1 Kasım 2024 Cuma

T24 "KÖŞEBAŞI" - 1 Kasım 2024-

 TUSAŞ saldırısında ikinci perde: İstihbarat tam iki ay önce geldi!-Tolga Şardan-

İstihbarat bilgisi, 17 Ağustos’ta elde edildi. Veriler, bölgedeki jandarma komutanlıklarına bildirildi. MİT’in ulaştığı veriler, İçişleri Bakanlığı’nın çatısı altındaki Emniyet ve Jandarma’ya gönderildi.

Türkiye Uzay Sanayi’nin (TUSAŞ) Ankara’nın Kahramankazan ilçesindeki ana yerleşkesine yönelik terör saldırısıyla ilgili gelişmelere devam ediyorum.

Büyüteç’te önceki yazıda, ülkenin önde gelen teknoloji üssüne karşı gerçekleştirilen PKK eyleminin, göz göre göre geldiğini ortaya koyan tespitleri duyurdum.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen adli soruşturma çerçevesinde tesis bölgesinden sorumlu jandarma dosya üzerinde çalışıyor, olayın ilk anından itibaren.

Dördü TUSAŞ çalışanı, birisi taksici, beş kişinin şehit olduğu PKK saldırısında ihmal olup olmadığı tartışmaları, farklı yürüyen gündeme karşın tartışılmaya devam ediliyor.

Linkini bıraktığım son yazıda, TUSAŞ’a yönelik terör eylemiyle ilgili Şırnak’ta yapılan bir operasyonda bilgiler elde edildiğini aktardım.

Şimdi daha ötesinden bilgi vereyim. İstihbarat bilgisi, geçen ağustosun ortasında, tam tarih vermek gerekirse; 17 Ağustos’ta elde edildi.

İstihbarat birimlerinin ortak yürüttüğü operasyonda yakalanan PKK’lıdan elde edilen veriler, bölgedeki jandarma komutanlıklarına bildirildi. Gerek Van’a konuşlu Jandarma Asayiş Komutanlığı, gerekse Şırnak’taki İl Jandarma Komutanlığı, kısa sürede gelişmelerden haberdar edildi.

Tabii aynı bilgiler, Ankara’ya da ulaştırıldı. MİT’in ulaştığı veriler, İçişleri Bakanlığı’nın çatısı altındaki Emniyet ve Jandarma’ya gönderildi.

Şimdi; bu aşamada artık kimsenin “gerekli istihbarat alınamadı” mazeretine sığınma şansı kalmadı maalesef.

Tam tersine, bilginin elde edilmesiyle, eylemin gerçekleştirilmesi arasında yaklaşık iki ay var!

İster istemez, “İki ayda ne yapıldı?” sorusu akıllara geliyor kuşkusuz.

Sorunun yanıtını adli yönden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, idari yönden ise İçişleri Bakanlığı verecek.

Sorumluluğu olanlar

Ancak sorunun yanıtı kadar, sorunun kimlere yöneltilmesi gerektiği de en az adli soruşturma kadar önemli.

Öncelikle Jandarma Genel Komutanlığı merkez yönetimi sorunun asıl muhatabı. Elde edilen ciddi istihbarata karşı yapılması gerekenler, Jandarma’nın sorumluluğunda.

Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Ali Çardakçı’dan itibaren görev alan istihbarat, terörle mücadele ve asayiş birimlerinden sorumlu komutanlar ile alt kadrolarının soruşturmaya alınması şart.

Hatta daha ilerisi, Jandarma’nın faaliyet ve çalışmalarını yöneten İçişleri Bakan Yardımcısı Mehmet Aktaş’ın da direkt olmamakla birlikte dolaylı sorumluluğu var. Aktaş’ın her şeyden önce denetim görevini yeteri kadar yerine getirmediğini söylemek mümkün.

Şırnak’ta elde edilen önemli istihbarata karşı eylemin nasıl gerçekleştirildiği ve gerçekleşmesine izin verilmesi, basit şekilde geçiştirilebilecek bir durum değil. İki ay boyunca eylemin önlenmesine yönelik yapılanların mercek altına alınması gerekiyor.

Hangi rütbe, makam ve konumda olursa olsun, Türkiye’nin en önemli kamu kuruma yönelik terör eyleminde ihmalleri bulunanların tespiti ve gerekli adli/idari cezayı alması kaçınılmaz.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın işi bu kez zor. Daha önce Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yönelik benzer terör saldırısının araştırıldığı idari soruşturmada Kayseri İl Jandarma Komutanı Yüksel Yiğit emekli edildi. Kimi jandarma ve polisler de soruşturmaya alındı.

Her ne kadar istihbarat gelmemiş olsa bile Emniyet’in de burada eksikliğini söylememek olmaz.

Jandarma, Emniyet ve mülki idare

Ancak bu kez vaziyet çok vahim. Bu konuda yapılacak idari soruşturmanın Jandarma Genel Komutanlığı ve Ankara İl Jandarma Komutanlığı karargâhını sallaması lazım.

Tabii, sadece Jandarma’nın değil, yine Emniyet’in ve Ankara Valiliği’nin de sorumluluğu var.

Emniyet kaynaklarından edindiğim bilgiye göre hem Emniyet Genel Müdürlüğü hem de Ankara Emniyeti, Ankara İl Jandarma Komutanlığı’nı bilgilendirdi. 

Eylem hedefi TUSAŞ’sa, Emniyet’in “biz bilgi verdik” görüşünün arkasına sığınması yaşananlardaki sorumluluktan teşkilatın kurtulmasını sağlamaz. Topyekûn çalışmak/çabalamak gerekirdi.

Yanı sıra Ankara Valiliği ile Kahramankazan Kaymakamlığı’nın İller İdaresi Yasası çerçevesinde alınacak güvenlik önlemlerinden sorumlu olduğu düşünülürse, mülki idarenin iki kolluk gücü arasındaki yetki krizini iyi yönetememesi söz konusu.

Tatbikatlar neden yapılmadı?

Gelelim, madalyonun diğer yüzüne.

TUSAŞ’ın yönetimi açısından bakıldığında, yerleşkedeki özel güvenlik önlemlerinin yeterli olmadığı anlaşıldı.

TUSAŞ benzeri kurumların özel güvenlik sisteminde güçlü denetim mekanizmaları var.

Bunlardan birisi, kurumlarda özel güvenlik tatbikatlarının yapılması. Bu tatbikatlar, alarm durumu ve ani gelişen olaylarda yaşanacak kriz süreçlerinin belirlenmesi ve yönetilmesinde çok önemli.

TUSAŞ’ta durum ise parlak değil.

Şırnak’tan elde edilen verilere karşın, ortaya çıkan terör saldırısını önlemek ve süreci yönetmek için yapılması gereken özel güvenlik tatbikatlarının yapılmadığı bilgisi var.

Ayrıca, yine eylem olasılığına karşı, alarm seviyesinin yükseltilmesi gerekirken bu işlemin yapılmadığı kaynaklarca ifade ediliyor maalesef.

Yeterli özel güvenlik personeli olmadığı gibi, ortaya çıkan terör tehdidi sonrasında özellikle yerleşkenin kapılarında alınması gereken önlemlerin alınmadığı, kapılardaki tehdit riskinin değerlendirilmesinde sorun bulunduğu belirtilen diğer konu başlığı.

Uzun lafın kısası; yazılı olmakla beraber uygulanmayan saldırılara ve sabotajlara karşı koyma planları, dosyalar içinde raflarda tutuluyor anlaşılan.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunum yapacaktı

Bu arada PKK saldırısında şehit olan TUSAŞ Başmühendisi Zahide Güçlü Ekici hakkında yeni bilgi ortaya çıktı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, salı günü TUSAŞ’ta helikopter teslim törenine katıldı. Yani saldırıdan altı gün sonra.

Erdoğan’ın katılımıyla TUSAŞ’ta üretilen Gökbey adlı helikopter, Jandarma Genel Komutanlığı’na teslim edildi. Erdoğan, helikopterin gövdesine Şehit Başmühendis Ekici’nin adını yazdı.

Dramatik olan şu ki; Başmühendis Ekici işte bu helikopterin üretiminde sorumluluk sahibiydi ve yaşasaydı büyük olasılıkla Erdoğan’a sunumu yapacak olan isimdi.

Üstelik, üretimine katkı verdiği helikopter, TUSAŞ’a yönelik terör saldırısında elde edilen istihbaratı yeterli şekilde işlemediği belirtilen Jandarma teşkilatı için üretilmişti.

Diğer dramatik tablo taksici Murat Arslan’la ilgili.

Yazının girişinde bıraktığım linkteki Büyüteç’te Arslan’ın, yaşamını nasıl yitirdiğini aktardım. Bir yeni bilgi daha var. Arslan, teröristlerin aradığı taksicinin telefona yanıt vermemesi sonucunda ölümle tanıştı.

Ancak diğer detay ise, teröristlerin durakta park halinde bekleyen bir taksiciyle görüştükleri, ancak bu taksicinin hizmet sırasında en önde bekleyen Murat Arslan’ı işaret etmesiyle teröristlerin bu taksiye binmeleri.

Sıranın en başındaki taksiyi işaret eden ise, Arslan’ın ağabeyiydi.

Kader böyle bir şey sanırım…           /././

Raporlama, haber, duyuru: Etki ajanı olmaya hazır mısınız?-Gökçer Tahincioğlu-

Devletin iç ve dış siyasi çıkarı nedir, devletin güvenliği nasıl ihlal edilir, bir organizasyonun çıkarları doğrultusunda hareket etmek ne anlama gelir, teklifteki bütün ifadeler bütünüyle muğlak. Belli ki yine gazeteciler, aydınlar, yazarlar, STK temsilcileri davalarla boğuşurken ajanlar cirit atacak…

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, geçtiğimiz hafta çok kritik bir karara imza attı.

Malum, Türkiye uzun bir süredir Rusya’ya özeniyor, Rusya’da çıkan düzenlemelerin sağladığı olanaklara imrenerek bakıyor.

Geri kalmak olmaz elbette.

Yönünü Rusya’ya çevirince, bu olanaklar da göz kamaştırıcı duruyor.

Ancak AİHM’nin kararı, tam da Türkiye’nin imrendiği düzenlemelerle ilgili.

Rusya, bugün Türkiye’nin tartıştığı – aslında tartışmadığı – etki ajanlığı düzenlemesini çok daha önceden yasalaştırdı.

Yüzlerce gazeteci, sivil toplum örgütü üyesi, sendikacı, yazar, aydın bu madde nedeniyle yargılanıyor.

Doğal olarak onlar da düzenlemeyi AİHM’ye taşıdı.

Akademisyen Işıl Kurnaz, AİHM’nin geçen hafta bu düzenleme nedeniyle Rusya aleyhine ihlal kararı verdiğini aktardı. Verilen kararda Rusya’da yasanın keyfiliğine işaret edildi, yasanın örgütlenme, ifade özgürlüğü ve özel hayata saygı hakkını ihlal ettiği sonucuna varıldı.

* * *

Türkiye, bir süredir MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, Abdullah Öcalan’ın umut hakkından yararlandırılarak TBMM’ye gelmesi, silahları bırakma çağrısı yapmasına kadar uzanan söylemlerini tartışıyor.

“Umut hakkı” denilen kavram, ağırlaştırılmış müebbet hapis hükümlülerinin ömür boyu cezaevinde yatmasına karşı geliştirilen, onların durumunun da 25 yıl cezaevinde tutulduktan sonra yeniden değerlendirilip, serbest bırakılmaları anlamına geliyor.

Eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen, T24’teki yazısında, AİHM’nin verdiği Öcalan ve umut hakkı kararları konusunda Türkiye’ye yakın zamanda bir dizi soru yönelttiğini, bu konuda pratikte adım atılmasını beklediğini duyurdu.

Bahçeli’nin söylemi de AİHM kararlarına uyulmasını gerektiriyor.

* * *

Türkiye, AİHM kararlarını uygulamamak konusunda sabıkalı. Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın serbest bırakılmalarına yönelik AİHM kararlarını uygulamadığı için yaptırım sürecine alınan Türkiye’nin umut hakkı gibi kendisi için radikal bir kavramı uygulama noktasına gelmesi bile şaşırtıcı.

Ancak bir yandan bunu yaparken diğer yandan verilen güncel kararları yok mu sayacak?

Etki ajanlığı düzenlemesi ile ilgili olarak AİHM, tavrını ortaya koydu. Şimdi Türkiye bu kararı da görmezden mi gelecek?

* * *

Öyle olacak, öyle anlaşılıyor.

Zira 9. Yargı Paketi’ne konulan ve sonra geri çekilen etki ajanlığı düzenlemesi, Noterlik Kanunu’nda değişiklik öngören teklifin içinden hortlayıverdi.

Büyük bir hızla TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edildi düzenleme… Geriye TBMM Genel Kurulu kaldı. Genel Kurul’da da eller kalkıp inecek ve düzenleme bu gidişle büyük bir hızla yasalaştırılacak.

* * *

Peki sonra ne olacak, iktidar neden bu düzenlemede ısrarcı…

Kulislerden gelen bilgiler MİT’in bu düzenlemeyi çok istediği, özellikle yabancı istihbarat örgütlerine karşı bu düzenlemenin şart olduğunu düşündüğü yönünde.

Öyle mi gerçekten, mevcut yasalar yetmiyor mu mücadele etmeye…

Yetiyor elbette…

Ancak bu kadar elverişli bir yasayı elde tutmak iktidar için göz kamaştırıcı…

Teklifteki düzenlemeye bakalım:

* Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararlan aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir.

* Fail hakkında hem bu suçtan hem de işlediği ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.

* Fiil, savaş sırasında işlenmiş veya devletin savaş hazırlıklarım veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeyle karşı karşıya bırakmış ise faile sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis cezası verilir.

* Suçun, milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birimler ile proje, tesis ve hizmetleri yerine getiren kurum ve kuruluşlarda görev yapanlar tarafından işlenmesi halinde verilecek ceza bir kat artırılır.

*Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.

Gerekçesi de güzel… Teklif metnindeki ifadelerin dışında açıklayıcı hiçbir ifade bulunmayan bir madde gerekçesi… Açıklayıcı tek bir kelime yok…

* * *

9. Yargı Paketi’nden çıkartılan düzenleme ise fikir veriyor. Yeni teklifte, önceki teklifte bulunan bir fıkra yok. Ancak örtülü biçimde yeni teklif eskisinde yer alan şu düzenlemeyi de içeriyor:

“Türk vatandaşları veya kurum ve kuruluşları ya da Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapan veya yaptıranlar, Türkiye’de suç işleyenler, hakkında…”

* * *

Casuslar elbette her yere sızabilir… Basına, sivil toplum örgütlerine, şirketlere ve hatta devlete… Türkiye gibi “paralel devlet yapılanması” adı altında bir örgütü yargılayan devletin yasaları uygulamakta pek de mahir olduğu söylenemez.

O zaman bu yeni düzenlemeye neden ihtiyaç duyulduğu gerçekten açıklamaya muhtaç…

Teklifteki şu ifade örneğin:

“Yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir…”

Diyelim çevreci, uluslararası bir örgüt, çevre hakkını ihlal eden bir altın madeniyle ilgili kampanya başlattı ve siz de bunun parçası haline geldiniz.

Etki ajanı olmaya adaysınız.

Uzağa gitmeye gerek yok… 20 yıl önce Bergama Altın Madeni’ne karşı çıkanlar ajanlık suçlamasıyla DGM’de yargılandı bu ülkede… Beraat ettiler ama hem Bergama’ya engel olunamadı hem de hayatları değişti yargılananların…

Ya da diyelim bağlı bulunduğunuz sivil toplum örgütü Türkiye’deki basın ve ifade özgürlüğü konusunda uluslararası bir STK’nın desteğiyle raporlama yapıyor.

Devletimizin bunu da “etki ajanlığı” olarak görmesi an meselesi olacak.

Girmeye çalıştığımız AB’nin Genişleme Raporu’nu hazırlarken yaptığı görüşmeleri bile “ajanlık” faaliyeti saymak mümkün bu teklife göre…

Tipik bir kapalı rejimlere mahsus, “kol kırılır yen içinde kalır” düzenlemesi.

Hoşuna gitmeyen bütün çağrıları, haberleri, kampanyaları suçlama vesilesi yapabilirsiniz…

Nitekim Rusya da aynısını yaptı. AİHM’nin verdiği kararın engel oluşturmayacağı da ortada…

* * *

AİHM’yi geçelim, anayasayı ne yapacaksınız peki?

Anayasada düzenlenen ifade, örgütlenme, toplanma, fikir ve kanaatleri açıklama özgürlüklerini ne yapacaksınız?

Elbette kapatılması için MHP’nin kampanya yürüttüğü, Can Atalay kararlarının uygulanmamasıyla iyiden iyiye ağırlığını yitirmiş Anayasa Mahkemesi’nden bu anayasal ilkeleri savunmasını beklemek hayalcilik olur.

O zaman kim savunacak haber alma hakkını, sivil toplum faaliyetlerini…

En büyük fon kullanıcısı olan devlet, “foncu” diye ezip geçecek mi sivil toplum örgütü üyelerini…

Büyükada’da toplantı yapmaktan başka “günahları” olmayan insanların davasında gördük yakın zamanda… Ajanlıkla suçlanıp hayatları itinayla kaydırılan, yıllarını bu ülkede geçirmiş sivil toplum örgütü temsilcilerinin yaşamları darmadağın oldu.

Niyet şimdi bütünüyle sesleri kesmek mi?

Maalesef bütünüyle soyut bu yasadan daha iyimser hiçbir tahmin ve akıl yürütme çıkmıyor.

* * *

Devletin iç ve dış siyasi çıkarı nedir, devletin güvenliği nasıl ihlal edilir, bir organizasyonun çıkarları doğrultusunda hareket etmek ne anlama gelir, teklifteki bütün ifadeler bütünüyle muğlak. Ve anlaşılıyor ki böyle olması istenmiş…

Belli ki yine gazeteciler, aydınlar, yazarlar, STK temsilcileri davalarla boğuşurken ajanlar cirit atacak…

Belli ki yine Türkiye’nin demokratik bir ülke olması yolunda mücadele edenler cezaevi çilesi çekerken rantiyeci, dolandırıcı, baron kim varsa ferah feza eylemlerine devam edip bir de nutuk atacak.

Belli ki yine yıllar sonra pişman olacağımız, vatan-millet-Sakarya nidalarıyla atılan adımları izlemek zorunda kalacağız.

Bu düzenlemenin başka hiçbir açıklaması yok..

                                                                  /././

İmamoğlu, Esenyurt’ta parti liderliğine değil ama siyasi liderliğe oynayacağını netleştirdi: Sizinle uğraşacağım!-Candan Çetin-

CHP’li iki kritik isim iktidarı cepheden karşısına alırken, kendi içindeki ‘iç cephesini’ tahkim edebilecek mi göreceğiz, zira başka bir eşiğin aşılamaması biraz da buna bağlı.

HDP’li belediyelerle başlayan, Boğaziçi Üniversitesi’ne sıçrayan, oradan CHP’li Urla Belediyesi’ne uzanan, 31 Mart seçimleri sonrası da Van’da denenen, Hakkari’de hayata geçen kayyım rejiminin son denemesi İstanbul’un en büyük ilçesi ve nüfusu bir milyona yakın olan Esenyurt oldu.

Her iki Esenyurtlu seçmenden birinin oyunu alan, CHP ve DEM’in ‘Kent Uzlaşısı’ çerçevesinde yüzde 49 oyla seçilen akademisyen Ahmet Özer hem tutuklandı hem de yerine Beyoğlu Kaymakamı Can Aksoy İstanbul Vali Yardımcısı yapıldıktan sonra kayyım olarak atandı. İlk icraatı da seçilmişin fotoğrafını yere indirmek oldu.

Bir beton şehir olan Esenyurt’un belediye binasının etrafında kayyım sonrası bariyerler, tomalar, kirpiler vardı.

Çok etnik yapılı bir ilçe olan, Faslıların, Afganların, Katarlıların, Afrikalı göçmenlerin de yaşadığı Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atanması, seçilmiş siyasetçi Ahmet Özer’in tutuklanması Türkiye için, özellikle de muhalefet için yeni bir eşik.

Cumhur İttifakı, Kürt meselesini kendi diliyle yeniden gündem yaparken yarattığı ‘umut’ kırıntılarını süpüren bu hamleyle kayyım rejimini İstanbul’da da test etmiş oldu.

CHP’nin çağrıcısı olduğu DEM’in de destek verdiği protesto eyleminin yapılacağı Esenyurt Meydanı’na doğru yürürken karşıma çıkan iki fotoğraf her şeyi anlatır nitelikteydi. Bir yanda “Barış ve Kardeşlik Kenti Esenyurt” diyen tutuklu belediye başkanı, diğer yanda ise bildiği, inandığı yolda ilerleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan… kayyım, bu iktidarın ve tabii ki mevcut rejimin inandığı bir yol… Ve sandık demokrasine inancı yok etme pahasına vazgeçmediği bir yöntem.

Meydana gitmeden önce belediyenin etrafına çekilen bariyerlerin dışında oturan vatandaşlarla konuştum.

Son seçimde CHP’ye oy verdiğini ifade eden Karslı bir seçmen protesto eylemine gitmekten geri durmasa da “Korkuyorum, içimizde kalsın” diyerek konuşmak istemedi.

Yaşı ilerlemiş emeklilerden bazıları ise sözünü sakınmadı:

Haksız yere kayyım atıyorlar. Kendileri teröristi Meclis’e çağırıyorlar öteki adamı terörist diye suçluyorlar. Doğru mu bu. Halk olarak bu haksızlıkları kabul etmiyoruz. Bizim dertlerimizi düşünmüyorlar kendi menfaatleri koltukları için bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.

Vatandaş geçinemiyor. Markete gidiyor adam istediğini alamıyor. Çocuğuna kahvaltı yaptıramıyor. Fakir fukara ne yapacak. Kimse bizi düşünmüyor. Yargısını tanımayan devlet var. Umudumuz yok, güvencemiz yok.

Necmi Kadıoğlu’nu hiç istemiyoruz. Burada en az 200 tane daireyi parasız aldı, çaldı.”

Avcılar’dan desteğe gelen yaşlı bir teyzenin söyledikleri de vatandaşın bilinç düzeyine dair çok şey söyler nitelikteydi:

“Bu görüntü yakışmıyor. Kalkanları, polisleri yığmak…  Güzel değil hoş değil. Biz hepimiz aynı bayrağın altında yaşıyoruz. Kendi işlerine gelince Kürtler kardeş oluyor işlerine gelmeyince Kürtler CHP ile görüşünce PKK oluyor. Bu doğru değil. Adalet dürüstlük ve kardeşlik istiyoruz. İmamoğlu’na niye sıra gelecek, ne yapmış ki, kimi öldürmüş. İmamoğlu ülkesine ihanet mi etmiş, ona bir şey yapamazlar, asla müsaade etmeyiz. CHP’yi pasif görüyorum. Biz haksızlık istemiyoruz. Bu halka yazık. Polisle halkı karşı karşıya getiriyorlar. Erkekler sus pus olmuş bu ülkeyi kadınlar kurtaracak.”

Emekli olduğunu söyleyen iki kadın öğretmenden biri 31 Mart seçimlerinde Ahmet Özer’le birlikte günde 12 saat seçim çalışması yaptığını söyledi. Miting alanında sorularımı yanıtlayan öğretmen “Böyle bir ülkede yaşamaktan utanç duyuyorum” derken sesi titredi.

O titreyen sesin cümleleri ise hiç titrek değildi:

“Adam iki kelime laf etmiş diye,  yok başsağlığı dilemiş diye, Kürt bir sanatçıyı getirmiş konser verdirmiş diye… Kürtlere sahip çıkmak zorunda. Kendisi de Kürt. Biz ayrışmıyoruz, ayrıştırmıyoruz. Bundan nemalanan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Yok Alevi, yok Sunni, yok Türk , yok Kürt diye diye bugünlere getirdi bizi. Saygı duyacak. Ülkede hak hukuk adalet yok. Ben Esenyurt’ta bu seçimlerde stand sorumlusuydum. Hakkımı helal etmiyorum. kayyım atansın diye mi günde 12 saat evimi çolumu çocuğumu bıraktım geldim. Hiç kimse konuşamıyor. Konuşan hapsi boyluyor. Hırsızlar tecavüzcüler elini kolunu sallayarak sokakta dolaşıyor. DEM ve CHP seçmeni olarak ayrışmayız. Bir bütünüz. Ben Ahmet Özer’le gecenin 12’sine kadar çalıştım. Terörü övecek tek bir kelime duymadım ağzından. Kadıoğlu döneminde Esenyurt bina ve zina olarak lanse ediliyordu. Gökdelenlerin dışında ne yaptılar, yediler, çaldılar, çırptılar kenara geçtiler. Dünya kadar borç bıraktılar. Adalet bu değil.”

Konuştuğum diğer emekli öğretmen de hedefin İmamoğlu ve Demirtaş olduğunu söyledi.

Gelelim mitingden izlenimlere…

Miting planlanan saatten biraz geç başladı. Alana gelenlerin yaş ortalaması yüksekti. DEM Parti’nin bayraklarına polis engel olmaya çalıştı. Ama partililer sorunu hızla çözdü. CHP kitlesi daha fazlaydı. DEM muhtemelen CHP’nin çağrıcı olduğu bir eylemde çok da baskın görünmek istemedi.

CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, DEM Eş Başkanı Tülay Hatimoğulları’nı anons etti. Üç seçimdir CHP ve DEM’in seçim ittifakı çalışmalarının tabandaki karşılığı Esenyurt özelinde görünürdü. CHP ve DEM’li siyasetçilerin kayyıma karşı yan yana fotoğraf vermesi iktidarın hamlesini boşa düşürür mü bilinmez ama her iki partinin açıklamasında hem teşhir hem tespit vardı:

Hatimoğulları’nın vurgusu şöyleydi:

"Bugün kent uzlaşısı, iç barışın ta kendisidir. Kent uzlaşısına tahammül etmeyenler kent uzlaşısına operasyon çekenler iç barıştan nasıl bahsedebilir?  Bir olma, beraber olma zamanıdır, demokrasiyi, gerçek anlamda bir iç barışı hep birlikte talep etme zamanıdır."

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun konuşması net ve siyasi lider tonu taşıyordu. Bir sonraki adımın ‘Ahmak davası’ ile kendisine karşı atılabileceğini bilen bir siyasetçi olarak iktidarın son hamlelerine karşı  seçmenin sorabileceği soruları sordu ve bir anlamda kendi çözüm sürecini tarif etti. Partisinden bir adım ilerdeydi.

Biz sorunların çözümünün karşısında olmayız. Ancak çözümlerde samimiyet, ciddiyet ve tutarlılık ararız. Tutmuş ‘Uzattığım eli havada bırakmayın’ diyor. Söylesenize sizin elinizde ne var? Siz neyin sözleşmesini yapmak istiyorsunuz Kürt kardeşlerimizle? Elinizde barış mı var, huzur mu var, kardeşlik mi var?  Seçtikleri meşru siyasetçilere ifade özgürlüğü, serbestçe görev yapma sözü mü var? Evlatlarına iş mi var, aş mı var, umutlu bir gelecek mi var? Yaşlılarına huzurlu bir emeklilik mi var? Yoksa sizin elinizde şantaj mı var, tehdit mi var? Beni seçin, benden olanı seçin, ben kimi istersem onu seçin dayatması mı var? Sahi siz öbür elinizde ne saklıyorsunuz? Sopa mı tutuyorsunuz? Beni seçmezseniz, sizin seçtiklerinize görev yaptırmam, onları hapse atarım, size hayatı dar ederim diyen şantaj sopası mı var öbür elinizde? Sizi evsiz, yurtsuz, evlatlarınızı eğitimsiz, işsiz bırakırım diyen tehdit sopası mı? Peki ya sizin bu sözleşmede memleketin geri kalanına vaadiniz nedir? Gelin birlikte ortak bir millet olalım mı diyorsunuz, kaderimizi, geleceğimizi aynı hedefte buluşturalım mı diyorsunuz? Yoksa benden başkasına gönül düşürürseniz bu memleketi hepinize dar ederim mi diyorsunuz? Zaten yeterince dar ettiniz.”

2019’daki İstanbul’daki yerel seçimin iptal edilmesi kararından sonra ceketini çıkaran, kollarını sıvayan İmamoğlu bu kez de bileklerini göstererek, “Bu bileği bükemeyeceksiniz ve sizinle uğraşacağım” cümleleriyle olası planı planlayanlara “Hodri Meydan” dedi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de iktidarın “Kent Uzlaşısı” siyasetini kriminalize etme ihtimaline karşı açık konuşması önemliydi. İttifak siyasetinin arkasında durdu. Kürt meselesine ilişkin cümlelerini tekrar etti. Yeni anayasa arayışlarına kapıyı kapattı. Asıl çıkışını ise erken seçim çağrısıyla yaptı. Hatırlayacaksınız Özel, 31 Mart seçimlerinden sonra erken seçim tartışmaları konusunda temkinli konuşmuştu.

“Erdoğan; Esenyurt Meydanı sana sesleniyor ve ‘hükümet istifa’ diyorlar. Recep Tayyip Erdoğan; ahmak davasıyla mı, kumpas davasıyla mı diye düşünme, aklından geçeni, piyonlarına, cellatlarına yaptırmaya çalışma. Cesaretin varsa, zaten bıçak kemikte kaçma gel çık karşımıza. Biz seçime hazırız, el mi yaman bey mi yaman görelim. Senin seçim kaybetme korkun o yüzden. Esenyurt'tan başlayarak, İstanbul ve Türkiye'yi kuşatma gayretin ve bu kirli hesaplarının farkındayız.”

CHP’li iki kritik isim iktidarı cepheden karşısına alırken, kendi içindeki ‘iç cephesini’ tahkim edebilecek mi göreceğiz, zira başka bir eşiğin aşılamaması biraz da buna bağlı.

                                                                      /././

“Allahım sen Türk’ün ve Kürt’ün kardeşliğini koru, âmin!”-Mine Söğüt-

Şu 101 yıllık süreci ister şu son 101 günü doğru okumaya, kendinize durabileceğiniz adil bir nokta bulmaya çalışın, mümkün değil başaramazsınız. Devlet nedir, halk kimdir, inanç niyedir, bu dünyada asıl neyle savaşılması gerekir?

Dün bu ülkenin cumhurbaşkanını kürsüden tanrısına “Allahım sen Türk’ün ve Kürt’ün kardeşliğini koru, âmin!” diye yakarırken izledik. Ama aslında o da biliyor beşerî güçlerin yarattığı düşmanlıklar, ulvi güçlerin değil anca yine beşerî güçlerin marifetiyle sonlanırlar.

Peki Türk’ü Kürt’e Kürt’ü Türk’e düşman eden nedir?

Paylaşılamayan topraklar mı? Verilmeyen haklar mı? Kandırılan toplumlar mı? Yoksa bu düşmanlıktan nemalanan politikacılar mı?

Hadi yine mahkeme kuralım bu ülkede. Kürtler ne istiyor Türkler ne vermiyor? İktidar Kürt meselesine nasıl yaklaşıyor, muhalefet bu meseleyle ilgili ne diyor?

Öcalan, Kandil, Demirtaş, DEP, PKK, ErdoğanBahçeliİmamoğlu, AKP, CHP, MHP…

Hadi bu isimleri kullanarak cümleler kuralım yeniden. Terör ve barış da olsun cümlelerin içinde, hain ve dost da olsun. Şehit de olsun, bebek katili de. Özgürlük de olsun, azadi de.

Alalım bu kelimeleri, farklı anlamlar taşıyan yüzlerce cümlenin içinde, duruma göre kullanalım tepe tepe.

Bu ülkede ne zaman hangi fikrin muteber olacağını ve hangi tercihleriniz yüzünden başınıza ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz.

Kürt halkının son derece insancıl olan anadilde eğitim taleplerini destekleseniz teröre destek vermekle suçlanırsınız; Kürt halkının bu taleplerini görmezden gelseniz faşist diye damgalanırsınız.

Başörtüsünün tüm kamusal alanlarda serbest olmasını insan hakları temelinde savunduğunuzda siyasal İslam'ın yoluna halı döşemekle itham edilirsiniz; başörtüsü talebinin sinsi amacını tartışmaya açtığınızda inançlara saygısızlıkla mimlenirsiniz.

İşin kötüsü tüm damgalamalar, tüm suçlamalar, tüm ithamlar ve tüm mimlemeler farklı açılardan hem doğrudur hem yanlış.

Dünya siyaseti gücünü bu paradoksal doğrulardan ve yanlışlardan alır ve korkunç niyetlerini bu paradoksları köpürterek gerçekleştirir.

Siz hep ortada kalırsınız ya da oradan oraya savrulursunuz.

Çünkü bu dünya düzeninde tarafsızlığın ve adil olmanın hükmü geçmez. Sizden muhakkak bir güce bağımlı olmanız ve adalet gözetmeden tarafınızı seçmeniz istenir.

Bu sadece bireylerin değil ülkelerin de çıkmazıdır.

Kendisi bağımsız ve tarafsız olamayan bu ülke;

Doğal olarak kendisinden bağımsız olmak isteyen Kürtlere ya da onu siyasal İslam'a bağımlı kılmak için elinden geleni yapan iktidarlara karşı kullanması gereken doğru dili 101 yıldır kuramadı.

Tüm politikalara hâkim olan sorunlu kimlik siyasetini bertaraf etmek için 101 yıldır yeterince uğraşmadı.

Dine ya da ırka dayalı söylemlerle siyaset yapan siyasal partilerin legal ve illegal tahtları 101 yıldır aralarında paylaşamamalarını umursamadı.

Cumhuriyet kurulurken ısrarla üzerine basılarak telaffuz edilen anahtar kavramı, bağımsızlığı 101 yıl boyunca kale almadı.

Bugün de haliyle en baştan beri kime bağımlı olunacağının çekişmesiyle kendisini var eden o kadim siyasetin oyuncağı oluyor.

30’lardan itibaren yarım asır boyunca ülkeyi sağdan sola, soldan sağa çekiştirirken kan revan içinde bırakan politikalar bu korkunç günlerin temelini çok sağlam attılar. Ülke, kendisini Ortadoğu cehennemine asker kılacak yeni rotaya adımını 80’ler itibariyle Kürt meselesiyle atıp, 90’ların sonunda siyasal İslam meselesiyle uzman çavuş olarak atandı.

Ve gelinen noktada, bugün iktidar kanadı Abdullah Öcalan’ı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne konuşma yapmaya getirmekten bahsediyor. Niyeti ve yönü şaibeli bir Kürt açılımı lafını yeniden ortaya atıyor. Aynı anda PKK terörü hortluyor. Hemen ardından muhalefetin İstanbul’daki en önemli belediyelerinden birini teslim ettiği, siyasi görüşü herkesçe bilinen akademisyen bir belediye başkanı, başında olduğu belediye bünyesinde muazzam gösterilerle kutlanan Cumhuriyet Bayramının ertesi sabahı terör bağlantıları bahanesiyle bir şafak operasyonu yapılarak gözaltına alınıyor.

İster şu 101 yıllık süreci ister şu son 101 günü doğru okumaya, kendinize durabileceğiniz adil bir nokta bulmaya çalışın, mümkün değil başaramazsınız.

Ya silahlı mücadeleye kesinlikle karşı olacak ve Kürt hareketine külliyen kuşkuyla bakacaksınız ya da Kürt halkına yapılan haksızlıkların ortadan kaldırılması için süreci hızlandıran terör illetine ve o illete ilişip yürütülen resmi ve gayriresmi hukuka katlanacaksınız.

Ya Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidarı alaşağı etmek için denediği tüm yolları verdiği tüm tavizleri hiç ama hiç sorgulamadan destekleyecek ya da laiklikten, bağımsızlıktan, toprak bütünlüğünden asla ödün vermeyen bir cumhuriyet için ona sırtınızı döneceksiniz.

Ya siyasi İslam'a kıymet verecek, hedefine ilerlerken kurduğu tüm ilişkileri, yaptığı takiyyeleri mübah görecek ya da hiç oyalanmadan hemen dinden çıkacaksınız.

Hiçbirini yapmak istemiyorsanız, o zaman oturup kara kara düşüneceksiniz;

Devlet nedir, halk kimdir, inanç niyedir, bu dünyada asıl neyle savaşılması gerekir?

                                                             /././

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder