Cumhuriyet "Köşebaşı + Gündem" -2 Ağustos 2025-

Hizbullahçı babanın El-Kaide ve IŞİD’le bağlantılı oğlu: ‘Şeriat ve savaş’ çağrısıyla yeniden sahnede -Aytunç Ürkmez-

Radikal İslamcı Tevhid ve Köklü Değişim dergileri, Gazze bahanesiyle düzenledikleri yürüyüşte “ümmet”, “şeriat” ve “İsrail’le savaş” çağrıları yaptı. Tevhid Dergisi, IŞİD ve El-Kaide bağlantıları nedeniyle yargılanıp tahliye edilen selefi lider Halis Bayancuk’un yayın organı olarak biliniyor. Örgütlenmelerini mescitler, dergiler ve çocuk okulları üzerinden sürdüren yapı, Ankara’da yüzlerce kişiyle eylem gerçekleştirdi.

Filistin Gazze’deki ablukaya karşı radikal İslamcı örgütler Köklü Değişim ve Tevhid dergilerinin ortak düzenlediği yürüyüşte “ümmet”, “şeriat” ve “İsrail’le savaş çığırtkanlığı” yapıldı. Gözler bu iki örgüte çevrildi. Laik Türkiye Cumhuriyeti’ne tehdit oluşturan bu yapılardan Tevhid Dergisi; selefi Halis Bayancuk’un elebaşılığını yaptığı “Tevhid ve Sünnet Cemaati”nin yayın ve eğitim organı olarak biliniyor. Bayancuk; geçmişte selefi terör örgütleri El-Kaide ve IŞİD bağlantıları nedeniyle cezalar almasına karşın Yargıtay’ın kararıyla önce serbest bırakıldı ve daha sonra tahliye edildi. Ancak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı; bu kararların ardından Tevhid Dergisi’ne “IŞİD’in Ankara yapılanması” kapsamında operasyon düzenlemişti.İsrail tarafından Filistin Gazze’ye yönelik uygulanan ablukaya karşı radikal İslamcı gruplar Köklü Değişim ve Tevhid dergileri önceki pazar Ankara’da ortak yürüyüş düzenledi. Ancak yürüyüşte atılan sloganlar ve yapılan basın açıklamasında Gazze yerine “ümmet”, “şeriat” ve “İsrail’le savaş çığırtkanlığı” yapılması dikkat çekerken; polis müdahale yerine izlemekle yetindi. Bu eylemlerin ardından gözler Ankara’nın göbeğinde yüzlerce kişiyle eylem gerçekleştiren bu iki yapıya çevrildi.(HİZBUT TAHRİR KADAR TEHLİKELİ) Gazetemiz Cumhuriyet; söz konusu yapılardan Köklü Değişim Dergisi’ni mercek altına almış; derginin Yargıtay tarafından terör örgütü kabul edilen ve “hilafet devleti” kurmak için mücadele veren Hizbut Tahrir’in yayın organı olduğunu okuyucularına aktardı. Tevhid Dergisi ise en az Hizbut Tahrir gibi laik ve üniter Türkiye Cumhuriyeti açısından tehdit oluşturan selefi bir yapı olarak karşımıza çıkıyor.(HİZBULLAH YÖNETİCİSİNİN OĞLU) Tevhid Dergisi, Ebu Hanzala kod adıyla da bilinen selefi Halis Bayancuk’un elebaşılığını yaptığı “Tevhid ve Sünnet Cemaati”nin yayın ve eğitim organı olarak biliniyor. Selefi Bayancuk; Hizbullah terör örgütünün ileri gelen isimlerinden Hacı Bayancuk’un oğlu olarak 1984’te Diyarbakır’da doğdu. Hacı Bayancuk; 1981’de terör örgütünün kurucu elebaşısı Hüseyin Velioğlu ile örgütün kurucu şurasında yer aldı. Hacı Bayancuk’un Diyarbakır’da PKK terör örgütüne mensup kişilerin öldürülmesi ve eski Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın katledilmesinin planlayıcılarından olduğu biliniyor.(2008’DE EL-KAİDE BAĞLANTISI NEDENİYLE TUTUKLANDI) Selefiliğin merkezi Mısır’da dini eğitimler almasının ardından Halis Bayancuk; selefi ideolojisini yaymak için 2007’de Türkiye’de internet siteleri üzerinden ilk örgütlenmesine başladı. Faaliyetlerini dükkan tarzı binalarda ufak mescitler açarak sürdüren Bayancuk’un selefi örgütlenmesine yönelik ilk olarak 2008’de operasyon düzenlendi ve selefi silahlı terör örgütü El-Kaide bağlantısı iddiasıyla tutuklandı. Bayancuk, 2010’da İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından El-Kaide üyesi olması suçuyla 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.(İKİ MAHKEME KARARINA KARŞIN TAHLİYE EDİLMİŞTİ) Mahkemenin kararının ardından Bayancuk, kararı temyize gönderdi. Yargıtay 16. Ağır Ceza Dairesi, 2017 tarihli kararıyla yerel mahkeme hükmünü Bayancuk aleyhinde bozdu. Bozma kararı ardından dosya Bakırköy 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nce görülmeye devam etti. Bu mahkemede yargılama sürerken, Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi de Bayancuk’a IŞİD kapsamında “silahlı terör örgütü kurma veya yönetme” suçundan 12 yıl 6 ay hapis cezası verdi. Bu gelişmelerin ardından Yargıtay 5. Ceza Dairesi iki dosyayı birleştirdi ve söz konusu ceza onandı. Ancak Bayancuk 2021’de Yargıtay’ca “kaçma şüphesi bulunmadığı” kararıyla tahliye edildi. Bayancuk, Haziran 2023’te ise tahliye edildi.(YARGIYA MEYDAN OKUMUŞTU)  Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 27 Şubat 2024’te Tevhid Dergisi’ne “IŞİD’in Ankara yapılanması” suçlamasıyla sabah operayonu düzenlendi ve kadınların da aralarında bulunduğu 20 kişi gözaltına alındı. Tevhid Dergisi’nden söz konusu operasyonlara ilişkin; “Dergimize yöneltilen IŞİD isnadının bir iftiradan ibaret olduğu bilinen bir gerçektir” açıklaması geldi. Bayancuk ise gözaltılara ilişkin sosyal medya hesabından şu açıklamada bulundu: “Sisteme göre suçluyuz; zira insanları Allah’a kul olmaya, şirkten ve tağuttan uzak durmaya davet ediyoruz. Amasız, fakatsız, lakinsiz İslam ahkamıyla yönetilmek istiyoruz. Allah’a isyan eden düzene teslim olmuyor, ne yaparlarsa yapsınlar yolumuzdan dönmüyoruz. Şayet bunlar birer suçsa, biz bu suçu işlemeye devam edeceğiz. Siz de zulmetmeye devam edin. Biz tevhidimiz ve adil şahitliğimizle abad olmayı umuyoruz. Umulur ki sizler de zulmünüzle abad olursunuz.” Ancak söz konusu 20 kişi 1 Mart 2024'te adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Bu kişilerin arasında Bayancuk da vardı.(ÖRGÜTLENMEYE ÇOCUKLARDAN BAŞLIYORLAR) Tevhid ve Sünnet Cemaati; Tevhid Derigisi ve kitapevi ile bu ismi taşıyan sosyal medya araçları üzerinden oluşturduğu yazılı ve görsel içeriklerle selefi - cihatçı politikalarını yayarken, başta “ribat” adıyla açtığı çocuk okulları (sıbyan mektepleri), mescitler ve dergi binaları üzerinden de örgütlenmesini sürdürüyor. Bayancuk’un başta Hizbut Tahrir ve Hizbullah olmak üzere birçok yurtiçi ve yurtdışı cemaatle de eylem ortaklığı bulunuyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hedefinde bu kez kadınlar ve giyim kuşam özgürlüğü var: Laikliğe ve özgürlüklere açık saldırı

Diyanet, cuma hutbesinde kadınların bedenini ve yaşam tarzını hedef aldı; giyim özgürlüğünü “haram” ilan etti. Cuma hutbesini eleştiren Nazlıaka, Diyanet’in anayasal sınırlarını aştığını söyledi. Sarıhan ise bu tür açıklamaların toplumda ayrışmaya neden olacağına dikkat çekti.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu haftaki cuma hutbesinde hedef, kadınların giyim özgürlüğü oldu. Kısa giyinmenin “Allah’ın emrini ihlal ettiği” öne sürülen hutbede, “Ahlak ve edep ölçülerinin çiğnenmesine sessiz kalan herkes büyük bir vebal altındadır” dendi.

Dün 81 kentteki camilerde okutulmak üzere hazırlanan hutbede giyim sektörünün, modacıların ve bazı medya çevrelerinin çıplaklığı özendirdiği, örtünmeyi değersizleştirdiği öne sürülüp “Kısa giysiler ve şeffaf kıyafetler giyilmesi, nerede ve hangi amaçla olursa olsun Allah’ın örtünme emrini ihlaldir, haramdır” vurgusu yapıldı.

Kamuoyunda tepki toplayan açıklamalardan sonra Cumhuriyet, CHP Genel Başkan Yardımcısı Aylin Nazlıaka ve 29 Ekim Kadınları Derneği genel başkanı avukat Şenal Sarıhan ile konuştu.

Nazlıaka, Diyanet’in hutbesinin kadınların yaşam hakkına müdahale olduğuna dikkat çekerek “Diyanet’in hutbesi laikliğe aykırı” dedi. Nazlıaka şunları söyledi:

“AKP iktidarı döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı, anayasal sınırlarını aşarak siyasi iktidarın ideolojik aygıtı haline gelmiştir. Son olarak ‘Haya: Allah’ın emri, fıtratın gereği’ başlıklı hutbede kadınların giyim tercihleri ve kişisel kararları hedef alınmış, televizyon dizilerinden sosyal medya paylaşımlarına kadar toplumsal yaşamın her alanı baskı altına alınmaya çalışılmıştır” dedi.

‘DÜPE DÜZ BASKI’

AKP iktidarının laiklik ilkesini sistematik biçimde aşındırdığını ifade eden Nazlıaka, “Kadınların üzerinde denetim kurmaya çalışmaktadır. Giyim tarzını ‘haram’, estetik müdahaleleri ‘şeytanın oyunu’ ilan etmek, düpedüz baskıdır, cinsiyetçiliğin kurumsal dilidir. Kadının kıyafeti üzerinden aile kurumunu tehlikede görmek, kadını ailenin hizmetkârı olarak görmek anlamına gelir. Kadının eşit birey olma hakkını yok sayan bu anlayış, çağdışı ve baskıcı zihniyetin ürünüdür” diye konuştu.

Nazlıaka, “Biz yaşam tercihlerimizden dolayı utanmıyoruz. Asıl utanılması gereken, kamusal kaynaklarla lüks içinde yaşayan ama kadınların bedenine dil uzatan bu çifte standarttır. Laiklik kırmızı çizgimiz. Kadınların hayatı, kimliği ve bedeni yalnızca kendilerine aittir. Ülkenin geleceği, baskı ve korkuyla değil, eşitlikle, özgürlükle ve laiklikle kurulacaktır” ifadelerini kullandı.

‘ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜN ÜZERİNE GİTMELİ’

Diyanet’in, bazı dernekler aracılığıyla eğlence mekânlarında ve “eskort hizmetlerinde” harcamalar yaptığı, bu harcamaları da imamların “oturum izni gideri” gibi sahte kalemlerle sisteme işlediği iddialarını anımsatan Aylin Nazlıaka, “Ancak Diyanet, kendi içindeki bu çürümüşlüğün üzerine gitmek yerine, kadınların kıyafetine karışmayı görev edinmiştir” dedi. 

‘DİNE KARŞI TEPKİ YARATIR’

29 Ekim Kadınları Derneği genel başkanı avukat Şenal Sarıhan, Diyanet’in hutbesinin görev alanına girmeyen ve özel yaşama müdahale içeren ifadelerden oluştuğuna değinerek “Yaşam herkes içindir ve kadın ya da erkek olalım her birimiz kendi özel yaşamımız içinde istediğimiz gibi davranma, giyinme, süslenme, boyanma gibi haklara sahibiz. Buna kimse müdahale edemez” dedi.

Bu tür açıklamalarını toplumda ayrışmaya neden olacağına dikkat çeken Sarıhan, “Kendi özel giyimleri olan insanların da belli inançları olabilir. Aynı inançtan da olabilirler. Bu durum dine karşı tepkiyi de yaratır. Çünkü din iç dünyasıyla ilgili bir olgudur. Bu konuda Diyanet’in kendi sınırını bilerek o sınır içinde davranması gerektiği inancındayım” ifadelerini kullandı.

Trump’ın BOP’u -Mehmet Ali Güller-

Açılım’la beraber, o denklemler yeniden raftan indi. “Musul ve Kerkük’ü almazsak, Diyarbakır’ı veririz” denmeye, “Türkiye büyümezse küçülür” denmeye başlandı yine.

Oysa...

1960’lar: Irak-İran Kürtleri ABD’nin federasyon planıydı bu aslında. Senato Üyesi Sadi Koçaş 1977’de yazdığı anılarında anlatmıştı: “ABD AP’yi ve Demirel’i 1965’te iktidara getirdiğinde, ‘Irak-İran ve Türkiye Kürtlerini Federe bir Cumhuriyet haline getirelim, bunu Türkiye’ye bağlayalım’ isteğinde bulundu. ” Amiral Vedii Bilget 24 Şubat 1987’de Cumhuriyet’te doğruladı bunu: ABD, 1965 yılında, Türkiye’ye bağlanacak bir “Federe Kürt Cumhuriyeti” için Başbakan Süleyman Demirel’in ağzını aramıştı.

Evet, 60’larda Irak-İran Kürtleri Türkiye’ye bağlanmak istenmişti ABD tarafından.

Sonra...

1990-2010: IRAK KÜRTLERİ 

1986 yılında Türkiye’ye gelen ABD Savunma Bakan Yardımcısı William Taft, konuyu “Türkiye himayesinde Kürdistan” planı olarak yeniden Ankara’ya dayattı. Kenan Evren ve Turgut Özal kabul etti, Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ karşı çıktı. ABD’nin Irak’a 1991’de saldırısı sırasında, Turgut Özal bu projeyi “Bir koyup üç alacağız” diyerek Türk ordusuna yutturmaya çalıştı. Danışmanı Cengiz Çandar “Türkiye büyümezse küçülür” diyerek ABD adına sopa salladı.Sonra ABD’nin 2003 Irak işgali geldi ve plan, bu kez ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) merkezi konularından biri oldu. BOP Eşbaşkanı  Erdoğan, “Diyarbakır’ı ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde bir merkez yapacağız” dedi. Henri Barkey, ABD’nin “Güneydoğu ve Kuzey Irak’ı kapsayan bir Nitelikli Sanayi Bölgesi’nin kurulmasını önereceğini” açıkladı. Birkaç ay sonra, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson ilan etti: “Anadolu’nun güneyini, doğusunu ve Kuzey Irak’ı alırsanız, tek bir ekonomik bölge olduğunu görürsünüz.”

ABD bunları açıklarken, “our boys”u Kenan Evren, 2007’de sahneye çıkıyor ve “Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir” diyordu.  Erdoğan daha 1990’larda eyalet sistemini savunuyordu zaten ve 12 Eylül 2010 referandumunun akşamında yaptığı konuşmada, “Federal meclis, federal konsey”e işaret etti!

2025: IRAK VE SURİYE KÜRTLERİ

Görüldüğü üzere ABD, İran’ı hedef alırken Türkiye’yi Irak ve İran Kürtlerine hamilik ettirmek istedi. Irak’a saldırdığı 90’larda ve 2000’lerde ise Irak Kürdistan’ını Türkiye’ye bağlamayı hedefledi.

Suriye’de Beşşar Esad yönetimi devrildi ve proje bu kez Irak ve Suriye Kürtlerini kapsayarak yeniden Türkiye’nin önüne konuldu. İşte yeni açılım budur.

Devlet Bahçeli’nin Halep, Musul ve Kerkük’e plaka dağıtması, Ahmet Türk’ün “Irak ve Suriye Kürtleri tıpkı Osmanlı’daki gibi Türklerle birlikte yaşamak istiyor” demesi, ABD Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın “Osmanlı millet sistemi” önerisi, Erdoğan’ın   “Türk-Kürt-Arap” ittifakı ile ümmete işaret etmesi...Sorun şu ki   “Türkiye büyümezse küçülür” sopasına taktıkları “Türkiye’yi Irak ve Suriye Kürtleriyle genişletme” oltası, aslında ve son tahlilde “Türkiye’yi büyüterek küçültme” projesidir.

GÜNCELLENEN BOP 

ABD Büyükelçisi Barrack, bir diplomat değil, işadamı ve her şeyi açık açık anlatıyor. HaberTürk televizyonunda Trump’ın “çok sayıda ülke ve farklı planlar arasında yaşanan karmaşayı” nasıl ayırmak ve ilerletmek istediğini açıkladı:  “Düşünün, İbrahim Anlaşmaları’nı, bölgenin güçlü oyuncularından Türkiye’yi birleştirdiğinizi. Ama sadece Türkiye değil; Arap olmayan nüfusu Müslüman ağırlıklı bir ülke olarak Türkiye, İsrail, Körfez, Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün, kuzeye çıkın Azerbaycan, Ermenistan... Bunları birleştirdiğinizde dünyanın en güçlü bölgesi ortaya çıkar.”

Güncellenen BOP’tur bu, Trump’ın BOP’u...

Kürt meselesi, demokratikleşme, büyük Türkiye vb. diyerek, ABD’nin “yeni Ortadoğu düzeni”ne uyum sağlama peşindeler. ABD’nin yeni düzenine uyarak iktidarlarını sürdürebilmenin derdindeler.

CHP’nin ‘komisyon’ değeri -Mehmet Ali Güller-

CHP’nin Türk-Kürt-Arap komisyonuna katılmayı kabul etmesi kritik hatalarından biri dahadır. Neden mi?

1) Adı henüz netleşmeyen, iktidarın “terörsüz Türkiye” komisyonu dediği TBMM komisyonu, CHP’nin dışarıda tutulduğu bir sürece “yasallık” ve meşruiyet” kazandırma girişimidir.

ABD, Cumhur İttifakı ve PKK üçgeninde ele alınan; Barrack, Erdoğan, Bahçeli, Öcalan, Kandil ve DEM arasında pişirilen bir süreç bu...

Taraflar, her adımını kendi aralarında gizli bir şekilde yürüttüler, şimdi sıcak kestaneleri alma aşamasında, “CHP de olsun” diyorlar.

YENİDEN ‘NORMALLEŞME’ YANLIŞI

2) CHP’yi belediye seçimlerinde DEM’le işbirliği yaptığı için suçlayan, belediyelerine terör operasyonu yapan iktidarın, DEM ve seçmenini CHP’den koparıp kendi yedeğine almaya dönük bir operasyondur süreç bir yönüyle...

CHP’nin bu yönü bulunan bir sürece, şimdiki aşamada komisyona katılarak dahil olması, kendi ayağına sıkmasından başka bir anlama gelmez.

3) CHP belediyelerine terör operasyonları sürerken, belediye başkanları terörle iltisaklı olmakla suçlanıp yerlerine kayyum atanmışken, CHP’nin bu komisyona dahil olması, teslimiyet görüntüsü vermektedir.

4) CHP’ye operasyonların sürdüğü, belediyelerinin silkelendiği, cumhurbaşkanı adaylarının telef edildiği şartlarda, CHP’nin operasyonun sahipleriyle komisyonda buluşması, siyaseten vahimdir ve Özgür Özel’in düzelttiği “normalleşme” yanlışına yeniden düşmesi demektir.

TÜRK-KÜRT-ARAP KOMİSYONU

5) Bu açılım ne Kürt meselesine çözüm arayışıdır ne de Türkiye’yi demokratikleştirmeyle ilgilidir. Bu mesele, iktidarın “yeni Ortadoğu düzeninden” pay kaparak içeride iktidarını sürdürmesinin açılımıdır.

CHP’nin komisyona katılması, bu oyuna düşmesi demektir.

6) Terörsüz Türkiye, Milli Birlik ve Kardeşlik, Barış ve Demokratik Toplum vb. isimlerin havada uçuştuğu bu komisyonun niteliksel adı “Türk-Kürt-Arap komisyonu”dur.

Barrack’ın “Osmanlı millet sistemi” önerisi, Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap ittifakı” çıkışı, Bahçeli’nin “Cumhurbaşkanının Kürt ve Alevi yardımcıları olmalı” isteği, Ahmet Türk’ün “Irak ve Suriye Kürtleri tıpkı Osmanlı’daki gibi Türklerle birlikte yaşamak istiyor” demesi, Öcalan’ın AKP’ye “Yavuz gibi çözün, Safevi’ye karşı Türk-Kürt ittifakı kurun” çağrısı, AKP’nin Yavuz-Kürt İdris ittifakına işaret etmesi, bir bütünün parçalarıdır.

CHP, bu tehlikeli bütüne meşruiyet kazandırmak için komisyona davet ediliyor.

DEMOKRATİK DEĞİL, AK KOMİSYON

7) Erdoğan’ın ifadesiyle “AKP-MHP-DEM ittifakı” kurulmuş durumda. Kaldı ki kurdukları komisyonun sandalye dağılımıyla, DEM’e bile ihtiyaç duymamayı garantiye almış durumdalar. Yani hedef güya demokratikleşme ama komisyonun yapısı antidemokratik!

Dolayısıyla CHP’nin bu komisyona dahil olması, içeriğe katkısı ve etkisi bakımından hiçbir anlam ifade etmemektedir.

8) AKP ve MHP, 2016’da Türk-İslam sentezli rejim değişikliğine soyundu ama CHP birinci parti durumunda. Rejim değişikliğini tamamlamak için DEM’e ihtiyaç duyuyorlar. O nedenle Türk-Kürt-İslam sentezli rejim değişikliğini hedefliyorlar.

Yani aslında değiştirdikleri, değişimini tamamlamak istedikleri rejim, kurucusu CHP olan rejimden kalanlardır. CHP bu komisyona katılarak, kuruculuğunun mirasının katline dahil edilmiş oluyor.

CHP’NİN SÜRECE MEŞRUİYET KAZANDIRMA MİSYONU 

9) AKP, MHP ve DEM’in bu süreç için de ardından tamamlayıcısı olacak yeni anayasa süreci için de CHP’ye sayısal bakımdan ihtiyacı yok. Ancak CHP’nin dahil edilmediği süreçler, toplum nezdinde meşruiyet kazanmamış olacak. İşte o meşruiyeti kazanmak için CHP’yi kullanıyorlar, fikirlerinden ya da sürece katkısından dolayı değil!“CHP onaylamasın ve itiraz etsin ama mutlaka komisyonda olsun” istiyorlar, çünkü birinci partinin dahil edilmediği bir sürecin yürümesi mümkün olmayacak.

10) CHP’nin iktidar açısından değerini belirleyen, sürece olası katkısı değil, sürece “meşruiyet” kazandırma yanıdır. CHP yönetimi, Cumhuriyetle hesaplaşma yönü olan bu komisyona dahil olarak, AKP nezdinde değerlenebilir ama kendisini birinci parti yapan geniş kitle açısından değer kaybedecektir.

Bu hatadan hâlâ dönme şansı varken uyaralım...

Çin’de çifte yol ayrımı -Ergin Yıldızoğlu-

Çin liderliğinin iki yol ayrımı önünde tercih yapması gerekiyor. Bu yol ayrımlarından birincisi, ülke içindeki ekonomik kriz eğilimleriyle ilgili. İkincisi de bu eğilimlerin dünya ekonomisine yansımasının olası siyasi etkileriyle... Yapılacak tercihin küresel düzeyde kritik sonuçlar üretmesi kaçınılmaz. Çünkü Çin dünyanın en büyük ekonomisi, sanayi malları üreticisi ve ihracatçısıdır.

PLAN MI, PİYASA MI?

Çin’de üretici fiyatları enflasyonu, Ekim 2022’den bu yana negatif bir eğilim sergiliyor. Diğer bir deyişle, ekonomi yönetimi deflasyonla mücadele ediyor. Financial Times’ın bir başyazısına göre deflasyon yalnızca talep yetersizliğinden kaynaklanmıyor, bir aşırı kapasite sorunu da var. Öyleyse, Çin (devlet) kapitalizmi klasik bir aşırı üretim krizi ile karşı karşıya. Yıllardır süren devlet teşvikleri, yerel yönetimlerin GSYH büyüme hızına odaklı yatırımları ve Çin Komünist Partisi’nin ekonomik büyümeyi “yeni üretici güçler” üzerine kurma söylemi, elektrikli araçlardan bataryalara kadar birçok teknolojik sektörde giderek artan bir kapasite fazlası yaratmış. Buna karşılık, sosyal güvenlik sistemi yetersiz. Bu yetersizliğin beslediği güvensiz ortamda hane halkının, “kara günü” düşünen yüksek tasarruf eğilimi iç talebi sınırlıyor. Eksik tüketim, bu aşırı üretimin karşısında, değerlenme ve kârların gerçekleşme sürecinde yapısal bir fren haline geliyor.

Guanghua İşletme Fakültesi’nde uygulamalı ekonomi doçenti olan Tang Yao’ya göre, “Önceki aşırı kapasite krizlerinde Pekin devlete ait ağır sanayi işletmelerini kapatarak veya konsolide ederek müdahale edebiliyordu. Bugün ise sorun elektrikli araç, güneş paneli, batarya gibi özel sektör ağırlıklı yüksek teknoloji alanlarında yoğunlaşıyor. Eski yöntemlerle merkezi planlama yoluyla kapasiteyi kısmak çok daha zor.”

Yol ayrımı, devlet kapitalizminin hibrit yapısından kaynaklanıyor: Bir yol kriz yönetimini serbest piyasaya, neoliberal modele bırakmak. Bir başka anlatımla, piyasanın kendi temizleme mekanizmasına dayanmak: Zarar eden şirketlerin iflasına, birleşmelere, yerel teşviklerin geri çekilmesine izin vermek. Bu yol, “temizlenme süreci”, dün olduğu gibi bugün de önce krizin iflaslar, işsizlik, yoksullaşma ile daha da derinleşmesine açılıyor ve sosyal istikrar açısından ciddi riskleri de beraberinde getiriyor.

Bir diğer yol da daha sıkı kapsamlı bir planlama ve devlet kontrolüyle ilgili: Sosyal hizmetler sistemini güçlendirmek, görece verimsiz işletmeleri denetimli olarak tasfiye etmek ya da uygun olan durumlarda birleşmeye zorlamak, dolayısıyla, kapasite fazlasını yukarıdan aşağıya yönetmek. Ancak bu yönetim, özel sermayenin direnişiyle, alan dışına kaçma eğiliminin basıncıyla karşılaşacağından, ÇKP devlet kapitalizmini daha da genişletmek zorunda kalacaktır. Bu emekçi halkın demokratik katılımına dayanan bir süreç olmayacağından daha baskıcı ve kontrolcü bir rejime açılacaktır.

AÇILMA MI, KAPANMA MI?

Aşırı üretim (kapasite fazlası), talep yetersizliği, Çin kapitalizmini dış pazarlara yönelmeye zorluyor. Ancak bu noktada ikinci bir baskı devreye giriyor: ABD, AB, Hindistan ve Brezilya gibi büyük ekonomiler, kendi sanayilerini, Çin mallarının rekabetçi basıncının deflasyonist etkisinden, tarifeler ve kotalarla korumaya çalışıyorlar. Dünya pazarı, Çin’in kapitalizminin üretim fazlasını eskisi kadar kolaylıkla emecek gibi görünmüyor. Bu da ikinci yol ayrımını oluşturuyor.Bir yol daha agresif bir dışa açılma stratejisine açılıyor: Yeni pazarlar, yatırım alanları ve tedarik zincirleri için mücadele etmek; Kuşak-Yol projesinin sertleşmesi, “Küresel Güney”de altyapı, yatırım ve kaynak alanlarının daha agresif şekilde kontrol edilmesi. Bu yol emperyalist dünya sistemini, mali, ekonomik, siyasi ve askeri araçlarla, bir yeniden paylaşıma zorlamak anlamına geliyor ve açılıyor.

Çin ikinci yolu seçerse, kendi içine dönerek sosyal refahı artırmaya, iç tüketimi büyütmeye ve fazla kapasiteyi yavaş yavaş eritmeye yönelmesi gerekiyor. Ancak bu da hem planlamaya daha fazla ağırlık vermeyi hem de büyüme hızında belirgin bir yavaşlamayı kabullenmeyi getirecektir.

Aşırı üretim krizi, Çin liderliğini, yalnızca kendi halklarının değil, hepimizin geleceğini belirleyecek, kritik kararlar almaya zorluyor.

Yağma düzeninde ayakta kalma çırpınışları...-Şükran Soner-

Keyfine, dilediğine göre af yetkisi uygulamalarından... Hukuksuzluk suçlarının yandaşlık ilişkileri içinde kapatılmalarına kadar ne ararsanız var. Yerel seçimlerdeki kayıplarının intikamının alınması yolunda ise haksızlık, hukuksuzlukların katlanarak uygulanıyor olmasına gelince de dur durak yok. Dayatılan cezalandırmaların gereğinin yerine gitirilmediği kararlardan sorumlu görülenler, soluksuz görevlerinden uzaklaştırılmaktalar...

Her gün yenileri eklemlenen sınırsız haksızlık, hukuksuzluk yağma düzeninin örnekleri öylesine çok, öylesine bir diğerinin kopyası hukuksuzluklar zincirinin içinde yaşanıyor ki. Birbirinden çarpıcı, olumsuz toplu suçlar, haksız gelişmelerin sağlıklı ayırdına varmak bile güçleşmiş oluyor. En trajikomik açıklamalar içinde, iktidarın ittifak içinde olduğu siyasal yapılar ile yetkin görevli kadrolarının açıklamaları içindeki çelişkiler, içten savrulmaların göstergeleri olarak karşımıza çıkıyor.

Çarpık bir soru ile örneklendirmek isterseniz, Arınç’ın son çıkışlarından kimi örneklere, Saray cephesinden ses çıkarılmamasına da bakarak, “Bu bir yandaşlık mı, yoksa eleştirel çıkış mıydı” sorusuna yanıt aramaya kalkışabilir, birbirinin tersi yanıtlar üzerinden tartışabilirsiniz.

***

Kürt sorununun çözülmesi, Öcalan’ın üzerinden çözüm arayışında öne çıkmış Devlet Bahçeli ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarına bir de Kürt tarafı cephesinden gelen açıklamalardaki çelişkileri katmaya kalkıştığınızda ise kafalar, gelişmelerin algısındaki çarpıklıklar çok daha da dikkat çekici olmuyor mu? İttifakın Kürt sorunları cephesindeki belediyelerin büyük çoğunluğunun kayyum yönetimine geçirilmiş olması gerçeği sadece bir ayrıntı, çelişki mi?Onca çarpıcı, iddialı çıkışların ardından, sadece bir avuç teslim olan kişi üzerinden silahları yakılarak teslim töreni ötesinde henüz anlamlı bir geçişin yaşanamaması neyin nesi? Ortadoğu dengeleri üzerinden, Trump-Putin-İran- Çin-Suriye-İsrail- Hamas-Filistin-Katar-Suudi Arabistan... AB ülkeleri, Mısır dahası Libya öncelikleri ile emperyal dünya güçlerinin diğerlerinin de devreye girmeleriyle ortaya çıkan zikzaklı oyunların hesapları da eklemlenince, gidişler nerelere? Her günün güncel diplamatik gelişmeleri ile sınırlı haberlerden sağlıklı sonuçlar nasıl üretilebilir?

***

Kafaları daha da fazla karıştırmanın bize ne yararı olabilir? Önceliğimiz kendi sınırlarımız içinde yaşatılanlar üzerinde olmalı değil mi? Bizim içimizden, bize dönük olarak yapılan haksızlık hukuksuzluklar üzerinden yaşamakta olduklarımıza bakmak zorunlulğumuz yok mu? Ülkemizin içinde şu günlerin güncelinde, kamu işletmelerinin toplusözleşmeleri yok muydu?

Dünyada rejimi demokrasi sayılan ülkelerin hiçbirinde bir örneği olmayan, yasal düzenimizin içine oturtulmuş, adına “grev ertelemesi” denmiş, siyasal iktidarın dünya hukuklarında yeri olmayan bir yetkisi var ki? Canı istediği tüm grevleri yasaklıyor. Dünkü Cumhuriyetin orta sayfasının altında kocaman kocaman olarak gözlerimize sokulmuş. Cumhurbaşkanı kararı ile 22. kez grev ertelemesi adı altında grevlerin hepsi yasaklanmış.

İktidar, AYM kararlarına karşı yaklaşık 600 bin işçiyi kapsayan kamu sözleşmelerinde de ilk grev daha başlamadan 60 günlük süreyle grevleri ertlemiş. Hangi grev hakkı, hangi hukuktan söz açabilirsiniz ki?

Onlar esir değil, emanet -Miyase İlknur-

Yeter artık; gerçekten yeter. Askerler sizin stres topunuz ya da esiriniz değil, devlete emanet edilmiş ana kuzularıdır. Kaldı ki esirlere bile böyle insanlık dışı muamele yapılmaz.

Ordudaki şüpheli asker ölümleri yıllarca intihar, kaza ya da firar gibi gerekçeler uydurularak örtbas edildi. Birçoğuna ya otopsi yapılmadı ya da otopsi raporları aileye verilmedi. Yüreği yaralı aileler yargı yoluna başvurduğunda çoğunlukla takipsizlik kararı verildi. Suç unsuru bulunan çok az dosyada ise faillere gülünç para cezaları verildi.

Askerde şüpheli şekilde ölenlerin listesi o kadar uzun ki ne bu köşe ne de gazetenin sayfaları yeter. Üstelik bunlardan çok azı haber konusu oluyor. O da üçüncü sayfada özet haberler arasında yer bulursa ne âlâ.

Hatay’da gölgede bile durmanın hele de susuz bir şekilde klimasız bir yerde durmanın ciddi sağlık sorunlarına yol açacağı ortada iken sırf iki asker firar etti diye tüm birliğin güneş altında dört saat bekletilmesi ve su ihtiyaçlarının karşılanmaması yüzünden iki askerimizin ölümü açık bir işkencedir. Maçlarda bile her yirmi dakikada su molası verilirken Hatay gibi cehennem sıcağının yaşandığı bir ilde askerlere su verilmemesi ve dört saat ayakta bekletilmesi emrini veren komutanın rütbesi ne olursa olsun en ağır şekilde cezalandırılması ve ordudan atılması için gereken ne ise derhal yapılmalıdır.

Bu olay aklı başında olmayan komutanın yaptığı münferit bir olay da değil üstelik. On dört yıl önce de Kıbrıs’ta askerlik görevini yapan er Uğur Kantar, bir arkadaşıyla kavga edince “Disco” denilen disiplin ceza ve tutukevine konulmuştu. Cezasının bitimine bir hafta kala diğer tutuklu erlerle birlikte sabah sporuna çıkarılmış, Kıbrıs gibi sıcak bir coğrafyada önce su verilmemiş, ardından tuvalete gitme talebi geri çevrilmiş olan Uğur Kantar, tuvalete gitmekte ısrarcı olunca gardiyan iki er tarafından darp edilerek güneşin altına bırakılmış ve yarım saat güneşin altında kalınca bilinci kapanarak ölmüştü.

Askerlikte disiplin esastır. Eyvallah anladık ama artık peygamber ocağı denilen TSK’de dayak, işkence ve angaryaya bir son verilmesi gerekir. Gençlerimiz askerlik anılarında komutanlarından yedikleri dayağı, işittikleri küfürleri değil, güzel anılarını paylaşın istiyoruz.

90’lı yılların başında Nokta Dergisi’nde çalışırken birkaç asker ailesi bize ulaşmış askerdeki çocuklarının başına gelen trajikomik olayı anlattıklarında dehşete düşmüştük. Terör örgütü tarafından kaçırılan 8 erimize aileleri ulaşamayınca bağlı bulundukları komutanlığı aramışlar ve onlara  “Çocuklarınız firar edip terör örgütüne katıldı” cevabı verilmiş. Oysa ailelerden hiç biri Kürt değildi. Aileler aylarca çocuklarının kurtarılmasını beklerken ordudan gelen resmi yazıyla terör örgütüne kaptırdıkları silahların ve mermilerin parası isteniyordu.

TAKİPÇİSİ OLACAĞIZ

Türk milletinin orduya olan bağlılığı ve güveni malum. Bizden başka hangi millet çocuklarını askere davulla zurnayla gönderiyor? Ancak milletimizin bu güveninin ve bağlılığının daim olması için ordunun da askerlerden önce komutanlarının disiplin altına alınması gerekiyor. Ruh sağlıkları bozuk, egosu tavan yapmış, askerleri marabası gibi görüp lojmanını temizleten, ayak işlerinde kullanan komutanlar asıl ordunun imajını zedeliyor. Bunları dile getirdik diye belki ordunun imajını zedelemekten dava açılabilir. Ama ordunun imajını biz değil, asıl bu tür olaylara neden olan subaylar zedeliyor.

TSK’nin Hatay’daki olayla ilgili soruşturma açması sevindirici. Bir daha asker olarak davul zurnayla gönderdiğimiz yavrularımızın başına böyle bir iş gelmemesi için bu olayın da takipçisi olacağız.

Ödün vermeye hazırlar -Öztin Akgüç-

Ülkede barış, terörsüz Türkiye mottosu ile de bezenmiş bir BOP (GOP) kurgusu sahneleniyor. Bölgedeki olayları, gelişmeleri ABD’nin BOP (GOP) projesi dışında değerlendirmek yüzeysel ve hatta safdillik olur. Kurgunun saklı nihai amacını irdelemek gerekiyor.

Süreç, 2015 yılında HDP’nin de katılacağı bir koalisyon hükümetinin kurulmasını engelleyen, HDP’nin kapatılması isteğiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvuran, HDP’yi DEM olmaya zorlayan, “demlenme” gibi alaysılamalı sözcüklerle küçümseyen Bahçeli’nin TBMM açılış oturumunda DEM sıralarını ziyaret ederek destek gösterisi tokalaşmasıyla başlıyor.

Süreç, İmralı ziyaretleri, Öcalan manifestosu, PKK’nin kendini feshi, silah bırakma olarak gelişirken asıl amaca ilişkin ipuçları da veriliyor.

BOP (GOP) bölgede siyasal sınırların değişmesini hatta yeni devletler oluşmasına da hedefler. Büyükelçi Barrack, Sykes-Picot’u da katarak Lozan Antlaşması’yla çizilen sınırları eleştirmenin yanı sıra Osmanlı’nın millet sisteminin Türkiye için uygun model olduğunu da öğütlüyor. Büyükelçi için uygun model koloniyal dönemin müstemleke valisi gibi Erdoğan, Barrack’ın asistiyle de Türk, Kürt, Arap milletleri ittifakını, ümmet birliğini savunuyor.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, İngiltere ve Almanya’daki açıklamalarında Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’nın kaos yarattığını, devletin değişmesinin, dönüşmesinin gerekliliğini savunuyor.

26’ncı ve 17’nci dönem AKP İstanbul Milletvekili Yeliz lakabıyla tanınan Ahmet Hamdi Çamlı, Cumhuriyet ilanını kanlı darbe olarak nitelendirmiş, “Devlet kanlı 1923 darbesiyle hesaplaşmadan ve helalleşmeden yeni terörsüz ve büyük devlet yolunda ilerleyemez” açıklamasını yapmıştır. Çamlı, takiye yapmamış, ikili oynamamış görüşünü çıplaklığıyla açıklamıştır.

Çamlı’nın görüşü yalnız bireysel olmayıp kurumsal olabilir. Cumhur İttifakı’nın bu bağlanmada net görüşü belirsizdir. İttifak suskundur.

Kurgulanan senaryoda MHP’nin de rolü ve görevi vardır. Türk-İslam sentezi mottosu altında siyasal islama destek vermek, kılavuzluk yapmak verilen görevdir.

Tüm bu açıklamalar, tutumlar alt alta sıralandığında devletin laik, ulusal, üniter temel yapısının tehlikede olduğu zamana varılmaktadır.

Barış, terörsüz Türkiye mottosu, alalamasıyla sürecin devletin temel niteliklerinin dönüştürülmesine evrilmesi tehlikesi netleşiyor. Tehlikede olan 1923 Cumhuriyetidir. Vatandaşın bir bölümü tehlikenin farkında olarak dile getiriyor. CHP mitingleri de tehlikenin farkındalığını gösteriyor. Sürecin, ABD senaryosunun gerçekleşmesi yönünde sahnelenmesine karşı çıkmak gerekiyor.

Cumhur İttifakı’nın amacı, işlevi dikkate alınarak ittifakın paydaşlarından gelen önerileri, açıklamaları ihtiyatla karşılamak, değerlendirmek gerekir.

Cumhur İttifakı’nın amacı Erdoğan başkanlığında iktidarı sürdürebilmektir. İktidarda kalma dışında bir gelecek beklentisi, alternatifi yoktur. AKP iktidardan düştüğünde büyük bir olasılıkla dağılır. ANAP, DP, Adalet partileri gibi tabela partisi olarak kalır, tüm güçleri, itibarsızlaşır, MHP’nin ise AKP ile ortak yaşam dışında alternatifi kalmamıştır.

İktidarda kalmak Cumhur İttifakı için hayat memat sorunu olduğundan her türlü ödünü vermekte, vermeye hazır olduğunu da açıkça davranışlarıyla göstermektedir. Ödün vermek, Cumhuriyete karşı kitleye dayanarak iktidar sürdürme tutumu Türkiye Cumhuriyeti için tehlike oluşturuyor. Bağımsızlığa, özgürlüğe, ulusal üniter devlete, Cumhuriyete sahip çıkılmalıdır. Cumhuriyet tehlikede ise gerisi teferruattır.

‘Açılım’ komisyonunda ‘gizliliğe’ MİT kılıfı!-Merve Kılıç-

TBMM’deki “açılım” komisyonun basına kapalı olması yeni tartışma kapısı açtı. Toplantılardan kulis bilgileri dahi aktarılamayacak. Söz konusu duruma muhalefet itiraz ederken, AKP’li kurmaylar MİT raporlarını işaret etti. Toplantıda MİT’in silah bırakmalara ilişkin raporlarının sunulacağını kaydeden kurmaylar “Gizli bilgiler ifşa edilemez” dedi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/acilim-komisyonunda-gizlilige-mit-kilifi-2423242)

'Bunun adı mega soygun'! CHP'li Yavuzyılmaz: AKP'nin Yap-İşlet-Devret modeli, hazinede 42 milyar liralık kara delik açtı

CHP Genel Başkan Yardımcısı Deniz Yavuzyılmaz, AKP iktidarının Yap-İşlet-Devret modeliyle hayata geçirilen karayolu projelerinde tutturulamayan geçiş garantileri nedeniyle Hazine'nin şirketlere yaptığı ödemenin ilk 6 ayda 42 milyar 732 milyon TL olduğunu açıkladı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/bunun-adi-mega-soygun-chp-li-yavuzyilmaz-akp-nin-yap-islet-devret-modeli-hazinede-42-milyar-liralik-kara-delik-acti-2423303)

MİT bünyesindeki akademiden dikkat çeken rapor: Yurttaşa muhbirlik çağrısı yapıldı

Millî İstihbarat Teşkilatı bünyesinde yer alan Millî İstihbarat Akademisi, İran-İsrail Savaşı ile ilgili bir rapor yayımladı. Savaşın Türkiye için çeşitli dersler barındırdığını belirten raporda, sığınak inşasından hava savunma sistemlerinin güçlendirilmesine, savunma sanayisine uyarılardan yurttaşa istihbarat çağrısına kadar çeşitli konular yer aldı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/mit-bunyesindeki-akademiden-dikkat-ceken-rapor-yurttasa-muhbirlik-cagrisi-yapildi-2423239)

Kızılay’dan TÜGVA’ya ikram seferberliği

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı TÜGVA yaz okulu finali, Beşiktaş Tüpraş Stadı’nda yoğun güvenlik önlemleri altında gerçekleşti. Etkinlikte dağıtılan ücretsiz ürünler, 6 Şubat depremleriyle anılan kurum ve isimleri yeniden gündeme taşıdı. Üç hilalli bayraklar, TÜGVA yelekli yabancı uyruklular ve çevre kirliliği dikkat çekti.

İktidara yakınlığı ile bilinen ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yüksek istişare kurulunda yer aldığı Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA), yaz okulları finalini Beşiktaş TÜPRAŞ Stadı’nda dün düzenledi. Programa, saat 17.00’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da katıldı.

Etkinlik nedeniyle bölgede geniş güvenlik önlemleri alındı. Gün boyunca WhatsApp gruplarından etkinliğe çağrılar yapıldı. Çevredeki işportacılar Türk bayrağının yanı sıra; üç hilalli yeşil renkli ve Göktürkler’e ait bayraklar sattı. Etkinliğe katılanlar “Polisler, üç hilalli yeşil bayrak taşıyanlara girişlerde kolaylık sağlıyor” iddiasında bulundu.6 Şubat depremlerinde çadır satmasıyla tepki toplayan Kızılay ücretsiz içecek ve atıştırmalık ikram etti. Kızılay gönüllülerinin görev yaptığı aracın üzerinde “Müge Anlı ve Dostları Mobil Aşevi” yazısı yer alıyordu. Yine 6 Şubat depremlerinde pastanelerinde usulsüz tadilat yaparak 35 kişinin ölümüne neden olan Sami Kervancıoğlu ve Mustafa Pekel’in sahibi olduğu Alpedo markası ücretsiz dondurma dağıttı. Etkinlikte, Başakşehir Belediyesi de çay ve atıştırmalık ikramında bulundu. Çevrede ücretsiz su dağıtıldı.

Stat çevresinde hem TÜGVA yelekli hem de sivil kıyafetli yabancı uyruklu kişiler de dikkat çekti. Katılımcıların dağıtılan ikramların çöplerini çoğunlukla yere attığı görüldü. Konuştuğumuz bir İBB temizlik görevlisi, dağıtılan ikramlardan atıştırırken “Akşama biz temizleyeceğiz, öncesinde biraz yiyelim bari” dedi. 

                                                          ***

Cumhuriyet



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Cumhuriyet "Köşebaşı + Gündem" -2 Ağustos 2025-

Hizbullahçı babanın El-Kaide ve IŞİD’le bağlantılı oğlu: ‘Şeriat ve savaş’ çağrısıyla yeniden sahnede -Aytunç Ürkmez- Radikal İslamcı Tevhid...