimizle oynayan bir izolasyona muhatap oluyoruz” ifadelerini kullandı.

Avukat Bişar Abdi Alınak'tan açıklama: 'Bu saldırganlığa boyun eğmenin sonuçlarına dair uyarıyoruz'

Suavi’nin avukatı Bişar Abdi Alınak da konuya ilişkin yaptığı yazılı açıklamada “Bu karar ile, her istediğini linç kampanyalarıyla yaptırabileceğine inanan bu zihniyete cesaret ve cüret veren muhalefet belediyesi başkanı maalesef aynı bağnaz yapı ile hizalanmıştır” diye belirtti.

Avukat Alınak açıklamasında şunları kaydetti:

"Müvekkilimiz Suavi'nin 19 Ağustos tarihinde Beykoz'da sahne aldığı etkinliğe, MHP ilçe teşkilatı ve Ülkü Ocakları’nın örgütlediği hedef gösterme ve linç kampanyasını takiben bir saldırı teşebbüsünde bulunulmuştu.

Aynı yöntemlerle, müvekkil sanatçının Seydişehir Belediyesi'nce davet edildiği konserin de hedef alındığını günlerdir takip ediyoruz. MHP ve AKP ilçe yöneticilerinin açıklamalarıyla gündem edilmeye çalışılan yalan ve nefretin tesiri ile Suavi'nin konseri, CHP Seydişehir Belediyesi Başkanı tarafından tek taraflı olarak iptal edilmiştir.

Takdir edilecektir ki, Suavi'nin ülkenin ve dünyanın herhangi bir köşesinde şarkılarını söylemek için, dinleyicilerinin teveccühü dışında bir davet veya teşvike ihtiyacı yoktur. Bu karar ile, her istediğini linç kampanyalarıyla yaptırabileceğine inanan bu zihniyete cesaret ve cüret veren muhalefet belediyesi başkanı maalesef aynı bağnaz yapı ile hizalanmıştır.

Müvekkilimize yönelen bu sistemli saldırıların asıl hedefi, bu topraklarda barışa ve kardeşliğe duyulan inanç ve Suavi'nin şarkılarının bu inancı hatırlatan sesidir. Bu karar ile bulunacak cüret, mutlaka kararı verenleri de benzeri saldırıların hedefi yapacaktır. Bu saldırganlığa boyun eğmenin sonuçlarına dair, kararı veren iradeyi ve CHP genel merkezini içtenlikle uyarıyor ve sorumluluk almaya davet ediyoruz.

Sonuç ne olursa olsun, Suavi'nin şarkılarının, dayanışma ruhuna inanan her kulağa, dünyanın neresinde olursa olsun ulaşacağını biliyoruz, Suavi şahsında; halk ozanlarımızın, şairlerimizin, yazarlarımızın seslerinin ve kalemlerinin kötülüğe galip geleceği inancı ile ayrıştıran, ötekileştiren bu zihniyeti ve ülkeyi değiştireceği şiarı ile söz yükseltip aynı suda yıkanan muhalefet partisinin belediye başkanını kamuoyunun takdirine sunuyoruz..."

                                                              /././

Boşuna söylenmemiş -Mesut Odman-

"Şimdi gel de o eski sözü, biraz değiştirerek, akıllara getirme: 'Tekeller de tekelciler de onları koruyup kollayanlar da kâğıttan kaplanlardır."

Eskiden beri söylenirdi, söylerdik. Faşizm vahşettir, vahşetin siyasal olanıdır; insanları, özellikle de emekçileri ve onlardan yana olanları vurur, ezer, öldürür. Doğrudur da, hepsi bu kadar değil. Geçen yüzyılda kendisi ezilip süpürüldükten sonra, açık açık, adıyla sanıyla ortaya çıkıp işini görmekten vazgeçmek zorunda kalmıştır. Onun yerine demokrasinin içine gömülerek orada yaşamını sürdürmeyi, gerektiğinde sahne alıp ortalığı düzledikten sonra sahne arkasına çekilmeyi, böylece bir demokratik faşizm yaratmayı başarmıştır. Hatta, faşizm ve faşist sözcükleri bile günlük kullanımdan kaldırılmış; öyle bir ad altında yerine getirilecek işlevleri üstlenen partiler, örgütler, topluluklar, kişiler tarafından hakaret sayılmaya başlamıştır. Hakaret sayılmıştır; çünkü yeni ya da güncel faşistler, emekçi insanlığın belleğindeki korkunç izlerin silinmediğini, silinmek bir yana, yanlarına daha az kalıcı olmayan başka izlerin eklendiğini az çok fark etmişlerdir. “Red ve inkâr” yoluna sapmaları bundandır. 

Bunları böyle bağımsız bir akımın ve onun sürdürücülerinin işiymiş gibi yazıp gidiyoruz ama, gerçeğin öyle olmadığını hemen ekleyerek bu gidişi durdurmak zorundayız; çünkü durum bundan çok farklıdır. Faşizm kapitalizmin ürünüdür, ürünlerinden biridir; onun egemen sınıfından bağımsız bir varoluşu yoktur.

Yazının başlığında hatırlatılan da budur aslında. Eskiden beri söylenen, her ağzını açanın söylediği değil de, geçen haftaki yazımızın başlığındaki deyimle, ağzından çıkanı kulağı işitenlerin söylemeye çalıştıkları budur. Başka kulaklarca ne kadar duyulduğu ise ayrı bir konudur.

Evet, öyle denirdi, derdik: Kapitalizmle derdin yoksa, onunla mutluysan, hiç faşizmden ve faşistlerden söz etme.

Üstelik, burada atlanırsa sorunun kavranmasını güçleştirecek bir gerçeklik daha vardı: Belki de kimileyin bizim ağzımızda bıktırıcı bir tekerlemeye dönüşen “emperyalizm aşamasındaki kapitalizm”di bu. Emperyalizm ise, her şeyden önce, tekellerin egemenliği demekti. Ulusal ve küresel düzeyde egemen olan tekeller için kendi çıkarlarından daha önemli, daha korunması ve geliştirilmesi gereken hiçbir şey yoktu. 

Ancak, tekeller, dev tekeller, uluslararası ya da ulus-ötesi tekeller denince, genel olarak bu sınıfın tekeller dışındaki katmanları da çözümlemenin kapsamı içine giriyor, çözümlemenin kapsamına girenin mücadelenin neresinde olacağı da dışarıda kalamıyordu. Faşizm karşıtlığında tekel dışı burjuva katmanlarının konumlanışı sorusu yahut sorunu gündeme geliyordu. Geliyor ve düşmanı olabildiğince küçültmek türü bir doğal eğilimin etkisiyle, büyük tekellerle kavgada onların dışındaki egemen sınıf katmanlarının da kapsanmasının bir gereklilik olduğu düşünülüyordu. Oysa, bu ikincilerin, öncelikle ekonomik, sonra da sık sık politik olarak tekellerle büyük ölçüde çıkar birliği yahut yakınlığı içinde bulundukları, hatta basbayağı bütünleştikleri (entegre oldukları) gözlenebiliyordu. Örneğin, Türkiye İşçi Partisi’nin yetmişli yılların ikinci yarısındaki karşı plan çalışmasında, en azından ekonominin önde gelen sektörlerinde, bu durumu açıkça gösterebilmiştik.  

Kapitalist sınıfın tekeller dışındaki katmanlarının tekel karşıtı mücadeleye kazanılmasının onların gücünü azaltmak bakımından etkisi yok mudur? Hiç yoktur denemez herhalde. Ama burada da birkaç açıdan bakmak gerekir. Bir kez, bunun olabilirliği oldukça ayrıksı durumlarla sınırlıdır ve kalıcılığı da uzun süreli olmaz. İkincisi, böyle bir katılım için çaba göstermek, mücadelenin hedeflerini, biçimlerini ve kararlılığını olumsuz yönde etkiler; hiç değilse etkileme potansiyelini taşır. Bunlarla bağlantılı olarak üçüncüsü ise tekel dışı burjuva katmanları için artı değer üreten işçi sınıfı kesimlerinin tekelci işletmelerin emekçileri ile birlikte mücadele etmelerini engelleyici, tümüyle imkânsızlaştırmasa bile, önemli ölçüde güçleştirici etkilere yol açabilir.

Tekellerin yalnız ekonomik sorunlarla ilgilendiklerini, o alanda at koşturduklarını sanmak da doğru değil ayrıca. Hayır, toplumsal hayatın bütün alanlarını etkileme, yönlendirme, baskı altına alma peşinde koşarlar. Bizim topraklarımızda tekel ya da tekelci kapitalist deyince ilk akla gelen kişilerden biri, geçen gün iktidar ortağı partinin bir numarasını ziyaret etti. Neler konuştukları açıklanmadı. Sadece saçma sapan denebilecek eski bir hesabın yeniden açıldığı konusunda dünyanın dedikodusunun yapıldığı günler yaşandı. Uzun sürmüş iktidar koalisyonuna ilişkin iç hesaplaşmalarla, aba altından sopa göstermelerle ilgili, en azından bazılarının gerçeklerle az çok uyumlu göründüğü bitip tükenmek bilmeyen “analizler” yapıldı. 

Asıl önemli olansa, milyonları ardından sürükleme iddiasını taşımakla birlikte korumalarıyla dolaşma aşamasındaki bir tekelci kapitalistin “buralar ve her yer benden sorulur” edasıyla soyunduğu gövde gösterisi ve o gösterinin “sportmenlik”le bağdaşmayan küçük bir iteklemeyle yerle yeksan olmasıydı. Oysa, aynı milyonların tribünlerdeki temsilcileri, daha aylar önce “hükümet istifa” sloganlarıyla ortalığı inletiyorlardı. Derken, içlerinden “tespit edilebilenler” için soruşturma başlatıldığı haberleri çıktı.

Şimdi gel de o eski sözü, biraz değiştirerek, akıllara getirme: “Tekeller de tekelciler de onları koruyup kollayanlar da kâğıttan kaplanlardır.”

Bitirirken yinelemekte yarar var: Kapitalizmden, ama öyle vahşi, az gelişmiş, çarpık ve benzeri aşağılayıcı olduğu düşünülen sıfatlarla anılan değil, düpedüz kapitalizmin kendisinden, emperyalizm aşamasındaki kapitalizmden söz etmek istemeyen, faşizmi de ağzına almasın. İkisi birlikte hüküm sürerler çünkü.

                                                            /././              

Ceyhan'da MESEM kapsamında 'sahte çırak' tezgahı: Milyonlarca liralık yolsuzluk -Özkan Öztaş-

MESEM vurgunlarında son ortaya çıkan örnek, Adana Ceyhan'dan. Sahte öğrenciler işyerlerinde çırak gösterildi, devlet milyonlarca lira zarara uğratıldı.

MESEM projesi yalnızca çocuk işçi ölümlerine yol açmıyor. Birilerinin devleti soyup vurgun vurmasının da kapısını aralıyor.

İdareciler hayali çıraklar gösterip maaşlarını cebe atarak para biriktiriyor.

İlk örnek, İzmit'te ortaya çıkmıştı. soL'a gelen bir ihbarla ortaya çıkan milyonlarca liralık yolsuzluk, yargıya taşınmıştı.

Yeni vaka, Adana'nın Ceyhan ilçesinde yaşandı. 

soL'un ulaştığı bilgilere göre Adana Ceyhan ilçesindeki Altı Ocak Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nde MESEM kapsamında kaydedilen sahte çıraklar aracılığıyla yaklaşık 3 milyon liralık vurgun yapıldı. 

'Yüze yakın sahte öğrenci şirketlere pay edildi'

MESEM kapsamındaki öğrenciler, normal liselerdeki öğrenciler gibi değil. Lise son sınıfa gelen öğrenciler bazen haftada sadece bir gün okula gidiyorlar. Kalan günlerde, devletin onlara gösterdiği işyerinde çalışıyorlar. Hatta çoğu okulda son sınıf öğrencileri okula gelmiyor dahi, sadece işyerine gitmekle yükümlüler.

İşte bu durum, kayıtlara bakıldığında, kimin gerçek öğrenci olduğunu anlamayı zorlaştırıyor. Yolsuzluğa bulaşan idarecilerin kullandığı açık, tam olarak bu.

soL, konuyu, Ceyhan'daki vakanın detaylarına ve Milli Eğitim'in işleyişine hakim bir kaynakla görüştü.

Kaynak, Ceyhan Altı Ocak Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nde yaklaşık yüze yakın sahte öğrenci kaydedildiğini ve bunların çeşitli işyerlerine paylaştırıldığını belirtiyor:

"Sonra işyerlerine 'Birkaç öğrenciyi başka usta öğretici olmadığı için size yazmak zorunda kaldık. Çocuk mağdur olmasın, staj hakları yanmasın. Size yatan parayı şu hesaba iletin' diye de talimat veriyorlar. Bu şekilde bir düzen kurmuşlar."

2,7 milyon liralık vurgun

Kurulan düzen, geçtiğimiz sonbaharda fark edildi. 2023 Eylül ayında savcılık harekete geçti ve okula operasyon düzenlendi. Müdür Yardımcısı H. A. gözaltına alındı, 28 Eylül'de tutuklandı.

Gözaltına alınan müdür yardımcısının üzerinden, bir başka öğretmene ait bir banka kartı çıktı. Hayali çırakların paraları, bu hesaba yatıyordu.

Kaynak, süreci şöyle anlatıyor: "Okul idarecisi H.A., parayı Funda Öğretmen adına birinin hesabına aktarıyormuş. İşyerlerine gidip 'Sizde iki çırak var ama sistem 4 tane kaydetmiş. Devletten gelecek parayı Funda Öğretmen'e iletir misiniz?' diyerek paraları başka hesaba aktarmışlar."

Yolsuzluğun ortaya çıkarıldığı tarihe kadar 2,7 milyon liralık vurgun yapıldığı belirtiliyor.

soL'un hesabına göre, aylık vurgun miktarı 1 milyon liraya yakındı. Eğer Eylül 2023'te operasyon yapılmasaydı, bugüne dek devletten çalınan para 10 milyon liraya ulaşacaktı.

Müdür yardımcısı, tutuklandıktan kısa süre sonra görevinden de ihraç edildi. Fakat yalnızca 4 ay cezaevinde kaldı, ardından tahliye edildi. Savcılık henüz iddianameyi hazırlamış değil.

'Ortaya çıkarılması gereken başka örnekler de var'

soL'dan Burcu Günüşen, geçtiğimiz Mart ayında İzmit'teki yolsuzluğu gündeme getirdiğinde, MESEM üzerinden "sahte çırak" vurgunlarının yaygın olduğuna işaret etmişti.

Ceyhan, son ortaya çıkan örnek. Ancak Türkiye genelinde çok daha fazla vaka olduğu anlaşılıyor.

Dört gün önce, 19 Ağustos'ta, MESEM projesinde büyük payı olan eski Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, Hürriyet gazetesinde yazdığı bir yazıda bu gerçeği kabul etti. Eski Bakan, MESEM'i savunmak için, "Burada sorun MESEM’lerden değil, bu imkânı kötüye kullanmak isteyenlerden kaynaklanıyordu. Dolayısıyla soruşturma sonucunda yolsuzluk yapıldığı değerlendirilen durumlar varsa gereği yapıldı" argümanını ortaya attı.

Ancak soL'un görüştüğü kaynak, meselenin birkaç çürük yumurtayla sınırlı olamayacağına işaret ediyor:

"Bu gibi vurgunlar kolay işler değil. Sonuçta okula gidip gelmese de meslek lisesine kaydı yapılacak kişiler bulunması lazım. Bunların belgeleri tamamlanacak. Sonra hesabın aktarılacağı kişiler belirleniyor, bunlar ikna edilecek. Bu insanlar tüm bu işleri yaparken mutlaka birilerine güveniyor. Nasıl olsa soruşturulmam ya da birkaç ay ile kurtulum diye bakıyorlar."

soL'da 13 Ağustos'ta yayımlanan "Ağrı Doğubayazıt'ta bir okula yolsuzluk üssü kurmuşlar" haberimizde, yine Milli Eğitim'de yaşanan bir başka yolsuzluk anlatılıyordu. Bu vakada savcılık, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nden bürokratların da yolsuzluğun parçası olduğunu tespit etmişti.

Türkiye'nin dört bir yanında Milli Eğitim bünyesinde ortaya çıkan yolsuzluklar, Mahmut Özer'in kendini ve hükümeti aklama çabasını boşa çıkarıyor. Eğitimde çürük yumurtalardan kaynaklanan değil, yapısal bir sıkıntı var.

(https://haber.sol.org.tr/haber/mesem-yolsuzluga-da-kapi-acti-cok-sayida-okulda-inceleme-391490) - 07/03/2024

                                                             /././

YKS yerleştirme sonuçları! -Rıfat Okçabol-

"Sayısal verilerin anlamı, ortaöğretimin gerçekten de sorunlu bir alan olduğudur."

ÖSYM, birkaç gün önce Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) 2024’ün yerleştirme sonuçlarını açıkladı1. Temmuz ayında ‘Temel Yeterlilik Testi’ne (TYT) giren öğrenci sayısının 2.819.362 ve Alan Yeterlilik Testi’ne  (AYT) girenlerin sayısının da 1.776.496 olduğunu belirtmiş olan ÖSYM, YKS’de yerleşim puanı hesaplanan toplam öğrenci sayısını 2.755.301 olarak açıkladı (Çizelge 1)!

YKS 2024’te 3.120.870 öğrenci TYT’ye girmek için başvurmuştu. Sınavlara başvurduğu halde girmeyenlerle sınavı geçersiz sayılan (3.120.870-2.755301=) 365.569 öğrencinin yerleşim puanı hesaplanmamıştır. Sınava başvuranların %11,7’sini oluşturan bu sayı oldukça büyüktür ve başvuranlar açısından da önemli bir kayıptır. 

ÖSYM’nin son açıklamasına göre, yerleşme puanı hesaplanan öğrencilerden ancak 1.670.205 öğrenci (%60,6’sı) bir yükseköğretim programına yerleşmek için başvurmuştur. Puanı hesaplandığı halde bir programa başvurmayanların oranı da az değildir (%39,4). Bu oran, bir bölümü yurt dışına gideceği için başvurmamış olsa da, yüksek bir orandır ve öğrencilerin bir yerleri kazanacak puan alamadıklarını göstermektedir. Dolayısıyla YKS’ye başvuranların %46,5 kadarı (%11,7’si sınava girmeden ve %35,8 kadarı da sınava girdikten sonra), umutlarını yitirmiştir. 

Bir programa yerleşmek isteyenlerin %74,7’si (1.670.205-422.216=1.247.989’u),  bir örgün eğitim lisans programına girebilecek puanı alamamıştır.

Lise türü bazında da durum iç açıcı değildir. Yerleşme puanı hesaplanan öğrenciler arasında, Anadolu liselilerin %45,6’sı (930.010-506.2810= 423.729’u), fen liselilerin %40,5’i, özel fen liselilerin %39,2’si, imam hatip liselilerin %35,7’si, mesleki teknik liselilerin 25,6’sı ve diğer lise mezunlarının da %38’i bir programa yerleşme isteğinde bulunmamıştır. 

Bir örgün eğitim lisans programına girme açısından en başarılı liseler sırasıyla fen liseleri (%79), özel fen liseleri (%78,4), Anadolu liseleri (%33,8), diğer liseler (% 27,7), imam hatip liseleri (%25,6) ve meslek liseleridir (%5,5). Bir ilginç durum, bir programa girme başarısı az olan liselilerin daha yüksek oranda başvurmalarıdır.

ÖSYM açıklamasındaki Tablo 2’de yer alan verilere göre, yerleştirme puanı hesaplanan öğrencilerin %39’u (1.074.712’si) lise son sınıf öğrencisidir. %38,2’si önceki yıllarda bir programa yerleşememiş (en az ikinci kez TYT’ye giren) öğrencilerdir. %11,6’sı daha önce bir programa yerleşenler, %8,8’i bir yükseköğretim programını bitirmiş olanlar ve %2,3’ü de yükseköğretimden kaydı silinmiş olanlardır. Tablo 2’den anlaşıldığına göre, yeni mezunların %49,8’i bir programa yerleşmek için başvurmuşken, diğer guruplarda bu başvuruyu yapanların oranı daha yüksektir. Bir programa yerleşmek için en yüksek oranda başvuranlar ise %79 ile yükseköğretimden kaydı silinmiş olanlardır. Bir programa girmek için başvuranlar arasında, bir örgün eğitim lisans programına girmiş olanlar içinde ilk sırayı yeni mezunlar (%35,8) ve ikinci sırayı da önceki yıllarda bir programa yerleşmemiş olanlar (%22,9) almaktadır. 

YKS’ye birden fazla başvurmuş olanların sayısal büyüklüğü, sınava hazırlananların çoğunlukla özel dersler alıp özel dershanelere gittikleri düşünüldüğünde, yükseköğretimin ne kadar piyasalaştığının göstergesi olmaktadır. Bir programı bitirmiş ya da bir programa kayıtlı olduğu halde sınava girenlerin sayısal çokluğu da düşündürücüdür: Bu kişiler ya sağlıklı seçim yapamamıştır ya girdikleri programlar onların beklentilerini karşılayacak düzeyde değildir ya da ekonomik nedenlerle üniversite değiştirmek istemişlerdir. Sınava girme gerekçesi ne olursa olsun ortada önemli bir sorun var demektir. 

ÖSYM’nin sınavla öğrenci alan liselerle ilgili yerleştirme sonuçlarını açıklamaması, bu liselerin de diğer liseler gibi başarısız olduklarını düşündürmektedir. 
 
Yukarıda özetlenen sayısal verilerin anlamı, ortaöğretimin gerçekten de sorunlu bir alan olduğudur.

Bir sorun da ÖSYM ile ilgili olarak ortaya çıkmaktadır: ÖSYM açıklamasında yer alan Tablo 1’de, lisans programlarına yerleşenlerin toplam sayısı 408.230 ve ön lisansa yerleşenlerin sayısı da 363.307 olarak verilmektedir. Ancak aynı açıklamadaki Tablo 2’de ve Tablo 3’te bu sayılar sırasıyla 422.216 ve 379.954 olarak verilmektedir!!! Bu tutarsızlık, herhalde “Bu kadarcık kusur kadı kızında da olur” diyerek geçiştirilebilecek bir durum değildir!

                                                             /././

Kırşehir'de çiftçi eylem istiyor, ülkücü Ziraat Odası Başkanı 'zor zapt ediyor' -Yekta Armanc Hatipoğlu-

Kırşehir Ziraat Odası Başkanı Mevlüt Toprak, ildeki çiftçilerin sefalete sürüklendiğini, yoğun eylem talebi olduğunu ancak eylemleri kendilerinin engellediğini açıkladı.

Halk gıda fiyatlarının yüksekliğiyle boğuşurken, artan maliyetler ve düşük üretici ücretleri nedeniyle çiftçiler de Türkiye’nin dört bir yanında ayakta.

Balıkesir, Malatya ve Bursa gibi illerde çiftçiler traktörleriyle eylem yaptı, bu koşullarda üretim yapmanın zarara neden olduğunu söyledi.

Çiftçinin memnuniyetsizliği bu illerle sınırlı değil. Ülkenin dört bir yanında çiftçi tepkili ve tepkisini göstermeye hazır.

Kırşehir'de çiftçi eylemini, MHP sempatizanı Ziraat Odası Başkanı önlüyor.

Bahanesi, 'içinden geçtiğimiz zor dönem' klişesi

Kırşehir Ziraat Odası Başkanı Mevlüt Toprak, yerel televizyon kanalı Ahi TV'ye konuştu. Toprak, "Çiftçilerimizden yoğun bir şekilde ‘Eylem yapalım’ talebi geliyor Türkiye’nin diğer bölgelerinde olduğu gibi. Yalnız biz bu şekildeki eylemlere karşıyız" dedi.

Toprak'ın eylemlere karşı çıkma gerekçesi, artık herkese bıkkınlık getiren o bilindik argüman: "Karşı olmamızın nedeni de şu şekilde: Ülkemiz gerçekten zor bir dönemden geçiyor. Bundan dolayı da biz çiftçiler olarak her türlü zorluğa göğüs germeye hazırız."

Ziraat Odası Başkanı, ortadaki durumun farkında. Kırşehir özelinde, özellikle arpa ve buğdayda, Toprak Mahsulleri Ofisi'nin açıkladığı taban fiyatların gerçekten enflasyonun çok gerisinde kaldığını ifade ediyor. "Çiftçimiz, yoksulluğa, sefalete sürüklenmektedir" diyor.

Bakan dinlemiş dinlemiş 'inşallah' demiş

Ancak Toprak, meseleyi "diyalog yoluyla" çözmek yanlısı: "Biz eyleme şu anda karşıyız. Sorunlarımızı, sıkıntılarımızı yetkililerle görüşüyoruz. Kendimizi dilimiz döndüğünce ifade etmeye çalışıyoruz. Hükümetimizden çiftçimize destek bekliyoruz."

Toprak, telefonda Tarım ve Orman Bakanı'yla görüşmüş. Bakandan çiftçilere destek istemiş. Bakan'ın bu talebe "inşallah" diye yanıt verdiğini belirtiyor.

Kendisi de durumu inşallahla ifade ediyor: "Sorunlarımızı yetkililere ilettik onlar da inşallah bir çözüm bulacaktır. Bizim amacımız bağcıyı dövmek değil üzüm yemektir."

Ancak belli ki çiftçilerin tepkisini zapt etmek zor. Toprak da bu gerçeği itiraf ediyor: "Şu anda böyle bir ortamda eylem yaparsak askerimizle, polisimizle karşı karşıya geliriz. Bu işin bir kazananı olmaz bundan dolayı da biz şu an Kırşehirimizde çiftçilerimizin eylem yapmasını istemiyoruz. Yalnız, çiftçilerimizden bu yönde yoğun bir talep olduğunu ifade edeyim."

Oda Başkanı çiftçinin değil hükümetin temsilcisi

Kırşehir Ziraat Odası Başkanı'nın ısrarla çiftçilerin eyleminin önüne geçme çabası, siyasi olarak iktidara yakın olmasından kaynaklanıyor. 

Toprak'ın sosyal medyadaki paylaşımları, sık sık MHP kurucusu Alparslan Türkeş'i anan bir ülkücü olduğunu ortaya koyuyor.

Toprak, X hesabından birkaç yıl önce yaptığı bir paylaşımda fırın basıp dört fırıncıyı öldüren, akabinde idama mahkûm edilen Halil Esendağ ve Selçuk Duracık’ı “Darağacında iki yiğit” mesajıyla anmış.

Toprak’ın “saygıyla” andığı bir başka isim de Ferhat Tüysüz. MHP ve Ülkü Ocakları’nın “ülkücü şehit” olarak gördüğü Tüysüz çok sayıda cinayetten hüküm giydi. 6 kişiyi öldürdü, 6 kişiyi yaraladı. 18 yaşından küçükken insan öldürmeye başladı. İşlediği cinayetleri, “Canımız sıkıldı, adam öldürmeye çıktık” sözleriyle anlattı. 1995 yılında cezaevinde öldü.

  (soL)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder