Dayatılan deli gömleğinin tek sebebi, muhalefetin kontrolünü elden kaçırmış olmaları!-Tuğçe Tatari-
Ülkede gerçekten muhalefet yapan bir siyasetçiyseniz veya partiyseniz size yaşam hakkı tanınmayacağı gerçeğini açık etmek zorunda kaldılar… Ve yıllarımızı çalan CHP şimdi ilk defa muhalif bir siyaset yapıyor…
Biliyorsunuz gazetecilik birilerine yakın olmak, ‘yarınları garantilemek’ adına yazı yazmak, görüş bildirmek anlamına gelmiyor aslında.
Türkiye’de maalesef işler -her alanda olduğu gibi- epeydir hak ettiği tanımdan çok uzakta bir yerlerde ilerliyor.
Her tarafın kendi sesi var evet.
Hatta bu devirde bir tarafın sesi olmaya soyunmayanı bulmak çok zor. Bu sebeple de bizim gibiler için bazen konular üzerinde netleşmek zaman alıyor.
Her kanat kendi yayın aygıtlarından tek taraflı bir enformasyon mücadelesi verirken biz olan biteni anlamak için ekstra çaba sarf etmek zorunda kalıyoruz.
Temiz bilgiye ulaşmak dünyanın en büyük hak ve özgürlüklerinden biridir, özgürlüklerin olmadığı bir ülkede bulunması da oldukça güçtür.
Biz, yani gündemi yorumlama işini de icra eden gazeteciler için resimden uzaklaşıp bakabiliyor olmak önemlidir…
Resimlerden tamamen uzaklaşabilmek için de bir tarafla bağ kurmamış olmak gerekir. Şimdi diyebilirsiniz ki “bir yaşam mücadelesi veriyoruz, bu aşamada hepimiz bir olmalıyız. Net ve açık taraf olmalıyız. İsimleri, kişileri sahiplenmeliyiz…” Kendinize göre haklı olabilirsiniz, şiddetle itiraz da edemem bu görüşe ama gazetecilik öyle bir meslek değildir.
Bakın mesele aslında çok net, Türkiye’de çok uzun yıllar ‘kontrollü muhalefet’ aldatmacası altında yaşadık.
Bu esnada da rejim değişti.
Bizi resmen oyaladılar.
Hayatlarımızdan yılları, gelecek nesillerin de istikbalini çaldılar ve özgürlük çemberimizi el birliğiyle daralttılar.
Kimse bana “AKP bu işte yalnızdı” iddiasını savunamaz!
Muhalefet ‘kontrol’den çıktığı anda da zaten yaşananlar gözlerimizin önünde cereyan etti, etmeye de devam ediyor.
Ülkede gerçekten muhalefet yapan bir siyasetçiyseniz veya partiyseniz size yaşam hakkı tanınmayacağı gerçeğini açık etmek zorunda kaldılar.
Rejimin değişmesi ve bunun çok da göze sokulmadan, usul usul gerçekleşmesinin sağlanabilmesinde o ‘kontrollü muhalifler’ büyük rol oynadı.
Ve gün geldi bu kontrollü muhalifler genel başkan düzeyinde kişiler de oldular!
Kimse kusura bakmasın ama CHP özelinde hikâye Deniz Baykal’la başladı, ardından Kemal Kılıçdaroğlu’yla devam etti.
Evet, açık konuşalım; yıllarca kandırıldık!
Peki neden o günlerde buna uyanamadık veya uyananların sesini duyamadık.
Çünkü işte başta anlattığımız eşit mesafe dengesini kuramayan, çıkarlar, yarınlar ve olası iktidara yakın olma hesapları ile meslek icra eden ‘meslektaşlarımız’ o günlerde de görevleri başındaydı!
Bu şüpheleri tartışmaya açan azınlık ya duyulmadı ya da yok sayıldı.
Ve yıllarımızı çalan o CHP şimdi ilk defa muhalif bir siyaset yapıyor.
O arkadaşlar ise hep hep ‘sunulan’ birini kurtarıcı ilan ettiler, aynı şeyleri söylediler, şimdi de söylemeye devam ediyorlar!
Oysa CHP ilk defa yıllarımızı çalanları ekarte edip aktif siyaset yapabileceklerle, gözle görünür bir şekilde yürüyor.
Hem siyaset üretiyor hem muhalefet ediyor hem de iktidar olma iddiasını ortaya koyuyor.
CHP ilk defa gerçekten üretiyor.
Ve ilk defa bunu yaptığı için de kurultay seçimini iptal etmek istiyorlar. Oraya söz dinleyen, kolay uzlaşılan bir ‘kontrollü muhalif’ yerleştirmek istiyorlar.
İmamoğlu’nu ve ekibini asla istemiyorlar.
Bütün yaşadığımız bu sınır tanımayan saçmalığın, dayatılan deli gömleğinin tek sebebi, muhalefetin kontrolünü elden kaçırmış olmaları!
Nasıl gazeteciler gazetecilik yaptıkları için tutuklandılarsa…
Avukatlar avukatlık yaptıkları için tutuklandılarsa…
Ekrem İmamoğlu da siyaset yaptığı için tutuklandı.
Ve siyaset yapma tarzı da Recep Tayyip Erdoğan’ın izlediği yola çok yakındı.
Kullandığı enstrümanlar tanıdıktı.
Belki de hazmedilememesinin başlıca sebeplerinden biri de bu.
Sonuçta, CHP İmamoğlu kararlılığından geri adım atmadığı sürece bu ‘savaş’ sürecek!
Biz de tarihe, olanları gerçekten olduğu netlikle yazma görevimizi icra etmek için çabalayacağız.
Yarın dönüp bakınca kimseye yanlış, aldatmacalı bir yön vermemiş olmakla gururlanacağız.
Bugünler de muhakkak geçecek.
Bizler de mesleğimiz adına buradan da tertemiz çıkmaya bakacağız!
/././
Beklenen PKK açıklaması Anneler Günü’nde gelebilir; hem de görüntülü…-Candan Yıldız-
Kürtler içi birlik arayışları hızlandı, Diyarbakır’da ‘Birlik İnisiyatifi’ kuruldu.
Kendi deyimiyle ‘barış emekçisi’ Sırrı Süreyya Önder’in ruhu Kürt meselesinin üzerinde gezinirken, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ana aktör olduğu sürece ilişkin Habertürk’te (3 Mart) bugünlere ışık tutmuştu:
“Halkımız altında bit yeniği aramasın. Bir dönem değişiyor. Birçok anlayış taca çıkacak.”
Değişen paradigmanın 50 yıllık siyasi statükoyu zorlayacağı açık.
Her ne kadar ‘amorf’ görünse de süreç, bir takvimin ve yol haritasının olduğunu yazmıştım.
Gelişmeler de bunu teyit ediyor.
Süreçle ilgili ‘aceleciliği’ ile hatırlanacak olan Bahçeli PKK kongresi için bir tarih önermişti: 4 Mayıs…
İşte Bahçeli’nin önerdiği tarihe yakın bir tarihte PKK, kongresini topladı: 5-7 Mayıs…
PKK, dönüşüm kongresine dair bilgilendirmesinde “12. Kongre’nin sonuçlarına ve alınan kararlara ilişkin geniş ve ayrıntılı bilgi ve belgeler, iki farklı alandaki sonuçlar birleştirildikten sonra çok yakın zamanda kamuoyu ile paylaşılacaktır" dedi.
“Çok yakın zaman” bu gece de olabilir, yarın da olabilir en geç pazartesi. Yarın Anneler Günü olması nedeniyle açıklama ihtimali, ‘Analar Ağlamasın’ diskuruna uyumlu olarak daha mümkün. Zaten tarih seçimleri rastgele olmayan bir yapıdan söz ediyoruz. Hatta kongre sonuçlarıyla ilgili videolu paylaşım yapılacağı da konuşuluyor. Kurucu kadronun birlikte vereceği görüntüyle kararların açıklanacağı…
Bu gelişmeler siyaseti de belirliyor.
Başından itibaren sürece karşı olmadığını açıklayan CHP lideri Özgür Özel, Diyarbakır’da Kürtler için ‘Eşit vatandaşlık’ demişti.
Yedi ay sonra Van’da, PKK kongresinin toplandığı bilgisini cebinde götüren Özel bu kez iktidarın siyaset alanını zorlayacak daha ileri bir cümle kurdu. Sürecin takipçisiyiz mesajını verdi:
“Birileri var olanı söyleyince kızsa da Meclis'te bugün Kürtlerin kendini eşit hissetmediği her türlü yanlış, eksik uygulamaları düzeltecek yasal adımların beraber atılmasını, en başta kayyım uygulamasının son bulmasını, siyasi tutsakların özgür kalmasını bekliyoruz. Buna 'evet' demeyen, bu sürecin dışındadır.”
Son yerel seçimlerde Türkiye’nin birinci partisi konumuna kavuşan CHP lideri bunları ifade ederken, Kürtlerin Diyarbakır’da gündemi daha içe dönüktü.
Kürt meselesine ilişkin yeni hâl ya da ahval, Kürt mahallesini de canlandırdı. Kamışlı’da Kürt Birlik ve Ortak Tutum Konferansı’nı hatırlayacaksınız. Bugün de Diyarbakır’da DEM Parti ve DBP öncülüğünde 301 kuruluş bir araya geldi.
Öğrendiğim kadarıyla meclis formatında işleyecek bu yeni ‘Birlik İnisiyatifi’nin yüzde 60’ını siyasi partiler, yüzde 40’ını sivil toplum oluşturuyor.
Çalışmaları iki ay önce başlayan ‘Birlik İnisiyatif’ Kürtlerin birliğini hedefliyor. Yakın dönemde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırlarında da benzer bir toplantı yapacak. Amaç bileşen sayısını artırmak.
Kürt meselesine farklı politik çerçeveden bakan bu yeni oluşumda Hüda-Par yer almayacak. Sonuç bildirgesi de yarın açıklanacak.
Kürt mahallesinde farklı sokakların kesişimselliğini vurgulayan bu yeni arayışların mümkünlüğü tam da yeni süreçle ilgili. Kürt siyasetindeki dönüşümün bir göstergesi.
/././
Asgari ücret temmuzda artacak mı?-Murat Batı-
Hükümet, asgari ücret artışının -asgari ücretin vergi istisnasından dolayı- bütçe disiplinini bozacağını düşündüğü için temmuz artışına yanaşmayacaktır. İlaveten patronlardan gelen SGK dahil işveren maliyetini de gerekçe göstererek asgari ücret artışı taleplerini geri çevirecektir.
Asgari ücretin temmuz ayında artıp artmayacağı hususu görsel ve yazılı basın ile sosyal medyada tartışılmaya başlandı. Özellikle asgari ücretlinin ocak ayında aldığı zammın enflasyon karşısında ne kadar eridiği sıklıkla dile getirilmekte ki oldukça haklılar. Zira 22 bin 104 lira olan asgari ücretle tek bir kişinin bile geçinebilmesi oldukça zor.
Ancak hükümet kanadıyla patron dernekleri/grupları ara zam hususuna özellikle işverene getireceği maliyet nedeniyle pek sıcak bakmamakta, muhalefet kanadı ise artırılması gerektiğini her seferinde dile getirmekte.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 39’uncu maddesinde asgari ücretin en geç iki yılda bir belirleneceği yazmaktadır. Yani asgari ücretin yıl içinde artmasını emreden açık bir hüküm maalesef bulunmamakta.
Ancak asgari ücretin yıl içinde de artmasını gerekli kılan hüküm Asgari Ücret Yönetmeliği’nin 4/d maddesinde yer almaktadır. Yönetmeliğin 4/d maddesinde göre asgari ücret, “İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücreti,” şeklinde tanımlanmıştır.
Görüldüğü üzere asgari ücret, bir işçinin o günün ekonomik koşullarında sinemaya, tiyatroya, maça gidebileceği; sağlıklı beslenebileceği, barınma sorununu çözebileceği kadar olan yani bunlara yetebilecek ücret düzeyidir.
Bu nedenle şayet bugün asgari ücretle çalışan bir kişi gıda, barınma, giyim, sağlık, kültür gibi ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa bunu karşılayacak düzeye çıkartılması gerekmektedir. Bunu ben değil Yönetmelik söylüyor.
Asgari ücretle çalışanların sayısına ilişkin net bir veri şu an için yok. Bakan Işıkhan en son yaptığı açıklamada 6,6 milyon kişi; DİSK-AR’ın raporuna göre ise yaklaşık 8,5 milyon kişi asgari ücret almaktadır. Ama sağlıklı beslenen, sinemaya/tiyatroya giden, barınma sorununu çözmüş asgari ücretli sayısını sanıyorum hepimiz tahmin edebiliriz.
Şu an uygulanan net asgari ücret 22 bin 104 TL’dir. Hissedilen enflasyondan, fiyatların ne derece el yaktığından, konut kiralarının ne denli uçtuğundan bahsetmeme gerek yok sanıyorum.
Aşağıda yıllara göre asgari ücret tutarları ile işverene maliyetleri görülmektedir.
Cevdet Yılmaz’ın açıklamasına göre
1 Ocak 2022’den itibaren gelir ve damga vergisi açısından asgari ücret istisnası getirildi. Buna göre net asgari ücrete kadar gelir vergisi, brüt asgari ücrete kadar da damga vergisi istisnası uygulanmaktadır.
Kritik nokta tam da burası aslında. Şöyle ki,
Asgari ücret tutarı sadece asgari ücretlileri değil, asgari ücretten fazla maaş alanları da ziyadesiyle ilgilendiriyor. Daha basit bir ifadeyle asgari ücreti her ne kadar özel sektördeki patron ödese de asgari ücrete kadar olan kısmından ne gelir ne de damga vergisi alınmaktadır. Yani asgari ücret yükselirse Devlet vergi kaybına uğrar.
Hükümet ile Şimşek bu durumu kendilerince bir gerekçe görmekte ve asgari ücretin artması durumunda özellikle asgari ücretten fazla maaş alanlardan alınması gereken gelir ve damga vergisi de alınamamış olacaktır.
Cevdet Yılmaz katıldığı bir programda 2024 yılında asgari ücret istisnasından dolayı 677 milyar lira vergi kaybı olduğunu 2025 yılı için ise öngörülenin 850 milyar lira olduğunu söyledi. Hatta asgari ücret istisnasından dolayı yıllık kişi başı 35 bin 505 lira gelir vergisinden, 1.827 lira ise damga vergisinden Hazinenin kaybı olduğunu belirtti.
Buna göre asgari ücret ne kadar yüksek olursa asgari ücretten fazla ücret geliri elde edenlerin asgari ücrete kadar olan ücretleri hem gelir hem de damga vergisinden istisna edileceğinden Hazinenin bir vergi kaybı olacaktır.
İşte bu nedenden kaynaklı hükümet, asgari ücretin çok fazla artmasını istememekte hatta yıl içinde (Temmuz’da) ikinci artışın bütçe disiplinini bozacağını da düşünmektedir.
Ezcümle
Son iki yıldır asgari ücret tahmini yapılırken iktidar partisi kurmaylarının asgari ücret bundan sonra bir sefer artacak, yıl içinde ikinci kez artmayacak şeklindeki söylemini unutmamak da lazım.
Bu nedenle hükümet, asgari ücret artışının -asgari ücretin vergi istisnasından dolayı- bütçe disiplinini bozacağını düşündüğü için temmuz artışına yanaşmayacaktır. İlaveten patronlardan gelen SGK dahil işveren maliyetini de gerekçe göstererek asgari ücret artışı taleplerini geri çevirecektir.
/././
Alt kıtada Hindistan ve Pakistan arasında bitmeyen senfoni -Hasan Göğüş-
Türkiye’nin iktidardaki hükümetlerden etkilenmeyen Pakistan ile çok özel ilişkileri olduğu biliniyor. Türkiye ile Hindistan arasındaki ilişkiler, hiç olmadığı kadar dibe vurmuş bir vaziyette. Korkarım 22 Nisan’dan bu yana da ilişkiler onarılamaz bir noktaya doğru gidiyor.
Sonunda korkulan oldu.22 Nisan’da Hindistan’ın Cammu Keşmir Eyaleti’ndeki dünya cenneti turistik beldesi Phalgam’da terör saldırısı sonrasında başlayan gerginlik alt kıtanın düşman kardeşleri Hindistan ve Pakistan arasında bir kez daha sıcak savaşa dönüştü. İki ülke Keşmir anlaşmazlığı nedeniyle, yaklaşık 80 yıllık tarihlerinde bugüne kadar 4 kez savaştılar. (1947,1965,1971 ve 1999) En az bir o kadar da, savaşın eşiğinden döndüler.
Keşmir sorunu nedir?
Herhalde, uluslararası toplumun gündemini, Filistin sorunu haricinde Keşmir gibi uzun bir süre meşgul eden başka bir sorun olmamıştır. Egemenlikle ilgili ihtilaflar, genelde kolay kolay çözümlenemiyor. Keşmir sorunu da temelde toprak anlaşmazlığına dayanan bu türden bir egemenlik sorunu.
İngiltere, Hindistan’dan çekildikten sonra dini temelde ayrışan Hindistan ve Pakistan bağımsızlıklarını kazandılar. Bu çerçevede Müslümanların çoğunlukta olduğu prenslikler Pakistan’a, çoğunlukla Hindu’ların yaşadığı prenslikler ise Hindistan’a bağlanmayı tercih ettiler. Tek istisnası Keşmir oldu. 27 Ekim 1947 tarihinde Keşmir’in Hint kökenli Mihracesi Hari Singh, Hint Hükümeti ile anlaşarak nüfusunun yüzde 90’a yakını Müslüman olan Keşmir’i Hindistan’a bağladı. Pakistan bunu hiçbir zaman kabul etmedi. Pakistanlılar Keşmir’in kendi kontrolündeki bölümü için “Azad Keşmir”, Hindistan ise “Pakistan işgali altındaki Keşmir” olarak tanımlıyor. İki ülke arasında Keşmir’de 780 km uzunluğundaki “de facto" sınıra da “kontrol hattı” deniyor,
22 Nisan’daki terör saldırısı
Hindistan da, Türkiye gibi terörden çok çekmiş bir ülke. 2001 yılında Yeni Delhi’deki Parlamento Binası kurşunlandı, muhafız askerlerinden ölenler oldu. 2008 yılında Mumbai’deki otel baskınında 164 sivil hayatını kaybetti. 2019 yılında askeri bir konvoya yapılan saldırıda 44 Hintli, teröristler tarafından öldürüldü.22 Nisan’daki son saldırı da ise 26 Hintli turist can verdi.
22 Nisan’daki terör saldırısını “Lashkar-e- Tayyiba” terör örgütüyle bağlantılı, ismi pek fazla duyulmamış “Direniş Cephesi” üstlendi. Saldırının arkasında Pakistan’ın olduğuna inanan Hindistan, 7 Mayıs’ta Pakistan topraklarında 9 ayrı hedefi bombalayarak savaşı fiilen başlatan taraf olurken, Pakistan’daki terör alt yapılarını vurduklarını söylüyor. Pakistan, Hindistan’ın saldırıları sırasında çok sayıda sivilin hayatını kaybettiğini, kendilerinin de beş Hint savaş uçağını düşürdüğünü iddia ediyor. Her iki taraf da meşru savunma hakkını kullandıklarını dile getiriyorlar. Can kayıplarıyla ilgili olarak farklı rakamlar var. Aynı zamanda bir dezenformasyon kampanyası yürütüldüğünden bu gibi durumlarda kimin doğru söylediğini tespit edebilmek çoğu zaman mümkün olamıyor. Ortada tek bir gerçek varsa, o da hiç yoktan canlarını yitiren masum kadınlar ve çocuklar.
Değişen dünyada Pakistan ve Hindistan’ın yerleri
Hindistan, nüfus itibariyle iki yıl önce Çin’i geride bırakarak birinci sıraya yerleşti. Bugün için ekonomik büyüklük açısından ilk beş ülke arasında. Yılda yüzde 6.2 büyüme kaydediyor. Bu tempoyla büyümeye devam ederse beş yıl içerisinde Çin ve Amerika’dan sonra dünyanın üçüncü büyük ekonomisine sahip olacak. Hindistan, herkes tarafından yükselen yeni güç merkezi olarak değerlendiriliyor.
Pakistan ise içerde ve dışarda büyük sorunlarla karşı karşıya. Güney’de Belucistan eyaletinde çalkantılar var. Kuzeyde İkinci Taliban iktidarında Afganistan’la arası iyi değil. Siyasi açıdan sürekli bir istikrarsızlık içinde .Sık sık hükümet değişiklikleri yaşıyor. Pakistan uluslararası gözlemcilerin bir çoğunca “başarısız ülke” (failed state) olarak nitelendiriliyor.
Askeri güçleri bakımından iki ülke arasında çok büyük bir fark olmasa da Pakistan, Hindistan ile baş edebilecek siklette değil. Hindistan’a kafa tutarken nükleer silahlarına ve büyük ağabeyi Çin’in muhtemel desteğine güveniyor olmalı.
Türkiye’nin tutumu
Türkiye’nin iktidardaki hükümetlerden etkilenmeyen Pakistan ile çok özel ilişkileri olduğu biliniyor. Yine de 2000’li yılların başına kadar Hindistan’ı cepheden karşısına almadan, Pakistan ve Hindistan arasındaki sorunlarda nispeten dengeli bir tutum izlemeye çalışırdı. Ancak AK Parti hükümetleri iş başına geldiğinden bu yana bu dengeye özen gösterilmediği dikkatlerden kaçmıyor. Türkiye ile Hindistan arasındaki ilişkiler, hiç olmadığı kadar dibe vurmuş bir vaziyette. Korkarım 22 Nisan’dan bu yana ilişkiler onarılamaz bir noktaya doğru gidiyor. Milli Savunma Bakanlığı Kaynakları ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yapılan açıklamalarda Türkiye’nin Pakistan’ın yanında yer aldığı net bir şekilde görülüyor. Uluslararası basın ve yayın organlarında Türkiye’nin Pakistan’a askeri yardım gönderdiğine ilişkin yoğun iddialar var. Hindistan sosyal medyasında da, “Türk Hava Yollarına binmeyin, Türkiye’ye gitmeyin” çağrıları yapılıyor. Tek kurşun atmadan İngiltere’yi dize getiren Hintliler, iyi birer asker olmasalar da pasif direniş, sivil itaatsizlik ve boykot konularında pek bir mahirdirler. Yeni Delhi’deki büyükelçilik dönemimde çekinerek başlattığı Hindistan rotası , bu yılın ilk çeyreğinde 1.8 milyar TL zarar açıklayan THY’nin bugün en karlı hatlarından biri haline geldi. Hintli’ler THY’nin yolcu havuzunda önemli bir yer tutar.
ABD, Çin, Rusya ve İngiltere gibi BM Güvenlik Konseyinin başat aktörleri bu aşamada her iki tarafa da tansiyonu düşürme, teenni ile hareket etme çağrısında bulunmakla yetiniyorlar. Ama eminim diplomatik kanallardan yoğun bir diploması trafiği yürütülüyordur. Filistin sorununda olduğu gibi, Keşmir meselesinde de tarafsızlığını yitirmiş bir Türkiye’nin bu trafiğin içerisinde yer aldığını tahmin etmiyorum. Arabuluculuk yapmak için de en ufak bir şansı yok.
Bu kere Yeni Delhi’deki meslektaşımın yerinde olmayı hiç istemezdim.
/././
Yapay zekâ şirketleri dijital medyayı kurtarabilir mi?-Eray Özer-
Tüm dünyada haber mecraları yapay zekâ şirketleriyle telif anlaşmaları yapıyor ve çok ciddi miktarlarda gelir elde ediyor. Anlaşamayanlar ise dava açma yoluna gidiyor. Türkiye’de de bu konuda hızlı aksiyon alınırsa dijital medya ekonomik açıdan rahatlayabilir.
Dijital gazetecilik meselelerinde Google’la yaşanan sorunları yazmıştım.
Bugün de önceki yazının sonunda belirttiğim üzere yapay zekâ sonrası ortaya çıkan durumdan bahsedelim istiyorum.
Yazıda yapay zekâ diye bahsedeceğim bölümlerde aslında kastım ChatGPT gibi büyük dil modelleri. Yani LLM’ler. Yani sizin sesli veya yazılı sorularınızı anlayıp cevap veren yazılımlar.
Burada “anlama” meselesi önemli.
Çünkü bu semantik beceri Google için de bir tehlike arz ediyor.
Biz Google veya başka bir arama motoru kullandığımızda ne yapıyoruz; birkaç kelimeyi yan yana getirip bu kelimelerden bir sonuca varmaya çalışıyoruz.
Bir örnekle gidelim: Mesela Google’a “İstanbul” ve “hava durumu” yazıyoruz. Bunu da yan yana yazarak yapıyoruz. “İstanbul hava durumu” şeklinde.
Google bizim İstanbul’un hava durumunu anlamak istediğimizi anlıyor ve artık kendi servisi olan “Google Weather”dan bir haftalık hava durumunu hemen gösteriyor.
Eskiden bu böyle değildi, mesela hemen bir link çıkıyor ve orada Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün ilgili sayfası öneriliyordu.
Yapay zekâ araçlarını kullandığımızda ise çok farklı bir şekilde aynı soruyu sorabiliyoruz.
Mesela “İstanbul’da önümüzdeki Çarşamba günü öğleden sonra hava durumu nasıl olacak” diye sorduğumuzda ChatGPT bize şu yanıtı veriyor:
“İstanbul'da önümüzdeki Çarşamba günü, yani 14 Mayıs 2025 öğleden sonra hava durumu genel olarak güneşli ve açık olacak. Gün içinde sıcaklık en yüksek 18°C civarında seyredecek, rüzgarlar kuzeydoğudan saatte yaklaşık 19 km hızla esecek ve yağış ihtimali oldukça düşük olacak.
Bu hava koşulları, dışarıda vakit geçirmek, yürüyüş yapmak veya açık hava etkinlikleri planlamak için oldukça uygun. Yine de, rüzgarın serinletici etkisine karşı hafif bir ceket veya hırka almanız faydalı olabilir.”
Fark ettiyseniz, tarihi kendi anladı. Spesifik bir zaman dilimini sordum ve o da o zaman dilimiyle birlikte genel bilgiyi de sundu. Yetmedi, bir de nasıl giyinmem gerektiğini söyledi.
İşte yapay zekânın “semantik” olarak bizi anlaması tam olarak buna tekabül ediyor.
Bu yüzden Google’ın ve diğer tüm arama motorlarının en büyük rakibi Büyük Dil Modelleri (LLM). Zaten bu nedenle Google kendi de bir model geliştiriyor ve göreceğiz ki zaman içinde tüm arama motorları da LLM’ler gibi çalışmaya başlayacak.
Peki, ChatGPT hava durumunun bilgisini nereden, hangi kaynaktan aldı?
Yukarıdaki basit soru için bile bana bir “kaynaklar” listesi verdi ve o listede tam dokuz ayrı kaynak yer alıyordu.
Yani meteoroloji bilgisi sunan dokuz kaynaktan bu bilgileri kıyasladı, derledi ve tek bir bilgiye dönüştürerek bana iletti.
Yani ben kendi başıma bunu yapmaya kalksam, en az 20 dakika sürecek bir aramayı ChatGPT’ye birkaç saniye içinde yaptırmış oldum.
İnanılmaz bir lüks, öyle değil mi?
Peki, ChatGPT bu kaynakları benim yerime kullandığı için benim ziyaret etmeme gerek kalmayan dokuz site bana sayfalarında göstereceği reklamlardan zarar etti mi?
Evet, etti.
Kullanıcı sayısı düştü, dolayısıyla o reklamlar bir insana gösterilemediği için bu siteler sayfalarında sağda ve üstte bant şeklinde yer alan reklamlar karşılığında elde edecekleri paraları alamadılar.
İşte, bugün LLM’lerin gelişmesiyle birlikte gazeteciliği bekleyen tehlike bu.
(Gazeteciliğin alt uzmanlık alanlarını -mesela grafikerlik, sayfa tasarımı, metin oluşturma, redaksiyon gibi- bekleyen tehlikeleri bu yazı kapsamına almıyorum, zira burada bir telif/tazminat meselesi üzerinden tartışmayı götürüyoruz. O başka bir yazının konusu olabilir.)
Bir örnek daha vereyim: Bugün yaşanan bir trafik kazasını sordum ChatGPT’ye. Yine tastamam bir özet sundu. Sonuna bu defa şuralara bakabilirsiniz diye bazı link’ler ekledi. Ve toplamda 25’in üstünde kaynaktan yararlandığını da yine “kaynaklar” şeklinde listeledi. Hepsi de pek tabii ki yerli, yani Türkiye’de yayın yapan haber siteleri.
Ve inanmayacaksınız ama ChatGPT’nin ana şirketi OpenAI şu anda bu içerikler için Türkiye’de hiçbir içerik üreticisine ödeme yapmıyor.
Böyle bir şey olabilir mi!
Bu aslında Google’la yaşanandan çok daha acil çözüm gerektiren bir sorun. Zira benim de aralarında olduğum pek çok insan artık arama motoru yerine ChatGPT’yi (ya da benzerlerini) kullanıyor.
Üstelik sadece habere odaklanan LLM’ler de var. Mesela Perplexity AI.
Peki dünyada durum ne?
En kısa şekilde söyleyeyim: Haber mecraları ya LLM’lerin ait olduğu şirketlerle telif anlaşması yapıp içeriklerinin kullanılması karşılığı para alıyor ya da bu şirketleri dava ediyor.
Upuzun bir liste var.
İlk davalar söz konusu yapay zekâların eğitilmesinde çeşitli haber mecralarının içeriklerinin kullanıldığının ortaya çıkmasıyla açılmıştı.
Örneğin New York Times, OpenAI’a karşı bu gerekçeyle dava açmış ve bu dava üzerine başka içerik üreticileri de bu kervana katılmıştı.
* Yapay zekâ şirketlerine dava açan veya onlarla anlaşma yapan şirketlerin yer aldığı iki listeyi yazının sonunda bulabilirsiniz.
Medya şirketlerinin yapay zekâ şirketleriyle yaptığı anlaşmaların boyutu şirkete ve kullanılan içeriğe göre değişiyor. Lakin öyle rakamlar var ki, gerçekten dijital gazeteciliğin geleceğini kurtarabilir.
Mesela NewsCorp, OpenAI’la beş yıllığına tam 250 milyon dolarlık bir anlaşma yaptı.
Bunun altını önemle çiziyorum. Zira dediğim gibi dijital haberciliği buradan elde edilecek gelir kurtarabilir.
Uzun vadede durumun bu şekilde devam edip etmeyeceğini henüz bilmiyoruz.
Bir süre sonra tüm haberlere sadece bu şekilde ulaşır hale gelirsek, acaba bu haber mecralarına ihtiyaç kalır mı? Daha doğrusu haber mecralarının kendilerine ait bir web sitesine ihtiyacı kalır mı? Yoksa haber mecraları yollarına LLM’lere içerik sağlayan ve son kullanıcıya erişmek yerine, iş dünyasında B2B (business to business, işletmeden işletmeye) olarak bilinen şekilde mi devam eder?
Bunları şimdilik bilmiyoruz.
Kısa vadede bunu düşünmeye gerek yok.
Yapılması gereken meslek örgütlerinin hızla harekete geçerek yapay zekâ şirketlerini sözleşme yapmaya zorlaması.
Türkiye’de temsilcilikleri olmadığı için bu kolay olmayacak.
Aynı şekilde TBMM Dijital Mecralar Komisyonu da bir yolunu bulup bu şirketleri anlaşma yapmaya ikna etmek üzere uluslararası kanalları zorlamalı.
Aşağıdaki listede anlaşma yapan medya kuruluşlarının sayısının epey kalabalık olduğunu göreceksiniz.
Oysa bundan sadece birkaç ay önce bu sayı çok çok daha azdı. Evet, şu anda birkaç istisna hariç daha çok İngilizce içerik üreticileriyle sözleşmeler yapılmış durumda ama bu tablo da birkaç ay içinde değişecektir.
Burada hızla yol alınıyor zira yapay zekâ teknolojisi büyük bir hızla gelişiyor.
Bu treni kaçırmadan bir çözüm bulunabilirse ve hem Google hem de yapay zekâ şirketleri telif ödemeye ikna edilebilirse dijital gazetecilik çok daha insani koşullarda, çok daha iyi standartlarla yapılabilir.
Dijital medya şu slogan etrafında hızla birleşip birlikte aksiyon almak zorunda:
Anlaşma hemen şimdi!
1. Yapay zekâ platformlarına dava açan haber yayıncıları:
- Ziff Davis (OpenAI'ye karşı)
- News/Media Alliance üyeleri (Cohere'e karşı)
- Hindistanlı haber yayıncıları (OpenAI'ye karşı)
- Kanadalı haber kuruluşları koalisyonu (OpenAI'ye karşı)
- News Corp (Perplexity'ye karşı)
- Mumsnet (OpenAI'ye karşı)
- The Center for Investigative Reporting (OpenAI ve Microsoft'a karşı
- Alden Global Capital'a ait sekiz gazete (OpenAI ve Microsoft'a karşı)
- The Intercept, Raw Story ve AlterNet (OpenAI'ye karşı)
- The New York Times (OpenAI ve Microsoft'a karşı)
- Getty Images (Stability AI'ye karşı)
2. Yapay zekâ şirketleriyle anlaşma imzalayan haber yayıncıları ve kuruluşlar
- The Washington Post – OpenAI
- Shutterstock – Synthesia
- News/Media Alliance – Prorata.ai
- The Guardian – OpenAI
- Schibsted – OpenAI
- Agence France-Presse – Mistral
- Associated Press – Google
- Axios – OpenAI
- Future – OpenAI
- The Independent, LA Times, Lee Enterprises ve diğerleri – Perplexity
- DMG Media, The Guardian, Sky News ve Prospect – Prorata.ai
- Reuters – Meta
- Hearst – OpenAI
- Financial Times, Reuters, Axel Springer, Hearst Magazines, USA Today Network – Microsoft
- Conde Nast – OpenAI
- Financial Times, Axel Springer, The Atlantic, Fortune – Prorata.ai
- Time, Der Spiegel, Fortune, The Texas Tribune ve diğerleri – Perplexity
- Time – OpenAI
- Vox Media – OpenAI
- The Atlantic – OpenAI
- News Corp – OpenAI
- Dotdash Meredith – OpenAI
- Informa – Microsoft
- Axel Springer – Microsoft
- Financial Times – OpenAI
- Le Monde ve Prisa Media – OpenAI
- Axel Springer – OpenAI
- Associated Press – OpenAI
- Shutterstock – OpenAI
/././
Peki ya Google tüm haber içeriklerini arama motorundan çıkarırsa…-Eray Özer-
TBMM’de Dijital Mecralar Komisyonu toplandı ve Google yetkilileriyle “algoritma sorunu” görüşüldü. Tüm dünyada haber mecraları Google’ın listelediği içerikler karşılığında telif ödemesi için hukuki yollar arıyor. Buna karşılık Google Avrupa’da bir test yaptı ve haberleri bir grup kullanıcıya göstermedi. Sonuç ne mi oldu? Buyurun anlatayım.
“Google’ın algoritma değişikliği” olarak bilinen ve dünyanın farklı yerlerinde olduğu gibi Türkiye’de de dijital gazeteciliği tehdit eden meseleyle ilgili daha önce birkaç şey yazmıştım.
Yukarıda link’ini paylaştığım yazıdan önce de Google Arama’nın global basın sözcüsü Danny Sullivan’la bir söyleşi yapmış ve söz konusu değişikliğin gerekçelerini sormuştum.
Mesele özüne şuydu: Siz gündemdeki bir konuyla ilgili bir arama yaptığınızda Google’ın “Haberler” ve “Keşfet” sekmelerinde karşınıza çıkan sonuçlarda bağımsız internet medyası diye bildiğimiz mecralar bir süredir kullanıcıların karşısına çıkmıyordu.
Bu da sitelerin trafiklerini çok ama çok düşürmüş, dolayısıyla bu siteleri ayakta tutan reklam gelirlerinin de dip yapmasına neden olmuştu.
Bizlerin yazıları, konuya ilişkin TV’lerde yapılan yayınlar ve bağımsız medya temsilcilerinin toplu açıklamaları sonrası konu Meclis’e taşındı.
Google yetkilileri Dijital Mecralar Komisyonu karşısında milletvekillerinin sorularını yanıtladılar ve bu değişikliğin etkileri konusunda kendilerini (yani şirketlerini) savundular.
Google yetkililerinin savunması daha önce Danny Sullivan’ın bana anlattıklarının aşağı yukarı aynısıydı: Biz bunları özellikle bazı siteleri trafiksiz bırakmak için yapmıyoruz. Bir yılda irili ufaklı beş bin kadar güncelleme oluyor, bunlardan bazıları geçici sürelerle böyle sonuçlar doğuruyor. Ve Google Arama’nın yazılımsal altyapısı o kadar karmaşık ki, istesek bile böyle bir manipülasyonu yapmak elimizde değil.
Eyvallah ama konumuz bu değil aslında.
Konumuz şu: Bir haber mecrasının “bulunabilir/erişilebilir” olması bu alanda bir tekele dönüşen Google’a bağlı. Tekelleşme nedeniyle durum “Google’da yoksan internette de yoksun” gibi bir yere gelmiş durumda. Üstelik Google başkasının ürettiği içerikleri “gösterirken” reklamları da yine tekelleşmiş ürünleriyle kendi üzerinden döndürüyor.
Bir reklamın yazılımı, sunucusu, yani altyapısı için kullanılan tüm araçlar da yine Google’ın alt şirketlerinden oluşuyor. Hal böyleyken bu reklam içeriklerinden Google’ın elde ettiği gelirin yanında mecraların elde ettiği gelir devede kulak kalıyor.
Google’ın bir tekele dönüşmesi meselesi aslında bizden çok ABD’de tartışılıyor. Tartışılmanın da ötesinde konu bir kamu davasına, daha doğrusu bir antitröst davasına dönüşmüş durumda.
Detaylara girip sizi boğmak istemiyorum ama en özet haliyle ABD’de Google’ın alt şirketlerinden bazılarını elden çıkarması isteniyor: İnternet tarayıcı ürünü Chrome, reklam altyapı sistemi AdX, reklam server’ı DoubleClick gibi çeşitli Google ürünlerinin kademe kademe elden çıkarılması, Google’ın bu alandaki tröstleşmeden vazgeçmesi talep ediliyor.
Bu konuya dair bizi ilgilendiren bir ilginç gelişme de şu: Chrome’u elden çıkarması istenen Google’a Türkiye’de Yandex yani Rus arama motoru talip olmuş durumda.
Krizi fırsata çevirmek isteyen Yandex geçenlerde Chrome’un Türkiye operasyonlarını satın almak için teklif vermeye hazır olduğunu duyurdu.
Anladığım kadarıyla Ruslar, Ukrayna savaşı sonrası Batı’dan yedikleri ambargonun akabinde daha “nötr” ülkelerde dijital genişlemeyi sürdürmek istiyor.
Google Chrome Türkiye’de yüzde 74’lük pazar payıyla açık ara en çok tercih edilen internet tarayıcı durumunda.
Şirketin sadece Türkiye’deki reklamlardan elde ettiği gelir ise 4-4,5 milyar dolar civarında.
Gelelim meselenin bizi, yani gazetecileri ilgilendiren kısmına…
Bu konuda en yüksek ses önemli bir isimden, Nobelli Daron Acemoğlu’ndan çıkıyor.
Acemoğlu bu konuda çok haklı argümanlarla Google’ın yarattığı bu tekelleşmenin haber ekosistemine nasıl zarar verdiğini birkaç hafta önce Financial Times için kaleme aldığı bir makalede net bir şekilde anlattı.
Özellikle bağımsız habercilerin desteklenmesi gerektiğini söyledi. Aksi takdirde yalan haberlerin sosyal medya üzerinden hızla dolaşıma sokularak insanlığın aşırılıkçı uçlara doğru sürüklendiğinin altını çizdi.
Ve bir de çözüm önerisi sundu: Dijital gelirleri yıllık 500 milyon doların üzerinde olan Meta, Google gibi şirketlerden yüzde 50 vergi alınmalı.
Tabii, bu paranın nereye harcanacağı da ayrı bir mesele. Buradan elde edilen verginin bir biçimde haber mecralarına adil dağıtımını sağlamak gerekiyor.
Söz konusu Türkiye olduğunda, reklamveren şirketlerin bile çok takip edilen bağımsız mecralara ilan vermekten politik nedenlerle çekindiğini biliyoruz. Bir de bağımsız medyayı devletin vergilerden elde edilecek gelirle destekleyeceğini düşünmek safdillik olur.
Peki o zaman ne olacak?
Meclis komisyonunda Tuncay Özkan, Google yetkililerine “Kanada’da yaptığınız uygulamayı bizde de yapmanız için ne gerekiyor” diye sormuş.
Kastettiği, bu yıl başında Google’ın Kanadalı basın kuruluşlarına bu yılın başında yaptığı 100 milyon dolarlık ödeme.
Kanada tek örnek değil.
Bir de Güney Afrika örneği var.
Orada devreye Rekabet Kurulu girmiş, Google’ın basın kuruluşlarına yaklaşık 27 milyon dolar ödemesine karar verilmişti.
Bu saydıklarım çok yakın tarihli gelişmeler ve benzer örneklerin sayısı her geçen gün artıyor.
Düşünün, iki gün öncesinden bir haberde ABD’de Oregon mahkemelerinin benzer bir şekilde Google’ın yerel medya sitelerine haberlerine arama sayfalarında yer alması karşılığında ödeme yapması için hukuki işlem başlattığı bilgisi yer alıyor.
Yani varlığı tehlikeye giren haber mecraları için dünyanın her yerinde hukuk devreye girmeye başlıyor.
Ama…
Burada bir başka sorun daha var: Ya Google, “Tamam o zaman. Ben de artık içeriklerimde hiçbir haber sitesine yer vermeyeceğim” derse…
O zaman ne olacak?
Öyle şey mi olur, demeyin.
Google bir süredir bu fikri Avrupa’da test ediyor!
Doğru duydunuz.
Google haberlerin arama sonuçlarından kaldırılmasının kendi reklam gelirlerini nasıl etkileyeceğini anlamak için Avrupa’daki sekiz pazarda (Belçika, Hırvatistan, Danimarka, Yunanistan, İtalya, Hollanda, Polonya, İspanya) toplam 2.6 milyon kişinin habere erişimini 2,5 aylığına kısıtladı. (Toplam nüfusun yüzde 1’i.)
Avrupa’nın telif hakları yasaları dev şirketi tıpkı Kanada ve Güney Afrika gibi telif ödemeye doğru zorlamaya başlayınca onlar da bunun reklam gelirlerine nasıl bir etkisini olacağını görmek için böyle bir “deney” yaptılar.
Evet, buna “deney” demeyi tercih ettiler.
Ve sonuçları bir süre önce açıkladılar:
Haberleri kısıtlamak reklam gelirlerimizi hiç etkilemedi!
Yani, aslında şöyle demiş oldular: Çok kafamızı attırır, bizi çok fazla telif ödemek durumunda bırakırsanız biz de sizi arama motorumuzdan tamamen çıkarırız.
Böyle bir durumda bu mecraların “bulunamaz” hale geleceğini bilmem söylemeye gerek var mı?
Buna karşılık insanlar “Ya ben haberlere buradan ulaşamıyorum, o nedenle artık Google’ı değil başka bir arama motorunu kullanayım” der mi, şimdilik bilmiyoruz.
Fakat deneyde kullanıcı kaybının da çok az olduğu gözlendi. (Binde 8.)
Yani Google gördü ki, haberler yok diye insanlar arama motorunu değiştirmiyor. Moogle’a gitmiyor.
Buyurun çıkın işin içinden…
Yepyeni bir tartışmamız daha oldu.
Bence böyle bir şeye yakın zamanda girişmeleri pek mümkün değil ama orta vadede hukuki süreçlerle yüksek miktarlarda telif/tazminat ödemeye mecbur kalırsa ne yapacakları hiç de belli olmaz.
Evet.
Gazeteciliğin dijital dönemde yaşadığı zorlukların Google ayağını anlatabildim bugün.
Halbuki bir de yapay zekâ, daha doğrusu büyük dil modelleri dediğimiz LLM’lerin haber mecralarına nasıl bir fayda/zarar sağladığını anlatmak istiyordum.
O da bir başka yazıya kalsın.
Devam edeceğiz.(Yapay zekâ şirketleri dijital medyayı kurtarabilir mi?-Eray Özer-)
/././
Vali Gül devreye girdi: Olası büyük İstanbul depreminde itfaiye yeterli mi?-Tolga Şardan-
Depremden hemen sonra İstanbul Valisi Davut Gül’ün başkanlığında, İBB üst yönetiminden isimlerin de katıldığı özel bir toplantı yapılarak kentin durumu ortaya konuldu. İBB yönetimi Vali Gül’e özel sunumda bulundu. Vali Gül, itfaiye personelinin sayısının artırılması taleplerinin karşılanması çerçevesinde ÇŞİD Bakanlığı ile görüşme yapacağını bildirdi.
İstanbul’da 23 Nisan’da yaşanan deprem, tüm ülkenin yüreğini ağzına getirdi.
Deprem sonrasında İstanbul özelinde mevcut durum bir kez daha masaya yatırıldı. Bakanlar, İstanbul’a giderek vaziyete baktılar.
Kentin depreme karşı alınacak önlemlerinin büyük bölümünden sorumlu olan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum da kente gidip tabloyu yakından izleyenlerdendi.
Kurum’un sorumluluğu, yerel yönetimlerin bakanlığına bağlı olmasından kaynaklanıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) de bu bakımdan Kurum’un yönetimindeki (ÇŞİDB) bakanlık çatısı altında.
Büyüteç’te 2 Mayıs’ta İBB’den personel kadrosu talebine ÇŞİDB tarafından engel çıkarıldığını duyurdum.
Söz konusu yazıda İBB’nin kentteki denetimlerin etkin şekilde yapılabilmesi amacıyla bakanlıktan farklı zamanlarda zabıta kadrosu talebinde bulunduğunu ancak bakanlıkça sürece taş konulduğunu aktardım.
Bu durum, İçişleri Bakanlığı’nca 2024’te başlayıp 2025’in ilk günlerinde tamamlanan İBB denetlemesine yansıdığı müfettiş raporlarından anlaşıldı.
Benzer bir durum, İBB bünyesindeki itfaiye teşkilatında yapılmak istenilen kadro artırımı konusunda da yaşanıyor bir süredir.
Bakanlık, İBB’nin itfaiye personeli görevlendirmek için istediği kadro taleplerinde işi yokuşa sürüyor maalesef.
Belediye kadrolarında itfaiye teşkilatının önemi bellidir. İstanbul’daki yangınlar ve diğer felaketlere müdahale eden itfaiye teşkilatının tamamı İBB çatısı altında toplanmış durumda. Zabıta teşkilatında olduğu gibi İBB ve ilçe belediyeler bünyesinde değil.
Dolayısıyla tüm İstanbul geneline yani 39 ilçeye tek itfaiye teşkilatı hizmet veriyor.
İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin denetlemesinde sırasında araç gereç yönünden fazlasına sahip olan İBB’nin, personel kadrolarının yetersiz oluşu ortaya çıktı. Mülkiye Müfettişleri, bu sonucu raporlarında açıkça eleştirdi.
Müfettişler teftiş raporunda şu görüşe yer verdi:
“6360 sayılı kanunla ilçelerin, büyükşehir belediyesi görev alanına girmesiyle birlikte itfaiye hizmetlerinin de hizmet alanının genişlediği düşünüldüğünde; itfaiye hizmetlerinin daha verimli yürütülebilmesi için itfaiye eri sayısının arttırılmasına gerekli özen gösterilmelidir.”
Ayrıca, halen İçişleri Bakanı olan Ali Yerlikaya’nın, İstanbul Valisi olduğu 2020’de İstanbul için hazırlattığı İl Afet Risk Azaltma Planı (İRAP) var. Aradan beş yıl geçmesine karşın henüz güncellemesi yapılmamakla birlikte, söz konusu raporda İBB itfaiyesi için “itfaiyeci sayısının şehrin nüfusuna oranla yetersiz olduğuna” dikkat çekildi.
Aynı raporda itfaiyenin kentte müdahale ettiği olayların verileriyle ilgili ilginç bilgiler de mevcut.
İstanbul Valisi Gül devreye girdi
Hali hazırda İBB İtfaiye Dairesi Başkanlığı’nda 4 bin 600’e yakın personel görev yapıyor.
Müfettiş raporuna bakıldığında kentte itfaiyenin müdahale ettiği olayların sayısı yaklaşık olarak yıllara göre şöyle: 2020 (67 bin), 2021 (78 bin), 2022 (86 bin), 2023 (91 bin), 2024 (ocak-kasım arası: 83 bin).
İtfaiyenin görev tanımında sadece yangınlara müdahale etmek yok elbette. Trafik kazaları, arama kurtarma çalışmaları, sel ve su baskınları, boğulma vakaları da itfaiyenin görev tanımında.
İşte daha önce yaşanan depremlerde de itfaiye personeli hep ön saftadır.
23 Nisan’da yaşanan 6.2’lik depremde can ve mal kaybı olmaması sevindirici. Ancak uzmanlar, sürecin garantisi olmadığına her arada dikkat çekiyorlar.
Depremden hemen sonra İstanbul Valisi Davut Gül’ün başkanlığında özel bir toplantı yapılarak kentin durumu ortaya konuldu.
Toplantıya İBB üst yönetiminden de isimler katıldı. Toplantıda İstanbul’un özellikle İBB kanadından gelen ihtiyaçlar değerlendirildi. Değerlendirmede, itfaiye personelin sayısının artırılması görüşü benimsendi.
Ayrıca, İBB yönetimi Vali Gül’e özel sunumda bulundu. Vali Gül, itfaiye personelinin sayısının artırılması taleplerinin karşılanması çerçevesinde ÇŞİD Bakanlığı ile görüşme yapacağını bildirdi.
Şimdi ÇŞİDB’nin kaç kişilik kadro vereceği İBB’de merakla bekleniyor.
* * *
Özel’e saldıran Tengioğlu neden TEM’e gönderilmedi?
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yönelik saldırıyla ilgili gelişmeler devam ediyor.
Tutuklanan Selçuk Tengioğlu’nun, Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink cinayeti faillerinden Yasin Hayal ile aynı cezaevinde kaldığı Agos tarafından kamuoyu ile paylaşıldı.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün olayla ilgili müfettiş incelemesi devam ederken, şüpheli Tengioğlu’nun Özel’e saldırmadan önceki görüntüleri de ortaya çıktı.
Tengioğlu’yla ilgili en önemli bilgilerden birisi ise halen cezaevinde tutuklu bulunan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik suikast yapılacağı ihbarında bulunmasıydı!
Geçen aralıkta İBB’nin Saraçhane’deki binasına giderek suikast ihbarında bulunan Tengioğlu’nun anlatımları sonrasında yaşanan bazı tuhaflıklar dikkat çekici.
Bu tuhaflıkların başında İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün olaya yaklaşımı geliyor kuşkusuz.
Şöyle ki; bizzat İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün 6 Mayıs’taki açıklamasından öğreniyoruz ki İmamoğlu’na suikast yapılacağı bilgisi İstanbul Emniyeti bünyesindeki Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü’nce değerlendirildi ve somut bir delile ulaşılamayınca “usulüne uygun” biçimde sonuçlandırıldı.
Şimdi bu noktada üzerinde düşünülmesi gereken bir durum var.
Olayın yaşandığı tarihte ana muhalefet partisi CHP’nin henüz cumhurbaşkanı aday adayı olarak bilinen İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik suikast yapılacağı bilgisini önce belediyeye anlatan Selçuk Tengioğlu, sokak suçlarıyla mücadelesi öncelikli görevi olan Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne yönlendirildi.
İlçe emniyetinde güvenlik bürosunda işlemi yapılan Tengioğlu, çay içirildikten sonra emniyetten yolcu edildi.
Kâğıt üzerinde yapılan işlemlerde bir sorun olmayabilir. Zaten müfettişler de büyük olasılıkla bu sürece bakacak.
Ancak şimdiye kadar yaşanan benzer örneklere bakıldığında yapılması gereken işlem, her ne kadar Tengioğlu’nun anlatımları polisi ikna edici bulunmasa da mutlaka ihtisas birimine gönderilmesi ve buradaki uzman polislerce dinlenmesi sağlanmalıydı.
Tengioğlu’nun davet edileceği adres Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyeti Terörle Mücadele Şubesi’ydi!
Protesto eylemlerine katılan üniversite öğrencileri TEM’de sorgulanırken, ülkenin en öndeki siyasetçilerinden birisine yönelik suikast ihbarının TEM’de değerlendirilmemesinin elbette muhataplarınca bir izahı vardır.
Yapılan aksi işlem, baştan savma ya da dostlar alışverişte görsün misali olurdu ki, zaten oldu anlaşıldığı üzere!
Tengioğlu, TEM Şube’de hiç olmazsa uzman polislerle görüşüp, anlatımların ne kadar gerçek ne kadar yanlış olduğu anlaşılacağı gibi, Tengioğlu’nun yakın geçmişinin incelenmesi, bağlantılarının mercek altına alınması gerekirdi.
Zira, verdiği bilgilerin odağındaki isim, aynı zamanda siyasetin önemli isimlerinden İBB Başkanı İmamoğlu’ydu.
Yetmediği takdirde İstihbarat Şubesi’nden destek alınması mümkündü. Ama bunların hiç yapılmadığı şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Kendi ayağıyla polise gelen Tengioğlu, konu İmamoğlu olunca dikkate alınmadı, kimi zaman polisin yaptığı profil araştırması çerçevesinde incelenmedi!
Sonrasında yaklaşık dört ay sonra CHP liderine yönelik saldırı gerçekleştirdi!
Burada net biçimde görev kusuru vardır!
Tengioğlu’nun önce İBB’ye ardından da polise İmamoğlu hakkında -doğru da olsa yanlış da olsa- bilgi vermesinden İstanbul Emniyeti’nin tepe yönetiminin hadi daha açık şekliyle İstanbul Emniyet Müdürü Selami Yıldız’ın -hele ki istihbaratçı olarak bilinir!- haberinin olmaması mümkün değildir.
Emniyet öyle bir yapıdır ki uçan kuştan haberi olur. Eğer, Yıldız’ın haberi yoksa bu konuda sıralı amirlerin şimdiye kadar çoktan görevden el çektirilmesi gerekirdi. Açığa alma olmadığına göre Yıldız’ın vaziyeti üslendiğini ve bilgi sahibi olduğunu düşünmek yanlış olmaz.
Dolayısıyla, sadece Özel’e yönelik koruma önlemlerinde değil, öncesindeki adli süreçte de İstanbul Emniyeti’nin sıralı amirlerinin görev kusuru vardır maalesef.
Emniyet’teki sohbetten sonra yolcu edilen bir kişi, bir zaman sonra ana muhalefet liderine saldırı yapacak olanağı buldu.
Yıldız’ın yok saydığı Özel ve İmamoğlu
Öte yandan aynı konuda İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nce yapılan resmî açıklamadaki “bir siyasi parti liderinin, cezaevindeki belediye başkanı” tanımlaması Türk Emniyet Teşkilatı’nın kullandığı sekiz köşeli yıldızındaki “tarafsızlık” ilkesine gölge düşürmüştür.
Açıklamadaki bu tanımın da yine İstanbul Emniyet Müdürü Yıldız’ın bilgisi olmaksızın kullanılması mümkün değildir.
Gerek Özel’i gerekse İmamoğlu’nu sevip sevmemek ayrı meseleyken, kamu kurumu olarak, birisi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisinin genel başkanı, diğeri aynı partinin seçilmiş belediye başkanı olan iki kişiyi “yok hükmünde görmek” yakışıksız tavırdır.
Yıldız’ın yönetimindeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün “yok hükmünde” gördüğü, varlığını kabul etmediği İmamoğlu, kentin üç ana yöneticisinden biridir, İstanbul Valisi ve İstanbul Garnizon Komutanı ile birlikte.
Böylesi partizan olunmasına gerek yok.
* * *
Polis Vakfı’nın dikkat çeken paylaşımı
Son olarak önceki gün sosyal medya paylaşım platformu X’te bir paylaşım dikkatimi çekti.
Mesaj şöyleydi: “Vatan uğruna canını feda eden Kahramanlarımızın ailelerine destek olmak için online bağış portalımız yayında! Kahramanlarımızın ailelerine umut ve güç verdikleri için milletimize sonsuz teşekkürler. Online bağış yapmak için tıklayın!”
Ve eklenmiş bir bağış hesabı linki vardı aynı mesajda.
Paylaşımın sahibi, Türk Polis Teşkilatı Güçlendirme Vakfı. Doğrusu mesajı görünce hem şaşırdım hem de yakın zamanda yaşanan bir olay aklıma geliverdi.
Hatırlanacağı üzere, organize suç örgütü lideri olmaktan hükümlü ve aynı zamanda halen yurt dışında firari konumda Interpol’ün kırmızı bülteniyle aranan Sedat Peker, emekli bir özel harekâtçı polisin tedavi masrafını üstlendi.
Böylesi bir skandalı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve bağlı olduğu İçişleri Bakanlığı yönetimi, bizler gibi izlemekle yetindi!
Suç örgütü liderine sempati duyulmasının önünü açmakta bir sakınca görmeyen Emniyet’in şimdilik en azından şehitlerin geride kalanları için harekete geçmesi iyiye işaret.
Darısı, tüm sağlık sorunları yaşayan ve suç örgütü bağlantılarına muhtaç edilmeyecek emekli ya da muvazzaf teşkilat mensuplarının başına diyelim.
/././
Tazminatını istediği iddia edilen işçi dövülerek öldürülmüştü; Çalık Holding’in kamu destekli büyüme hikâyesi
Çalık Holding’e ait binada 10 yıldır tazminatını alamadığı belirtilen Erol Eğrek’in dövülerek hayatını kaybetmesi, şirketi yeniden kamuoyunun odağına taşıdı. Holding, AKP iktidarı döneminde aldığı kamu destekleri, enerji dağıtım ihaleleri ve medya yatırımlarıyla biliniyor.
Finansal büyüme
Holdingin 2021 yılı faaliyet raporuna göre, şirketin özkaynakları 26 milyar 476 milyon TL’den 90 milyar 118 milyon TL’ye yükseldi. Kurucusu Ahmet Çalık, Forbes Türkiye’nin 2023 “en zenginler” listesinde 1,5 milyar dolarlık servetiyle 18. sırada yer aldı.
Enerji dağıtım ihaleleri
BirGün'de yer alan habere göre, Yeşilırmak Elektrik Dağıtım AŞ (YEDAŞ), 2010 yılında 441 milyon 500 bin dolara özelleştirildi. Şirket Samsun, Ordu, Çorum, Amasya ve Sinop’ta hizmet veriyor.
Aras Elektrik Dağıtım AŞ (Aras EDAŞ), 2013’te 128 milyon 500 bin dolara özelleştirildi. Şirket Erzurum, Ağrı, Kars, Erzincan, Iğdır, Ardahan ve Bayburt’ta faaliyet yürütüyor. Aras EDAŞ’ta, Yönetim Kurulu Başkanvekili ve eski AKP Bitlis Milletvekili Vahit Kiler’in sahibi olduğu Kiler Holding’in ortaklığı bulunuyor.
Medya satın alması
2007’de TMSF tarafından satışa çıkarılan Sabah–ATV medya grubunu tek teklif sahibi olarak Çalık Holding bünyesindeki Turkuvaz Medya satın aldı. Satın alma sürecinde kamu bankalarından yaklaşık 750 milyon dolar kredi kullanıldı. Turkuvaz Medya, 2013’te Kalyon Grubu’na devredildi.
Madencilik ortaklığı
Çalık Holding, Erzincan’ın İliç ilçesindeki Çöpler Altın Madeni’ni işleten Anagold Madencilik’te yüzde 20 hisseye sahip. 13 Şubat 2024’te liç yığınının çökmesi sonucu işletmede 9 işçi hayatını kaybetti, 2 işçi yaralandı. Aynı maden, 2022’deki siyanür sızıntısı ve Anagold’un 2023 bilançosunda görülen 7,2 milyon dolar tutarındaki silinen vergi borcu ile de gündeme gelmişti.
Şirket yöneticileri ve siyasi bağlantılar
Holding bünyesinde 2007–2013 yılları arasında çeşitli görevlerde bulunan Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın damadı Berat Albayrak, daha sonra Hazine ve Maliye Bakanlığı görevini üstlendi. Aras EDAŞ ortağı Kiler Holding’in yönetiminde eski AKP Milletvekili Vahit Kiler yer alıyor.
***
Bazı gıda ürünlerinin hakları kiraya verilmiş: Özel firma üretiliyor, Atatürk Orman Çiftliği logosu basılıyor
Atatürk Orman Çiftliği’ndeki bazı ürünlerin “haklarının kiraya verilerek” taşerona yaptırıldığı, bu kapsamda özel firmalardan alınan ürünlere AOÇ logosu basıldığı öğrenildi.
Sözcü’den Deniz Ayhan imzalı habere göre, Atatürk Orman Çiftliği’nde satılan bazı ürünler bir pasta, lojistik ve tekstil firmasına yaptırılıyor. AOÇ markalı peynir, süt, tereyağı, dondurma gibi birçok gıda ürünü özel firmalarca üretilip üzerine “AOÇ” logosu basılıyor. AOÇ Genel Müdürü Yener Yıldırım “Talebi karşılayacak üretim kapasitesi yeterli olmadığı durumlarda, gıda ürünleri hakları kiraya veriliyor” dedi.
CHP Çorum Milletvekili Mehmet Tahtasız konuyu TBMM KİT Komisyonu’nda dile getirdi. Genel Müdür Yener Yıldırım da Tahtasız’a yazılı bir yanıt gönderdi ve şunları söyledi: “AOÇ markasının Türkiye genelinde bilinirliğinin ve marka değerinin artırılması amaçlanmaktır. Halen Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Süt, Meyvesuyu ve Bal Fabrikası aktif olarak üretime devam etmektedir. Ancak talebi karşılayacak üretim kapasitesi yeterli olmadığı durumlarda çiftlik kalite standartlarına uygun gıda ürünleri hakları, kiraya verilmesi yöntemiyle üretilmektedir. 9 adet firma ile hakların kiraya verilmesine ilişkin sözleşme imzalanmış, 2024 ve 2025 yıllarında toplam 27 milyon 185 bin 944 TL gelir elde edilmiştir.”
***
T-24
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder