soL "Köşebaşı + Gündem" -24 Temmuz 2025-

Güvenlik kalkanı mı, gladyo kılıcı mı: Bir NATO 'mesele'si -Nagihan Çakır-

Türkiye’nin NATO’dan çıkması demek, aslında NATO’nun bu ülkeden defetmemiz ve halk olabilme yetisini kazanarak toplumsal gururumuzu bağımsız bir ülke temelinde yeniden tesis etmemiz demek.

"Bizim çocuklar başardı.”

12 Eylül 1980 sabahı, CIA Türkiye İstasyon Şefi Paul Henze, kendisine Birleşik Devletler Ulusal Güvenlik Konseyinden gelen telefonda sarf edilen bu cümleyi dönemin Amerikan Başkanı Jimmy Cartera aktardı. Gazeteci Mehmet Ali Birand’ın Henzeyle gerçekleştirdiği röportajdan da anlaşılacağı üzere, cümlenin orijinali tam böyle miydi, muamma; ancak bir yandan 1970lerde kapitalizmin krizine karşılık sömürge ülkelerdeki bağımsızlık hareketlerine, Avrupa ülkelerinde siyasal güç kazanan komünistlerin parlamentoya girmeye başlamalarına, yükselen işçi sınıfı hareketine; öte yandan Arjantin, Şili, Yunanistan, Türkiye gibi ülkelerde bu hareketin kanlı darbelerle bastırılmasına şahitlik edilen bir zaman aralığında, müjde” hangi cümleyle verilmiş olunursa olunsun, bu tercümeyi yapmamamız için bir sebep yok. Bu “çocuklar” tam olarak kimlerin çocukları ve Türkiyenin NATOdan çıkmasına karşı üretilen, NATO güvenliğimizin teminatı. Zaten tüm üye ülkelerin veto hakkını kullanabildiği, iç demokrasiye sahip bir kurum; tehlike arz etmiyor” argümanları arasındaki ilişkiye buraya bir büyüteç tutarak bakalım.

Strateji Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi’nden, uygulaması NATO’dan

CIA Türkiye İstasyon Şefi Paul Henze, Birleşik Devletler Ulusal Güvenlik Konseyinin resmi üyesi olmasa da (kurum; başkan, başkan yardımcısı, dışişleri bakanı, savunma bakanı, CIA direktörü, ulusal güvenlik danışmanı vb. üyelerden oluşuyor), dönemin Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Zbigniew Brzezinskinin sağ koluydu.

ABDnin NATO içerisindeki politikalarını belirleyen merkez de bu konsey. NATOdaki ABD temsilcilerini bu konsey yönlendiriyor. NATO en yüksek sivil makamlarına çeşitli üye ülkelerden temsilciler seçse bile, en yüksek askerî makamı olan Yüksek Müttefik Kuvvetler Avrupa Komutanı (SACEUR), tarih boyu bir ABD generali olageldi ve bu general de Birleşik Devletler Ulusal Güvenlik Konseyinin talimatlarına göre hareket ediyor. Örneğin, Yugoslavyanın bombalanması, Afganistan’ın işgali gibi kararlar konseyin tornasından geçiyor. Yani, NATOda kararlar oybirliğiyle alınıyor olsa bile bu generalin, dolayısıyla ABDnin, hayır” dediği bir karar yürürlüğe konamıyor, evet” dediği bir kararın yürürlüğe konması sağlanıyor.

Gayri nizami örgütlenmeler

Tarih boyunca Amerikan generalleri tarafından işgal edilen, günümüzde de ABDli General Alexus Grynkewichin  temsil ettiği SACEUR makamı, NATOnun Avrupadaki daimi askerî üssü olan Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhını (SHAPE) komuta ediyor. NATOnun en yüksek askerî karar organı NATO Askerî Komitesinin kararlarını yürüten bu karargâhı, bünyesinde faaliyet gösteren Gizli Planlama Komitesi (CCP) aracılığıyla gayri nizami harp”teki rolünden biliyoruz.

SSCBnin II. Dünya Savaşı’nı Nazi Almanyası’nı yenilgiye uğratıp büyük bir saygınlık kazanarak sona erdirmesinin ardından, komünizmin Avrupada yayılma tehdidine karşı, yine Nazilere karşı gösterilen direniş pratiğinden öykünerek kurulan NATOnun içerisinde, bu tehdidi bertaraf etmek amacıyla birçok ülkede gölge örgütler yaratıldı. CIA, MI6 ve kuruldukları ülkelerin istihbarat örgütleriyle eşgüdümlü çalışan, yine CIA, MI6, SAS gibi örgütler tarafından eğitilen, stay behindgladyo gibi isimlerle bilinen bu gayri nizami yapılanmalar ortak istihbarat ağı oluşturma, istihbarat analizi, ortak operasyonlar, sabotaj, propaganda, siber saldırı, suikast, itibarsızlaştırma, askerî darbelere destek verme gibi yöntemlerle tam teşekküllü bir savaş makinesi olarak çalışıyordu.

NATO’nun gizli orduları: Yugoslavya, Polonya…

Yugoslavyanın yaklaşık yirmi yıl süren parçalanma sürecinde NATOnun dahli biliniyor. NATOnun, kendisine müdahale etme gerekçesi oluşturacak biçimde Yugoslavyadaki milliyetçi grupları silahlandırması, provokatif saldırılar gerçekleştirmesi, gladyo tipi paramiliter örgütlenmelere önayak olması sonucu Sırplarla Hırvatlar, Boşnaklar ve Arnavutlar arasında şiddetli çatışmalar yaşanmış, savaş suçları ve katliamlar işlenmiş, parçalanan Yugoslavyadan çıkan ülkeler NATO üyesi olmuş ve bu ülkelerde hızla özelleştirme adımları atılmıştı.

İlk sınavını” Yugoslavya ile veren NATOnun stay behind stratejileri sadece paramiliter örgütlenmeler ve kanlı çatışmalardan ibaret değil. Adını 1980de Polonyadaki Gdańsk Tersanesinde kurulan bağımsız sendika Solidarnośćtan (Dayanışma) alan Solidarność Hareketine baskı makineleri, iletişim cihazları, finansal destek sağladı; CIAyle birlikte QRHELPFUL kod adlı gizli operasyon aracılığıyla, aralarında George Orwell, Aleksandr SoljenitsinHannah Arendt gibi antikomünist yazarlara ait kitapların bulunduğu 10 milyondan fazla kitap, gazete ve video kaseti kaçak yollarla Polonyaya getirerek Solidarność’u ayakta tuttu; bu hareketi SSCBye karşı bir demokrasi hareketi” biçiminde propaganda ederek Polonyadaki rejimin yıkılmasında ve Polonyada özelleştirmelerin yolunun açılmasında rol aldı.

Yeni cephe: Anlatı savaşları

Bu gölge örgütlenmelerin foyası ortaya çıktıkça ve SSCB çözüldükten sonra NATO, stay behind stratejilerini çeşitlendirdi ve farklı isimler altında yürüttü.

NATO Müttefik Dönüşüm Komutanlığı Yenilik Merkezi tarafından, başka katılımcılarla birlikte 2021de düzenlenen Bilişsel Savaş: Bilişsel Üstünlüğün Geleceği” başlıklı sempozyumda bilişsel alan hava, kara, deniz, uzay ve siber alanların yanında altıncı muharip alan olarak tanımlanıyor. Toplumları veya rejimleri silahsız şekilde zayıflatmak, karar verme süreçlerini bozmak ve bilişsel üstünlük kazanmak amacıyla nöroloji, teknoloji kullanım stratejileri, medya yönetimi, kamuoyu algısı, psikolojik operasyonlar ve sosyal medya araçları gibi başlıklara odaklanılıyor.

3-2-1 kayıt: Rusya-Ukrayna Savaşı

2022 şubatında Rusyanın Ukrayna topraklarını işgal etmesiyle başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı sırasında sosyal medya ve haber kaynaklarında gündeme gelen yeşil perdeyle çekilmiş videolar, kurgulanmış savaş sahneler, dublörler, dramatizasyon teknikleri, CGI ile sonradan eklenen patlama efektleri bu yeni cepheye dair en yakın örneklerden. Ukrayna hükümeti, savaş başladıktan sonra aralarında PR NetworkPublicisWPPEdelman gibi şirketlerin bulunduğu çeşitli PR ajanslarıyla anlaşmalar yapmıştı.

Kamuoyunun Ukraynaya desteğini sürdürmesi için duygusal etki uyandıran prodüksiyonlara imza atan bu şirketlerin dışında bir kurumun ismi göze çarpıyor: NATO kurumu olmasa da, NATOya akredite edilen NATO Stratejik İletişim Mükemmeliyet Merkezi (StratCom). Ukraynadaki çatışma görüntülerinin kurgulanmış olduğuna dair iddiaların Rusya menşeli olduğunu kanıtlamak için devreye giren bu kurumun, yukarıdaki sempozyum raporu düşünüldüğünde, dezenformasyonla mücadele kisvesiyle bir toplumsal mühendislik çalışması yürütmediğini düşünmek için bir sebep yok.

Nazi mirasından neo-Nazi vekillere: Ukrayna örneği

II. Dünya Savaşı’nın ardından Nazi Waffen SS subaylarından devşirilerek yeni paramiliter ordular kurulmuş ve bu ordular NATOnun stay behind stratejisine eklemlenmişti. 2014te Rusyanın Kırım’ı ilhakıyla başlayan ve 2022de Rusyanın Ukraynayı işgaliyle başka bir aşamaya geçen Rusya-Ukrayna Savaşı’nda da benzer bir örüntüyü görmek mümkün.

ABD ve NATO üyesi ülkeler, Rusya 2014te Kırım’ı henüz ilhak etmişken, Ukraynaya ilerideki daha büyük bir savaşın hazırlığı niteliğinde silah ve askeri uzman takviyesi yapmaya başlamıştı. ABD Avrupa Özel Operasyon Kuvvetleri Komutanlığı ve NATO tarafından ortak geliştirilen stratejik Direniş Yürütme Konsepti doktrini kapsamında yapılan bu destek, aşırı milliyetçi, hatta siyah kamuflaj elbiseleri, Nazi dövmeleri ve miğferlerindeki gamalı haçlarıyla açıkça neo-Nazi ideolojiye sahip unsurdan müteşekkil bir yapı olan neo-Nazi Azov Taburuna, Ukrayna Özel Operasyon Kuvvetlerine bağlı gizli bir birim olan Rukh Oporu ve Ulusal Direniş Merkezineydi. Bu yapılar sabotaj, psikolojik harekât, istihbarat eylemleri gerçekleştirerek, işgal altındaki bölgelerde savaşarak ve emperyalist güçlerin Rusya ile daha doğrudan bir savaşa girmesinin bir aracı biçiminde işlev görerek NATOnun sınırlarını Rusyaya doğru genişletme stratejisinin aracı oldu.

Yardım kuruluşu kisvesi altında paramiliter örgüt: Beyaz Miğferler

Zihinlerimizde tam teşekküllü ordu imgesi canlansa da, paramiliter örgütlerden konuşurken 2014 yılında Suriye İç Savaşı sırasında kurulan gönüllü yardım kuruluşu” Beyaz Miğferlerden de bahsetmek gerekiyor. 2014 yılında Suriyedeki iç savaş sırasında kurulan ve insani yardım kisvesi altında radikal İslamcı örgütleri destekleyen, kimyasal saldırı provokasyonları tertipleyen örgütün kurucusu, MI6 Subayı James Le Mesurier.

2019 yılında İstanbulda kaldığı evinin yakınlarında ölü bulunan Le Mesurierin Beyaz Miğferlerinin 800 çalışanı, 2018de Suriyenin Batı emperyalizmi destekli İslamcı çetelerin elinden geri almak için saldırı düzenlediği Suriyenin güneyinden İsrail, ABD ve diğer büyük NATO güçlerinin desteğiyle tahliye edilmişti. Kimyasal saldırı mizanseni yaratıp ardından olay yerine gelerek doğruluğu şüpheli kanıtlar”ı Batı medyasına servis eden ve bunu kamuyonu etkilemek amacıyla yüksek prodüksiyonlu propaganda videoları çekerek yapan kuruluş, hakkında çekilen propaganda niteliğindeki meşhur Netflix belgeseline de bakılırsa, doğrudan kurumsal bir NATO bağlantısı bulunmasa dahi NATOnun StratComunun amacıyla ve çalışma sistematiğiyle benzerlik gösteriyor. Ancak bununla sınırlı değil.

Aynı senaryo bu sefer Ukrayna’da

Beyaz Miğferlerle Suriyede karşılaşmış olabiliriz ama etkinliği burayla sınırlı değil. Kuruluş, daha sonra Ukraynada da karşımıza çıktı. Ukraynalılar için ilkyardım ve savaş suçlarını kaydetme” konusunda eğitici videolar hazırladığı haberleriyle tekrar gündem olan emperyalizmin kullanışlı aparatı Beyaz Miğferlerin Ukraynayla sadece bu içerikten ibaret bir dayanışma sergilemediğini, Ukraynada sahte sivil ölümleri kurgulayarak hazırlanan propagandif videolarla emperyalizmin müdahalesini gerekçelendirecek zemini yaratmayı hedeflediğini biliyoruz.

2018de Suriyenin başkenti Şam’ın doğusunda bulunan Gutada kimyasal silah kullanıldığını iddia ederek ABD, İngiltere ve Fransanın bölgeye füze saldırısı gerçekleştirmesine zemin yaratan kuruluş, savaşın başlarında Rusya karşısında ağır kayıplar veren ve uluslararası desteği arkasında hissetmek zorunda olan Ukraynada da imdada koşmuş, Rusya Silahlı Kuvvetlerinin Mariupolde neo-Nazi Azov Taburuna karşı NATOnun müdahale gerekçesi olarak kırmızı çizgi” şeklinde tarif ettiği kimyasal silah kullandığına dair bir hikâye uydurmuştu.

Beyaz Miğferler yeniden Suriye’de, Türkiye bağlantıları…

Beyaz Miğferler, kısa bir Ukrayna arasından sonra yeni film stüdyosunu Suriyedeki Sednaya Hapishanesine kurdu. Geçtiğimiz yıl, arkasına tüm bir emperyalist sistemin desteğini alan cihatçı çete HTŞ eliyle başlatılan saldırı sonucunda yaklaşık iki hafta gibi bir sürede Esad hükümeti devrilmiş. Başkent Şam yakınlarında bulunan askeri Sednaya Hapishanesi, soL sayfalarında da ifade edildiği gibi, Beyaz Miğferler tarafından bu işgalin propaganda filminin çekildiği bir platoya dönüştürülmüş; kâh çekilen videolarda Vietnamdaki Savaş Kalıntıları Müzesinden görüntüler kullanılmış kâh yapay zekâ aracılığıyla yeraltı hücresinde kalan bir mahkûmun özgürlüğüne kavuştuğu videolar hazırlanmıştı. Kurum, HTŞ’nin geçiş hükümeti kabinesinin Acil Durum ve Afet Yönetimi Bakanlığı’nda da yöneticisi Rayid Salih ile kendine yer buldu.

Ortadoğunun emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yeniden paylaşılması için atılan adımlarda pay sahibi Türkiyeye dönelim. Beyaz Miğferlerin kurgu videolarının ardından uluslararası kamuoyuna yapılan gerçekleri ortaya çıkarma çağrısına AFAD da icabet etmiş, Sednayadaki arama kurtarma çalışmaları”na katılmıştı. Kuruluş, ayrıca, AKUTun da yardımıyla kurslar düzenliyor, bizzat AKUTtan ders alıyor, Türk Kızılay’ına kendilerine sağladıkları lojistik destek sebebiyle teşekkür ediyor, orman yangınlarındaki yardımları nedeniyle Cumhurbaşkanı Erdoğandan teşekkür alıyor, AFADla mesaisinin bir örneğini yukarıda vermiştik…

Türkiye’de gladyo: Özel Harp Diaresi, Cemaat, SADAT, TÜGVA…

Türkiye, NATOnun stay behind örgütlenmelerine ve araçlarına 1950lerde kurulan Seferberlik Tetkik Kurulundan, sonra Özel Harp Dairesinden ve onun sivil kolu olarak faaliyet gösteren kontrgerilladan, 1977 Kanlı 1 Mayıs’ından, 6-7 Eylül Pogromundan, çeşitli siyasetçi ve aydın suikastlerinden aşina. Bu isimler artık kullanılmıyor ancak adı ve yapısı değiştilen örgütlenme, faaliyetlerine devam ediyor.

Türkiyede de, yukarıda andığımız Azov Taburu gibi örgütlerin benzeri olmasa da onlarla ideolojik ya da işlevsel paralellikler taşıyan yapılardan biri, özel askerî danışmanlık şirketi Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş. yani SADAT. NATOnun Türkiyedeki gayrinizami harp stratejileriyle, Özel Harp Dairesi geleneğiyle ve gladyo sonrası paramiliter kadrolaşma mantığıyla örtüşen bir devamlılık gösteren ve bünyesinde NATO karargâhlarında görev yapmış subaylar bulunduran şirketin kurucusu emekli General Adnan Tanrıverdi, Özel Harp Dairesi başkanlığı da yaptı. Libya, Suriye, Azerbaycan gibi ülkelerde operasyonlar düzenleyen, Suriyedeki cihatçı çetelere silah, eğitim ve lojistik destek sağladığı iddialarıyla gündeme gelen SADAT, devlet politikalarının bir parçası olarak hizmet veriyor.

Bir diğeri ise 2021 yılında kamu kurumlarında, özellikle askerî okul, emniyet, adliye ve kaymakamlık gibi alanlarda kadrolaşma girişiminde bulunduğuna dair belgelerin sızdığı Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA). Hakkında 2017de Dışişleri Bakanlığı’nın Acil” koduyla Belçikanın Ankara Büyükelçiliğine yolladığı ve dönemin TÜGVA Başkanı İsmail Emanet ile Başkan Yardımcısı Seçkin Koç’un, Tayyip Erdoğanla birlikte NATO Zirvesine katılacak resmi heyette yer alabilmeleri için büyükelçilikten vize yardımı talep ettiği bir belgenin de sızdığı kuruluş, MİT ile koordineli istihbarat faaliyeti yürütüyor, Türkiyenin bazı bölgelerinde emniyet güçlerinin bilgisi ve koruması altında gençlere yönelik cihatçı kampları andıran askerî eğitim programları düzenliyor.

NATOyla doğrudan bir bağlantıya dair bilgi bulmanın tarihin insafına kaldığı bu örgütler, ideolojik angajmanları ve işleyiş biçimleri açısından NATOnun paramiliter yapılanmalarını andırıyor. Ayrıca, NATOnun Sovyetler Birliğine karşı Yeşil Kuşak stratejisinin Türkiye karşılığı olarak Erzurumdaki Komünizmle Mücadele Derneğinin kuruluşunda yer alan Fethullah Gülenin Cemaat Hareketi”nden 2016da boşalan yeri de hem iç politika hem dış politikada dolduruyor.

Ya NATO ya bağımsız Türkiye, ya ABD askeri ya egemenlik haklarımız

2024 NATO Zirvesi Sonuç Bildirgesinin vurgularından biri, Çin ve Rusya arasında derinleşen ortaklık ve bu ortaklığın NATO ülkeleri için teşkil ettiği tehditti. Geçtiğimiz ay Laheyde düzenlenen zirve de müttefikler arasındaki ilişkinin sıkılaşması gerekliliğinin altını çiziyor. Bir sonraki zirve, Temmuz 2026da Türkiyede düzenlenecek.

Bizzat ABDnin ve NATOnun beslediği Cemaat eliyle 15 Temmuz 2016da düzenlenen darbe girişiminin ardından Cemaatle bağlantılı olan askerler NATO ülkelerine kaçmış, bu ülkeler askerleri iade etmeyi reddetmişti. 15 Temmuz gecesi İncirlik Üssü’nden havalanan tanker uçakları darbecilere yakıt temin etmiş, NATO ülkeleri darbeye ilişkin geç açıklamada bulunmuştu. Ukraynanın vaziyeti malum: NATO üyesi olabilmek için Rusyayla savaşa girme bedelini ödemesi gereken Ukraynanın Devlet Başkanı Zelenskiy, gittiği her ülkeden borç isteyen, kamuoyu önünde aşağılanan bir figüre dönüştü Yine Cemaat ve Ukrayna örneklerinde görüyoruz ki, ülkelerin NATOnun paramiliter yapıları üzerinde ne kadar kontrolü olduğu, bu yapıların devletle ne kadar iç içe geçmiş oldukları muamma. Yani bu yapıların, istedikleri kadar yerli ve milli” görünsünler, namlularını ülkemizin emekçilerine çevirmeyeceğinin garantisi yok. Dolayısıyla, Türkiyenin NATOdan çıkması demek, aslında NATOnun bu ülkeden defetmemiz ve halk olabilme yetisini kazanarak toplumsal gururumuzu bağımsız bir ülke temelinde yeniden tesis etmemiz demek.

                                                          /././

Tayland-Kamboçya sınırında çatışma: Tayland F-16'larla hava saldırısı düzenledi

Tayland-Kamboçya sınırı bölgesinde bu sabah çıkan çatışmalarda en az 11 sivil yaşamını yitirdi. Her iki ülke de birbirini çatışmayı başlatmakla suçladı. Tayland F-16'larla askeri hedefleri vurduğunu, Kamboçya saldırılarda bir tapınağa giden yolun bombalandığını duyurdu. Çin'den diyalog çağrısı geldi.

Tayland ile Kamboçya arasındaki tartışmalı sınırda çıkan çatışmada, ilk belirlemelere göre, Tayland tarafında 11 sivil hayatını kaybetti. Kamboçya tarafından henüz ölü ya da yaralılara dair bir açıklama yapılmadı. Çin taraflara diyalog çağrısı yaparak gerilimin düşürülmesi için tarafsızlık ilkesi çerçevesinde yapıcı rol oynayacağını açıkladı.

Tayland-Kamboçya sınır hattındaki Khmer tapınağı yakınlarında sabahın erken saatlerinde çatışma çıktı.

İki ülkeden yapılan açıklamalarda ilk ateşi karşı tarafın açtığı öne sürüldü.

İlk ateşi Kamboçya askerlerinin açtığını belirten Tayland Kraliyet Ordusu, saldırılarda, ülkenin Sisaket eyaletinde 6, Surin eyaletinde 2, Ubon Ratchathani eyaletinde 1 kişinin hayatını kaybettiğini, 14 kişinin yaralandığını açıkladı.

Tayland
Tayland, Sisaket sınır eyaletinde bir akaryakıt istasyonuna, Kamboçya tarafından saldırı düzenlediğini bildirdi. Tayland devlet televizyonunun haberine göre en az 5 kişinin hayatını kaybettiği saldırı sonrasında, Ban Phue’de bulunan benzin istasyonundan dumanlar yükseldi. (AA)

Tayland Savunma Bakanlığı Sözcüsü Surasant Kongsiri, çatışmanın en az 6 farklı sınır noktasında sürdüğünü bildirdi.

Bangkok yönetimi, Kamboçya'yı Phanom Dong Rak Hastanesi de dahil, sivil bölgelere saldırmakla suçlarken, sınır hattındaki köylerden 30 ila 40 bin civarı kişinin güvenli bölgelere tahliye edildiğini duyurdu. Tayland Sağlık Bakanlığı ise son yaptığı açıklamada ölen sivillerin sayısının 11'e yükseldiğini açıkladı.

Tayland F-16’larla Kamboçya’ya ait askeri karargahları hedef aldığını duyurdu

Tayland, 6 "F-16" ile sınır hattındaki bazı Kamboçya askeri karargahlarını hedef aldığını ifade ederken, Tayland'ın Phnom Penh Büyükelçiliği de vatandaşlarına Kamboçya'yı terk etmeleri çağrısı yaptı.

Bangkok Post'un aktardığına göre, dün Ubon Ratchathani eyaletinin tartışmalı bir bölgesinde meydana gelen bir kara mayını patlamasında beş Tayland askeri yaralanmış ve askerlerden biri bacağını kaybetmişti. Olayın ardından sınır bölgesindeki gerilim tırmandı.

Kamboçya, Tayland'ı suçladı: Tapınağa giden yolu bombaladılar

Öte yandan, Kamboçya Savunma Bakanlığı, ilk ateşi Tayland birliklerinin açtığını ve Kamboçyalı askerlerin buna meşru müdafaa kapsamında karşılık verdiğini açıkladı.

Bakanlık, Tayland'ın, Preah Vihear tapınağına giden yola savaş uçaklarıyla bomba attığını bildirdi.

Kamboçya Başbakanı Hun Manet de Tayland'ı, Ta Muen Thom ve Ta Krabey tapınaklarına saldırmakla suçladı.

Hun Manet, "Kamboçya her zaman barışçıl çözümlerden yana olmuştur. Ancak bu durumda silahlı saldırıya silahlı karşılık vermekten başka seçeneğimiz kalmamıştır" ifadelerini kullandı.

Kamboçya’dan BM'ye ‘acil toplantı’ çağrısı

Hun Manet
Kamboçya Başbakanı Hun Manet

Hun Manet, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi Dönem Başkanı Pakistan'ın Daimi Temsilcisi Asım İftikhar Ahmed'e gönderdiği mektupta "acil toplantı" talebinde bulundu.

Hun Manet, mektubunda, "Bölgede barış ve istikrarı ciddi şekilde tehdit eden Tayland'ın son dönemdeki son derece ağır saldırılarını göz önünde bulundurarak, Tayland'ın saldırganlığını durdurmak için Güvenlik Konseyi'ni acil bir toplantıya çağırmanızı içtenlikle rica ediyorum” ifadesini kullandı

Kamboçya tarafından ölü veya yaralı sayısına ilişkin bilgi verilmedi.

Tayland sınırı kapattı

Reuters’ın aktardığına göre Tayland Kamboçya sınırını kapattı.

Öte yandan Tayland'ın Kamboçya büyükelçisini geri çağırma, Tayland'daki Kamboçya büyükelçisini sınır dışı etme ve Kamboçya ile diplomatik ilişkilerini düşürme kararına yanıt olarak Kamboçya hükümeti de karşı önlemler açıkladı.

Kamboçya hükümeti Tayland ile diplomatik ilişkilerini en düşük seviye olan maslahatgüzar seviyesine indirmeye karar verdi. Kamboçya ayrıca Tayland'daki büyükelçiliğindeki temel personel hariç tüm diplomat ve personeli geri çağırdığını duyurdu.

Çin'den taraflara diyalog çağrısı, vatandaşlarına seyahat uyarısı

Çin, taraflara sorunu diyalog ve istişare yoluyla çözme çağrısında bulundu.

Global Times gazetesinin haberine göre, Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Guo Ciakun, başkent Pekin'deki günlük basın toplantısında, Tayland ile Kamboçya arasındaki tartışmalı sınırda çıkan çatışmaya ilişkin açıklamalarda bulundu.

Guo, çatışmadan derin endişe duyduklarını belirterek tarafların, sorunu diyalog ve istişare yoluyla çözmesini umduklarını ifade etti.

Tayland ve Kamboçya'nın Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliğinin (ASEAN) önemli üyeleri olduğunu söyleyen Guo, dostane komşuluk ilişkileri kurmanın ve uyuşmazlıkları uygun şekillerde çözmenin her iki ülkenin de faydasına olduğunu vurguladı.

Guo, Çin'in, taraflar arasında gerilimin düşürülmesi için tarafsızlık ilkesi çerçevesinde yapıcı rol oynayacağını ifade etti.

Öte yandan Çin'in Kamboçya Büyükelçiliği, ülkedeki özellikle çatışma bölgelerine yakın olan Çin vatandaşlarına, yerel güvenlik durumunu yakından izlemeleri, dikkatli olmaları konusunda uyarıda bulundu. Büyükelçilik tarafından yapılan açıklamada Çin vatandaşlarının Kamboçya-Tayland sınır bölgelerine seyahat etmekten kaçınmaları gerektiği belirtildi.

Tayland ile Kamboçya arasındaki sınır gerilimi

Güneydoğu Asya bölgesinde yer alan ve 817 kilometrelik sınır telleriyle ayrılan Tayland ile Kamboçya, uzun süredir toprak anlaşmazlığı yaşıyor.

Tayland ile Kamboçya arasındaki sınır anlaşmasının ihlal edilmesi üzerine 28 Mayıs'ta bölgede çatışma yaşanmış, çatışmada bir Kamboçya askeri ölmüştü. Kısa süreli çatışma sonrası iki ülkenin ordusu, sorunun barışçıl yolla çözüme kavuşturulması konusunda anlaşmaya varmıştı.

Tayland, Kamboçya sınırındaki tüm kontrol noktalarının Bangkok yönetimi tarafından kontrol edileceğini duyurmuştu.

Kamboçya Başbakanı Hun Manet ise ülkesinin Tayland ile sınır sorunlarının çözümü için Uluslararası Adalet Divanına (UAD) başvurduklarını bildirmişti.

                                                     ***

İsrail'in silah tedarikçilerini protestoya tutuklama: 'Katil İsrail, işbirlikçi Erdoğan' demek suç sayıldı

İsrail’e silah tedarik eden şirketleri ifşa etmek için eylem yapan Filistin Eylem Komitesi üyelerinden biri tutuklandı. Bir kişi ev hapsi cezası aldı, 9 kişiye ise adli kontrol tedbiri uygulandı. Tutuklamanın gerekçesi "Katil İsrail, işbirlikçi Erdoğan" sloganı.

17’nci Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı (IDEF 2025) İstanbul Fuar Merkezi'nde Milli Savunma Bakanlığı ev sahipliğinde, Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı destekleriyle başladı. 

27 Temmuz'a kadar sürecek fuarda İsrail'e silah ve mühimmat satan çok sayıda şirket de yer alırken, fuar ilk gün Filistin Eylem Komitesi tarafından Yenibosna metro çıkışında, "Soykırım ordusunu besleyen şirketleri kovun" çağrısıyla protesto edilmişti.

Fuarı protesto eden ve fuar alanına yürümek isteyen Filistin Eylem Komitesi polis barikatıyla karşı karşıya kalmış, eylemde atılan sloganlar "yasadışı" olduğu gerekçesiyle engellenmek istenmişti. Protestocular basın açıklaması okuyarak eylemi sonlandırdı.

Komitenin açıklamasında, “Filistinlilerin kanını taşıyan silah ve teknolojiler bu fuarda sergilenecek. On binlerce insanı katleden, hastane ve okulları yerle bir eden bu silahlar ‘daha güvenli bir dünya’ vaadiyle pazarlanıyor. Bu çelişki kabul edilemez” denildi. İktidara "İsrail’e karşı derhal askeri ambargo uygulama çağrısı" yapıldı.

Ancak protestoya katılan 16 kişi önceki gece evlerinden gözaltına alındı ve Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. "Cumhurbaşkanına hakaret"ten sorgulanan protestocular kolluk ifadesinin ardından mevcutlu olarak adliyeye götürüldü.

'Katil İsrail, işbirlikçi Erdoğan' sloganı suç sayıldı

Karar gazetesinden Feyza Nur Çalıkoğlu'na avukatların verdiği bilgiye göre, gözaltına alınan eylemciler "Katil İsrail, işbirlikçi Erdoğan" sloganı nedeniyle “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla sorgulandı. 

Kolluk ifadelerinin ardından bir gece mevcutlu olarak Bakırköy Adliyesi'nde tutulan eylemciler dün mahkemeye sevk edildi.

Mahkeme sonucunda 12 kişiden 9’u yurtdışı çıkış yasağı ve haftada iki gün imza şartıyla adli kontrolle serbest bırakıldı, 1 kişi tutuklandı, 1 kişi ev hapsi cezası aldı.

Tutuklanan kişinin eylem esnasında elinde megafon bulunduğu, slogan atanlardan biri olduğu öğrenildi.

'Asıl suç bu şirketlerle işbirliği yapmak'

Eylemcilerden biri dün gözaltına alındıktan sonra tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilirken adliye çıkışında basına açıklama yaptı. Eylem sırasında kendilerine herhangi bir uyarıda bulunulmadığını, yalnızca barışçıl bir şekilde basın açıklaması okuduklarını ve buna rağmen darp edilerek gözaltına alındıklarını ifade etti. 

Amaçlarının İsrail’e silah tedarik eden şirketleri ifşa etmek olduğunu belirten eylemci, asıl suçun bu şirketlerle işbirliği yapmak olduğunu, ancak kendilerine suçlu muamelesi yapıldığını söyledi. Açıklamasını, “Hiçbir arkadaşımızı geride bırakmadan mücadelemize devam edeceğiz” sözleriyle sonlandırdı.

İktidarın ikiyüzlü İsrail politikası: Savaş suçlusu şirketler İstanbul'a geldi, Erdoğan Gazze'yi hatırladı
***
İsrail Meclisi hükümeti işgal altındaki Batı Şeria'yı ilhak etmeye çağırdı
İsrail hükümetine işgal altındaki Batı Şeria'nın ilhakı için çağrı yapan karar 120 sandalyeli Mecliste 71 milletvekilinin oyuyla kabul edildi. Hamas, kararın onaylanmasını "geçersiz ve gayrimeşru bir önlem" olarak nitelendirerek kınadı.
İsrail Meclisi dün düzenlenen oturumda, hükümete, 1967'de işgal ettiği Filistin toprağı Batı Şeria'nın ilhak edilmesi için çağrı yapan kararı oyladı.

Meclisteki 120 milletvekilinden 71'i kararın lehinde, 13'ü aleyhinde, kalanlar ise çekimser oy kullandı.

Mecliste kabul edilen kararda, Batı Şeria'nın "Yahudi halkının tarihi, kültürel ve manevi anavatanı ve İsrail topraklarının ayrılmaz bir parçası olduğu" iddia edildi.

Karar metninde ayrıca işgal altındaki Batı Şeria'da Filistin devletinin kurulmasına karşı çıkılırken bunun "İsrail devleti ve vatandaşları için varoluşsal bir tehdit olacağı" öne sürüldü.

İsrail Meclisinde kabul edilen bu kararla "Filistin devleti fikrinin gündemden çıkartıldığı" savunuldu.

İsrail Meclisi ayrıca hükümeti Batı Şeria'daki Filistin topraklarından gasp edilerek inşa edilen yasa dışı Yahudi yerleşimlerinde "İsrail egemenliğini uygulamak için mümkün olan en kısa sürede harekete geçmeye" çağırdı.

Meclisin aldığı karar, Batı Şeria'nın ilhakını uygulamaya koymuyor ancak hükümete bu yönde adım atması için çağrı yapıyor.

Benzer şekilde, İsrail Meclisi, bazı ülkelerin Filistin devletini tanımaya yönelik adımları karşısında "Filistin devletinin tek taraflı tanınmasına itiraz eden bir kararı" Şubat 2024'te 99 milletvekilinin, Temmuz 2024'te de 68 milletvekilinin oyuyla kabul etmişti.

Hamas, kararın İsrail Meclisi'nde onaylanmasını "geçersiz ve gayrimeşru bir önlem" olarak nitelendirerek kınadı. Açıklamada, "Siyonist işgalci Knesset'in işgal altındaki Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmayı ve ilhakının önünü açmayı amaçlayan karar tasarısını oylaması geçersiz ve gayrimeşru bir uygulamadır ve Filistin topraklarının kimliğini değiştirmeyecektir" denildi.

İsrail hükümetinin Batı Şeria'da yaptığı ihlaller, toprak gaspı ve yerleşim birimlerinin genişletilmesinin yanı sıra Filistin halkına yönelik öldürme, tutuklama ve baskı kampanyalarının bir uzantısı olarak değerlendirildi.

İşgal altındaki Batı Şeria

İsrail'in 1967'de işgal ettiği Batı Şeria'daki varlığı uluslararası hukuka göre işgal sayılıyor.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nden geçen kararlara göre, İsrail'in savaşla elde ettiği bu toprakları ilhakı reddediliyor.

İsrail, 7 Ekim 2023'ten bu yana Gazze Şeridi'nde devam eden saldırıları nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı'nda soykırım suçlamasıyla yargılanırken, işgal altındaki Batı Şeria'da da Filistin topraklarını gasp etmeye yönelik adımlarını daha da artırdı.

İsrailli sivil toplum kuruluşu Peace Now (Şimdi Barış) hareketinin raporuna göre, İsrail'in işgal altında bulunan Batı Şeria'daki toprak gaspı 2025'in ilk üç ayında 2024'ün toplamını geçti.

Uluslararası hukuka göre, işgalci niteliğindeki İsrail'in işgal ettiği topraklara kendi vatandaşlarını nakletmesi ya da burada yaşayan Filistinlileri zorla göç ettirmesi yasadışı kabul ediliyor.

İsrail'deki aşırı sağcı partiler ve siyasiler, sık sık işgal altındaki Filistin topraklarında Yahudilerin üstünlüğünü savunarak İsrail'in daha fazla toprak gasp etmesi ve Batı Şeria'yı ilhak etmesi çağrısı yapıyor.

İşgal altındaki Batı Şeria'da 451 bin İsrailli Filistin topraklarını gasp ediyor.

Yasadışı yerleşimlerde yaşayan bu İsrailliler, İsrail kanunlarına tabi tutuluyor.  Buna karşın Batı Şeria'da yaşayan yaklaşık 4 milyon Filistinli, İsrail ordusunun işgali altında yaşıyor ve İsrail askeri yönetimine maruz kalıyor. 

İsrail ordusunun, işgal altındaki Batı Şeria'da kontrol noktaları, yol kapatmaları, Filistin beldelerine yönelik baskınları Filistinliler için hayatı dayanılmaz kılıyor. Bunun yanı sıra Filistin topraklarını gasp eden İsraillilerin saldırıları da Filistinlilerin maruz kaldığı diğer bir şiddet unsuru.

                                                            ***

Kira parası emekliyi yakıyor!-Atilla Özsever-

Ortalama kiranın 25 bin lira olduğu ülkemizde ortalama emekli aylığı ise 17 bin lira. Emekliler, maaşlarının kiraya dahi yetmediğinden yakınırken Maliye Bakanı Şimşek, emeklilerin yüzde 14’ünün kirada oturduğunu öne sürdü. Emekli dernekleri ise, bu oranın en az yüzde 30 olduğunu ifade ediyor…

Ülkemizdeki kira sorunu bütün şiddetiyle sürüyor. En son verileri Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM), iki gün önce yayınladı.

BETAM’ın Temmuz 2025 Raporu’na göre, 100 metrekarelik bir konutun ortalama kira bedeli İstanbul’da 31 bin 580 liraya yükselirken, Ankara’da 23 bin 850 lira, İzmir’de ise 27 bin 270 liraya çıktı. Türkiye genelinde ortalama kira bedeli ise 23 bin 400 lira oldu.

Gayrimenkul uzmanları ise, kira sorununu değerlendirirken Türkiye genelinde ortalama kiranın 25 bin liraya, İstanbul’da da 30 bin liraya ulaştığını belirtiyor (“Kira krizi derinleşiyor”, Elif Özge YalçınCumhuriyet, 16 Temmuz 2025).

Kuşkusuz kira sorunu, dar gelirli vatandaşları ve bu arada emeklileri de çok yakından etkiliyor. DİSK’in (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) Temmuz 2025 Emeklilik Raporu’na göre, Türkiye’de ortalama emekli aylığı 17 bin 252 TL.

Ortalama kiranın 25 bin lira düzeyinde olduğu ülkemizde 17 bin lira aylık alan ve kirada oturmak zorunda kalan bir emekli nasıl geçinecek, nerede ev bulacak ve yaşayacak?

Maaşlar kiraya yetmiyor

Yazılı ve görsel basın, hemen, hemen her gün kira sorunu haberleriyle dolu. Nefes Gazetesi’nin 17 Temmuz 2025 tarihli nüshasındaki “İktidar emekliyi duymuyor” başlıklı haberde emeklilerin kiralara yönelik şikayetleri de yer aldı.

75 yaşındaki emekli Mustafa Kemal Ünalan, “25 bin lira kira veriyorum, aldığım maaş 35 bin lira. Benim ailem 10 bin lirayla ne yiyip içecek. 2001 yılında o zamanki asgari ücretin üç katı emekli maaşı alırdık. Şimdi kirayı bile ödeyemiyorum” diye isyan ediyordu.

73 yaşındaki Muzaffer Şimşek ise, “Bu ülkeye 32 sene boyunca hizmet ettim ancak bu hükümet beni açlığa mahkum etti. Aldığım maaş kirayı karşılamıyor. Bodrum katında oturduğum dairenin kirası 19 bin lira. Saray’dakiler gösteriş içinde yaşarken halk açlık sınırının altında yaşıyor” diyordu.

73 yaşındaki Zehra Canan da, kıyafetlerini çöpten topladıklarını belirterek 10 bin liralık kirayı ve elektrik, su faturalarını ödedikten sonra emekli maaşından geriye bir şey kalmadığını ifade ediyordu.

68 yaşındaki Bağ-Kur emeklisi Aslan Peker de, yeni zamla 19 bin lira olan maaşının kiraya ve faturalara dahi yetmediğinden şikayetçiydi.

Şimşek’e göre kiracı emekliler 

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, AKP’nin 11-13 Temmuz 2025 tarihleri arasında Ankara Kızılcahamam’da yapılan kampında milletvekillerinin sorularını yanıtladı. Şimşek, emeklilerin durumu ile ilgili olarak da bilgi verdi.

Maliye Bakanı Şimşek’e göre emeklilerin yüzde 14’ü kirada oturuyor. Yani yüzde 86’sı ev sahibi ya da kirada oturmuyor. Türkiye Emekliler Derneği’nin (TÜED) 2023 yılı araştırmasına göre ise, emeklilerin yüzde 23,7’si kiracı, yüzde 35,5’i ise sobalı evde oturuyor.

TÜED’in bu araştırması, 2023 yılına ait. EYT’lilerle (Emeklilikte Yaşa Takılanlar) birlikte geçen iki yıl içinde emekli sayısının artması ve ekonomik olanaksızlıkları nedeniyle kirada oturan emeklilerin oranının da yüzde 30’lara ulaştığı belirtiliyor.

Öte yandan TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) 2024 istatistiğine göre de, ülkemizdeki kirada oturanların oranı yüzde 28, diğer bir ifade ile kirada oturanların sayısı 24 milyonu geçti.

TÜİK'in “istatistiklerle aile” araştırmasına göre, 2014'te yüzde 61,1 olan ev sahibi hane oranı 2024'te yüzde 56,1'e geriledi. Kiracı oranı ise aynı dönemde yüzde 22,1'den yüzde 28'e yükseldi.

DİSK’in emekli raporu

Emeklilerin yoksullaşma süreci, sendikaların da raporlarına yansıyor. DİSK’in Temmuz 2025 Emeklilik Raporu’na göre,  Türkiye’de ortalama emekli aylığı 2003’te asgari ücretin yüzde 36 üzerinde iken günümüzde asgari ücretin yüzde 22’sinin altına geriledi.

2025 yılının ilk yarısında ortalama emekli aylığı 17.252 TL, ortalama işçi emekli aylığı ise 17.089 TL’dir. Buna karşın en düşük emekli aylığı 14.469 TL’dir.

Düşük emekli aylıkları sebebiyle milyonlarca emekli tekrar çalışıyor veya iş arıyor. 2002 yılında yüzde 36,6 olan çalışan veya iş arayan emeklilerin oranı Aralık 2024’te yüzde 65,7’ye yükseldi.

İşte bu koşullarda kirada oturan emekliler, yüksek kiralarla nasıl baş edecekler, ileri yaşlarında çalışmak zorunda kalmalarına rağmen geçinmeleri ve yaşamaları giderek zorlaşıyor.

Bir darbe de yargıdan

Ciddi bir yaşam mücadelesi veren, açlık sınırı altında yaşayan milyonlarca emekliye bir darbe de Yargıtay’dan geldi. Yargıtay’ın yeni içtihadı birleştirme kararına göre, emekli aylıklarındaki haciz yasağı ortadan kaldırdı. Bankalar borç gerekçesiyle emekli aylıklarına el koyabilecek.

Aslında 5510 sayılı yasaya göre,   “Emekli aylıkları haczedilemez”.  Ancak Yargıtay’ın bu kararıyla geçinemediği için borçlanmak zorunda kalan ve bankadan borçlanan bir emekli, aylığının haciz edilme işlemi ile karşı karşıya kalacak.

Mamdani kiracıya sahip çıkıyor

Yazımızı kira sorunu ile mücadele anlamında bir örnekle de noktalayalım. ABD’nin New York kentinde Demokrat Parti’nin belediye başkan adaylığını kazanan Zohran Mamdani, şehirdeki kiracıların sorunlarına sahip çıkan bir politika izliyor. Mamdani’nin adaylığı kazanmasında, programının temelindeki kira kontrolü talebi etkili oldu.

Mamdani’nin kampanyasında barınma adaleti merkeze alındı. Demokrat sosyalist adayın kira artışlarına bir sınır getirilmesi, zorla evden tahliyelerin engellenmesi ve belediye finansmanı ile sosyal konut inşaatına ağırlık verilmesi yönündeki vaatleri seçmenlerde karşılık buldu.

                                                    /././

Rize İl Milli Eğitim Müdürü’nün makamına özel tuvalet yaptırmasını haber yapmışlardı: İki gazeteciye gözaltı

Rize İl Milli Eğitim Müdürü Akmeşe’nin göreve başlamasında kısa süre sonra makam odasını yenileyip kendisine özel tuvalet yaptırmasını haberleştiren gazeteci Gençağa Karafazlı ve Şenol Öksüz gözaltına alındı. Cep telefonlarına el konulan gazeteciler savcılık ifadesi sonrası serbest bırakıldı.

Rize İl Milli Eğitim Müdürü Halil İbrahim Akmeşe’nin göreve gelmesinden iki ay geçmeden makam odasını yenileyip kendisine özel tuvalet, özel çay ocağı ve dinlenme odası yaptırmasını haberleştiren gazeteciler Gençağa Karafazlı ve Şenol Öksüz dün gözaltına alındı. İki gazeteci aynı gün Rize Cumhuriyet Başsavcılığı’nda ifade verdikten sonra serbest bırakıldı.

Gazetecilerin Halil İbrahim Akmeşe’yi arayıp kendilerini tanıttıkları, iddialar hakkında sorularını sordukları, Akmeşe'nin de yanıt verdiği ses kaydıysa suçlama konusu oldu. 

Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Doğu Karadeniz Şube Başkanı, Kuzeyteve haber sitesi imtiyaz sahibi, ANKA Haber Ajansı Rize muhabiri Gençağa Karafazlı ile Haberrize gazetesi imtiyaz sahibi Şenol Öksüz, gözaltı sonrası yaptıkları açıklamada, haberlerinin halkın haber alma hakkı doğrultusunda yapıldığını ve gazetecilik ilkelerine uygun olduğunu belirtti.

Adliye çıkışı açıklamaya polisten engelleme girişimi

Gazetecilerin adliye çıkışında yapmak istedikleri basın açıklaması polis tarafından “izinsiz olduğu” gerekçesiyle engellenmek istendi. Bir süre polis memurlarıyla tartışan gazeteciler, daha sonra adliye önünde açıklama yaptı.

'Göreve gelir gelmez soluğu AKP İl Başkanlığı'nda aldı'

gazeteciler

ANKA’nın aktardığına göre Karafazlı, yaptığı açıklamada, şunları söyledi:

"Geçtiğimiz aylarda, Rize’de Milli Eğitim Müdürü olarak atanan Halil İbrahim Akmeşe'nin daha koltuğa oturmadan AKP Rize İl Başkanlığı’nda soluğu aldığını öğrendik. Kendisini aradık, İl Milli Eğitim Müdürü’nün neden AK Parti İl Başkanlığı’na gittiğini sorduk. Bununla ilgili açıklamalarını haber yaptık. 

'İhaleler AKP'lilere'

Ardından, Milli Eğitim Müdürü Akmeşe daha koltuğuna oturmadan makamında birtakım değişiklikler yapmaya çalıştı. Milli Eğitim Müdürlüğü’nde özel kalem müdürlüğünü yıktığını, odasını genişlettiğini, yeni bir oda kattığını, dinlenme odası, özel tuvalet yaptığını, duvar kağıtlarını ve tavanı yenilediğini, özel çay ocağı kurduğunu ve ihaleleri de AKP’nin Merkez İlçe Başkanı Burak Akın ve Mahmut Aka’ya doğrudan teminle verdiğini öğrendik ve kendisine bu iddiaları sorduk. Özellikle soruları soran, Haberrize’nin imtiyaz sahibi Şenol Öksüz arkadaşımız, kendisini tanıtarak bu iddiaları sormak istediğini ifade etti. Müdür, bu iddialarla ilgili açıklama yapacağını, biz de kendisine yapacağı açıklamaları aynen yayınlayacağımızı belirttik. Sorularımıza cevaplarını aldık.

Bu haberi yaptıktan bir ay sonra, Milli Eğitim Müdürlüğü’nün düzenlediği bir törende, Milli Eğitim Müdürü bizi itibarsızlaştırmak istedi, törende görüntü almamızı engellemeye çalıştı. Biz bu konuyla ilgili Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunduk. Cumhuriyet Savcılığı, müdürün korumalığını yapan iki müdür yardımcısı hakkında soruşturma başlattı.

‘İfade için emniyete gittik telefonlarımıza zorla el konuldu’

Bu soruşturmalar devam ederken, şimdi bizi Rize Emniyet Müdürlüğü’nden arayan polis yetkilileri ifademizin olduğunu söylediler. Biz de ifade vermeye gittiğimizde gözaltına alındığımızı öğrendik. Telefonlarımıza savcılık tarafından el konulduğu ve mevcutlu olarak savcıya götürüleceğimiz söylendi. Telefonları vermemekte diretmemize rağmen, savcı bey 'vermezlerse zorla alın' deyince, biz de 'Telefonlarımızı verelim, ifade vermiyoruz, Sayın Savcı’ya ifade vereceğiz' dedik. Az önce sayın savcıya ifademizi verdik ve serbest bırakıldık.

‘Halkın haber alma ve yayma hakkını korumak adına bu haberleri yaptık’

Karafazlı, şu anda Türkiye’de bir hukuk düzeninden söz edilemeyeceğini söyleyerek, "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatlarına ve tasarruf genelgesine rağmen, bir kuruş para harcamaması gereken bir Milli Eğitim Müdürü, kendisine özel tuvalet, özel dinlenme odası yapıyor. Ama diğer yandan velilerden kağıt, toner parası topluyor. Biz halkın haber alma ve yayma hakkını korumak adına bu haberleri yaptık. Ancak gördüğünüz gibi yaptığımız haberlerden dolayı Milli Eğitim Müdürü hakkımızda suç duyurusunda bulunuyor. Suç duyurusunun içeriği, yaptığımız görüşmenin gizli olduğu iddiası. Halbuki biz, 'Şu gazeteden arıyoruz' dememize rağmen bizimle konuştu. Konuşmak zorunda değildi. Kısacası, şunu istiyorlar, hiçbir sorunu yazmayın, halkın taleplerine ses vermeyin, hiçbir şeyi yayınlamayın. Açıkça halkın haber alma hakkı engelleniyor. Yolsuzluklar, hırsızlıklar yazılmasın; kamu ihaleleri yandaşlara verilsin isteniyor. Ama biz bugüne kadar olduğu gibi her ay bu adliyenin kapısına geliyoruz, yazmaya devam edeceğiz. Geri adım atmayacağız” diye konuştu.

‘Muhtemelen talimatlı bir soruşturmaydı’

Haberrize imtiyaz sahibi gazeteci Şenol Öksüz de birçok kurumla ilgili haberleri nedeniyle hakkında soruşturmalar açıldığını ancak ilk defa böyle bir uygulamayla karşılaştığını anlatarak, şunları söyledi:

"Muhtemelen talimatlı bir soruşturmaydı, bundan adım gibi eminim. Çünkü iddia edilen suç ile yapılan uygulama örtüşmüyor. Diyeceğim ki, teröristiz. Ama terörist de olsak, şu anda bir pazarlık aşamasındalar. O zaman bu uygulama oraya da uymuyor. Bu yapılan uygulama, kesinlikle işlendiği iddia edilen suçla uzaktan yakından alakalı değil. Müdür Bey'le görüşen benim. Müdür Bey’in ses kaydı başında, ben Şenol Öksüz, Haberrize. Üstüne basa basa söylüyorum. Konuşmanın sonunda da 'Sizin iddialarınızı haberde aynen vereceğim' diyorum. Fakat buradaki amaç, gazetecileri baskı altına almak. Neden? Çünkü öyle bir dönemdeyiz ki meslektaşlarımız bile geri duruyor. Susma moduna geçmiş bir gazeteci topluluğu hâkim. Ama zekice düşünen, kamu yararını gözeten birkaç kişiyi de böylece susturmaya çalışıyorlar. Kamuoyunun bu konuda duyarlı olmasını istiyorum. Çünkü buna sahip çıkacak olan yine milletimizdir. Biz bu haberleri millet için yapıyoruz. Diğer tarafta asgari ücretle geçinmeye çalışan bir halk varken, bir kurum müdürünün yaptığı masraf sorgulanamıyorsa, takdir kamuoyunundur.”

Savcı atanırken Erdoğan 'Rize'ye gidiyor, ula bizden izin aldın mı?' demişti

Öte yandan gazetecilerin ifadesini alan savcının bu yılın başında Adli Yargı Hakim ve Cumhuriyet Savcıları Kura Töreninde Erdoğan’ın “Rize’ye gidiyor… Ula bizden izin aldın mı?” diyerek şakalaştığı savcı olduğu öğrenildi.

Karafazlı: Muhalefet oluşmasın diye gazetecilerin hiçbir şey yapmaması isteniyor

soL'a konuşan Gençağa Karafazlı bölgedeki toplumsal sorunlarla, çevre sorunlarıyla ilgilenen gazetecilerin sayısının az olduğunu ve neredeyse her hafta ifadeye çağrıldıklarını belirterek “Görüyoruz her gün metropollerde gazeteci arkadaşlar gözaltına alınıyorlar. Taşrada da yolsuzluklar, hırsızlıklar, Cengiz İnşaat’ın buradaki çevre katliamları, peşkeş çekilen doğa, HES’ler, taş ocakları, madenler… Bunlara karşı toplumsal muhalefet oluşmasın diye gazetecilerin hiçbir şey yapmaması isteniyor. Bu da tamamen halkın haber alma hakkına açık bir saldırı” dedi.

                                                            ***

Ülkücü İşçiler Derneği’nin ‘özel sektörde üst düzey yönetici’ başkanına göre Gazze ve Beyrut'ta saldırı yok, 'çatışma' var

 Ülkücü İşçiler Derneği Başkanı Ertorun, Bahçeli'yi geçirdiği rahatsızlığın ardından ziyaret etmişti.

MHP’ye bağlı Ülkücü İşçiler Derneği’nin “güvenlik ve tekstil” işleriyle uğraşan, “özel sektörde üst düzey yönetici” başkanı Ertorun yazılı açıklama yaptı, Bahçeli’nin yanında olduklarını söyledi. İsrail’in Filistin ve Lübnan’daki saldırıları için “çatışmalar” diyen Ertorun bunların “terör örgütlerine alan açtığını” iddia etti.

Ülkücü İşçiler Derneği Genel Başkanı Okan Ertorun yaptığı yazılı açıklamayla ülkücüler olarak MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yanında olduklarını, ona desteklerinin tam olduğunu ifade etti.

Bahçeli’nin “büyük bir inisiyatif alarak terörün bitirilmesi için büyük bir adım attığını” savunan Ertorun’un açıklamasında dikkat çeken bölümse, İsrail’in Gazze ve Beyrut'taki saldırılarını “çatışma” diye nitelemesi oldu.

“Coğrafyamız ateş çemberine döndü” diyen Ertorun, “Gazze’den başlayan ve Beyrut ile devam eden çatışmalar giderek daha fazla bir alana yayılıyor, terör örgütlerine alan açılıyor, bu risklere karşı acil tedbir almalıyız” ifadelerini kullandı.

Ülkücü İşçiler Derneği'nin başkanı yurtdışında iş yapan, özel sektörde üst düzey yönetici

Dernek basınla paylaştığı yazılı açıklamanın sonuna da Okan Ertorun’un kim olduğuna ilişkin bir not eklendi.

Buna göre Ülkücü İşçiler Derneği Genel Başkanı Ertorun üniversitede pazarlama ve işletme eğitimi almış. Halihazırda da yurtiçinde ve yurtdışında güvenlik ve tekstil işiyle uğraşmakta, özel sektörde üst düzey yöneticilik yapmaktaymış.

Uzun yıllar Ülkü Ocakları’nda ve MHP teşkilatlarında görev yaptığı belirtilen Ertorun’un Ülkü Ocakları’nda 1997-1998 tarihleri arasında Orta Öğretim ve Eğitim Masası’nda, 2000 yılında Teşkilat başkanlığı görevlerinde bulunduğu, 2010 yılında devraldığı Üsküdar Ülkü Ocakları Başkanlığı görevini 2013 yılında “tamamladığı”, sırayla Kocaeli İl Başkanlığı, Marmara Bölge Başkanlığı, MHP İstanbul İl Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulunduğu da aktarıldı.

28. Dönem MHP İstanbul Milletvekili adaylığı da olan Ertorun’un aynı zamanda Karadeniz Konfederasyonu (KARKON) ve Strateji Derneği Genel Başkanı olduğu da derneğin bilgi notunda belirtildi.

                                                            ***

Maaşları ödenmeyen Akkuyu işçisi bir aylık ücretsiz izne çıkarıldı: Eylem yapan işçiye jandarma saldırısı

İnşaatı başladığından bu yana güvencesiz ve ağır çalışma koşullarıyla gündeme gelen Akkuyu işçileri yine iş bıraktı. Şirketin işçilere "bir aylık ücretsiz izin" duyurusu yaptığı gün SGK'nin borçlarının tahsili için bildirim yaptığı öğrenildi.

Mersin'de yapımı süren Akkuyu Nükleer Güç Santrali inşaatında çalışan işçiler, çalışma koşulları ve ödenmeyen maaşları için yine eylem yaptı.

Patronların Ensesindeyiz Ağı'nın (PE) verdiği bilgiye göre, işçiler Mayıs ayından bu yana maaşlarını alamıyor. 

Aylardır patronların oyaladığı işçiler bugün iş bıraktı. 

PE'nin açıklamasında, "Artık yeter! Her emekçi gibi Akkuyu NGS'de çalışan işçiler de en temel haklarından mahrum ediliyor, hakkı olanı alamıyor. Patronların Ensesindeyiz Akkuyu İşçileri Dayanışma Ağı olarak tüm işçileri yan yana gelmeye, hakkı olanı alana kadar mücadele etmeye çağırıyoruz" denildi.

İşçilere mesaj gönderildi: 'Mavi yaka personel bir aylık ücretsiz izne çıkarılacak'

soL'un edindiği bilgiye göre, işçilere sabah saatlerinde gönderilen mesajda "mavi yakalı personelin bir ay süreyle ücretsiz izne çıkarıldığı" duyuruldu.

"Devam eden otobüs ve yemek problemi" gerekçe olarak gösterildi.

İşçilere yönetim tarafından gönderilen mesaj.

Jandarmadan işçilere saldırı

Cumhuriyet'in haberine göre, inşaat alanında toplanıp firma yöneticilerine seslenmek isteyen işçilerin önüne jandarma çıktı.

Haklarını isteyen işçilere jandarma TOMA, biber gazı ve coplarla saldırdı.

Bir santral çalışanı, "Aylardır maaş alamıyoruz. Sorunlarımızı anlatacak bir muhatap da bulamıyoruz. Ödeme sorunu, asıl ödemeyi yapmayan baş taşeron TSM Enerji İnşaat Sanayi Limited Şirketi'nden kaynaklanıyor. İnsanlar ailelerini bırakıp buraya geliyor. Perişan durumdayız" ifadelerini kullandı.

Akkuyu'da ana yüklenici şirketler devlete yüz milyonlarca lira borçlu: SGK tahsil işlemi başlattı

Akkuyu Nükleer Enerji Santrali için kurulan ve santraldeki asıl iş yükünü sırtlayan işçilerin çoğunun çalıştığı şirketler devlete aylardır borçlarını ödemiyor.

Konuyu 2024 Aralık ayında soL gündeme getirmişti.

Santraldeki iki ana yüklenici olan Titan İçtaş ve TSM Enerji adlı şirketlerin borca batık olduğu Sosyal Güvenlik Kurumu'na (SGK) borçlarını ödemediği ortaya çıkmıştı. SGK Mersin İl Müdürlüğünün "dosyayı sümen altı ettiği, herhangi bir işlem yapmadığı, o kapsamdaki dosyaların icra memurları dururken sadece bir şefin sorumluluğuna verildiği" iddia edilmişti.

Öte yandan soL'un edindiği bilgiye göre, bu konuyla ilgili de yeni bir gelişme yaşandı.

SGK, TSM Enerji'nin 2,3 milyar liralık alacağı için tahsil işlemi başlattığına ilişkin şirkete bir bildirim gönderdi.

Borcun ödenmemesi halinde SGK, TSM Enerji'nin tüm taşınır ve taşınmaz mallarına el koyabilir, haczedebilir.

Şirketin açıklamasında, "Bu durum kaçınılmaz olarak şirketimizin faaliyetlerinin tamamen durmasına yol açacaktır" denildi.

Şirketin SGK'yle ilgili duyurusunun bir bölümü.

İşçiler şirketlerin iflas edip kaçmasından endişe ediyor

SGK bildiriminin duyurulduğu gün işçilerin çıkarılması, Akkuyu çalışanlarının alacaklarının tehlikeye girmesi anlamına gelebilir.

Yaklaşık 40 bin işçi alacaklarından dolayı şirketlerin iflas etmesinden ve kaçıp gitmesinden kaygılı.

Akkuyu'da ana yüklenici şirketler devlete yüz milyonlarca lira borçlu: SGK icra için neyi bekliyor?-Aslı İnanmışık-(https://haber.sol.org.tr/haber/akkuyuda-ana-yuklenici-sirketler-devlete-yuz-milyonlarca-lira-borclu-sgk-icra-icin-neyi)

                                                                     ***
Furkancılar'ın dernekleri mühürlendi: 'Allah'ın desteklediğini kimse durduramaz'
Erdoğan'ın İBB soruşturmaları sonrası sarf ettiği "ahtapotun kolları cemaatlere kadar uzanıyor" sözlerinin ardından Furkancılar'a ait merkez bina ve üç temsilcilik mühürlendi. Tarikat lideri Alpaslan Kuytul, "Allah'ın desteklediğini kimse durduramaz, camiler, evler, parklar, meydanlar bizim" dedi.
Ankara Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü tarafından yapılan denetimlerde, Furkan Vakfı’na bağlı merkez binada ve Sincan, Şentepe ile Ulus ilçelerindeki üç farklı temsilcilikte “izinsiz lokal faaliyeti” yürütüldüğü tespit edildiği duyuruldu. 

Bunun üzerine denetim sonucunda ilgili adreslere idari para cezası uygulanırken, merkez bina ve üç temsilcilik mühürlendi.

Furkan Vakfı’nın açıklamasında, "Dernekleri mühürleseniz de biz yolumuza, faaliyetlerimize devam edeceğiz" denildi.

Dün polis eşliğinde gerçekleştirilen mühürleme sırasında bina önünde toplanan tarikat üyeleri, karara tepki gösterirken, Ulus’taki Atatürk heykeli önüne yürüdü. 

Kitle, "Furkanız, haklıyız, susmayacağız", "Furkandır adımız, tevhiddir davamız" sloganları ve tekbir eşlikleriyle yürüdü.

Yürüyüş sırasında polisle grup arasında zaman zaman arbede yaşandı.

4
Dernek temsilcilikleri merkez bina dışında mühürlendi.

'Allah'ın desteklediğini kimse durduramaz, camiler, evler, parklar, meydanlar bizim'

Ardından tarikatın lideri Alpaslan Kuytul bir açıklama yaptı.

2014'ten itibaren kendilerine "zulüm uygulandığını" söyleyen Kuytul, "İlk olarak bize spor salonlarını verilmez oldu, yasakladılar. Daha sonra düğün salonlarında yapmaya başladık, orada da tehdit etmeye başladılar. Defalarca konferanslarımız iptal edildi. Önce valilik ve emniyet tarafından iptal ediliyordu, sonra göze batınca bu işi düğün salonu sahiplerine yaptırmaya başladılar. Düğün salonu sahiplerinin tehdit edildiği konuşmaları elimizde, yayınlarım. 130'dan fazla konferansımız engellendi" dedi.

Kuytul, “Sözde lokal amaçlı kullanımlar ve alkollü içki kullanımı bahanesiyle uygulanan bu karar, kamuoyunun vicdanını kandırmaya yönelik bir kılıftan ibarettir. Herkes bilmektedir ki Furkan Hareketi’nin derneklerinde alkollü içki içilmesi gibi bir durum söz konusu dahi olamaz. Bu mesnetsiz iddialarla yapılan mühürleme kararları tamamen keyfidir, siyasidir ve maksatlıdır” diye konuştu.

Tarikat lideri Kuytul, "Allah'ın dinini anlatmak için kimseden izin almam. Bizi bu şekilde susturacaklarını sanıyorlar. Bazı cemaatlerin yurtlarını yıktılar, onlar sustu, bizi de onlar gibi zannediyorlar. Allah'ın desteklediğini kimse durduramaz. Camiler, evler, parklar, meydanlar bizim" dedi.

"Biz bir cemaattik, 11 yılda başımıza gelenler bizi harekete çevirdi" ifadelerini kullandı.

Kim bu Alpaslan Kuytul, ne zaman ortaya çıktılar?

AKP'nin cemaat ve tarikatlara açtığı yolda yürüyen, Gülen-AKP krizi sonrası AKP'nin ittifak halkasının dışında kalan Furkancılar, temsilciliklerinin mühürlenmesiyle yeniden gündem oldu.

Kim bu Furkancılar?

22 Kasım 1994 tarihinde kurulan Furkan Vakfı’nın etrafında örgütlenen cemaatin lideri Alparslan Kuytul.

“Öncü nesil imanı, ibadeti, ahlakı ve cihad şuuruyla Rabbani bir harekettir” diyerek kendilerini tanımlayan Furkancılar, tüm gerici yapılanmalarla benzer faaliyetlerde bulunduğunu ortaya koyan şu ifadelere de yine tanıtım metninde yer veriyor:

"İhtiyaç sahibi ailelere ayni ve nakdi yardımlar yapmakta, öğrencilere burs vermektedir. Vakfımız sürekli olarak tefsir ve siyer dersleri gibi İslami sohbetler yapmakta, her yıl düzenlediği konferanslar, kermes, gezi, makale-şiir yarışmaları, kardeşlik geceleri ve diğer kültürel etkinliklerle halkımızın ihtiyacına cevap vermekte, sahih İslami anlayışın oluşması için çalışmaktadır.”

Kuytul’un en büyük hayali “ümmete liderlik yapacak öncü bir neslin yeniden doğmasıdır” ifadesi yine Vakfın sitesinde yer alırken, cemaatin çalışmaları da bu eksende değerlendiriliyor.

Kavga ne zaman başladı?

AKP iktidarının 2002’den itibaren tarikat ve cemaatlere sunduğu geniş olanaklar ve dokunulmazlık tüm gerici yapıların semirmesine olanak sağlarken, bu “bereketli” dönemi kullanan hareketlerden biri de görece “küçük” olmasına rağmen Furkan Vakfı oldu.

AKP’nin bir tür cemaat ve tarikatlar ittifakı olarak hareket ettiği günlerde söz konusu Vakıf, istediği gibi etkinlik düzenleme, faaliyette bulunma alanı bulurken, bu alan AKP-Gülen Cemaati kavgası sonrası daraldı.

AKP’nin kendisine yakın ve bağlantılı olduğu tarikat ve cemaatlere desteği eski ortağı Gülen Cemaati’yle yaşadığı kavga sonrasında da kesintisiz devam ederken, Gülencilerin bıraktığı boşluğu da bu tarikat ve cemaatlerle doldurmaya yöneldiği biliniyor.

Ancak tam da bu süreçte kimi tarikat ve cemaatler AKP’nin ittifak halkasının dışında kaldı.

Bunlar arasında Adnan Oktarcılar, Yeni Asya-Nurcular ve görece küçük olan Furkancılar yer aldı.

Furkan Vakfı, yaşanan krizi kendi cephesinden 2014’e dayandırıyor.

Vakfın sitesinde,“2003 yılından itibaren çeşitli illerde düzenli konferanslara başlayan Hocaefendi’nin konferanslarına on binlerce insanın katıldığını gören bazı derin ve karanlık güçler Hükümet eliyle 2014 yılından beri konferansları engellemeye başlamış, önce spor salonları verilmemiş ve konferansların TV kanallarında yayınlanması engellenmiş daha sonra ise düğün salonlarında bile konferans yapmasına müsaade edilmez hale gelmiştir” deniliyor.

Furkan Vakfı, bu sürecin sonunda 2018 yılında ilk “büyük” operasyona konu oldu.

Vakfın Adana’daki genel merkezine ve çeşitli illerdeki binalarına yapılan operasyonlarda çok sayıda kişi gözaltına alındı. Operasyonun gerekçesi "kamu düzenini bozmaya karşı faaliyet yürütme ve suç örgütü" iddiası olurken, vakfın genel merkezindeki kasadan 350 bin lira çıktığı basına servis edildi.

Kuytul’un gözaltına alınıp tutuklandığı operasyonun öncesinde AKP basını operasyonun sinyalini vermiş, Kuytul’un 15 Temmuz öncesi yaptığı “Erdoğan'ın kalemi kırılmıştır, yakında işi bitirilecektir” sözlerine vurgu yapılmıştı.

Kuytul’un gözaltına alınmasından hemen sonra AKP’nin yayın organlarından Star, “Suç örgütü Furkan Vakfı'nın BAE ve Mısır bağlantıları araştırılıyor” diyecekti.

Star aynı haberde Kuytul hakkında “Erdoğan’a hakaretten”, “halkı kin ve düşmanlığa tahrikten” soruşturmalar olduğunu yazmıştı.

Operasyondan bir süre sonra Furkan Vakfı’nın “geçici olarak kapatıldığı” açıklaması yapıldı.

Kuytul nelerle suçlandı?

Bolu F Tipi Cezaevi'nde 22 ay tutuklu kalan Alparslan Kuytul, Aralık 2019’da tahliye edildi.

“Suç örgütü kurmak ve nitelikli dolandırıcılık" iddiasıyla yargılandığı Adana 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nce tahliye edilen Kuytul, tutuklanmasına konu olan suçlardan ise daha önce tahliye edilecekti.

Adana 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde "slahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek yardım etme ve silahlı terör örgütünün propagandasını yapmak" suçundan tutuklu yargılanan Kuytul, terör suçundan 2018 Kasım ayında tahliye kararı almış, ancak "suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yönetme, özel belgede sahtecilik, dini inanç ve duygularını istismarı suretiyle dolandırıcılık” suçlarından tutukluluğu devam etmişti.

Vakfın "infak" ve "kurban bağışı" adı altında milyonlarca lira gelir elde ettiği, bağışlanan kurban etlerini sucuk yaparak sattığı belirtilmiş, bu iddialar basına yansımıştı.

Bu iddialar sonrası tutukluluğu süren Kuytul, 22 aylık cezaevi süresi sonunda tahliye edildi.

Neden yeniden gündemdeler?

Son dönemde yeniden gündeme gelmelerinin nedeni ise AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İBB soruşturmaları sonrası sarf ettiği "ahtapotun kolları" sözleri. Erdoğan'ın operasyonlardan bahsederken "cemaatlere kadar uzandığını" söylemesiyle gözler Süleymancılar'a ve Furkancılar'a çevrilmişti.

Erdoğan'a mesafeli her iki cemaatle ilgili de iktidarın adım atması bekleniyordu.

                                                      ***

Bir kez daha gündemde: Kimdir bu Alparslan Kuytul?-10/05/2022-

AKP'nin cemaat ve tarikatlara açtığı yolda yürüdüler, Gülen-AKP krizi sonrası AKP'nin ittifak halkasının dışında kaldılar. Furkancılar yeniden gündemde.

AKP'nin cemaat ve tarikatlara desteği ve hepsini dokunulmaz kılması sonrası büyüdüler. Yıllarca istedikleri gibi faaliyet yürüttüler.

Amaçları tıpkı diğer cemaat ve tarikatlar gibi laikliğin defterinin dürülmesiydi. Furkancılar bunun için "öncü bir nesil yaratılmalı" diyor ve bunun da merkezine kurucusu olan Alparslan Kuytul’un çalışmalarını yerleştiriyordu.

Kuytul'un merkezinde yer aldığı, Vakfı tarafından "Hocaefendi" olarak tanımlandığı cemaat, "Davamız; Allah’ın dünyasında Allah’ın dediğinin olmasıdır" diyerek kısaca amacını tanımlıyordu.

Bu amaç doğrultusunda yürüttükleri faaliyetler, AKP'nin eski ortağı Gülen Cemaati ile yaşadığı kavgaya kadar pek bir engelle karşılaşmamıştı.

Bu kavga sonrasında ise gözle görülür şekilde faaliyetleri kısıtlandı.

AKP, Fethullahçılarla yaşadığı kavga sonrası kendisinin yakın olduğu ve kendisine yakın olan tarikat ve cemaatleri desteklerken, Furkan aradan "sıyrılamayanlar" arasında yer aldı.

AKP'nin çeşitli siyasi hamlelerine karşı açıklamalar yapan, 15 Temmuz öncesi Erdoğan'ın kaleminin kırıldığı şeklinde bir ifade kullanan Kuytul, kalemi ilk kırılanlar arasında yer aldı.

Kendisine yönelen ilk operasyon öncesinde, "(AKP'ye) Niye düşman olayım. Ben sadece yanlışa yanlış diyorum o kadar. Ben namaz kılana düşman olmam" diyordu.

Bu mesafe, 2014'ten sonra çalışmaları kısıtlanan Furkancıların ipinin çekilmesine neden oldu.

2018'de Adana merkezli olan Cemaat büyük bir operasyona konu oldu, bu operasyon sonrası Kuytul tutuklandı. Hakkında "kurban dolandırıcılığı", "halkı kin ve düşmanlığa tahrik", "Cumhurbaşkanına hakaret", "terör örgütü", "suç örgütü üyeliği" iddiaları sıralandı.

22 ay tutuklu kaldıktan sonra 2019 yılında tahliye edildi.

Vakıf, daha sonra salgın sırasında camilerde ibadet başlığını gündeme getirerek AKP ile karşı karşıya gelirken, yeniden gündemin üst sıralarına yerleşti, camide biber gazlı müdahaleyle haberlere konu oldu.

Kuytul, önceki gün yeniden gözaltına alındı ve bu kez adam kaçırmakla suçlandı. Cemaat'i yaşananların bir komplo olduğunu söylerken, Kuytulcular ve AKP ile kavgalarını bir kez daha hatırlatıyoruz.

Kimdir bu Furkancılar, nasıl ortaya çıktılar?

22 Kasım 1994 tarihinde kurulan Furkan Vakfı’nın etrafında örgütlenen bir cemaatten söz ediyoruz. Vakfın başkanı olan Alparslan Kuytul’un kurucusu olduğu cemaat, kendisini anlatırken kuruluş tarihini 1980’li yıllara dayandırıyor.

“Hocaefendi” dedikleri Kuytul’un faaliyetleri kuruluşla şu şekilde ilişkilendiriliyor:

“Hocaefendinin çocukluğundan itibaren İslam’a ve İslami ilimlere önem vermesi ve lise yıllarında İslami hizmetin içinde aktif olarak bulunmasıyla başlayan bu hareket birkaç gayretli insanla birlikte yükselmiş ve 1994’te Furkan Vakfı olarak filiz vermiştir.”

Hemen devamında vakfın amacı şöyle açıklanıyor:

“Vakfın asıl gayesi, hakiki imana ulaşmış, ibadete âşık, ahlak sahibi ve Allah (cc)’ın yeryüzünde hâkimiyeti için meşru yollarla mücadele eden, hayırlı işlerde topluma öncülük yapacak ÖNCÜ BİR NESİL HAZIRLAMAKTIR.”

Öncü nesil imanı, ibadeti, ahlakı ve cihad şuuruyla Rabbani bir harekettir” diyerek kendilerini tanımlayan Furkancılar, tüm gerici yapılanmalarla benzer faaliyetlerde bulunduğunu ortaya koyan şu ifadelere de yine tanıtım metninde yer veriyor:

"İhtiyaç sahibi ailelere ayni ve nakdi yardımlar yapmakta, öğrencilere burs vermektedir. Vakfımız sürekli olarak tefsir ve siyer dersleri gibi İslami sohbetler yapmakta, her yıl düzenlediği konferanslar, kermes, gezi, makale-şiir yarışmaları, kardeşlik geceleri ve diğer kültürel etkinliklerle halkımızın ihtiyacına cevap vermekte, sahih İslami anlayışın oluşması için çalışmaktadır.”

Vakıf 1994 yılında resmen başladığı çalışmaları sonrası zaman içinde birçok il ve ilçede yeni binalar açarken, birçok kente yayılarak gerici faaliyetlerini yükseltti.

Kimdir bu Alparslan Kuytul?

Furkancıları tanımak için Alparslan Kuytul'un kişisel hikayesine de uzanmak gerekiyor.

Cemaat tamamen onun faaliyetleri üzerine kurulmuş ve çalışmalarına da bu şekilde devam ediyor.

Kuytul, 1965 yılında Adana'da doğarken, 1983 yılında Çukurova Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü'ne girdi.

Lise ve üniversitede döneminde dinci çalışmalar yapan Kuytul, “örgütlenme” faaliyetine ise vakfın sitesinde yer alan bilgilere göre, 1986’da ilk öğrenci evini kurarak orada üniversitelilere ve esnaflara dersler vererek başladı.

Sonrasında 1988 yılında Kardeşler Kitabevi kuruldu.

1992’de Mısır’ın Ezher Üniversitesi İslam Hukuku Fakültesine giden Kuytul ve cemaatinin amacı “Kuytul kimdir?” sayfasında yer alan şu ifadelerden anlaşılıyor:

“Hocaefendi, lise çağlarından itibaren yeryüzünde Allah’ın değil insanların dediğinin olduğunu ve Allah’ın hükmetme hakkının gasp edildiğini görüyor, bundan dolayı 'Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı' diyerek buna tepki gösteriyor ve insanları uyandırmaya çalışıyordu. “

Kuytul’un en büyük hayali “ümmete liderlik yapacak öncü bir neslin yeniden doğmasıdır” ifadesi yine Vakfın sitesinde yer alırken, cemaatin çalışmaları da bu eksende değerlendiriliyor.

Yani Furkancılar da gerici "hayallerini" yerine getirmek üzere öncelikli olarak gençleri hedef alıyor.

Kavga ne zaman başladı?

AKP iktidarının 2002’den itibaren tarikat ve cemaatlere sunduğu geniş olanaklar ve dokunulmazlık tüm gerici yapıların semirmesine olanak sağlarken, bu “bereketli” dönemi kullanan hareketlerden biri de görece “küçük” olmasına rağmen Furkan Vakfı oldu.

AKP’nin bir tür cemaat ve tarikatlar ittifakı olarak hareket ettiği günlerde söz konusu Vakıf, istediği gibi etkinlik düzenleme, faaliyette bulunma alanı bulurken, bu alan AKP-Gülen Cemaati kavgası sonrası daraldı.

AKP’nin kendisine yakın ve bağlantılı olduğu tarikat ve cemaatlere desteği eski ortağı Gülen Cemaati’yle yaşadığı kavga sonrasında da kesintisiz devam ederken, Gülencilerin bıraktığı boşluğu da bu tarikat ve cemaatlerle doldurmaya yöneldiği biliniyor.

Ancak tam da bu süreçte kimi tarikat ve cemaatler AKP’nin ittifak halkasının dışında kaldı.

Bunlar arasında Adnan Oktarcılar, Yeni Asya-Nurcular ve görece küçük olan Furkancılar yer aldı.

Furkan Vakfı, yaşanan krizi kendi cephesinden 2014’e dayandırıyor.

Vakfın sitesinde,“2003 yılından itibaren çeşitli illerde düzenli konferanslara başlayan Hocaefendi’nin konferanslarına on binlerce insanın katıldığını gören bazı derin ve karanlık güçler Hükümet eliyle 2014 yılından beri konferansları engellemeye başlamış, önce spor salonları verilmemiş ve konferansların TV kanallarında yayınlanması engellenmiş daha sonra ise düğün salonlarında bile konferans yapmasına müsaade edilmez hale gelmiştir” deniliyor.

'AK Parti bize savaş açtıysa savaştan kaçan şerefsizdir'

2014 yılının kasım ayında konferans vermek için kiralamak istediği salonların kendisine kiralanmadığını belirten Kuytul, AKP’ye sesleniyor, “Eğer AK Parti bize savaş açtıysa savaştan kaçan da şerefsizdir dedim. Bugün de aynısını söylüyorum, o zaman da dedim, yine diyorum, savaştan kaçan korkaktır, savaştan kaçan namerttir, savaştan kaçan şerefsizdir, eğer geri adam atarsak Allah belamızı versin” diyordu.

2017 yılında ise Kuytul, öğrenci evlerinin hedef alındığını belirterek, “Sıra Öğrenci Evlerinde. Dindar bir nesil yetiştirecektiniz değil mi? Böyle mi!” diyordu.

'Ben namaz kılana düşman olmam, yanlışa yanlış diyorum sadece'

Vakıf bu dönemlerde etkinlik yapmakta zorlandığını belirterek ve AKP’nin baskılarına maruz kaldığını iddia ederek çeşitli açıklamalar yapmayı sürdürürken, Kuytul, kendisine 2016 yılındaki bir sohbet konuşmasında yöneltilen “AKP düşmanı mısınız?” sorusuna şu yanıtı veriyordu:

"Niye düşman olayım. Ben sadece yanlışa yanlış diyorum o kadar. Ben namaz kılana düşman olmam. Bu hükümetin Irak politikası yanlıştı en baştan beri. AKP ile birlikte oldular, 1,5 milyon Müslümanın ölümüne ortak oldular. İncirlik’i açtılar, oradan yüzbinlerce ton mühimmat Irak halkının başına atıldı. Ben bunları tenkit ettim, haklıyım. Kuran müminler müminleri bırakıp kafirleri dost edinmesinler diyor. Benim tenkitim budur, Suriye politikasını tenkit ettim, Suriye politikasını tenkit ettim, haklı çıktım. Suriye’de yarım milyon insan şehit oldu, Suriye yerle bir oldu. Ben bu iş böyle olmamalı, yanlış dedim. Beşar Esed gibi bir zalim böyle devrilmez, arkasında bir sürü devlet var dedim, haksız mı çıktım. Cumhurbaşkanı Mısır’da, Tunus’ta laikliği tavsiye etti."

'Cumhurbaşkanı laikliği tavsiye ediyor, ben bunu tenkit ettim'

Bakın siz Danimarka’da yaşıyorsunuz burası laik değil ama Türkiye laik. Cumhurbaşkanı laikliği tavsiye ediyor, ben bunu tenkit ettim, haklı çıktım. Bunlar düşmanlık yapmak değil. Müslüman müslümana akıl vermeli, yol göstermeli. Türkiye’de Allah için birisi bir şey söylediğinde kalemi kırılıyor, tek ben değil. Bülent Arınçların, Abdullah Güllerin, Sadullah Erginlerin, gazetecilerin, cemaatlerin. Kimse konuşturulmuyor. Allah için bir şey söyleyemeyecek miyiz? Böyle ola ola samimi insanlar uzaklaşıyor. Kimler geliyor yerlerine, yağcılar, her şeye evet diyenler, kalitesiz insanlar. Kaliteli insanlar uzaklaşmaya başladı.

2018’de operasyon ve ‘Erdoğan’ın kalemi kırıldı’ açıklaması

Furkan Vakfı, bu sürecin sonunuda 2018 yılında ilk “büyük” operasyona konu oldu.

Vakfın Adana’daki genel merkezine ve çeşitli illerdeki binalarına yapılan operasyonlarda çok sayıda kişi gözaltına alındı.

Operasyonun gerekçesi "kamu düzenini bozmaya karşı faaliyet yürütme ve suç örgütü" iddiası olurken, vakfın genel merkezindeki kasadan 350 bin lira çıktığı basına servis edildi.

Kuytul’un gözaltına alınıp tutuklandığı operasyonun öncesinde AKP basını operasyonun sinyalini vermiş, Kuytul’un 15 Temmuz öncesi yaptığı “Erdoğan'ın kalemi kırılmıştır, yakında işi bitirilecektir” sözlerine vurgu yapılmıştı.

Kuytul’un gözaltına alınmasından hemen sonra AKP’nin yayın organlarından Star, “Suç örgütü Furkan Vakfı'nın BAE ve Mısır bağlantıları araştırılıyor” diyecekti.

Star aynı haberde Kuytul hakkında “Erdoğan’a hakaretten”, “halkı kin ve düşmanlığa tahrikten” soruşturmalar olduğunu yazmıştı.

Operasyondan bir süre sonra Furkan Vakfı’nın “geçici olarak kapatıldığı” açıklaması yapıldı.

Kuytul nelerle suçlandı?

Bolu F Tipi Cezaevi'nde 22 ay tutuklu kalan Alparslan Kuytul, Aralık 2019’da tahliye edildi.

“Suç Örgütü Kurmak Ve Nitelikli Dolandırıcılık" iddiasıyla yargılandığı Adana 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nce tahliye edilen Kuytul, tutuklanmasına konu olan suçlardan ise daha önce tahliye edilecekti.

Adana 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde "Silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek yardım etme ve silahlı terör örgütünün propagandasını yapmak" suçundan tutuklu yargılanan Kuytul, terör suçundan 2018 Kasım ayında tahliye kararı almış, ancak "suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yönetme, özel belgede sahtecilik, dini inanç ve duygularını istismarı suretiyle dolandırıcılık” suçlarından tutukluluğu devam etmişti.

Vakfın "infak" ve "kurban bağışı" adı altında milyonlarca lira gelir elde ettiği, bağışlanan kurban etlerini sucuk yaparak sattığı belirtilmiş, bu iddialar basına yansımıştı.

Bu iddialar sonrası tutukluğu süren Kuytul, 22 aylık cezaevi süresi sonunda tahliye edildi.

Salgında 'ibadet' girişimleri

Salgın nedeniyle camilerde teravih namazlarının yasaklanması sonrası bunun "ihanet" olduğunu söyleyen Kuytul, bayram namazı yasağına ilişkin ise "Eğer böyle bir şey yaparlarsa İslam düşmanlarının istediği yapılıyor, demektir. Bayram günü bayram yaptırmayacaklar. Bunun için yapılıyor, demektir" demişti.

Bu sözler gericiler arasında tartışma konusu olurken, Cübbeli Ahmet, Kuytul'u hedef alarak, "O çıkmış Kuytul mudur nedir, ne biçim bir adam ya. İslama ihanettir, dine hiyanettir diyor. Neymiş bayram namazımızı kıldırmıyorlar. Ya sen aklını peynirle mi yedin sen ajan mısın? Provokatör müsünüz ya?" ifadesini kullanacaktı.

Önceki yıl Adana'da yasağa rağmen teravih namazı kılmak isteyen Furkancılar gözaltına alınırken, geçen yıl da aynı cemaat bu kez Alparslan Kuytul'un "itikaf yapacağız" açıklaması sonrası camilerden çıkmamış, polis zoruyla çıkarılmıştı.

Bu müdahale sırasında biber gazı kullanılması AKP cephesinde ve gericiler arasında kriz konusu olurken, Gaziantep Emniyet Müdürü, bu sürecin sonunda Soylu'nun talebiyle emekliliğini istemek zorunda kalmıştı.

Yapılan son cami operasyonlarında Kuytul'un da aralarında yer aldığı yüzün üzerinde cemaat üyesi gözaltına alınırken, gözaltına alınanların büyük bölümü serbest bırakıldı.

Yeniden gözaltı, bu kez adam kaçırma iddiası

Kuytul, önceki gün bir kez daha bir polis operasyonuna konu oldu.

Bu kez konu "adam kaçırma" iddiası oldu.

Adana'da 8 Eylül 2021 günü maskeli ve eldivenli 4 kişi tarafından kaçırıldığını öne süren Koray Sarısaçlı, kapatılan Furkan Eğitim ve Hizmet Vakfı'nın kurucusu Alparslan Kuytul'un talimatıyla kaçırıldığını öne sürmüştü. Elektroşok cihazı ve sopalarla işkence gördüğünü söyleyen Sarısaçlı, "Farklı günlerde toplamda 7 milyon dolarlık senet imzalamam karşılığında beni serbest bıraktılar. Gördüğüm işkenceleri söylememem için beni video kaydına aldılar. Gözlerim kapalı işkence yapıyorlardı" dedi. 

Konuya ilişkin tutuklanan son isim dün Kuytul olurken, iddiaları reddetti.

                                                         ***

soL



 



 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

BİRGÜN "Köşebaşı + Gündem" -25 Temmuz 2025-

Memleketi ateşe attılar Eskişehir’in Seyitgazi ilçesindeki orman yangınında 10 kişi yaşamını yitirdi. Prof. Dr. Erdoğan Atmış, “Düzen değişm...