11 Kasım 2024 Pazartesi

T-24 "KÖŞEBAŞI" -11 Kasım 2024-

 Yeni başlayanlar ve hala sıkılmayanlar için CHP’yi anlama kılavuzu -Eray Özer-

Ülkenin iyiliği için düzgün çalışan bir muhalefete büyük ihtiyaç var ama bunca didişmeyi dışarıdan izledikçe benim içime fenalık geliyor. Eminim size de aynısı okurken oluyordur.

Biliyorsunuz ben gündelik siyaset yazan biri değilim. İlgilenmediğimden değil, bilakis çok küçük yaşlarımdan bu yana müptelayım bu illete. Maalesef.

Lakin bir kısır gündemin içinde boğuluyoruz yıllardır. Aynı konuları konuşuyor, filmi bir başa bir sona sarıyor, aynı şeyleri kötü bir deja vu gibi yaşayıp duruyoruz.

Dolayısıyla bu defalık bir istisna yapmak istiyor, Murat Sabuncu gibi bu işin ustalarının affına sığınarak size ülkenin ana muhalefet partisinde yaşananların tamamen dışarıdan nasıl göründüğünü anlatmak istiyorum.

Aslında derdim CHP gibi gazeteciye bol malzeme veren bir parti üzerinden siyaset yapma biçimleri üzerine kafa yormak.

Bunu yapmak için de gelin yazıyı üç bölüme ayıralım: Birinci kısımda Özel’in genel başkan olmasıyla birlikte değişen imajına ve bu yeni imajın ifade ettiklerine bakalım.

İkinci kısımda Özel başkanlığında yapılan söylem hatalarına bir bakalım.

Ve son olarak gelinen noktada parti içindeki ayrışmanın nasıl bir ittifaklar silsilesi ve gruplaşma yarattığını inceleyelim.

Malumunuz genel seçim yenilgisi sonrası CHP’de bir değişim yaşandı. Sabık genel başkan Kılıçdaroğlu yerini biraz da sürpriz bir şekilde genç siyasetçi Özgür Özel’e bıraktı.

Ekrem İmamoğlu, Özel’in en büyük destekçisi olmasa sonucun bu şekilde tezahür etmeyeceğini sanırım hepimiz biliyoruz.

Belli ki orada bir ittifak, zımni bir anlaşma vardı.

İmamoğlu Cumhurbaşkanlığı yolculuğunda araya CHP Genel Başkanlığı gibi bir pozisyon girsin istemiyordu. Aklında muhtemelen toplumun farklı kesimlerinden gördüğü desteği koruma güdüsü vardı. Zira, kendisine sıcak bakmasına rağmen sadece CHP’ye oy vermemek adına başka adaylara yönelecek seçmenleri kaybetmek istemiyordu.

İmamoğlu’nun bu bakışının bugün CHP’de kaynayan kazanın temel kilit noktası olduğu tespitini yeri gelmişken hemen yapalım.

Çünkü bu konudaki fikrini bugün dahi değiştirse belki de birbirini domino etkisiyle devirmeye çalışan taşlar yerli yerine oturabilir.

Fakat öyle görünüyor ki, İmamoğlu’nun kararı net: Cumhurbaşkanlığı seçimine CHP genel başkanı olarak girmek istemiyor. Partinin adayı olmak istediği ise apaçık.

BİRİNCİ BÖLÜM

İmaj çok şey ifade eder: Gözlük gitti, başka bir Özel geldi

Özgür Özel genel başkanlık koltuğuna oturur oturmaz bana çok garip gelen bir şey yaptı. Şimdi söyleyince “Bula bula bunu mu buldum garipseyecek” diyeceksiniz.

Lakin siyasal iletişimde başarıyı nüanslar belirler. Üstelik bunlar toplumun sosyolojisine sırtını dayayan nüanslardır.

Evet, bana garip gelen şey Özel’in gözlerini çizdirmesi ve gözlüklerini çıkarmasıydı. Bir de saçları epeyce koyulaşmıştı ama Sayın Özel bir boyama işlemi olmadığını söylüyor, o konuda iddialı olmayayım.

Peki, bir sağlık sorununu gidermeye yarayan böylesi basit bir değişikliği neden önemsiyorum?

Önemsiyorum çünkü siyaset yaparken kitleler üzerinde yarattığınız algı böylesi küçük değişikliklere bağlı olarak tamamen değişebiliyor.

Zira, Özgür Özel genel başkanlığa giden yolda kalın camlı gözlükleri, genç yaşına rağmen kırlaşmış saçlarıyla Manisa’dan çıkmış, başarılı olmuş genç bir eczacı olarak toplumsal algıda bir yere oturuyordu.

Onun “kusuru” olarak sayılabilecek bu kalın camlı gözlüklerle Özel “evin akıllı çocuğu” imajıyla Meclis kürsüsünden karşı tarafı sus pus eden zekice ve çarpıcı cümleler kuruyordu.

Turgut Özal’ı düşünün şimdi. Kalın çerçeveli gözlükleri, kısacık boyu, obeziteye varan kilosuyla dönemin “çakı gibi” askerleriyle müthiş bir tezat oluşturmuyor muydu?

“Tonton amca” olarak Türk siyasal hayatına girip, “Haydi bir kaset koy da şöyle bir neşelenelim Semra Hanım” eşliğinde şarkılar dinleyip merkez sağ siyasetin en radikal kararlarına imza atmadı mı?

Özgür Özel gözlüğü atınca suratının ifadesi de değişti. Yüzünün sert hatları belirginleşti. Eski ve yeni halinin fotoğraflarına bir bakın. “Evin akıllı çocuğu” imajı gitti, yerine sert ifadeli, çatık kaşlı bir müesses nizam temsilcisi geldi.

Bizde böyle kararlar bir masa etrafında iki-üç siyasal yol arkadaşıyla birlikte alınır ama gördüğünüz gibi imaj değişikliği bile aslında siyasi mühendislik işidir. İletişimciler, sosyologlara danışılmasında fayda vardır.

Belki de Özel de zaten bu imajdan kurtulmak istiyordu. Artık “devlet adamı” olma zamanının geldiğini düşünüyordu.

Tam da bu yüzden devlet adamlığına terfi etmenin ilk adımı olarak suratının ifadesinin değişeceği, artık daha çatık kaşlı, ciddiye alınır görüneceği bir surete geçmeyi tercih etti.

Müesses nizamın bir parçası olma arzusuyla yapılan bu ilk hamleyi daha sonra “normalleşme” söyleminde de görmeye devam ettik.

Sanki Sayın Özel birilerine “Bakın benden de devlet adamı olur” mesajını vermesi gerektiğine inanıyordu.

Oysa -yine siyasal iletişime dönecek olursak- Özal örneğinde de olduğu gibi halk yeni liderlerinde var olana bir “alternatif” arıyordu. Daha kusurlu. Daha kırılgan. Daha kendine yakın birini.

İKİNCİ BÖLÜM

Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranmak iyidir aslında: Ama üçüncü bir söylem yaratabilirsen

Devam edelim.

Özgür Özel genel başkanlığında parti yerel seçimlerde önemli bir başarı elde etti ve ne olduysa ondan sonra oldu.

Özel öyle satır aralarına yansıyan biçimde değil, dümdüz siyasal iletişimde de sorunlar yaşamaya başladı.

Hayvan hakları yasası görüşülürken sosyal medyada Paris Olimpiyatları’ndan günler boyunca onlarca fotoğraf paylaştı.

Yenidoğan Çetesi, Narin Güran, surlardan atılan kadınlar konuşulurken “Çekirdeksiz Nar ve Tropikal Meyve Festivali”nden ve benzeri etkinliklerden tweet’ler attı.

Kürt sorunu gibi ağır bir mevzudan söz edilirken “Eli yükseltiyorum, ben de Kürtlere devlet teklif ediyorum” dedi.

Bir sokak röportajında iktidar eleştirisini sokak ağzıyla, argo kullanarak yapan -ki yapabilir ve bu yüzden asla tutuklanmaması gerekir- Dilruba Hanım’ı alıp protokole oturttu. (Bunu da yakın zamanda reddetti Özel ama Dilruba Hanım da basbayağı davetle oraya oturduğunu çat diye yazıverdi sosyal medyada.)

Dem Partililerle otobüs üstüne çıktı, kayyıma karşı omuz omuza mücadele sempati toplarken aynı otobüsten Dem Partili Tuncer Bakırhan’ın “Seyit Rıza, Şeyh Saitler, Mazlumlar, Sakineler ne yaptıysa Kürt halkı da onların yaptığını yapacaktır” sözleri sonrası CHP tabanının tepkisi bir anda değişti.

Özel “normalleşme” söyleminin arkasında durdukça iktidar gözaltılar, tutuklamalar, kayyımlarla eli artırdı. Taban buna da tepki vermeye başladı.

Özel’in klasik muhalefet yapma yolunu değiştirmek istediğini görüyoruz. Yani ne İsa’ya ne Musa’ya yaranmak istemeden siyaset yapmak istiyor. Bu siyasette karşılığı olan da bir yöntem aslında. Lakin bunun için üçüncü yolu, yani kendi yolunuzu tarif edecek bir politika geliştirmek gerekiyor. Aksi halde sadece kendinizle çelişmiş oluyorsunuz.

Şimdi bunlara alt alta bakınca bir plansızlığı, söylemin tek bir noktada oluşamadığını, Özel’in diline bir tür “doğaçlamanın” hâkim olduğunu görüyoruz.

Siyasal iletişimin bir özelliği de basit, kolay anlaşılır ve genel ifadelerin içine yedirilen bir politikanın karşı tarafa sezdirilmesi yöntemiyle ilerlenmesi gerektiğidir.

“Eli yükseltiyorum” demezsin de misal “Kürtlerle barış içinde yaşamamız için iki tarafın da yapması gereken çok şey var” dersin.

İlla poker jargonuyla ilerleyeceksek; elini bir anda belli etmezsin de yavaş yavaş açarsın kartlarını…

Gelelim son yaşananlara…

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İmamoğlu, Kılıçdaroğlu, Özel, Salıcı ve Günaydın: Parti içi gruplar, adaylar, isimler

Benim anladığım Özel’in siyasal iletişimdeki bu eksiklikleri, bu çelişkili dil üzerinden partinin tabanında oluşan derin rahatsızlık bugün artık İmamoğlu’nu çok huzursuz ediyor.

Zaten siyasi tarihimizde iki cambazın aynı ipte ilerlemesinin ne kadar zor olduğuna dair sayısız örnek var.

İmamoğlu’nun Özel’in bu türden açıklamaları sonrası her defasında suskun kalması satır aralarını okumaya çalıştığımızda bize çok şey söylüyor.

Fakat belli ki, Ekrem Bey de karar veremiyor: Geçmekte olduğu derenin debisi oldukça yüksek. İktidarı kayyım kılıcı tepesinde sallanırken Özgür Özel’in yerine bir alternatifle ilerlemeye çalışmak da başka bir mücadele alanı daha açmak demek.

Tabii denklemde bir de Kemal Kılıçdaroğlu var.

Kendi dönemine ait başarısızlık ortada olduğu için Kılıçdaroğlu’nun hamle seçeneklerinin ne kadar kısıtlı olduğu da bir gerçek.

Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun bu dar seçenekler içinde İmamoğlu’na doğru hamle yaparak onunla birlikte, onun cumhurbaşkanı adaylığını garanti altına alacak bir taahhütle ilerlemeye çalışmak isteyeceğini düşünebiliriz.

İmamoğlu cephesi böyle bir girişime sıcak bakar mı, emin değilim. 2022 sonbaharında CHP’nin adayı belli olurken Kemal Bey’in yeri geldiğinde ne kadar acımasız ve pragmatist davranabileceğini Ekrem Bey bizzat tecrübe etti.

Hal böyleyken CHP içi mücadelede bir başka isim daha elini açtı: Oğuz Kaan Salıcı.

Salıcı sosyal medyadan uzun bir mesaj yayımlayarak normalleşme sürecini, Özel’in çelişkili açıklamalarını eleştirdi ve kurultayın bir hak olduğunu söyleyerek bir anlamda Pandora’nın kutusunu açtı.

Salıcı’ya cevap veren parti sözcüsü Deniz Yücel ise Salıcı’yı “katıksız bir kibirle” ve “gözü dönmüş bir ihtirasla” davranmakla suçladı. Yücel’in açıklaması da yine aynı şekilde hesaplanmadan yapılmış ziyadesiyle sert bir açıklama olarak algılandı.

Salıcı’nın çıkışı şu açıdan önemli: Bu tür hamleler önü arkası olmaksızın yapılmaz. Dolayısıyla akla Salıcı ile İmamoğlu arasında bir yakınlaşma olup olmadığı sorusu geliyor.

Salıcı’nın Özgür Özel ve Kemal Kılıçdaroğlu ekipleri arasına sıkışmış genel başkanlık tartışmasını “üçüncü bir seçenekle” genişletmek istediği anlaşılıyor. Belli ki Salıcı bu noktada partinin yapısına daha hâkim, tabanı daha iyi tanıyan, parti geleneklerine ve hassasiyetlerine daha bağlı bir alternatif oluşturmak istiyor.

Eğer Salıcı hamlesini İmamoğlu’yla temas ederek ve böyle bir temas yaşandıysa buradan aldığı izlenim doğrultusunda yaptıysa bunun sonuçlarını yakın zamanda görürüz.

Yok, İmamoğlu Özel’le bazı konularda kırmızı çizgileri belirleme konusunda fikir birliğine vardıysa ya da yakın ekibinden mesela Gökhan Günaydın gibi bir isimle genel başkanlık mücadelesine girdiyse onu da yakın zamanda hissetmemiz gerekiyor. Zira İmamoğlu’nun bunca problemin içinde CHP’deki iktidar meselesinin bir an önce halledilip hızla yola devam edilmesini istediğini düşünüyorum.

Daha Mansur Yavaş’a gelemedik bile…

Belki Mansur Yavaş’ın CHP ve Türkiye için ifade ettiği sosyolojik alana başka bir yazıda geliriz.

Belki de gelmeyiz.

Ülkenin iyiliği için düzgün çalışan bir muhalefete büyük ihtiyaç var ama bunca didişmeyi dışarıdan izledikçe benim içime fenalık geliyor. Bunun için kalem oynatırken bile afakanlar basıyor.

Eminim size de aynısı okurken oluyordur.

İyi haftalar.                                       /././

Ayhan Bora Kaplan'ın kara para dosyasındaki MASAK raporuna, Yargıtay üyesi Yüksel Kocaman’a gönderilen 'kira ödemeleri' de girdi! -Asuman Aranca-

Kaplan'ın "kara parasını aklamak" suçundan yargılanan kuyumcu, "kira bedeli" adı altında Yüksel Kocaman'a toplam 52 bin lira göndermiş.

Suç örgütü lideri olduğu iddiasıyla tutuklu yargılanan Ayhan Bora Kaplan hakkında “kara para aklama” suçundan açılan davanın eklerinden eski Ankara Başsavcısı ve Yargıtay üyesi Yüksel Kocaman’a gönderilen ödemeler de çıktı. Kaplan’ın kara parasını akladığı iddiasıyla yargılanan kuyumcu Kürşad Tan Hakbilir hakkında MASAK tarafından hazırlanan raporda yer alan para hareketlerinde, Aralık 2020-2022 tarihleri arasında “kira bedeli” adı altında Kocaman’a 6 kez 7’şer bin lira, bir kez de 10 bin lira şeklinde 7 ayrı ödeme yapıldığı görüldü. 

MASAK raporunun eklerinden çıktı

Ankara Başsavcılığı’nca Ayhan Bora Kaplan ve akrabalarının da aralarında bulunduğu 38 kişi hakkında “kara para aklama” iddiasıyla açılan dava dosyasının eklerinde çok dikkat çekici bir belge yer aldı. Davanın sanıkları arasında yer alan ve Kaplan’ın örgüt faaliyetinden elde ettiği parayı kuyumcu dükkânı üzerinden akladığı öne sürülen Kürşad Tan Hakbilir hakkındaki Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) raporunda, eski Ankara Başsavcısı ve Yargıtay Üyesi Yüksel Kocaman’a gönderilen paralar da yer aldı.

T24’ün ulaştığı belgeye göre, ilk ödeme Kocaman’ın Yargıtay üyesi seçilmesinden 1 ay sonra yapıldı. Hakbilir’in hesabından Kocaman’a ilk olarak 16 Aralık 2020’de “Kasım Ayı kira bedeli” adı altında 7 bin lira gönderildi. Aynı miktarda ödeme 2021 yılı Ocak-Şubat-Mart-Nisan ve Haziran aylarında da aynı açıklama ile yapıldı. Ödemeler 1.5 yıl kesintiye uğradıktan sonra bu kez Aralık 2022’de Kocaman’a yine kira bedeli denilerek bu kez 10 bin lira gönderildi. Böylece Kocaman’a toplamda 52 bin lira para gönderildi.

Kuyumcu kendi evinde oturuyormuş

Öte yandan dava dosyasında yer alan ifadesine göre Hakbilir’e, kira bedeli denilerek Kocaman’a gönderilen bu ödemeler sorulmadı. Ancak kuyumculuktan elde ettiği gelir dışında geliri olup olmadığı sorulan Hakbilir, “kendisinin sahip olduğu taşınmazlardan 30 bin lira kira geliri” olduğunu söyledi. Yine ifadesindeki beyanına göre, 2016 yılında satın aldığı kendi adına kayıtlı meskeninde ikamet eden Hakbilir’in, Kocaman’ın kiracısı olup olmadığı bilinmiyor. Raporda yer verilen ödeme tarihlerindeki düzensizlik de ayrıca dikkat çekiyor. Kocaman’ın aldığı kira bedelleri o dönemki asgari ücretin 2.5 katına denk geliyor. İlk ödemenin yapıldığı Aralık 2020’de asgari ücret yaklaşık 2 bin 400 lira, 2021’de ise 2 bin 825 liraydı.

Kocaman: Kaplan’ı hayatımda bir kez gördüm

Ayhan Bora Kaplan’ın suç örgütü lideri olduğu iddiasıyla tutuklanmasının ardından Kaplan ile yakın ilişkileri olduğu öne sürülen Kocaman, gazeteci Seyhan Avşar’a yaptığı açıklamada, “Kaplan’ı hayatımda bir kez, birkaç dakika gördüm” demişti. Kocaman, “Bir gün bir ortamda yemekteydik. Birtakım arkadaşlarım dediler ki, ‘Ayhan Bora Kaplan diye biri var. Emniyet haksız yere peşinde. Kendisini güvende hissetmiyor. Size bir şey arz etmek istiyor’ dediler. O sırada yemekteydik. Başka isimler de vardı. Ben de ‘gelsin’ dedim. Geldi. ‘Emniyet çok üstüme geliyor. Benim yanlış bir işim yok. Sürekli mekanlarım basılıyor’ dedi. Ben de kendisine, ‘burası hukuk devleti hakkında delil varsa ne gerekiyorsa onu yaparız. Delil yoksa gerekeni yaparız’ dedim. Olay bundan ibaret. Hayatımda birkaç dakika görmüşümdür” ifadelerini kullanmıştı.

Savcılık: Kaplan’a etkin soruşturma yapılmadı

Kocaman’ın Ocak 2017’den Kasım 2020’ye kadar yürüttüğü Ankara Başsavcılığı döneminde Kaplan hakkındaki 8 soruşturmadan 7’si takipsizlik kararıyla kapatılırken, sadece 1 tanesine dava açılmıştı. Kaplan’ın örgüt liderliği iddiasıyla yargılandığı davanın iddianamesinde de önceki dönemlerde yürütülen soruşturmaların var olan delillere karşın sümenaltı edildiği anlatılmıştı.

Savcılık, kapatıldığı anlaşılan dosyalar için “suç örgütünün varlığına ve suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde suçların işlendiğine dair delillerin elde edilmesine rağmen göz ardı edildiği, uygulanması gereken soruşturma usulünün uygulanmadığına, etkin soruşturma yapılmadığı operasyon yapılmadığına, kolluk tarafından hazırlanan fezleke beklenmeden takipsizlik kararı verildiği, karardan sonra dosyaya fezlekenin girdiğine” dikkati çekmişti.

Yine dava dosyasında “gizli tanık” sıfatıyla ifadesi yer alan ve firar ettikten sonra beyanlarından vazgeçen Serdar Sertçelik de Kaplan’ın Kocaman’a BMW marka bir araç aldığını, ayrıca Gölbaşı’ndaki villasının mobilyalarını yaptırdığını öne sürmüştü. İfadesi alınan mobilyacı da önce bu beyanı doğrulamış, daha sonra ifadesini geri çekmişti.

                                                    /././

Yapay zekâ çalışanları, ABD Kongre'sinden “ihbarcı koruması” sağlanmasını istiyor -Füsun Sarp Nebil-

ABD'deki yapay zekâ şirketlerindeki çalışanlar, teknolojideki ilerlemelerin mevcut yasa kapsamında yasal olarak ifşa edemeyecekleri tehditler oluşturduğunu savunuyorlar.

İnsanoğlu, dünya tarihi boyunca, binlerce yıldır çeşitli düzeyde teknolojik yenilikler peşinde koştu. Şimdi en son teknolojik geliştirme, “insan dilini anlamaya başlayan yapay zekâ (GenAI)” üzerinde çalışılıyor. Ancak bu sefer, bu teknolojiyi geliştirenlerin, daha önceki gelişmelerden hiçbirinde olmayan şaşırtıcı bir talebi var.

ABD'deki yapay zekâ şirketlerindeki çalışanlar, Amerikan Kongre'sinden kendilerine belirli bir ihbarcı koruması sağlamasını istiyor. Çünkü teknolojideki ilerlemelerin mevcut yasa kapsamında yasal olarak ifşa edemeyecekleri tehditler oluşturduğunu savunuyorlar.

Mevcut tehlikeler, deepfake videolardan ayrımcılık yapan algoritmalara kadar uzanıyor ve teknoloji hızla daha da karmaşıklaşıyor. Lessig, büyük teknoloji şirketlerinin ve “yapay zekâ girişimlerinin kendilerini denetleyebileceği” düşüncesini safça olarak nitelendirdi.

Yapay zekâ sivil hakları yasa tasarısı

Amerikan Kongresi önümüzdeki aylarda bu sorunu ele alabilir. Senatör Ed Markey, Eylül ayında ihbarcı ve misilleme karşıtı korumaları içeren bir yapay zekâ Sivil Hakları yasa tasarısı (S.5152) sundu.

Mevcut federal ihbarcı korumaları, vergi kaçırma, kara para aklama, yabancı rüşvet ve Medicare ve Medicaid dolandırıcılığıyla ilgili olanlar da dahil olmak üzere belirli kanunlarda mevcut.

2012 yılında UBS AG'ye karşı açılan vergi kaçırma davasında müvekkilinin 104 milyon dolarlık ihbarcı tazminatı kazanmasına yardımcı olan, Amerikan Ulusal İhbar Uzmanı avukat Stephen Kohn, Kongre'nin yapay zekâ ihbarcı haklarını oluşturması gerektiğini, çünkü kanun koyucular harekete geçmediğinde mahkemelerin harekete geçmekte isteksiz olacağını söyledi.

Uzun zamandır muhbir korumasını savunan Senatör Chuck Grassley, yapay zekâ gibi gelişen sektörlerde hesap verebilirliğin artırılmasının hayati önem taşıdığını söyledi. Senato muhbir meclisine ortak liderlik eden Grassley yasalardaki eksiklikleri gidermekten bahsetti:

"Kongre ve özel sektör, muhbir korumalarını güçlendirmek, çalışanların misilleme veya yasadışı kısıtlamalar korkusu olmadan korumalı ifşalar sağlayabilmelerini sağlamak için uyumlu bir şekilde çalışmalıdır."

Grassley, OpenAI'da olup bitenlere ve şirket içindeki gizlilik anlaşmalarının, güvenlik konuları hakkında konuşmak isteyenler için ne anlama geldiğine odaklandı. Ağustos ayında OpenAI CEO'su Sam Altman'a yazdığı mektupta şöyle dedi:

"Bu anlaşmaların çalışanlarınızın hükümet düzenleyicilerine korumalı açıklamalar yapmasını engelleyebileceğinden endişeleniyorum.”

OpenAI kaygıları bildirme politikası yayınladı

OpenAI sözcüsü Liz Bourgeois ise şu açıklamayı yaptı:

"Bu teknoloji hakkında sıkı bir tartışmanın gerekli olduğuna inanıyoruz. OpenAI'nin ihbarcı politikası, çalışanların ulusal, federal, eyalet veya yerel hükümet kurumları da dahil olmak üzere sorunları dile getirme haklarını korur. Daha önce paylaştığımız gibi, mayıs ayında tüm mevcut ve eski çalışanlar için karalama karşıtı hükümleri iptal ettik ve o zamandan beri belgelerimizi buna göre güncelledik."

Şirketin kamuoyuna açıkladığı "Kaygıları Bildirme Politikası" yapay zekâ güvenliği ve gizliliğini içeriyor. Ancak şirket, çalışanların kaygılarını dile getirmesi ile gizlilik anlaşmaları tarafından yasaklanan ticari sırları ifşa etmesi arasında bir çizgi çekti.

Yapay zekâ gelişmeleri engellenir mi?

Kaliforniya'da çalışanların konuşma hakkını koruyacak bir "yapay zekâ güvenliği” tasarısı Eylül ayında veto edildi. Vali Gavin Newsom, yasa tasarısının çok katı olduğunu savundu. Eski Temsilciler Meclisi Başkanı gibi önde gelen Kaliforniya Demokratları Nancy Pelosi ve teknoloji sektörü, bunun eyaletin yapay zekâ alanındaki liderliğine zarar verebileceğini söyleyerek yasa tasarısına karşı çıktı.

Federal ihbarcı korumaları talep eden teknoloji çalışanları, yapay zekânın hızlı gelişimiyle ortaya çıkan bazı sorunları kapsamayacak yasaları öne sürdüler. Örneğin, şirketin nefret söylemi, yanlış bilgilendirme ve ürünlerinin çocuklar üzerindeki etkileriyle ilgili uygulamaları konusunda alarma geçen eski bir Facebook çalışanı olan Frances Haugen, Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu aracılığıyla sunulan ihbarcı korumalarını kullandı. Facebook'un yatırımcıları yanılttığını iddia etti.

Eylül ayında Senato alt komitesinde yapılan bir duruşmada, yapay zekâ konularında çalışan eski çalışanlar, milletvekillerini harekete geçmeye zorladı.

Google'da eski bir araştırma görevlisi olan Margaret Mitchell şöyle diyor:

"Esasında, ihbarda bulunmayı düşünüyorsanız, avukatları olan ve en ufak bir yanlış harekette bile size zarar vermek üzere kurulmuş bir şirkete karşı tek başınızasınız."

CEO Sam Altman'ın kovulup ardından tekrar işe alınmasının ardından Kasım 2023'te OpenAI yönetim kurulundan istifa eden Helen Toner, birçok çalışan için mevcut ihbarcı uygulamalarının geçerli olup olmadığının belirsiz olduğunu söyledi.

"Eğer bir muhbirseniz, yani bu şirketlerden birinin içinde oturan potansiyel bir muhbirseniz, 'Peki, bu SEC'in beni koruyacağı kadar büyük bir mali sorun mu?' diye tahminde bulunmak istemezsiniz."

Yapay zekâ ve etik

Günümüzün en önemli tartışma konularından birisi bu. Hem ekim ayında konuşmacı olarak katıldığım Türk İstatistik Derneği’nin “Ulusal Veri Bilimi ve istatistik Kongresi”nde, hem de Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen Sürdürülebilirlik ve İnovasyon Zirvesi'nde temel konulardan birisi buydu.

Neden? Çünkü OpenAI'ın CEO'su Sam Altman'ın kovulduğu 18 kasım 2023'den itibaren konuya yakın olanların farkettiği konu şu; yapay zekâ, internetle yaratılan “dijital uçurum”un çok daha derin bir başka boyutu haline gelebilecek.

Sam Altman’ı görevden alanlar arasında 2 kadın yönetim kurulu üyesi Helen Toner ve Tasha McCauley, şirkete “kâr amacı güdülmeyen kuruluş” olduğu zamanda katılmışlardı. Yönetim Kurulu, Sam Altman'ın yapay zekâ gelişmeleri konusunda bilgi vermemesinden rahatsız olmuşlardı.

Ayrıca kovulmayı başlatan Ilya Sutskever ve bu 2 üye Silikon Vadisinin “Etkili Faydacılık (EA)” olarak tanımlanan felsefesine inanıyorlar. Sutskever önemli bir yapay zekâcı olarak, daha sonra yeni yönetim kurulunda da yer alsa da, diğer önemli bir yapay zekâcı olan Jan Like ile birlikte, OpenAI'ın Yapay zekâ Riskleri Bölümünü Kapatmasıyla birlikte şirketten istifa ettiler. Sutskever herhangi bir açıklama yapmadı ama Leike X mesajı ile bazı şeyler söyleyince, Altman ve Greg Brockman cevap yetiştirdiler.

Özetle bu etik” ya da yapay zekânın kuralları” konusu çok fazla endişe topluyor. Bu konudaki 2 karşıt felsefeden birisi yani"e/acc" ile özetlenen Etkili Hızlandırmacılık”, yapay zekânın öne hiçbir şeyin geçmemesi gerektiğini söylüyor ve geliştirmelerin son sürat yapılmasını istiyor. "EA" ile kısaltılan Etkili Faydacılık” ise yapay zekâdaki gelişmelerin insanlık yararını öne alarak yani kuralların belirlenerek yapılması gerektiğini söylüyor.

Haberin başlığındaki ihbarcı koruması” da bu nedenle önemli. Yapay zekâ firmalarındaki bazı çalışanlar da, şeffaf olmayan çalışmaların içinden sesleniyorlar ve bazı tehlikeler konusunda uyarı yapmak istediklerine işaret ediyorlar. Daha önce hiç olmayan bir şey. Yani hiçbir teknoloji geliştirilirken, geliştirenler bu tür bir ihbar edebilme” hakkı ve koruma” talep etmediler. Dolayısıyla olayın önemini varın siz düşünün.

                                                                 /././

“Masum” liberallerin gözyaşları ve pragmatik plütokrat -Akdoğan Özkan-

Orta Doğu’nun ateşe verilebileceği, büyük bir bölgesel savaşın kapısının aralanabileceği çok kritik bir dönemeçte iken İran ile zamanında yapılmış anlaşmadan ABD’nin imzasını çekmiş, Avrupa’yı güvenlik mimarisinden uzaklaştırmış bir lider Beyaz Saray’a geliyor. Bu ateşin sönümlenmesi hiç de kolay görünmüyor. Umalım ki dünya 2025’te kürekleri biraz daha barış istikametinde çeksin!

Emlak krallığından ikinci kez ABD Başkanlığına yükselen Donald Trump’ın 5 Kasım seçimlerindeki zaferi karşıt kanatta bir panik ve şaşkınlık havası yarattığı gibi, sonucu histerik gözyaşlarına boğularak, ülkeyi terk edeceklerini söyleyerek tepki verenlerin olduğunu da gördük. Belli ki Amerikalılar Demokratların darbeyle yarışa dahil olmuş ve “joy” (keyif) kavramını neredeyse seçim stratejisi gibi kullanmak dışında yeni hiçbir sahici iddiası olmayan adayını Beyaz Saray’da görmek istemediler. Demokrat Parti hem Beyaz Saray'ın hem de Senato'nun kontrolünü kaybetti. Dick Cheney gibi açıkça savaş suçlusu isimlerden destek alırken soykırımı sürdürme vaadiyle kampanya yürütmenin ABD’deki ilerici kesimlerin oyunu almak için yeterli olmadığı da ortaya çıktı.

Michigan eyaletinin Dearborn şehrinde 2020 yılındaki seçimlerde ezici bir çoğunlukla Joe Biden’a oy vermiş olan Arap Amerikalıların, birkaç ay önceki bir kampanya konuşmasında Gazze’deki soykırımı protesto edenleri susturup “ben konuşuyorum” diyerek fırça çeken Kamala Harris’i net bir şekilde reddetmeleri ve Trump’tan yana oy kullanmış olmaları seçmen kitlesinde değişen dengeleri göstermesi bakımından çarpıcı. Demokratların her şeye rağmen bu seçimden ders alarak ilerleyeceklerine pek ihtimal vermiyorum. Böyle giderse 2028’de doğrudan Başkanlığa aday olabilecek James David Vance’a “sahilleri” bile kaptırabilirler!

Elbette sonuçlar, bunlardan çok daha fazlasını söylüyor. Yola “haydut bürokratları görevden alma yetkisini ABD Başkanı’na geri veren 2020 yönetmeliğini yeniden geçerli kılmakla ve ulusal güvenlik ve istihbarat aygıtındaki tüm yolsuz aktörleri temizlemekle” yola koyulacağı söylenen Trump’ın Derin Devleti ortadan kaldırma arzusunun Amerikan halkı nezdinde bir karşılık bulduğu da bir gerçek. Ancak buradan Türkiye’deki dinamikleri anıştıran sonuçlar üreterek kolaya kaçmayalım. Biraz çaba gösterelim. Sırf o arzunun ardında nelerin yattığını anlama çabası bile ABD’yi Türkiye’deki dinamikler ve kavram çiftleri üzerinden değerlendirmenin ne kadar yanlış olduğunu gösterecektir.

Hani İdris Küçükömer’in “Türkiye’de sol sağdır, sağ da sol” gibi, 2000’li yılların başında sıkça gündeme taşınmış, ama taşıdığı ideolojinin ağırlığı altında epeyce ezilmiş ve yanlış çıkarsamaların önünü de açmış sözü vardır ya… ABD’nin bu seçim kampanyasındaki dinamiklere ve sonuçlarına bakınca, “ABD’de sol sağ oldu, sağ da sol” diyen de çıkabilir, eminim. Hele Trump’ın Başkan Yardımcısı Vance’dan “Amerikan şirketlerinin maliyetleri nasıl kamulaştırdığını, buna karşılık kazançlarını nasıl özelleştirdiklerini, bürokratik elitlerin ülkeyi nasıl sömürdüklerini” dinleyen biri “yahu Cumhuriyetçiler Demokrat Bernie Sanders’ın söylemlerini çalmış galiba” diye bile düşünebilir.

Bu anlamda, sağlıklı ve uçlara savrulmayan bir değerlendirme ile Trump’ın ne olduğunu anlatmak sayfalar alabilir. Buna ilerde -özellikle de yemin edip göreve başlaması akabinde olgularla sınandığında- daha çok zamanımız olacak. Ama bugün Trump’ın ne olmadığını söyleyerek işe başlayalım istiyorum.

Evet, ABD yönetiminin “imtiyazlı elitler hanedanlığına” dönüştüğünü düşünen, devletinden “kulağına küpe” kabilinden kurşun yemiş, seçim kampanyası boyunca hasımlarınca Hitler ve Nazizm analojileriyle anılmış birinin sandıkta şüpheye yer bırakmayacak zaferi, Washington’un artık kendi insanlarının sorunlarına odaklanması icap ettiğine inanan kitleler için elbette çok önemli.

Ancak Trump’ın bütün o açık sözlülüğüne rağmen en büyük meziyetinin ideolojik bağnazlık içinde bir lider olmaması olduğunu, pragmatik bir yönetici olduğunu unutmayalım. Hatta onun için belki “pragmatik plütokrat” bile diyebiliriz belki. 

Trump ile ilgili en doğru tespitlerden birini kanımca Avustralyalı gazeteci Caitlin Johnstone yapmış ve onda sevdiği tek şeyin, “imparatorluk yöneticilerinin çoğunun onda nefret ettiği şey olduğunu, yani oyunu ele vermesi” olduğunu dile getirmişti. Şöyle demişti Johnstone: “Trump sessiz geçilecek kısımları yüksek sesle söylüyor. ABD birliklerinin Suriye'de petrolü almasıyla açıkça övünen, Venezuela'nın petrolünü ele geçiremedikleri için ağıt yakan veya herkese Siyonist oligarklar tarafından satın alınıp sahiplenildiğini açıkça söyleyen tek başkan.”

Trump, kötü imparatorluğa güzel bir yüz takmada çok yetenekli olan Obama’nın tam tersi; çok çirkin bir şeye çok çirkin bir yüz takıyor. İmparatorlukta çok daha dürüst bir yüz. Diğer plütokratlar tarafından sahiplenilen kaba, aptal bir plütokrat olarak zalim güç yapısının mükemmel bir temsilcisi.”

Evet, Trump’ın susmayıp “oyunu ele verdiğine” yani ABD’nin gerçek maskesini indirdiğine delalet eden çok sayıda örnek sıralamak mümkün. Bunlardan birinde, sanırım 2018 yılıydı ve Trump Kuzey Kore’yi ziyaret ederek Devlet Başkanı Kim Jong-Un ile resmi bir görüşme yapacaktı. Ziyaret öncesi Amerikalı bir gazetecinin kendisine oradaki rejimin insan hakları kayıtlarının berbatlığından bahsetmesi üzerine, çok iyi hatırlıyorum, “Ne, siz bizim masum olduğumuzu mu sanıyorsunuz?” diye yanıt vermişti. Amerikan ana akım medyasının “Hür dünyanın lideri” masallarıyla büyüyenler için yutması zor lokmalar bunlar. ABD’nin kendi işlediği cinayetlerin ve yalanlarla ördüğü dünyanın arka planına dair herhangi bir sufle üflemek yasaktı ondan önce çünkü. Biden ile birlikte de gerçek “fake news” tekrar rayına oturmuştu.

Ama tabii Trump’ın bu “açık sözlülüğü” promptersız konuşunca yaptığı bir gaf olmadığı gibi samimi ve içten bir özeleştiri niteliği de taşımıyor; daha ziyade kibir yüklü muazzam bir özgüven var arkasında. Ama hakkını da verelim, o sözler birer özeleştiri niteliği taşımış olsa Amerikan halkında böyle bir teveccüh bulması da bu kadar kolay olmazdı, sanıyorum.

Özetle; ortada en kötü senaryonun gerçekleştiği bir durum yok belki. Ama iyi bir sonuç çıktı da denemeyeceğini düşünüyorum. Bu seçimden şahsi olarak mutlu olacağım iyi bir sonuç çıkabilir miydi, bilmiyorum. Claudia de La Cruz ya da Jill Stein’ın Beyaz Saray’da oturma şansı olmadığına göre galiba çıkmazdı. Ama bu durum bizim çıkan sonucun içindeki iyiyi de kötüyü de ayıklayabilme arzu ve becerimizin önüne geçmemeli.

Orta Doğu’da ateş dinmiyor. Burnumuzun dibinde, “masum” liberallerin desteğini almış Amerikan liderliğinin iş birliğinde yapılan bir soykırım yaşanıyor. AB liderliği Avrupa’nın kendi bacağına sıktığı bir kurşun nedeniyle yaşadığı sıkıntıları topyekûn bir kaosa çevirmek için çabalıyor. Orta Doğu’nun ateşe verilebileceği, büyük bir bölgesel savaşın kapısının aralanabileceği çok kritik bir dönemeçte iken İran ile zamanında yapılmış anlaşmadan ABD’nin imzasını çekmiş, Avrupa’yı güvenlik mimarisinden uzaklaştırmış bir lider Beyaz Saray’a geliyor. Bu ateşin sönümlenmesi hiç de kolay görünmüyor. Umalım ki dünya 2025’te kürekleri biraz daha barış istikametinde çeksin!

                                                                 /././

Sporculardan kesilen vergileri kulüpler geri alıyor -Murat Batı-

Sporcuların aldıkları paralar ücrettir. Daha basit bir ifadeyle maaşlı çalışan kişiler gibi ücretli olarak değerlendirilecektir. Tıpkı ücretli çalışanlar gibi sporculara verilen paralardan -ücret sayıldığından- stopaj yapılacaktır.

12 Mart 2023 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 7440 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun m.17 ile 3289 sayılı Gençlik ve Spor Hizmetleri Kanunu Ek m.12 değiştirildi. Bu düzenleme 1 Nisan 2023 tarihinde yürürlüğe girdi.

Bu maddeye istinaden de 22 Temmuz 2023 tarihinde spor kulüpleri ve spor anonim şirketleri tarafından sporcu ücretlerinden stopaj yapılarak ödenen gelir vergisinin, 3289 sayılı Kanun ek m.12 kapsamında iadesine ilişkin usul ve esasları düzenleyen Sporcu Ücretlerinden Tevkif Yoluyla Alınan Gelir Vergisinin İadesi Hakkında Yönetmelik de yayımlandı.

Buna göre 1 Nisan 2023 tarihinden itibaren Gençlik ve Spor Bakanlığınca tescil edilmiş olan spor kulüpleri ve spor anonim şirketleri tarafından sporculara ödenen ücretlerden stopaj yapılarak ilgili vergi dairesine kanuni süresinde beyan edilen ve vadesinde ödenen gelir vergisi, ödemeyi takip eden beş iş günü içinde ilgili vergi dairesi tarafından vergiyi yatıran kulübe iade edilir.

Yani 3289 sayılı Kanun ek m.12 uyarınca sporcularının gelirlerinden stopaj yapılıp bunun Hazineye gitmesi gerekirken beyan edilip ödenen stopajı vergi dairesi stopajı yapan kulübe geri veriyor.

Kanun maddesi diyor ki; vergi olarak aldığımız bu parayı sana iade ediyorum sen de Ek m.12’de belirtilen yerlere kullan.

Sporcular nasıl vergilendiriliyor?

Sporcuların aldıkları paralar ücrettir. Yani sporcuların aldıkları paralar Gelir Vergisi Kanunu m.61 uyarınca ücret olarak değerlendirilecektir. Daha basit bir ifadeyle maaşlı çalışan kişiler gibi ücretli olarak değerlendirilecektir.

Tıpkı ücretli çalışanlar gibi sporculara verilen paralardan -ücret sayıldığından- stopaj yapılacaktır. Ancak normal ücretlilerden yapılan stopaj, gelir vergisinin artan oranlı tarifesine (dilim usulü) tabi tutulurken sporculardan tek ve sabit bir oranla stopaj yapılmaktadır. Bu oran, sporcunun bulunduğu lige göre değişiklik göstermektedir.

Buna göre 1 Ocak 2020 tarihinden itibaren sporculara yapılan ücret ve ücret sayılan ödemelerden;

a) Lig usulüne tabi spor dallarında;

1) En üst ligdekiler için yüzde 20,

2) En üst altı ligdekiler için yüzde 10,

3) Diğer liglerdekiler için yüzde 5,

b) Lig usulüne tabi olmayan spor dallarındaki sporculara yapılan ödemeler ile milli sporculara uluslararası müsabakalara katılmaları karşılığında yapılan ödemelerden yüzde 5,

oranında gelir vergisi stopajı yapılacaktır. Bu oranlar ve uygulanma süresi -bir değişiklik olmadığı sürece-  GVK Geçici m.72 uyarınca 31.12.2028’e kadar sürecektir.

İlaveten 1 Kasım 2019 tarihinden sonra akdedilerek geçerlilik kazanan veya 1 Kasım 2019 tarihinden önce imzalanmakla birlikte bu tarihten sonra (süre uzatımı veya ücreti etkileyen değişiklikler gibi nedenlerle) yenilenen sporcu sözleşmelerine istinaden elde edilen ücret gelirleri toplamı o yılın GVK m.103’ün son dilimini aşarsa (2025 yılı için 3 milyon lira) sporcu tarafından ayrıca yıllık beyanname ile de beyan edilmesi gerekmektedir.

Özetle sporcuların bu gelirlerinden yukarıda bahsedilen oranda stopaj yapılacak sonrasında elde edilen bu gelir 2024 yılı için üç milyon lirayı aşıyorsa sporcu tarafından 2025 Mart ayında yıllık beyanname ile beyan edilecektir. Buraya kadar her şey normal.

Ancak…

Kulüpler bu stopajı iade alıyor

3289 sayılı Gençlik ve Spor Hizmetleri Kanunu ek 12’nci maddesi gereğince sporcularının gelirlerinden stopaj yapılıp bunun Hazineye gitmesi gerekirken beyan edilip ödenen stopajı vergi dairesi stopajı yapan kulübe geri veriyor.

Bunun için özel bir hesap açılıyor. Özel hesap gelirlerinin toplanmasını teminen spor kulüpleri ve spor anonim şirketleri tarafından Türkiye’de kurulu kamu sermayeli bankalarda ihtiyaca göre bir veya birden fazla hesap açılır.

Kulüpler tarafından iade alınan bu tutarlar 3289 sayılı Kanun ek m.12’de belirtilen amatör spor faaliyetlerin gelişimi için kullanılması gerekmektedir. Bunun tespiti ise yıl sonuna kadar vergi denetimi ile yapılmakta ve bu konu hakkında bir rapor hazırlanmaktadır. Özetle özel hesaba ilişkin bir yıl içerisinde yapılan tüm işlemler, Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından belirlenen komisyon veya komisyonlar tarafından yılda en az bir kez denetlenir. Söz konusu denetimlerin izleyen yılın sonuna kadar bitirilir.

Özel hesaptan amaç dışı kullanılan vergi iadeleri, amaç dışı kullanıldığı vergilendirme dönemine ilişkin gelir (stopaj) vergisi olarak özel hesap açılan mükellef adına vergi ziyaı cezası kesilerek tarh edilir ve gecikme faizi hesaplanır.

İyi de bu durum normal mi?

Aslında tahsisli vergi olarak adlandırılan bu uygulama daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. 7146 Kanun m.15 ile 5602 sayılı Şans Oyunları Hasılatından Alınan Vergi, Fon ve Payların Düzenlenmesi Hakkında Kanun’a eklenen ek m.1’in Anayasaya aykırılığı ileri sürülerek iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına ilişkin muhalefet partilerince Anayasa Mahkemesi’ne götürülmüştü.

Dava dilekçesinde özetle ödenen katma değer vergisinin (KDV) bir kısmının yatırım ve işletme giderlerinde kullanılmak üzere Spor Toto Teşkilat Başkanlığı (STTB) adına açılan özel hesaba iadesinin âdem-i tahsis ilkesine aykırı olduğu, bütçe kaynaklarının özel hesaplar kullanılarak temel mali mevzuat hükümlerine tabi olmadan harcanmasının saydamlığa ve hesap verilebilirliğe engel olduğu, böylelikle Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olan bütçe hakkının kullanımına engel olunduğu, bu durumun verginin kamu giderlerinin karşılığı olması ilkesiyle bağdaşmadığı, özel hesaba ilişkin düzenleme yetkisinin Cumhurbaşkanı’na verilemeyeceği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2, 7, 73, 87, 160 ve 161’inci maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştü.

Anayasa Mahkemesi 13.10.2021 tarih Esas no:2018/135, Karar No: 2021/71 sayılı kararı ile bu düzenlemeyi iptal etti.

Kararda şu açıklamalar önem arz etmektedir; Verginin, bireysel faydalanmanın söz konusu olmadığı kamu hizmetlerinin finansmanı için alınması karşılıksız olması sonucunu doğurmaktadır. Ancak verginin karşılıksız olması, bireysel karşılığının bulunmadığı anlamına gelmekte olup toplumsal karşılığı bulunmadığı biçiminde anlaşılamaz. Esas itibarıyla vergi, tüm topluma sunulan hizmetlerin anonim karşılığı olduğundan vergi mükelleflerinin en azından genel idare esaslarına göre yürütülen kamu hizmetlerinden toplumsal düzeyde fayda sağlamaları söz konusudur. Vergi mükelleflerince mali güçlerine göre ödenen diğer vergiler gibi KDV de genel idare esaslarına göre yürütülen ve tüm topluma sunulan, faydası tüm topluma yayılan kamu hizmetlerinin finansmanı amacıyla ve bunlardan sağlanan toplumsal faydaya istinaden anonim bir karşılık olarak ödenmektedir. KDV mükellefi olan Spor Toto Teşkilat Başkanlığı da bu hizmetlerden bütün toplumla birlikte faydalanmaktadır.

Diğer vergiler gibi KDV’nin de mükellef tarafından bir kere ödendikten sonra artık bütçe disiplini içinde, bütçede gösterilen kamu hizmetlerinin tamamının finansmanında kullanılmak üzere bir anonim karşılığa dönüşmesi gerekmektedir. Dava konusu kuralda mükellefin ödediği verginin bir kısmının yine bu mükellefin harcamalarının finansmanına tahsisi söz konusudur. Dolayısıyla kural gereği vergi anonim karşılık olma özelliğini yitirerek özel işletmecilik esasına göre yürütülen bir hizmetin finansmanı için alınan bir karşılığa dönüşmüştür. Bu ise verginin tüm kamu giderlerinin karşılığı olması ilkesiyle bağdaşmamaktadır.

Bu yönden başka mükelleflerce ödenmiş verginin belli bir hizmete tahsisi ile dava konusu kuralda olduğu gibi belli bir mükellefçe ödenmiş verginin yine kendisinin sunduğu hizmete tahsisi arasında bir fark bulunmamaktadır.”

Kulüplere iadeyi düzenleyen bu hüküm de iptal olur mu?

Olur da bu konu -somut norm denetimi yoluyla- Anayasa Mahkemesinin önüne gelirse benzer bir şekilde sonuçlanması muhtemeldir. Bekleyip göreceğiz…

                                                                /././

Yasa dışı bahis operasyonu - Mehmet Ali Erbil ve Serdar Ortaç, gözaltına alındı: Batuhan Karadeniz ve fenomenler hakkında yakalama kararı

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yasa dışı bahise teşvik iddiasına ilişkin olarak yürütülen soruşturma kapsamında, aralarında şarkıcı Serdar Ortaç, sunucu Mehmet Ali Erbil ve eski futbolcu Batuhan Karadeniz'in de bulunduğu 23 şüpheli hakkında gözaltı kararı verildi. Mehmet Ali Erbil ve Serdar Ortaç'ın da aralarında bulunduğu 16 kişi gözaltına alınırken, Batuhan Karadeniz'in ise yurt dışında olduğu tespit edildi. Gözaltına alınan şüpheliler, emniyetteki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi. (https://t24.com.tr/haber/yasa-disi-bahis-operasyonu-mehmet-ali-erbil-ve-serdar-ortac-gozaltina-alindi,1195748)

                                                            ***

(T-24)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder