Yendik, yıktık ve değiştirdik -Ali Ufuk Arikan-
"Ya bize vaaz edilen o masala, bu düzenin değişmeyeceğine ikna olup boyun eğeceğiz ya da bebeklere, çocuklara, kadınlara, işçilere, halklara kan kusturan bir avuç asalağın düzenine son vereceğiz."
Kâr edeceğiz diye yeni doğan bebekleri gözünü kırpmadan öldüren bir düzende yaşıyoruz.
Geçtiğimiz günlerde başkent Ankara’da, Sincan’da bir tarikat medresesinde işkenceye uğrayan çocukları, gençleri gördük… Çocukların, gençlerin hayatını karartan, gericiliğe teslim eden bir düzende yaşıyoruz.
Kadınlar sokak ortasında katledilirken, “gülmeselerdi, orada ne işleri vardı” diyen kopkoyu bir karanlıkta yaşıyoruz.
Ülkemizde yüzde birlik bir kesimin, patronların, halkımıza ait olan kaynakların çok büyük bölümüne el koyduğu zenginlerin düzeninde yaşıyoruz.
Her şeyleri para, biliyoruz. Bir yandan “Filistin halkının yanındayız” deyip, diğer yandan İsrail’e milyonlarca dolarlık dikenli tel satan, askeri tesislerinin enerji ihtiyaçlarını karşılayan alçak bir düzende yaşıyoruz.
Peki, ülkemiz ve bu tablonun benzerini dünyanın başka coğrafyalarında yaşayan halklar gerçekten bu düzene mecbur mu?
Hayatımızı, geleceğimizi karartan, yaşam hakkımızı giderek ortadan kaldıran, ülkeyi ve dünyayı dipsiz bir karanlığa teslim eden bu düzene mecbur muyuz?
Sürekli şunu vaaz ediyorlar:
“Boşuna uğraşmayın… Bu düzenden çıkış yok, daha iyisi de yok! Zaten her şey denendi ve adına kapitalizm denilen bu düzenin gerçekten yıkılmaz olduğu çoktan görüldü.”
Yarın 7 Kasım…
Dünyanın bugün içinde bulunduğumuza çok benzer bir karanlığa gömüldüğü bir dönemde, artık çıkış yok, bir yok oluşa sürükleniyoruz denilen bir aralıkta büyük insanlık yanı başımızda ayağa kalktı.
Yenilmez denilen yenildi, yıkılmaz denilen yıkıldı, değişmez denilen değişti, olmaz denilen oldu.
İnsanlık kendi kaderini kendi eline alabileceğini işçi sınıfını iktidara taşıyarak gösterdi.
Ekim Devrimi insanlığın ileri tüm birikimlerinin temsilcisi ve doğduğu zemin oldu.
Yendi, yıktı, değiştirdi…
Yanı başında, emperyalizmin işgali altında olan ülkemizi herkes 40 parçaya bölmeye çalışırken, onlar kasalar dolusu altın ve silah yardımını hiçbir çıkar gözetmeden, yoldaşça ve kardeşçe ulaştırdı.
Üstelik sihirli bir değnekle, süper kahramanlarla olmadı tüm bunlar. Ayağa kalkan örgütlenen emekçiler, kadınlar ve gençlerdi. Örgütlü bir halkın öncüsüyle buluştuğunda tarihin akışını nasıl değiştirebildiğini gördük.
Şimdi o günlerin üzerinden 100 yıldan uzun bir süre geçti.
Geldiğimiz noktada o büyük devrimin doğduğu ve yayıldığı coğrafyalarda da, işgale karşı ayağa kalkan, saltanata son verip cumhuriyeti kuran ülkemizde de büyük bir yıkıma tanıklık ediyoruz.
Tüm bu yıkımın içinden yine aynı sesler yükseliyor: “Teslim olun, boyun eğin, bu düzen değişmez, değiştiremezsiniz…”
Karar vermek zorundayız.
Ya bize sürekli vaaz edilen o masala, bu düzenin değişmeyeceğine ikna olup boyun eğeceğiz ya da bebeklere, çocuklara, kadınlara, işçilere, halklara kan kusturan bir avuç asalağın düzenine son vereceğiz.
Büyük bir cüret ve iddiayla çıkmamız gerekiyor karşılarına.
Yeneceğiz, yıkacağız ve değiştireceğiz!
İnsanlığı ayağa kaldırmanın, yok oluşu engellemenin tek yolu budur.
Buna inanmayan ve kurtuluş için gözlerini ABD seçimlerine diken, Yeni Osmanlı hayalleri üzerinden ‘kardeşlik’ hikâyeleri anlatan, normalleşme diye yanıp tutuşan, patronların ve tarikatların düzenini sorgulamayı aklına dahi getiremeyen ve NATO’nun emir erliğinden ötesine gidemeyenler başka, biz başka bir dünyanın özlemi içindeyiz.
Ve inanıyoruz, başaracağız.
Güzel ülkemizi bu karanlık düzenden kurtararak başlayacağız işe. Olmaz denilen olacak, tıpkı Ekim günlerindeki gibi...
/././
31 Mart’ta ne olmuştu?-Fatih Yaşlı-
"CHP ve DEM Parti’nin gölgesinden kurtulmuş, güçlü, etkili, toplumsallaşmış bir sol olsaydı, yapılanlar böyle kolay yapılabilir, 31 Mart seçim sonuçları böyle kolay çalınabilir miydi?"
31 Mart seçimleri neticesinde ortaya çıkan tablonun sadece yedi ay içerisinde unutturulması ve silinip gitmesi, Türkiye gibi “gündem manyağı” yapılmış bir ülkede yaşasak bile “ne oldu da böyle oldu” sorusunu sormayı mecbur kılıyor.
Önce sözünü ettiğimiz tablo neydi hatırlayalım. 31 Mart 2024 seçimlerinde 14-28 Mayıs 2023 seçimlerindeki tablo tamamen tersine dönmüş, AKP ilk kez bir seçimi kazanamamış, elindeki çok sayıdaki belediyeyi kaybetmiş, CHP de 1977 seçimlerinden sonra ilk kez bir seçimden birinci parti olarak çıkmış, daha önce belediye kazanamadığı birçok yerde bu sefer başarılı olmuştu.
Peki bu tabloyu yaratan şey neydi? O tabloyu, 14-28 Mayıs seçimleri sonrası Mehmet Şimşek’in ekonominin başına geçmesi ve izlediği program yaratmıştı esas olarak. Enflasyonu düşürme iddiasıyla yürürlüğe konulan Şimşek programı, genel seçimlerin yapıldığı 2023 yılı mayıs ayında yüzde 39.5 iken yerel seçimlerin yapıldığı 2024 yılının mart ayında yüzde 68.5’e çıkmıştı. Aynı dönemde dolar kuru ise 20.7 liradan 32 liraya yükselmişti. Enflasyondaki ve hayat pahalılığındaki yükselişe rağmen asgari ücrete yapılan zam sınırlı tutulmuş, memur ve emekli maaşlarında herhangi bir ciddi iyileştirme yapılmamış, Erdoğan da seçim meydanlarında popülizm uğruna Şimşek programından taviz vermeyeceklerini açıklamıştı.
İşte Türkiye toplumu 31 Mart günü sandığa IMF’li ya da IMF’siz istikrar programlarına dair hafızasıyla ve ekmeğinin adım adım küçüldüğünü görerek gitti ve iktidara 22 yıllık tarihinin en büyük uyarısını yaptı, haritayı baştan aşağı kırmızıya boyadı. Tablonun böyle şekillenmesinin gerisinde ne CHP’nin başarılı muhalefeti ne de adayların kimliği vardı; esas mesele ekonomikti, esas mesele ekmeğinin küçülmesine halkın gösterdiği tepkiydi.
Normal şartlarda böylesi bir tablonun sonucu iktidarın meşruiyet krizine girdiği ve ülkeyi yönetme ehliyetini yitirmeye başladığı yönünde bir tespitten yola çıkarak söz konusu krizi derinleştirmek ve ekmeğin küçülmesi gündemiyle iktidarı erken seçime gitmeye zorlamak olurdu. Şimşek programına alternatif asgari sosyal demokrat bir program bile, geniş halk kitlelerini seferber etmek ve ülkeyi seçim konjonktürüne sokmak için yeterli olabilirdi.
Ancak böyle olmadı; Kılıçdaroğlu’ndan sonra Özgür Özel CHP’si de majestelerinin muhalefeti olmaktan öteye gidemedi ve tarihinin en büyük yenilgisini alan iktidara bir kez daha el uzattı. Bunun için atılan ilk adım ise yandaş Sabah gazetesinden Yavuz Donat’a verilen ve gazetenin “Makama Saygı” manşetiyle yayınladığı röportaj oldu. Özel orada adeta iktidarın 31 Mart’ta aldığı yarayı saracağını, o tabloyu derinleştirecek bir strateji izlemeyeceğini deklare etti, ilerleyen günlerde ise erken seçim çağrısı yapmayacağını, henüz bunun vaktinin gelmediğini söyledi. “Normalleşme/yumuşama” süreci de böylece başlamış oldu.
Özel bir yandan Erdoğan’dan randevu beklerken ve sonrasında normalleşme/yumuşama adı altında karşılıklı ziyaretler gerçekleşirken, öte yandan CHP halkın birikmiş öfkesini pasifize edebilmek, toplumun gazını alabilmek için “butik mitingler” düzenledi. O butik mitinglerin tek bir mecraya akması ve ulusal ölçekte devasa protesto gösterilerine dönüşmesi bilinçli bir şekilde engellendi, 1 Mayıs’ta yaşananlar ise ihanetin boyutlarını gösterdi. Aynı şekilde Şimşek programı doğrudan hedef alınmadı, karşı bir kampanya başlatılmadı, o programın karşısına asgari ölçekte olsa dahi kamucu-halkçı bir program konulmadı.
Tüm bunların sonucu iktidarın istediği zamanı kazanması oldu. Resmi enflasyonun yüzde 60 civarında olduğu bir ülkede asgari ücrete temmuz zammı yapılmayacağı açıklandığında dahi ülkede yaprak kıpırdamadı, işçi, memur, emekli, açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edilmişken buna bilinçli bir şekilde itiraz edilmedi, ses çıkarılmadı, herhangi bir eylemli karşı çıkış örgütlenmedi ve iktidar kendisi açısından en zor dönemlerden birini atlatmayı başardı, program da yoluna devam etti.
İktidar istediği zamanı kazandığı ve yeniden toparlanma aşamasına girdiği için normalleşme ve yumuşama yavaş yavaş miadını doldururken Türkiye Meclis’in açıldığı 1 Ekim 2024 tarihiyle yeni bir konjonktüre sokuldu. Bahçeli o gün TBMM’de DEM Partili vekillerle tokalaştı, ardından da bunun bir nezaket tokalaşmasının ötesinde olduğuna işaret eden açıklamalarda bulundu. Aynı gün Özel CHP’si de “makama saygı” siyasetinin gereği Meclis’te Erdoğan’ı ayakta karşılamıştı.
Bahçeli 8 Ekim günü “uzattığım el, gelin Türkiye partisi olun, gelin teröre cephe alın, gelin bin yıllık kardeşliğimizde kenetlenin teklifidir” derken asıl ses getirecek ve herkesi hayretlere düşürecek açıklamasını 22 Ekim’de yaparak “şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın” çağrısında bulundu.
CHP ve DEM Parti ise bu açıklamanın üzerine önünü arkasını düşünmeden balıklama atladı. Sırrı Süreyya Önder etmesi gereken teşekkürü daha ilk günden zaten etmişti, Özgür Özel ise “puan kaybetmek pahasına dahi olsa tarihin doğru tarafında yer alacağını” söyleyerek daha baştan sürece açık çek veriyor, bunun da ötesinde iktidarı “tarihin doğru tarafında” konumlandırmış oluyordu.
Süreç Bahçeli’nin açıklamasının ardından hızlandı; ertesi gün DEM Parti milletvekili ve Abdullah Öcalan’ın yeğeni Ömer Öcalan yıllar sonra verilen izinle İmralı’ya giderken, PKK de Ankara’da TUSAŞ’a saldırdı ve 5 kişiyi öldürdü. Son bir haftaya ise kayyımlarla girildi ve önce CHP’li Esenyurt Belediyesi’ne ardından da Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyım atandı.
Esenyurt operasyonundan bir gün önce yazdığım ve operasyon günü, yani 31 Ekim’de bu köşede yayınlanan yazımda şöyle demiştim:
Süreç, daha başlamamışken bile muhalefet içerisindeki ayrım ve çatlakları güçlendirmiş ve örneğin şu an için ortak bir cumhurbaşkanı adayı çıkarılmasını imkânsız hale getirmiştir. Hatta daha da ileri gidelim, Özel, Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ve Yavaş’ın gelişmeler karşısındaki tutumlarına baktığımızda gördüğümüz üzere CHP’nin bile tek bir aday üzerinde uzlaşması zora girmiştir. Dolayısıyla Erdoğan ve Bahçeli muhalefeti daha da parçalamak için buraya oynamaya devam edeceklerdir.
Kayyım operasyonları bahsettiğim süreci hızlandırdı. CHP hızlı bir şekilde bir kez daha “terör”ün yanında konumlandırılırken, parti içerisindeki klik ve hizipler arasındaki çatlaklar derinleşti; Özel, Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ve Yavaş ekiplerinin farklı pozisyonlar aldıkları görüldü. İmamoğlu ile Yavaş arasında cumhurbaşkanlığına yönelik rekabetin derinleşeceğine ve belki de muhalefetin ortak bir cumhurbaşkanı adayı ile seçime gidemeyebileceğine dair işaretler çoğaldı.
Bu sürecin bir diğer boyutu ise elbette ki yeni anayasa meselesiydi. Öcalan üzerinden yapılması planlanan çağrıya muhtemelen Kürtlerin destek verebileceği yeni bir anayasa yapım süreci eklenecek, bu yeni anayasanın esas meselesi de Erdoğan’ın ömrü vefa edene kadar sarayda oturması ve böylece inşa edilen rejimin dağılmadan yoluna devam etmesi olacaktı.
Sahiden de bu yazının yazıldığı saatlerde Bahçeli, kayyum operasyonları nedeniyle “acaba bitti mi” denilen sürecin bitmediğini göstererek hem Öcalan’ın Meclis’te konuşma yapması yönündeki teklifini yineleyecek hem de anayasanın Erdoğan’ın yeniden aday olmasını sağlayacak şekilde değiştirilmesi gerektiğini söyleyecek ve “terör hayatımızdan sökülüp atılırsa, enflasyona darbe indirilirse, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın bir kez daha seçilmesi doğru bir tercih değil midir?” diyerek kendisine destek vereceklerini söyleyecekti.
Velhasıl, önce “normalleşme/yumuşama” ardından da “çözüm/açılım” ve buna eşlik edecek “yeni anayasa” gündemleriyle 31 Mart seçim sonuçları çalındı. Bunun faili ise sadece iktidar değildi; “bu iktidarla ilkesel olarak anayasa yapılamaz” ve “bu iktidarla ilkesel olarak barış yapılamaz” diyemeyenlerin de dahil olduğu bir suç ortaklığı mevcuttu. Netice ise iktidarın düştüğü yerden tekrar ayağa kalkması, Şimşek programının zaman kazanması, toplumsal muhalefet dinamiklerinin bastırılması ve Erdoğan-Bahçeli ikilisinin yeni bir oyun kurması oldu.
Peki, son olarak şunu soralım: CHP ve DEM Parti’nin gölgesinden kurtulmuş, güçlü, etkili, toplumsallaşmış bir sol olsaydı, yapılanlar böyle kolay yapılabilir, 31 Mart seçim sonuçları böyle kolay çalınabilir miydi?
Bu sorunun yanıtı, aynı zamanda “ne yapmalı” sorusunun da yanıtını oluşturuyor sanırım.
/././
İktidarın kayyım karnesi: Yolsuzluk, usulsüzlük ve yasaklar -Özkan Öztaş-
İktidarın 2016'da keşfettiği kayyım politikası sandıkta başarılı olmadığı ve özellikte Kürt nüfusun yoğun olduğu kentlerde kullandığı bir yöntem. Sonuçları görünenden çok fazla.
Kayyım politikaları, Türkiye'de özellikle 2016 yılından itibaren Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı kentlerde uygulamaya konulmasıyla karşımıza çıktı.674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 38. Maddesi’ne dayandırılarak 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 45. maddesine terörle mücadele kapsamında şöyle bir ek yapıldı:
“Belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesinin terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle görevden uzaklaştırılması veya tutuklanması ya da kamu hizmetinden yasaklanması veya başkanlık sıfatı veya meclis üyeliğinin sona ermesi hallerinde 46. Madde’deki makamlarca belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesi görevlendirilir.”
Seçme ve seçilme gibi çok temel bir anayasal hakkı gasp eden ve 2016’da KHK ile yasalaşan kayyım uygulamasıyla yerel yönetimlerde iktidarın atadığı isimler görevlendirilebiliyor.
Kayyım atamaları, genellikle "terörle bağlantılı" oldukları iddia edilen belediye başkanlarının görevden alınmasıyla kamuoyuna yankı buldu. Ancak sonuçları itibariyle bölgede yaşayanları etkiledi.
Onlarca belediyeye kayyım: İlk adım Diyarbakır'da atıldı
30 Mart 2014 yerel seçimlerinde HDP, 102 belediye kazanmıştı. 2016 yılında yaşanan darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL döneminde birçok belediyeye kayyım atandı.
İlk adım Diyarbakır'da atıldı. Ardından Mardin, Van gibi iller geldi. Özgürlük İçin Hukukçular tarafından hazırlanan rapora göre, 2016'da 102 belediye eş başkanının 96’sı görevden uzaklaştırılarak yerlerine kayyım atandı. Görevden alınan 67 belediye eş başkanı tutuklandı.
Kayyımların ardından belediyeler ablukaya alındı ve yurttaşların girişine izin verilmedi.Her seçim aynı: Kayyım gaspı 'alışkanlık' oldu
Kayyım uygulaması 2019 seçimlerinin ardından da devam etti. 19 Ağustos 2019 tarihinde başlayan kayyım süreçinde 65 HDP’li belediyeden 6 belediye eş başkanına, 56 belediye meclis üyesine mazbata verilmedi. 65 belediyenin 59’una tekrar kayyım atandı. Ayrıca pek çok belediye meclis üyesi de bu sürede tutuklandı.
DEM Parti 2024'te Diyarbakır, Van ve Mardin büyükşehir ile 7 il, 58 ilçe ve 10 beldeyi kazandı.
Van Büyükşehir Belediye Başkanı DEM Partili Abdullah Zeydan oldu. Van'daki kayyım girişimi tepkilerin ardından engellendi.
Hakkari Belediye Eşbaşkanı Mehmet Sıddık Akış da "gizli" soruşturmayla gözaltına alındı, yerine kayyım atandı. HDP’nin ardılı DEM Parti, taşıma seçmenlere rağmen 2024 yerel seçimlerinde yüzde 48,92 oy alarak kentte belediyeyi tekrar kazanmıştı.
Yeni 'açılım' sonrası gelen kayyımlar: Esenyurt, Mardin, Batman ve Halfeti
Geçtiğimiz günlerde de CHP'li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, evine yapılan baskınla "terör örgütü üyeliği" iddiasıyla tutuklandı ve yerine İstanbul Vali Yardımcısı Can Aksoy kayyım olarak atandı. Esenyurt Belediye Meclisi kayyım kararıyla askıya alındı. Seçilmişlerden oluşan Belediye Meclisi’nin görev ve yetkileri, encümenin memur üyelerine devredildi. Kayyım Can Aksoy tarafından imzalanan kararda, komisyonların ve encümenin görev ve yetkilerinin ikinci bir talimata kadar encümenin memur üyeleri tarafından yürütüleceği belirtildi.
Esenyurt, kayyım atanan ilk CHP'li belediye değil. Daha önce İzmir'deki Urla Belediyesi'ne kayyım atanmıştı. CHP'nin önde tamamladığı ancak seçimlerin iptal edildiği Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesine de kayyım atanmış, 2 Haziran'da tekrarlanan seçimine kadar belediyeyi vali yardımcısı yönetmiş, ardından CHP'nin adayı Deniz Yağan seçimi kazanmıştı.
Esenyurt'a tepkiler sürerken İçişleri Bakanlığı, DEM Parti yönetimindeki Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, Batman Belediye Başkanı Gülistan Sönük ve Urfa Halfeti Belediye Başkanı Mehmet Karayılan'ı görevden aldı.
Bir günde 3 kayyım kararı alınmış oldu. Mardin Valisi Tuncay Akkoyun Mardin Büyükşehir Belediyesi'ne, Batman Valisi Ekrem Canalp Batman Belediyesi'ne, Halfeti Kaymakamı Hakan Başoğlu Halfeti Belediyesi'ne kayyım olarak atandı.
'Her sabah yeni bir kayyım haberiyle uyanabiliriz'
Kayyımların devamının gelebileceği sinyali de geldi.
İktidara yakın Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi, bugünkü köşesinde "Bu bir başlangıç gibi gözüküyor. PKK ile ilişkisi tespit edilen belediye başkanlarının görevden alınacağı, yerlerine kayyım atanacağı söyleniyor. Ama PKK ile ilişkisi olmayan DEM Partili belediye başkanlarının görevlerine devam edeceği ifade ediliyor. Yani bir süre her sabah yeni bir kayyım haberiyle uyanabiliriz" dedi.
Kayyımlarla pek çok örnekte Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı kentlerde Kürtçe tabelaları kaldırıldı. Belediyelerin kültürel ve sanatsal faaliyetleri askıya alındı. Konserlerin yerini dini etkinlikler alırken parklara ve meydanlara verilen Kürtçe ifadeler değiştirildi, Kürtçe kütüphaneler kapatıldı.Sebep yalnızca 'ideolojik' değil: Rant, işten çıkarma, yandaşlara kaynak aktarma...
Kayyımlarla yerel yönetimlerin işleyişi de büyük ölçüde olumsuz olarak etkilendi.
"TMMOB Kayyım Uygulamaları ve Takibi Komisyonu" tarafından hazırlanan rapora göre kayyım dönemlerinde birçok taşınmaz satıldı, yandaşa davet usulüyle ihaleler verilerek kaynak aktarıldı. 2016 ve 2019 yıllarında yapılan kayyım atamaları sonucunda belediyelerde 8 bin 334 kadrolu ve hizmet alımı personel ile 923 memur işten çıkarıldı. Toplam işten çıkartmaların 9 bin 237’ye ulaştığı düşünülüyor.
HDP'nin kayyım izleme raporuna göre de kayyımlar tarafından yapılan ihalelerde büyük yolsuzluklar tespit edildi. Örneğin, dönemin Batman Belediyesi Eşbaşkanı Mehmet Demir, kayyımların 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nun 21. maddesini kullanarak ihaleleri pazarlık usulüyle gerçekleştirdiğini belirtti. Bu durum, ihalelerin istenilen firmalara verilmesini sağlamakta ve kamu kaynaklarının israfına yol açtı. Demir konuya dair açıklamasında, "Kayyımlar; kanunsuzlukta, yolsuzlukta ve talanda hükümetten destek aldıkça peyderpey istisnai bir uygulama olması gereken kanunun 21’inci maddesini genel uygulama haline getirdiler" ifadelerine yer verdi.
Kayyım döneminde yapılan ihaleler ve usulsüzlükler belediyeleri aynı zamanda iktidarın yandaşlara gelir kapısı ilan ettiği kurumlar haline getirdi. Dersim Belediyesi'nde kayyım döneminde yapılan usulsüzlükler, bu politikaların somut zararlarını ortaya koyan örneklerde sadece biri oldu. 2014 seçimlerinden sonra atanan ve 2019 yılına kadar devam eden ve kayyım tarafından gerçekleştirilen ihalelerde yüksek bedellerle yaptırılan işler tartışma konusu oldu.
2019 yerel seçimlerinde kayyımların yerine seçilen belediyeler borç yükü açısından dikkat çekici rakamlara ulaştı.
Kadın ve emek düşmanı uygulamalar: Kadın sığınma evi, ücretsiz kreşler kapatıldı
Kayyımlar sadece mali kayıplarla değil, aynı zamanda kadın ve emek düşmanı politikalarla da gündeme geldi. Kayyımlar kadınların haklarını kısıtlayıcı uygulamalara da sebep oldu.
Belediyelere bağlı bazı kurumlar kapatıldı, kadınların sosyal hayattaki yerinin zayıflatılmasına yol açan uygulamaların önü açıldı. Böylelikle söz konusu bölgelerde kadınlar ekonomik ve sosyal hayatta daha da yoksullaştı. Kayyım atanan belediyelerde birçok kadın sığınma evi, ücretsiz kreşler kapatılırken yine birçok işçi hiçbir gerekçe gösterilmeden işten atıldı.
Kayyımlar tüm bu gücünü denetimden yoksun bırakılmaları ve şeffaflık ilkesini ihlal etmeleri sayesinde elde etti. Halkın iradesini yok sayarak, seçilmiş belediye başkanlarının yerine atandıkları için, demokratik denetim mekanizmalarını devre dışı bırakıldı.
Diyarbakır'a atanan kayyımın belediye binasına yaptığı milyonlarca liralık tuvaletler, hamamlar ve kullanılan pahalı mobilyalar tepki çekmişti. Kayyımın bu harcamaları ancak 2019 seçimlerinden sonra ortaya çıkmıştı.Kayyımların bıraktığı miras: Borç batağında belediyeler
Kayyımlar yerine seçilen belediyelere birçok belediye faaliyetini yapamayacakları oranda büyük borçlar bırakarak görevden çekildi.
Bakanlıkların ya da ilgili kurumların borçlanma yetkisi ve harcama kalemlerini denetlemedikleri kayyımlar birçok gereksiz harcama ile gündeme geldi. Bu harcamaların önemli bir kısmını ise "protokol giderler ve misafir ağırlama ya da otel masrafları" olarak açıklandı.
Van Büyükşehir Belediyesi, kayyım yönetimi altında büyük bir borç yükü altına girdi. 2019 yılında kayyım atandıktan sonra, belediyenin borcu 3 milyar TL’yi aştı. Kayyım yönetimi, birçok ihaleyi usulsüz bir şekilde gerçekleştirmiş ve bu ihalelerin toplam bedeli 363 milyon TL'yi geçmişti.
Sayıştay raporlarına göre, Van Büyükşehir Belediyesi'nin 2022 yılı içerisinde 3 milyar TL’ye yakın bütçe kullandığı, ancak alacaklarını tahsil etmede başarısız oldu. Yine Kars'ta yüzyıllık tarihe sahip rustik yapılar belediyenin borçları nedeniyle satışa çıkarıldı.
Bir diğer örnekse Hakkâri Belediyesi. 2019 yılından beri kayyım tarafından yönetilen belediye, icra borcunu ödeyemeyecek duruma geldi.
Özetle belediyeleri zarara uğratan denetimden yoksun kayyımlar seçme ve seçilme hakkını gasp etmekler kalmıyor, bütçeyi de halk zararına kullanıyor. Bu durum, hem ekonomik hem de toplumsal açıdan ciddi sorunlara yol açıyor.
Emekçilerin haklarının ihlal edilmesi, yolsuzluklar ve usulsüzlükler aynı zamanda yoğunluklu olarak Türkiye'de gelir dağılımın en düşük olduğu ve toplumsal eşitsizliklerin en yoğun yaşandığı yerlerde, Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı kentlerde meydana geliyor.
Diyarbakır'da kayyımın milyonlarca liraya mal ettiği "sanat eseri". Dönemin Diyarbakır Valisi yani belediyeyi yöneten kayyımı heykele dönük eleştirilerin "kente zarar verdiğini" savunmuştu. Estetikten uzak heykellerin 4 milyon 412 bin lira gibi yüksek bir maliyetle yapıldığı ortaya çıkmıştı./././
Belediye başkanı işçileri bıraktı TÜPRAŞ'ın avukatlığına soyundu: Patlamada 14 işçi yaralandı
TÜPRAŞ'ta bakım sırasında yaşanan patlamada 12 işçi yaralandı. Şirketten önce konuşan belediye başkanıysa sebep "tatbikat" dedi. Bu sıra tefeciler de hisse derdine düştü.(https://haber.sol.org.tr/haber/belediye-baskani-iscileri-birakti-tuprasin-avukatligina-soyundu-patlamada-14-isci-yaralandi)***
Muayene süresi daha da kısalacak, ücretler kırpılacak: Aile hekimleri yeni yönetmeliğe karşı iş bıraktı
Aile hekimleri, 1 Kasım'da yürürlüğe giren Aile Hekimliği Yönetmeliği'nin iptal edilmesi talebiyle iş bırakma eylemine başladı. Randevu bulunamamasından şiddete kadar sağlık sistemindeki pek çok sorunun çözebilir olduğunu belirten Eylevler, taleplerini şöyle sıraladı:- Kamusal bir hizmet olan birinci basamak sağlık hizmetlerinin fiziki ve tıbbi donanımı ve aile sağlığı merkezleri kamu tarafından sağlanmalıdır.
- Halkımıza nitelikli bir sağlık hizmeti sunabilmemiz için yeterli zaman ve olanak sağlanmalıdır. Koruyucu sağlık hizmetlerinin öncelendiği ve ekip anlayışını gözeten bir sistem inşa edilinceye kadar Aile Sağlığı Merkezi sayısı hekim başına 2 bin nüfusu aşmayacak şekilde artırılmalıdır.
- Kadrolu ve güvenceli istihdam modeli ile yeterli hemşire, ebe, teknisyen görevlendirilmeli, aşılama ve diğer koruyucu hekimlik uygulamaları desteklenmeli, geliştirilmelidir. Kadrosuz, güvencesiz bir şekilde çalışan emekçiler (gruplandırma elemanları) kadroya geçirilmelidir.
- Aile hekimlerine ve tüm sağlık emekçilerine emekliliğe yansıyacak tek kalemden oluşan, insanca yaşamaya yetecek düzeyde, izin kullandıklarında, hastalandıklarında, çocuğu olduğunda veya ailesinden biri öldüğünde kesilmeyecek maaş ödenmelidir.
- Gelire katkısı yüzde 20’yi geçmeyecek ve yapılan hizmetin niteliğini ödüllendiren bir performans uygulamasına geçilmelidir.
- (https://haber.sol.org.tr/haber/muayene-suresi-daha-da-kisalacak-ucretler-kirpilacak-aile-hekimleri-yeni-yonetmelige-karsi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder