24 Eylül 2024 Salı

T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -24 Eylül 2024-

Özel ama kamucu bir okul modeli: İşçi çocukları da okuyabilsin diye…-Candan Yıldız-

“Başka bir okul mümkün”e inananlar İzmir Bornova’da bir araya geldi, ortaya umut olan bir model çıktı

Okullarda hijyen sorunu var çünkü temizlik personeli bulunamıyor. Zira brüt ücret 8 bin 447 TL ve genel sağlık sigortası dışında sigorta yapılmıyor.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin okullar açıldıktan ancak üç hafta sonra, “30 bin temizlik personeli alınacak” sözü verse de kervanın yolda dizilmediği bir önemde olmalıydı eğitim ve öğretim…

Bir diğer sorun da devlet okullarında okuyan öğrencilerin yetersiz beslenmesi… Türkiye Okul Yemeği Koalisyonu’nun devlet okullarında bir öğün yemek ve temiz su talebi henüz karşılık bulamadı.

Derin Yoksulluk Ağı’nın 2024 verilerine göre (119 öğrenciyle yapılan anket) öğrencilerin yaklaşık yüzde 50'si okulda geçirdiği uzun saatlerde yalnızca ekmek arası sandviç ve tost yiyebiliyor. Ayrıca okula ev yemeği götüren öğrencilere en çok ne tüketebildikleri sorulduğunda makarna ve pilav cevabı öne çıkıyor. Et, tavuk, yumurta gibi yiyecekleri götürebilen yok.

Tablo böyle…

Oysa başka bir okul, eğitim ve öğretim modeli mümkün…

Alt ve orta gelirli ailelerinin çocuklarını hedefleyen bir okuldan söz edeceğim. İzmir -Bornova’da…

Evet özel okul ama başka bir okul… Kurucu kadro eğitim ve sağlığın temel insan haklarına uygun biçimde ücretsiz sağlanması gerektiğine inanıyor. Buna karşın çocukları paralı okula gönderme alışkanlığının ailelerde bu kadar yaygın olduğu bir sosyal iklimde bir öğretmen, bir işçi çocuğu da iyi eğitim alabilsin diye kolları sıvamışlar. Bu nedenle fahiş fiyatlar yok. Kâr amacı da yok… Çalışan ve öğretmenlerin maaşları ile okulun diğer temel giderlerini ve öğrencilere sunulan yemek giderini ödeyebilmek için belirlenen eğitim ücreti KDV hariç yıllık 105 bin ile 130 bin TL (lise) arasında değişiyor, yemek ücreti ise yıllık 36 bin TL. Bu rakamlar 10 eşit taksitte ödenebiliyor.

Nargile tütünü üreticiliğinden kazandığını eğitime aktaran bir iş insanı, “sadece eleştirmek olmaz, bir model oluşturmak lazım” diyen eğitimcilerle bir araya gelmiş ve ortaya başka bir okul çıkmış.

İçecekleri su, soluyacakları hava, giyecekleri kumaş bile düşünülmüş

Eğitim ve öğretim hayatına bu yıl başlayan Bayetav Okulları’nda öğrencilerin içeceği suyun bile düşünüldüğü, sınıflardaki havalandırmanın dikkate alındığı, okul giysilerinin seçiminde kumaşlardaki toksik madde oranının araştırıldığı, yemeklerin nasıl pişirildiğinin hesap edildiği bir eğitim modeli hedefleniyor.

Öğretmen kadrosunda üst sınıf ailelerin çocuklarının okuduğu en iyi özel okullardan gelenler de var, kamudaki görevinden ayrılanlar da…

Peki, devlette olmanın güvencesini, iyi okulların sunduğu sosyal imkanları elinin tersiyle iten eğitimcileri bu projeye ikna eden şey neydi?

“Asıl amaç kamuya model oluşturmak”

Okulun eğitim koordinatörü İsmail Örnek’ten dinleyelim: “Sistemin işlemediğini görüyorduk. Hem özel okul tarafında hem kamuda. Biraz merhamet yorgunluğu diyeceğimiz bir hali yaşayan öğretmenlerdik. Yani siz bireysel olarak kendi yapabileceklerinizi yapıyorsunuz ama karşınızda sistemsel koca bir sorun var ve yaptığınız şey sadece kendi etki alanınızda kalıyor. Yan sınıfta hiçbir şey değişmiyor. Bir model olma amacıyla yola çıktı Bayetav Okulları… Asıl amaç kamuya model olmak, topluma bir model gösterebilmek. Ben aynı zamanda ebeveynim. Lise sona giden bir kızım ve ilkokula başlayacak bir oğlum var. Acı olan şu ki, lise sona giden kızımın derslerinin hepsine yardım edebiliyorum, oysa edememeliyim… Dolayısıyla bu okul bize şu fırsatı tanıyor: Çağın gerektirdiği bilimsel, demokratik bir eğitim nasıl olur, öğrenci merkezli bir eğitim nasıl olur? Bu konuda model olabilmeyi… Aslında burada hepimiz kamusal eğitimi savunuyoruz, ücretsiz kamusal eğitim herkesin hakkı. Ama ortada hakikaten eğitimine güvenebileceğimiz bir kurum olmadığı için dedik ki böyle bir modeli biz ortaya koyalım ve kamuya örnek olalım. Kamu kendi okullarını ne yazık ki nitelikli okullar ve niteliksiz okullar diye ayırıyor. Dışarıdaki eşitsizlikleri giderebilecek, herkese aynı imkânı tanıyan ve birbirinin benzeri okullar olması gerekirken, bugün kamuda kendi içerisinde, işte LGS sınavlarıyla nitelikli okullar ve öyle olmayan okullar gibi bir ayrıma gitmiş durumda. Bu kamusal eğitimin varlık nedenini tehdit eden bir durum.”

Anaokul tuvaletleri

Yemek listesi bu konuda uzmanlığı olan Bülent Şık’tan

Okulda yemekhane sorumlusu olarak çalışan Mustafa Kurşun da iki çocuğunu bu okulda okutabiliyor…

“Bu okulda asıl derdimiz çocuklarımız sağlıklı besine, onların sağlığını tehdit etmeyen gıdalara ulaşabilsin. Besin listelemesini Bülent Şık hazırladı. Okulun felsefesi güzel. Çok heyecanlıyım.”

Mustafa Kurşun’un adını zikrettiği Bülent Şık’ı biliyorsunuz. Uzun yıllardır çocukların maruz kaldığı kimyasal toksik maddelere dikkat çeken, gıda güvenliği konusunda cesur raporlarıyla tanınan bir akademisyen… O da bu projenin öncülerinden…

“Başka bir okul mümkün” felsefesini bir de ondan dinleyelim…

“Sürece dahil olduktan sonra bir çocuk için çevre ne anlama geliyor, buna kafa yordum. Çevre, bedenimizin dışında kalan her şey. Soluduğumuz hava. Temas içinde olduğumuz yüzeyler. Giydiğimiz kıyafet. Yediğimiz içtiğimiz şeyler. Akademik literatür bilgisi üzerinden konuşursak, insanların çevresel tehdit unsurlarına en hassas oldukları dönem 0- 14 yaş aralığıdır. Bu yaş aralığında Türkiye’de 19 milyon çocuk var. Ağır çevresel kirlenmeden, gıda krizinden, yetersiz beslenme sorunlarından en ciddi hasarı gören, mağdur olan kesim de çocuklar. Burası ise çocuk odaklı bir yer. Daha mimari proje aşamasında, sınıflardaki taze hava sirkülasyonu nasıl olabildiğince hızlı yapılabilir, bunlara kafa yorduk. Kendi mutfağımız olsun istedik. Bunu zaten ben yıllardır savunuyorum. Suya bedava erişim çok önemli. Bunu sağladık. Şebeke suyunu arıtan su ünitelerimiz var. Çocuklar gidip hem direkt çeşmeden su içebilecek, mataraları varsa su doldurabilecek. Çocuklarda gelişimi bozan, yani nörolojik gelişimi, üreme sağlığı sisteminin gelişimini ya da hormonal sistemi kötü etkileyen çeşitli toksik kimyasallara maruziyeti ne kadar azaltırsak çocuğun akademik başarısı da o ölçüde yukarı gitmeye başlıyor. Bunun için okul üniformaları için de kafa yordum. Tekstilci değilim ama kimyacı olduğumu söyleyebilirim. Konuyu araştırmaya başladıkça dehşete kapıldım. Çocuklar okula çıplak gelse daha iyi ya. İnanın abartmıyorum. Ama bilimin söylediği şeylerle uygulama arasında bir optimal nokta bulmak durumundayız. Sağ olsun bir tekstilci dostumuz geldi ve onunla uzun bir toplantı yaptık. Arkadaşlar, giysi seçeceksek kriterler şu olmalı dedik. Bir çocuğun toksik kimyasala en az maruz kalacağı kumaşlardan kıyafetler üretildi. “

Bülent Şık’ın sözünü ettiği çocuk ve doğa dostu mimariyi gözünüzle de görebiliyorsunuz.

Bülent Şık (Akademisyen) - Bora Alaca ( Mimar)

“Okulun felsefesiniz yapı tasarımına yansıttık”

Bu projeye inanan mimar Bora Alaca’ya kulak verelim: “Okulun felsefesini içinize sindirdiğiniz zaman tasarımı bu yönde yapmanız lazım. Yani beslenmeden tutun taze havaya, taze havadan tutun kullanılan malzemenin niteliğine, insanların bunu hak ettiğini düşünüyorsunuz ve bunun yapılabilir olduğunu görüyorsunuz. Biz burada bir okul binası değil de bir yaşam alanı tasarlamak istedik. Burayla ilişkisi olan herkesi sarsın sarmalasın istedik. İlk duygu ev sıcaklığı, koruma sıcaklığının olması üzerineydi. Yapının sadece biçimi değil işlevini de konuşmak lazım. Bir çevre bilincinin verilmesi için birtakım izleri taşıması lazımdı bu yapının. Güneş enerjisinden tutun da atık ayrıştırmaya, sağlıklı beslenmeye bir sürü fonksiyonla beraber bu binanın ihtiyaçları belirlendi ve yapıldı. Ruhumuzu dinlendirmek için değil de bilimin söylediğini dinleyerek işler yaptık. Yağmur suyunu hasat ediyoruz. Suyu doğru kullanmak için bir kültür yaratmaya çalışıyoruz. Aslında okulun felsefesinin yaratmaya çalıştığı kültürü yapıyla birleştirmeye çalışıyoruz. Mesela bizim ısı geri kazanım cihazlarımız var. İçerideki havanın derecesini kullanarak minimum enerjide bir taze hava sağlıyoruz. Klima santrallerimiz taze havayla çalışıyor. Depreme dayanıklılık gibi Türkiye'de ve dünyada gerçek olan bir sorun var. Bunda da bir model teşkil etmek üzere bir çabamız vardı. Türkiye'nin nitelikli deprem mühendisleri ile çalıştık. Umarım bunlar görülür, duyulur ve yapılabilir olduğu ortaya çıkar.”

Okuldan bir kare

“Böyle bir eğitim için şehir değiştiren veliler var”

Ortaokul-lise müdürü Nurcan Sonuç, hayatta durduğu yeri güçlendirecek bu modele inandığı için hayatını tamamen değiştiren öğretmenlerden biri… İstanbul’dan İzmir’e taşınmış proje için. 18 yıldır da İstanbul'da bir özel okulda çalışıyordum. Hani eğitimi nitelikli fakat erişilebilirliği az olan okullardan. Ve aslında orada çalışırken eğitimin ücretsiz olması, sağlığın ücretsiz olması gerektiğini savunan bir yerden kendi okulumuzun dışındaki öğretmen ve velilerle eğitimin dönüşebilmesi için çalışmalar yapan bir yerde duruyordum. Özellikle kurucu kadronun uzun yıllardır hayalini kurduğu şeydi bu. Eğitimci arkadaşlarla bu vizyonda bir şey yapmak için hep bir hayalimiz vardı ama gücümüz yoktu. Sonuçta kolay bir şey değil İstanbul'dan İzmir'e gelmek, hayatı tamamen değiştirmek. Epey güçlü bir nedeniniz olması gerekiyor. Böylesi bir eğitim modeli için şehir değiştiren velilerimiz var. Okulun tüm paydaşlarının sözünün dikkate alındığı ama hep çocuğun odakta durduğu bir model. Velilerimize de söylüyoruz çocuğun iyi olma hali ve ihtiyaçları için sizinle çatışabiliriz diyoruz. Bunu kabul eden insanlar geldi. Öğrencilerin bütünsel ve anlamlı öğrenmesini sağlayacak, dil ve düşünce becerilerini geliştirecek bir eğitim hedefliyoruz.”

“Yabancı değil ikinci dil diyoruz, çocuk yabancıyı kabul etmez”

ABD’de dil konusunda doktorası olan İngilizce öğretmeni Coşkun İşlek’in anlatımlarıyla eğitimin içeriği ve yöntem kafamda daha somutlaştı: “Türkiye'de dil öğrenmeye yönelik travmalarımız aslında küçük yaşlarda başlıyor. Çünkü öğrenmeye karşı olumlu tutum geliştirmemiz gereken dönemlerde biz çocuğu ezbere dayalı, başarmaya dayalı, sürekli hatalarını ön plana çıkaran bir dil modelinden gidiyoruz. Halbuki ana dil olarak İngilizce öğrenen çocukların da bir öğrenme döngüleri var. Bu döngüleri içinde önce duyduklarını doğru algılarlar. Sonra sistematik hatalar yaparlar. Yeteri kadar girdi olduktan sonra sistematik ve analitik olarak yerleştirirler. Bizim burada yapmaya çalıştığımız şey, çocuğun dil öğrenme konusunda baskı hissetmeden dil öğrenmeyi kendi otomatik olarak yapabileceği, diğer öğrendiği şeylerle birlikte algılayabileceği ve birleştirebileceği bütünlüklü bir program oluşturmak. Mesela ben burada programı yaparken İngilizceyi ‘yabancı dil’ olarak belirtmiyorum. Çünkü yabancı olan şey ötekidir. Çocuklar ötekiyi kabul etmez. Burada çocuklara ikinci dil diyoruz.”

Bayetav Okulları kurucu ekip

“Biz bir öğrenme topluluğuyuz”

Okul öncesi ve ilkokul müdürü Yıldız Ayyıldız’ın anlattıkları hayata dair derdi sadece kendisi ve yakınları olmayanlar için bir esin kaynağı…

“Hayatta ayrımcılıkla derdi olan bir insanım. Çocuklar iyi olsun, hayvanlar iyi olsun, kimse dışarıda kalmasın. Bu habitatın üzerindeki herkes adil bir düzeni hak ediyor ve ona ulaşabilsin. Eğitimci olduğum için de eğitim meselesi de ulaşılabilir olsun, erişilebilir olsun. Tüm çocuklar dışlanmadan, ayrımcılığa maruz kalmadan nitelikli eğitime ulaşabilsin. Hep derdim bu oldu. Türkiye'de ve dünyada ayrımcılık ciddi bir sosyolojik sorun. Birçok kimlik üzerinden tanımlamalar yapılıyor ve o tanımın dışında, makbul vatandaş tanımının dışında kalanlar ayrımcılığa maruz kalıyor. Çocuklar da bu eğitim sistemi içinde bazı kimliklerle dışarıda bırakılıyor. Kimse dışarıda bırakılmasın, herkes adil bir eğitime ulaşabilsin diye eğitimciler olarak uğraşıyoruz. Herkesin çeşitliliğinin ve bireysel özelliklerinin hesaba katıldığı bir habitat yaratmak derdimiz. Hepsine aynı ihtiyaçtaymış gibi bakmayan, tek tip öğrenme tasarımına gidilmeyen bir model. Çocuklar söylediklerimizden daha çok yaptıklarımızı öğreniyorlar. Biz birbirimize ayrımcı davranırsak, bizim sözümüz daha barışçıl çıkmazsa çocukların barış dili oluşturması mümkün olur mu? Velilere de aynı şeyi söylüyoruz. Benim çocuğum derseniz aynı dili konuşmuyor olacağız. Bizim çocuklarımız derseniz o dili oluşturabiliriz. Biz bir öğrenme topluluğuyuz.”

Anaokulu sınıfından bir kare

“Çok fazla duvara çarptım, canım acımaya başladı bu çarpmalardan”

Rehberlik ve psikolojik danışmanlık koordinatörü Cemal Yıldız da 20 yıllık kamudaki görevini bırakıp aynı hayali paylaşan öğretmenlerden.

“Çeşitli illerde çeşitli okul türlerinde çalıştım ve okullardaki eksiklikleri sürekli değiştirmeye, dönüştürmeye çalışan bir yanım vardı. Kırılgan gruplar, dezavantajlı gruplar ya da özel falan gibi bir etiketleme yapmak istemiyorum ama hepimiz kırılgan bir grubun içindeyiz aslında. Ya da hepimiz bir dezavantajın özetiyiz. Türkiye zaten böyle bir ülke, böyle bir coğrafya. Onu özel yapmanıza gerek yok. Her öğrendiğim tekniği, her öğrendiğim stratejiyi, her öğrendiğim bilgiyi, beceriyi okulumda diğer öğretmenlerle paylaşmaya çalıştım. Ama çok fazla duvara çarptım. Canım çok acımaya başladı bu çarpmalardan. Bir buçuk senedir bu fikrin içerisindeyim. Ama gördüğüm tek şey şu: Gerçekten diri bir dayanışma. Bu okulun bir arada nasıl yaşarız hikayesini ayakta tutan şey dayanışma.”

Sınıflardan bir kare

Gelelim bu hayal için maddi birikimini ortaya koyan, sürdürülebilir noktaya gelene kadar okulu finanse eden isme…

Görünür olmayı sevmediğini söyledi ama az da olsa konuştu. Akdeniz’de doğmuş, Ege’de bir köyde büyümüş. Küçük yaşta tütün tarlalarında çalışmış. Üniversiteden devrimciliğe oradan da tütün ekspertizliğine, fabrika sahipliğine uzanan bir hayatı var. Bir arada yaşama kültürüne hizmet edebilecek her projeye elini uzatıyor. Hayatı değiştirip dönüştürmeyi devrime ertelemeyen bir sol özeleştirisi gibi…

Epey uzattım. Ali Rıza Çelik’in ilginç hayatı da yarına kalsın…

                                                        /././

Yabancı sermayede oynaklık ve faiz -Ercan Uygur-

Türkiye’ye giren yabancı sermaye, geldikten kısa bir süre sonra kârını yapıp çıkabiliyor. Sonra riskleri tartıp bir kez daha giriş yapıyor ve kârıyla yine çıkıyor. Bu tür dalgalanmalarla politika uygulamak kolay değildir.

Başta ABD ve AB olmak üzere, birçok gelişmiş batı ülkesinin/bölgesinin merkez bankası Eylül ayında politika faizini düşürdü. İsviçre Merkez Bankası’nın (SNB) de iki gün sonra faizi düşürmesi bekleniyor.

Diğer merkez bankalarının tersine bir yol izleyen Japonya Merkez Bankası (BOJ) ise, faizi 2024 Mart ve Temmuz’undan sonra üçüncü kez yükseltme olasılığını açıkça belirtmişti. Buna karşılık, eylülde faizi değiştirmedi.

Diğer ülkelerin faiz politikası bizi neden ilgilendirsin? Çünkü bu politikalar sermaye hareketlerini ve Türkiye’ye yönelik kısa vadeli döviz giriş-çıkışlarını etkiliyor. Bu yazıda önce kısaca Japonya’daki faiz gelişmelerini irdeliyorum.

Sonra bu gelişmeler ışığında Türkiye’ye kısa vadeli yabancı para giriş-çıkışlarını, yani portföy hareketlerini ele alıyorum. Bu para hareketlerinin bazı özellikleri, özellikle oynaklığı dikkatimi çekiyor.

Japonya’da siyaset ve faiz politikası

BOJ’nin faizi 20 Eylül 2024’te değiştirmemesinin bir nedeni, Japonya’da iktidardaki Liberal Demokrat Partinin (LDP) genel başkanının değişecek olmasıydı. BOJ, faiz ve siyaset kararları aynı dönemde olmasın, birbirine karışmasın istedi.

LDP kongresi 27 Eylül’de toplanacak ve ülkenin başbakanı da olacak olan partinin genel başkanını seçecek. Şimdiki LDP Genel Başkanı ve Başbakan Fumio Kishida, bu görevleri üstleneli 3 yıl bile olmadı ve bir genel seçimden başarılı çıktı.

Buna karşılık LDP, Japonya’daki 2024 ara seçimlerinde başarılı olamadı. Ayrıca, yapılan anketlerde, Kishida ve yönetimi olumsuz puanlar alıyordu.

Bunun üzerine Kishida tüm görevlerini eylülde bırakacağını açıkladı. Böyle görev bırakma, seçime girmeme, başka birçok ülkede, örneğin 2023’te yapılan başkanlık seçiminde Arjantin’de de oldu. Bizler için çok şaşırtıcı ve mutlaka belirtmeye değer.

Özellikle son yıllarda yaşadığı tüm başarısızlıklara karşılık, Türkiye’de iktidar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan hiçbir olumsuzluk yokmuş gibi görevine ve harcamalarına devam ediyor. Üstelik bir sonraki dönemde de ısrarla görevini sürdürmek istiyor.

Gelelim Japonya’nın faiz politikasına. BOJ, çok uzun yıllardır uyguladığı eksi faizi de içeren aşırı gevşek para politikasını 2024 Mart’ında bıraktı, küçük bir faiz artışı ile faizi artıya geçirdi ve bu politikayı sürdüreceğini açıkladı. Nitekim, temmuzda bir küçük faiz artışı daha yaptı.

Bu politika dönüşünün olacağını 2023’te BOJ Başkanı olan Kazuo Ueda yıllar önce açıklamıştı aslında. Kendisi başkan olduğunda politikanın değişeceği biliniyordu.

Buna karşılık, Japonya’nın küçük faiz artışları, düşük faizli Yen ile yüksek faizli dolar gibi diğer paraların ticaretini (carry trade) yapanlara para ve sermaye piyasalarında önemli sarsıntılar yaşattı. Dolardan Yene geçişler oldu, Yen değer kazandı. Dolar/Yen kuru BOJ politika beklentilerine göre dalgalı bir seyir izlemeye başladı.

Para ticareti yapanlar çok büyük miktarlar ile işlem yapıyorlar ve etkileri çok büyük. Örneğin, yalnızca Japonya’dan Yen ile yapılan ve bu tür ticarete konu olan miktarın   en az 15 trilyon dolar olduğu tahmin ediliyor.

Şimdi Japonya’nin faiz politikası ile ilgili merakla yanıtı beklenen soru şu; LDP’nin genel başkanı kim olacak? Soru önemli çünkü genel başkan adaylarının para ve faiz politikası yaklaşımları farklı.

LDP genel başkanlığına aday olan dokuz aday var, ancak kazanabileceği düşünülen aday sayısı üç. Bu üç adaydan birincisi Sanae Takaichi, şimdiki ekonomi Güvenliği Bakanı. Seçilirse Japonya’nın ilk kadın başbakanı olacak.

Takaichi BOJ’nin faizi erken yükselttiğini, artık faiz artışına gerek olmadığını ve gevşek para politikasının sürmesinin uygun olduğunu söylüyor. Eğer seçilirse, BOJ’nin şimdiki sıkı para politkasının sürdürülmesi zor görünüyor.

Elbette Takaichi BOJ’ye politika dikte edemez, ancak birbirine zıt görüşler sürerse, BOJ Başkanı Ueda istifaya zorlanabilir. En azından daha zonraki BOJ başkanı gevşek para politikası izleyecek birisi olabilir.    

İkinci aday önceki dönemin Savunma Bakanı Shigeru Ishiba. Kendisi BOJ’nin şimdiki politikasının doğru olduğunu, ancak yine de deflasyon tehdidinin tümüyle ortadan kalkması gerektiğini söylüyor. Diğer bir ifadeyle, BOJ, faiz artışında dikkatli olmalı.   

Üçüncü aday önceki dönemin Çevre Bakanı Shinjiro Koizumi. Bu aday, BOJ’nin şimdi uyguladığı para politikasını tümüyle desteklediğini ve BOJ’nin bağımsızlığına saygı göstermek gerektiğini vurguluyor.

Bir kez daha belirteyim; birkaç gün sonra seçilecek LDP Genel Başkanı ve Japonya Başbakanı BOJ’nin faiz ve para politikasına müdahale edecek değil. Ancak yakın gelecekteki Japonya faiz, para ve maliye politikaları konusunda önemli bir belirsizlik olduğunu da kabul ettmek gerekir.  

İşte bu belirsizlik, kısa vadeli portföy hareketlerinde dalgalanmalar yaratıyor. Diğer yandan, uluslararası sermaye hareketlerindeki dalgalanmalar yalnızca Japonya kaynaklı değil elbette.

Türkiye’de kısa vadeli sermaye hareketleri ve faiz

Nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, küresel sermaye hareketlerindeki oynaklık Türkiye’deki portföy hareketlerinde önemli etki yaratıyor. Türkiye’yi döviz giriş-çıkışı bakımından önemli ölçüde etkiliyor.

Bu oynaklığı Şekil 1’de izleyebiliyoruz. Bu şekilde hisse senetlerine ve Devlet İç Borçlanma Senetlerine (DİBS) yönelik net portföy hareketlerini görüyoruz. Belirteyim, DİBS dışındaki diğer senetlerin, örneğin özel kesim senetlerinin değeri çok düşük olduğu için şekilde yer almıyor.

Türkiye’de ekonomi politikaları 2023 Haziranından başlayarak değişti. Görüldüğü gibi, hisse senetlerinde de borçlanma senetlerinde de 2024 Nisan ayına kadar anlamlı bir değişiklik yok.

Nisan ayından başlayarak girişler artıyor, ancak önemli çıkışlar da yaşanıyor. Bu dalgalanmaların TCMB davranışlarına ve döviz rezervlerine de yansıdığı bellidir. Örneğin, TCMB’nin döviz kurunu belli bir bant içinde tutacağı mesajını verdiği kolayca anlaşılıyor.   

Eğer Japonya’da para politikasında sıkılaşma devam ederse, sermaye hareketlerinde dalgalanmaların süreceği ve belirsizliklerin artacağı bellidir.

Öyleyse, ABD, AB ve diğer batı ülkelerinin faiz indirimleriyle TCMB ve diğer gelişmekte olan ülkelerin merkez bankaları için yarattıkları hareket alanı çok da değişmeyecek görünüyor.

Kaynak: Tradingeconomics

Not: Faiz verileri genellikle Eylül, enflasyon verileri genellikle Ağustos içindir. 

Halbuki, Tablo 1’de görüldüğü gibi, Türkiye’nin politika faizi diğer ülkelere göre artık oldukça yüksek kalmıştır; dünyadaki en yüksek ikinci faizdir.

Şöyle bitirelim:

1) Türkiye’ye giren yabancı sermaye, geldikten kısa bir süre sonra kârını yapıp çıkabiliyor. Sonra riskleri tartıp bir kez daha giriş yapıyor ve kârıyla yine çıkıyor. Bu tür dalgalanmalarla politika uygulamak kolay değildir.

2) Sermaye hareketlerindeki dalgalanmalar yalnızca Japonya gibi diğer ülkelerin faiz/para politikaları ile ilgili değildir elbette. İçeriden kaynaklanan önemli belirsizlikler de var. Bunlardan birisi “itibar yaratmak” üzere yapılan çok yüksek kamu harcamalarıdır.  

3) Bir değeri de bu harcamaları ve anayasaya bile uyulmadığını gözleyen vatandaşların politikalara ve uygulayanlara güvenmemesi ve böylece enflasyon beklentilerini yüksek tutmasıdır.                                          

                                                                /././

Fiş/fatura almayanlara kesilecek cezanın tebliği ve nasıl (kısmen) silineceğine ilişkin…-Murat Batı-

Tebliğ evrakının pusulanın yapıştırıldığı tarihten itibaren 15 gün içerisinde muhatabı tarafından alınması hâlinde alındığı günde, bu süre içerisinde alınmaması hâlinde ise 15’inci günde tebliğ yapılmış sayılır. Süreyi kaçırırsak haklarımız da yanar, aman dikkat…

2 Ağustos 2024’te yürürlüğe giren 7524 sayılı Kanun ile fiş/fatura almayana kesilecek ceza tutarı artırılmış ve ilgili maddede (VUK m.353/3) değişiklikler de yapılmıştı. Her ne kadar fiş/fatura alma konusunda mevzuatta bir yükümlülük olmasa da -ki bu hususu geçen gün bu yazıda belirtmiştim- Vergi İdaresi fiş/fatura almayanları tespit ettiğinde bu kişilere 5 bin lira özel usulsüzlük cezası kesecek. Buna hazırlıklı olun. Ama bu cezadan büyük oranda kurtulma yolu var. Az sabır…

Olası bir durumda fiş/fatura almadınız diye kesilen 5 bin lira ceza size tebliğ edilmeli ki siz de bunu ya dava konusu yapabilin ya idareden indirim talep edebilin ya da ödeyebilin. Bu nedenle bu cezanın size usulünce tebliğ edilmesi oldukça önemli.

2 Ağustos 2024 tarihinden önce fiş/fatura almadığınız tespit edildiğinde kesilen ceza, bir tutanakla tespit edilir ve tutanağın bir nüshası size verilip -tutanak, ihbarname yerine geçerek- tebliğ edilmiş olurdu.

Ancak 2 Ağustos tarihinde yürürlüğe girecek şekilde yapılan değişiklikle ceza kesilene yapılacak özel tebliğ hükmü maddeden (VUK m.353/3) çıkarıldı. Yani ceza kesilmesi anında size tutanağın verilmesi tebliğ yerine geçmeyecek artık.

Bu çerçevede kesilecek cezanın muhataba nasıl tebliğ edileceği hususuyla alakalı maddede yeni bir açıklamaya yer verilmediğinden 2 Ağustos tarihinden itibaren bu şekilde kesilecek cezalara ilişkin genel tebligat hükümleri geçerli olacaktır.

Daha basit bir ifadeyle Vergi Usul Kanunu’nda geçerli olan tebligat hükümleri burada da geçerli olacaktır. Ancak ceza kesilen kişinin mükellefiyet durumuna göre bazı farklılıklar oluşacaktır. Çok dikkatli okumanızı önereceğim zira bu yazacaklarımı bilmemek mazeret sayılmayacak.

O nedenle detaylarını birlikte irdeleyelim…

Tebligat, ihbarname ile yapılacaktır

Fiş/fatura almayan kişiye düzenlenen tutanakla birlikte o kişiye kesilen ceza, bir ceza ihbarnamesi ile tebliğ edilmesi gerekecektir. VUK m.366 kesilen vergi cezaları ilgililere ceza ihbarnamesi ile tebliğ edilir hükmü ile açıkça belirtmiş bunu.

Peki bu ihbarname nasıl tebliğ edilecek? Bunun cevabı ceza kesilenin durumuna göre değişiklik gösterecektir.

Şöyle ki…

Mükellefiyeti bulunanlara tebliğ

Ceza kesilen kişinin avukatlık, mali müşavirlik gibi bir serbest meslek faaliyeti ya da restoran işletmecisi gibi ticari faaliyetinden dolayı mükellefiyeti varsa bağlı olduğu (iş yerinin olduğu) vergi dairesince; ticari kazanç, serbest meslek kazancı vs. gibi bir mükellefiyeti yoksa ikametgahının olduğu vergi dairesince ihbarname düzenlenir ve tebliğ edilir.

Ceza kesilen kişinin ticari kazanç, serbest meslek kazancı vs gibi mükellefiyeti varsa yani elektronik tebligat adresi varsa o kişiye tebligat, elektronik olarak yapılır. Elektronik ortamda tebliğ, belgenin elektronik posta adresine ulaştığı günü takip eden 5’inci günün sonunda tebliğ olmuş sayılır. Tebliğe elverişli elektronik adres kullanma zorunluluğu getirilen ve kendisine elektronik ortamda tebliğ yapılabilecek olanlar aşağıda belirtilmiştir. Bunlar:

Kurumlar vergisi mükellefleri

- Ticari, zirai ve mesleki kazanç yönünden gelir vergisi mükellefiyeti bulunanlar (Kazançları basit usulde tespit edilenlerle gerçek usulde vergiye tabi olmayan çiftçiler hariç)

- İsteğe bağlı olarak kendilerine elektronik tebligat yapılmasını talep edenlerdir.

Mükellefiyeti bulunmayanlara tebliğ

Yukarıda belirttiğim gibi elektronik tebligat zorunluluğu olmayanlara yani emekli Ahmet Amca’ya ya da öğrenci Ayşe Hanım’a tebligat posta yoluyla yapılacaktır. Posta ile yapılan tebligatların iadeli taahhütlü şekilde yapılması gerekmektedir. Bu şekilde yapılan tebligatın önemi, tebliği alacak olacak kişinin tebliğ alındısını imzalaması ve bir nüshasının ise vergi dairesi kayıtlarına konulmasıdır. Yani ispat aracı olarak kullanılması şarttır. Bu durumda tebliğe konu işlemin hukuken bir sonuç doğurması sağlanmış olur.

Tebliğ yapılacak adres ise muhatabın bilinen adresine yapılır. Genel olarak bu adres ise MERNİS olarak bilinen merkezi nüfus idaresi sistemidir.

Tebliğ edilmenin önemi ise haklarımızı aramamız için bize verilen sürenin başlamış olmasıdır.

Şöyle ki, tebliğ edilen evrak vergi/ceza ihbarnamesi ise mükellef, tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde duruma göre ya dava açar ya cezada indirime başvurur ya da uzlaşmaya gidebilir.

O nedenle tebliği aldığınız evrak üzerine yazılan alındı tarihi çok önemlidir, aman dikkat...

Evde yoksam tebliğ evrakı posta kutusuna mı bırakılacak? Hayır elbette. Kapıya bir pusula bırakılacak.

Şöyle ki…

Kapıda bir pusula görürseniz dikkat edin, görmezden gelmeyin

VUK m.101/3’te sayılan Nüfus Hizmetleri Kanununa göre oluşturulan adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresinde tebliğe çıkılan hallerde, tebliğ yapılacak kişinin adresinde bulunamaması durumunda (bulunamama durumu o adresten geçici ayrılmaları da kapsar) durum, posta memuru tarafından tebliğ alındısı üzerine yazılır ve en az 15 gün sonra yeniden tebliğ çıkarılır. İkinci defa çıkarılan tebliğ evrakı da aynı sebeplerle tebliğ edilemezse, tebliğ evrakının gönderildiği idareden alınabileceği şerhini içeren bir pusula kapıya yapıştırılır. Bu durum, posta memuru tarafından tebliğ alındısı üzerine şerh ve imza edilerek, tebliğ evrakı, gönderildiği idareye iade edilir. Tebliğ evrakının pusulanın yapıştırıldığı tarihten itibaren 15 gün içerisinde muhatabı tarafından alınması hâlinde alındığı günde, bu süre içerisinde alınmaması hâlinde ise 15’inci günde tebliğ yapılmış sayılır.

Burada tebliğ edilmiş sayılacağı için bizim hak arama süremiz de bu tarihten itibaren başlayacak. Süreyi kaçırırsak haklarımız da yanar, aman dikkat…

Tebligatı alın ki indirimlerden yararlanabilesiniz

Kesilen ceza, ceza ihbarnamesiyle tebliğ edildiği günü takip eden günden itibaren mucizevi 30 günlük süre başlıyor. Bu süre içerisinde dava açabilirsiniz. Dava açmayacaksanız ya uzlaşmaya ya da cezada indirime başvurur cezaları büyük oranda sildirebilir ve daha azını ödeyerek bu yükten kurtulabilirsiniz. O nedenle tebliğ tarihi çok ama çok önemliYok ben bilmiyordum gibi bahaneler sizi kurtarmaz, aman dikkat…

Tebligat yapıldığı günden itibaren 30 günlük süre zarfında cezayı gönderen vergi dairesine gidip ben cezada indirim talep etmek istiyorum derseniz cezanın yüzde 50’si silinir. Bu başvuruyu elektronik olarak vergi dairesine gitmeden de Dijital Vergi Dairesine  yapabilirsiniz.

Hatta kesilen usulsüzlük cezasının tutarı 23 bin lirayı aşmıyorsa ayrıca kalanın da yüzde 50’si tekrar silinir. Örneğin fiş almadınız diye 5 bin lira ceza kesildi ve 24 Eylül Salı günü size tebliğ edildiyse 30 gün içinde yani 24 Ekim gününe kadar (24 Ekim dahil) cezada indirim için başvurursanız 5 bin lira cezanın önce yüzde 50’si sonra da kalanın yüzde 50’si indirilir yani toplamda yüzde 75’i silinir ve 1.250 lira olarak öder borçtan kurtulursunuz. Ancak indirilen borcu süresinde ödemezseniz bu borç indirilmemiş sayılacak, 5 bin lira olarak sizden alınacak, aman dikkat…

Son olarak fiş/fatura istediniz ve vermedilerse bunu vergi idaresinin bilgisine girmeden önce belgenin düzenlenmesi gereken tarihi takip eden beş iş günü içerisinde belgenin düzenlenmediğini vergi idaresine bildirirseniz hiç ceza kesilmeyecektir.

                                                                /././

Emniyet'te deprem: Ankara'da iki polis müdürü Emniyet'ten ihraç edildi! -Tolga Şardan-

Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu, Servet Yılmaz’ın Ankara Emniyet Müdürlüğü döneminde yardımcıları olan Alp Arslan ile Oben Özay’ın “meslekten ihraç edilmesine” karar verdi. İşte haklarında soruşturma ve dava açılan polis müdürleri odağında emniyet kulislerinde konuşulanlar…

Suç örgütü lideri olduğu iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklanan ve halen yargılaması devam eden Ayhan Bora Kaplan soruşturmasıyla başlayan süreç emniyet teşkilatında bazı taşları yerinden oynattı kuşkusuz.

Kaplan’ın gözaltına alınmasıyla başlayan süreçle, siyaset – bürokrasi – yargı – mafya hattında pek çok iddia gündeme geldi.

Söz konusu iddiaların merkezinde önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve ekibi yer aldı.

Özellikle emniyet ve jandarmada görev yapan Soylu’nun ekibi olarak nitelendirilen isimlerle ilgili iddialar konuşulmaya devam ediyor kulislerde.

Soylu’nun Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile yaptığı son görüşmede mevcut durumdan hoşnut olmadığını aktardığı AKP cenahında konuşulanlardan.

Önceki İçişleri Bakanı’nın Emniyet'teki ekibinin liste başı ismi Servet Yılmaz’dı. Bir önceki Ankara Emniyet Müdürü olan Yılmaz, Ali Yerlikaya’nın bakanlık koltuğuna oturmasının ardından görevinden alındı.

Yeri gelmişken; Yılmaz hakkında önemli bir soruşturma süreci başlatıldı. Detaylarını şimdilik vermeyeyim, yakın zamanda gündeme düşecek.

Dikkati çeken iki polis müdürü: Alp Arslan ve Oben Özay

Asıl konuya gelelim.

Soylu’nun ekibinin en tepesindeki isim olan Servet Yılmaz’ın Ankara Emniyet Müdürü olduğu dönemde sağ ve sol kolu diyebileceğimiz iki polis müdürü vardı.

Alp Arslan ve Oben Özay.

Yakın zamana kadar kamuoyunun pek de tanımadığı isimlerdi bu iki polis müdürü. Fakat, Ayhan Bora Kaplan suç örgütü ile eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesiyle ilgili soruşturmalarda kimi ifade ve belgelerde isimlerinin geçmesi nedeniyle tanındılar.

Arslan, Yılmaz döneminde Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nden sorumlu Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı’ydı. Aynı zamanda, 15 Temmuz sürecinde FETÖ’nün Türk Silahlı Kuvvetleri İmamı olduğu öne sürülen Adil Öksüz’ün firarında adı gündeme geldi. O dönemde İstihbarat Şube’de görev yapması sebebiyle sahip olduğu bilgiler ışığında yargılandığı davada beraat etti! Ankara Emniyeti içindeki ülkücü polis müdürlerinden olduğu biliniyor.

Sonrasında Arslan, gerek Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, gerekse sorumlu müdür yardımcılığı görevi sırasında, yakın geçmişte “büyük operasyonlar” olarak açıklanan ancak şimdilerde soru işaretlerini barındıran mafya operasyonlarını yönetti.

Diğer polis müdürü Oben Özay da Ankara Emniyeti Asayiş Şube Müdürü olarak görev yaptı. Bir dönem Başbakanlık Koruma Müdürlüğü bünyesinde görev yaptı. Sonrasında yeniden Ankara Emniyeti’ne döndü.

Özay’ın adı, eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesi olayında duyuldu. Cinayet soruşturmasını yürüten birimin en tepesindeki isimdi Asayiş Şube Müdürü olarak. Yakın zamanda Ateş suikastının kilit ismi MHP’li Tolgahan Demirbaş’ın, cinayetin işlendiği dönemde MHP Milletvekili olan Olcay Kılavuz’un yanından gözaltına alındığı yönündeki tutanağın imha edilerek yerine yeni sahte bir tutanak hazırlanması iddiasına adı karıştı. Aynı zamanda, Ateş’in öldürülmeden önceki son konum bilgisinin, suikastı gerçekleştiren kişilere ulaştırılması olayına adı karışan Mustafa Ensar Aykan’ın arkasındaki isimlerden olduğu ifade ediliyor.

Özay da Arslan gibi Ankara Emniyeti’ndeki ülkücü polislerden birisi olarak tanınıyor.

‘Mafyadan rüşvet alma’ suçlamasıyla yargılanıyorlar

Her iki polis müdürü hakkında Ankara Adliyesi’nde önemli bir yargı süreci başladı. Arslan ve Özay’ın aralarında bulunduğu polisler hakkında, suç örgütü lideri Ayhan Bora Kaplan’a Rolex saat aldırdıkları iddiasıyla ‘rüşvet’ suçlamasından dava açıldı. Davada Kaplan da rüşvet vermekle suçlanıyor.

Aynı davanın içeriğinde Arslan ve Özay’ın “mali profili ile uyumsuz şekilde banka hesaplarına yüksek tutarlarda para yatırıldığı” yönünde MASAK raporları mevcut.

İki polis müdürüne ‘meslekten ihraç’ cezası

Mesleki profillerini ve haklarında açılan ‘rüşvet’ davasını ortaya koyduğum iki polis müdürü hakkında Emniyet Genel Müdürlüğü, geçtiğimiz günlerde önemli bir karar aldı.

Her iki polis müdürünün aralarında bulunduğu Ankara Emniyeti’nden görevli bazı polisler hakkında düzenlenen soruşturma raporu, Emniyet Genel Müdürlüğü’nce sonuçlandırıldı.

Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu, Alp Arslan ile Oben Özay’ın “meslekten ihraç edilmesine” karar verdi.

Meslekten çıkarma, bir devlet memurunun alabileceği en yüksek idari ceza.

Arslan ve Özay’ın hakkındaki müfettiş raporunun, Ankara Adliyesi’ndeki ‘rüşvet’ iddiasıyla bağlantılı olduğu belirtiliyor.

Kararın, Arslan ve Özay’a tebliğ edilmesinin ardından her iki polis müdürünün teşkilatla bağı kesilecek.

Adli ve idari süreçle ilgili dava yolu iki polis müdürü açısından açık elbette.

Şimdi burada “küçük” ama önemli bir tablo var karşımızda:

Suç çeteleriyle mücadele etme görevi bulunan iki üst düzey polis müdürü, mafya liderinden pahalı saat alıyor, mal varlıkları dikkat çekici boyutta.

Her iki polis müdürü, ailelerine ve meslektaşlarına bu durumu nasıl açıklayacaklar acaba?

İşin diğer yönü ise en az bunun kadar vahim.

Haklarında böylesi ağır iddialar ve ithamlar bulunan iki polis müdürünün en tepe yöneticisi konumundaki önceki Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz’ın, bu işlerden haberinin olmaması mümkün mü?

Haberi varsa neden iki personelinin böylesi faaliyetlerine göz yumdu?

Bu tabloya karşın Yılmaz, hemen her polis müdürünün idealindeki yurt dışı müşavir görevlendirilmesi çerçevesinde nasıl oldu da Bakü’ye atanarak ‘ödüllendirildi’ adeta?

İstanbul Emniyet Müdürü Aktaş, kebapçı açılışında

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, kamuoyunu bilgilendirme paylaşımlarında gün geçmiyor ki, İstanbul’da çete operasyonları hakkında bilgi vermesin.

Büyük ölçekli suç örgütlerinin yanı sıra çeteler mahallelerde bile örgütlenmiş artık İstanbul’da.

Yerel çeteler mevcut.

Bu durum, elbette geceden sabaha kadar oluşmadı.

Farklı kişi ya da kişiler, siyasetçiler ve güçlü yapıların kurduğu suç örgütleri, kenti adeta parsellemiş durumda.

Halk deyimiyle kentin vaziyeti “evlere şenlik.”

Suç örgütleriyle mücadele eden veya etmesi gereken kamu kurumlarının en üst sırasında polis teşkilatı var.

İstanbul Emniyeti’nin yöneten ve tecrübeli olduğu ifade edilen Zafer Aktaş, dört yıldan fazla süreden bu yana İstanbul polisinin başında.

Ve maalesef İstanbul’da işler istenildiği gibi gitmiyor. Sayılar ve olaylar bunun göstergesi.

Ortaya çıkarılan suç örgütleri, yakalanan şüpheliler, ele geçirilen silah ve mühimmatın yükselen sayıları, mücadele boyutu kadar ortamı da anlatıyor aslında.

İşte en son henüz 27 yaşındaki polis memuresi Şeyda Yılmaz, şehit edildi.

Hâl böyleyken, hafta sonunda İstanbul Emniyet Müdürü Zafer Aktaş’ın sosyal faaliyetinin görüntüleri kamuoyuna yansıdı.

Aktaş, beraberinde korumalarıyla birlikte Yeşilköy’de bir lokantanın açılışına katıldı. Eski futbolcu Tanju Çolak ile fotoğraf çektirdi.

İşyeri sahibince protokolle karşılandı, uğurlandı.

Bu arada küçük bir bilgi daha vereyim; Aktaş, herhangi bir aksilik olmadığı takdirde aralık başında yaş haddinden emekli olacak. Kısa süre öncesine kadar Emniyet Genel Müdürü olacağı ifade ediliyordu. Ancak bu göreve yapılan atama sonrasında Aktaş, büyük olasılıkla aralık ayının ilk haftasında “sade vatandaş” olarak yeni yaşamına başlayacak.

İstanbul’da bu kadar olay ve iş varken, İstanbul Emniyet Müdürü’nün sosyal hayata uyum aşamasına girmesi tartışılması gereken bir durum.

                                                                     /././

                                                    T24 - GÜNDEM

İsrail Lübnan'a saldırıyor, Hizbullah füzeyle karşılık veriyor: Lübnan'da saldırılarda 492 kişi öldü, bin 645 yaralı var

İsrail hükûmeti olağanüstü hal ilan etti.(https://t24.com.tr/haber/israil-ordusundan-lubnan-a-hava-saldirisi,1185616)

                                                         ***

OVP’de emeklilerle ilgili düzenleme netleşiyor: Çalışan için 2025 formülü!

Çalışan emeklilerden genel sağlık sigortası alınması tartışılıyor.(https://t24.com.tr/haber/ovp-de-emeklilerle-ilgili-duzenleme-netlesiyor-calisan-icin-2025-formulu,1185709)                              ***

Beşar Esad genel af ilan etti: Türkiye'deki sığınmacıların durumu ne olacak, milyonlarca Suriyeli evine mi dönüyor?
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın, asker kaçaklarını da kapsayan genel af ilan etmesinin ardından gözler sığınmacılara çevrilirken, uzmanlar, kararın Türkiye’deki Suriyelileri nasıl etkileyeceğini anlattı. (https://t24.com.tr/haber/besar-esad-genel-af-ilan-etti-turkiye-deki-siginmacilarin-durumu-ne-olacak-milyonlarca-suriyeli-evine-mi-donuyor,1185708)

                                                                ***

Trump: Zelenskiy tarihin en büyük pazarlamacısı, ne zaman gelse 60 milyar dolarla geri dönüyor

ABD, şu ana dek yaptığı 56 milyar dolar yardımla Ukrayna’nın savunmasına destek veren başlıca ülke.(https://t24.com.tr/haber/trump-zelenskiy-tarihin-en-buyuk-pazarlamacisi-ne-zaman-gelse-60-milyar-dolarla-geri-donuyor,1185704)

                                                                   ***

İsmail Saymaz: İsmailağa Cemaati'ne bağlı müftü, Konya'da arabasında bir kadınla çıplak yakalandı

Müftü G.B., daha sonra çarşaflı eşini Konya Müftülüğü'ne getirterek, "O kadın bendim" dedirttiği bir sahneyle kendini savunmaya çalıştı.(https://t24.com.tr/haber/ismail-saymaz-ismailaga-cemaati-ne-bagli-muftu-konya-da-arabasinda-bir-kadinla-ciplak-yakalandi,1185047)

                                                                    ***

Tamer Karadağlı’yı eleştiren tiyatrocu, sorguya çekildiğini belirterek suç duyurusunda bulundu: “Telefonum alındı, üç saat alıkonuldum”
Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçılarından Gaye Filiz Alacacı, sosyal medyada Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Tamer Karadağlı’yı eleştirdiği için telefonu alınarak üç saat boyunca bir odada alıkonulduğu iddiasıyla savcılığa başvurdu. Alacacı, Karadağlı’nın danışmanı olduğu öne sürülen Görkem Ali Kaya ve Özel Kalem Müdürü Ali Ceyhan’dan şikayetçi oldu, Karadağlı’nın, “Lale Devri bitti, çalışmayacaksanız istifa edin” açıklamasını sosyal medyada eleştirmesinin ardından Karadağlı’nın danışmanı Kaya tarafından 3 saat boyunca sorgulandığını, paylaşımını kaldırması ve özür dilemesi konusunda tehdit ve şantaja maruz bırakıldığını iddia etti. T24’e konuşan Alacacı, “Kendisini müfettiş olarak tanıtan Kaya, Karadağlı‘nın danışmanlığını yapıyordu. Yaptığım paylaşımın Devlet Tiyatroları’nın itibarını zedelediğini iddia edip, ‘Bu savcılığa gidebilir’ diyerek beni tehdit etti. Ben de yanlış bir şey yapmadığımı, onlardan korkmadığımı söyledim” dedi.(https://t24.com.tr/haber/tamer-karadagli-yi-elestiren-tiyatrocu-sorguya-cekildigini-belirterek-suc-duyurusunda-bulundu-telefonum-alindi-uc-saat-alikonuldum,1185665)

(T24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder