İmamoğlu'ndan avukatı Nusret Yılmaz'ın gözaltına alınmasına tepki: Hukuku katlediliyor, yargıyı rahatça kullananlar avukatlarımızdan hıncını almaya çalışıyor
İmamoğlu ise Yılmaz'ın gözaltına alınmasına tepki göstererek, şunları yazdı:
"Bugün avukatımız Nusret Yılmaz'ın gözaltına alınmasıyla yeni safhasına giren "Avukatları Kuşatma Operasyonu" hukuku katletmeye devam ediyor.
Bir yanda İBB borsası kurup tehdit, şantaj ve rüşvet suçları işleyen avukatlar dururken, bizim avukatlarımız yalnızca savunma görevine sahip çıktıkları için iftira dosyalarıyla gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor.
HUKUK ESİR ALINIYOR!
Yargıyı rahatça kullanarak ve hukuku eğip bükerek bile istedikleri sonucu bulamayanlar, avukatlarımızdan ve ailelerimizden hıncını almaya çalışıyor.
Ekrem İmamoğlu'nu bir türlü milletin gözünden düşüremeyenler, beyhude çabalarına devam ediyor.
MİLLETİMİZ BÜTÜN YAŞANANLARI NOT EDİYOR!"
İmamoğlu ve eşinin avukatı Nusret Yılmaz gözaltına alındı; Trabzon'dan İstanbul'a götürülüyor
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne (İBB) yönelik yürütülen "yolsuzluk" soruşturması kapsamında 23 Mart'tan beri tutuklu olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun ve eşi Dilek İmamoğlu'nun avukatı Nusret Yılmaz "rüşvete aracılık etmek" suçlamasıyla gözaltına alındı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca, tutuklanmasının ardından İBB Başkanlığı görevinden uzaklaştırılan Ekrem İmamoğlu'nun da aralarında bulunduğu zanlılar hakkında "suç örgütü yöneticisi olmak", "suç örgütüne üye olmak", "irtikap", "rüşvet", "nitelikli dolandırıcılık", "kişisel verileri hukuka aykırı ele geçirmek" ve "ihaleye fesat karıştırmak" suçlarından yürütülen soruşturma sürüyor.AA'nın aktardığına göre; soruşturma kapsamında Ekrem İmamoğlu'nun avukatı Nusret Yılmaz, "rüşvete aracılık etmek" suçundan Trabzon'da gözaltına alındı.Yılmaz'ın İstanbul Adliyesi'ne getirilmesi bekleniyor.
Selahattin Yılmaz soruşturması Ülkü Ocakları’na mı gidiyor?-Tolga Şardan-
Suç örgütü lideri olduğu iddiasıyla tutuklanan Selahattin Yılmaz’ın bürokrasideki bağlantıları malum... Yılmaz’ın Ankara’daki suç örgütü faaliyetleri sebebiyle tutuklanan Ayhan Bora Kaplan’ın cezaevine girmesiyle boşalan “gayri meşru piyasaya” yani yeraltı dünyasına hâkim olmak amacıyla işlerini başkente taşıdığı iddialar arasında. Piyasanın boşluğu kaldırmayacağı, mutlaka bir sahibinin ortaya çıkacağı sürekli söylenir; iddiaya göre Yılmaz Ankara’da ofis kurdu, buradan işlerini yönetmeye başladı

MKEK bünyesinde o kadar kıymetli mühendisler, işletmeciler varken bir avukat hangi gerekçeyle yönetim kurulu başkanı atandı?
Fatih Altaylı: Aziz İhsan Aktaş'ın yeni ifadelerinde 50 ismin olduğu, aralarında AKP'li belediye başkanları ya da siyasetçilerin olduğu konuşuluyor
22 Haziran'dan beri Silivri'deki Marmara Cezaevi'nde tutuklu bulunan gazeteci Fatih Altaylı, Aziz İhsan Aktaş'la ilgili yeni iddiaları gündeme getirdi. Altaylı, "Aziz İhsan Aktaş'ın yeni ifadeler verdiği ve bu ifadelerinde şimdiye kadar bahsetmediği 50 yeni isimden söz ettiği konuşuluyor. Hatta bu isimler arasında AK Partili belediye başkanları ya da siyasetçilerin olduğu da dedikodulara yansıyor," dedi.
Fatih Altaylı, Silivri'den gönderdiği son notunda önce eski AKP milletvekili Şamil Tayar'ın iddianameler ve yargılamaların başlaması ile ilgili verdiği tarihleri değerlendirdi. Altaylı, yargılamaların çok hızlı başlamayabileceği yorumunda bulundu.
"İlk serbest kalması beklenenler Ahmet Özer, Emrah Şahan, Buğra Gökçe ve Zeydan Karalar olabilir"
Fatih Altaylı'nın notunda şu değerlendirmeler yer alıyor:
"Gel istersen Şamil Tayar'ın iddianameler ve yargılamaların başlaması ile ilgili verdiği tarihlere bakalım. İddianamelerin 1 Eylül - 3 Ekim'de mahkemeye sunulur diyor Tayyar. Yargılamaların da Ekim ayında başlayacağını ima ediyor. Genel kanaat de böyle oluştu. Ancak bu iyimser bir tahmin. İddianameler Eylül'de verilse bile muhtemelen bunlar kalın kapsamlı iddianameler olacak. Sonra bu iddianameler şans eseri bir mahkemeye düşecek. Bir ağır Ceza Mahkemesine. Sonra mahkeme heyeti bu iddianameleri okuyacak. Ya kabul edecek ya da bu olmamış diyerek savcılığa geri yollayacak. Diyelim ki kabul etti. O zaman da bir yargılama tarihi verecek. Bir ay mı 5 ay mı bilmiyoruz. Ümit Özdağ'ın iddianame kabulünden sonra dava tarihi yanlış hatırlamıyorsam 2-3 ay sonraya verilmişti. Benim iddianam yarım sayfalık bir bant çözümünden ibaretti. Temmuz ortalarında yazıldı. Ağustos başında kabul edildi. Mahkeme günü olarak 3 Ekim verildi. Yani yargılamalar o kadar hızlı başlamayabilir. Başladıktan sonra ilk serbest kalması beklenenler Ahmet Özer, Emrah Şahan, Buğra Gökçe ve Zeydan Karalar olabilir. Çünkü bu kişilere yönelik iddialar çok ama çok zayıf. Ben bu listeye İnan Güney'i de eklerim.
Bu vesileyle Aziz İhsan Aktaş'la ilgili yepyeni dedikodular var. İddia şu: Aziz İhsan Aktaş'ın yeni ifadeler verdiği ve bu ifadelerin de şimdiye kadar bahsetmediği 50 yeni isimden söz ettiği konuşuluyor. Hatta bu isimler arasında AK Partili belediye başkanları ya da siyasetçilerin olduğu da dedikodulara yansıyor. AK Partili ve Cumhur İttifakı'ndan isimler. Bazı güvenilir gazeteciler şu anda hesaplaşmanın savunma sanayine kaydığını söylüyorlar. Tüm bu olaylar çok karanlık, çok gizli alanlarda seyretmeye başladı."
Yükselişi dikkat çeken tutuklu avukat Semra Ilık hakkında iddia: Burhan Kuzu’nun ismini kullanıyordu -Candan Yıldız-
Selahattin Yılmaz, Cem Duman ve Semra Ilık’ın yükselişi, nüfuzu, ilişkileri açığa çıkarılır mı ya da soruşturma o kadar derinlere iner mi, göreceğiz. Malum ‘çekilen tuğla’ meselesi. Ama şu net, bu isimler bu dönemin karakterini faş ediyor.
Dönemi anlatan figürler hayatımızda…
Zenginliklerini toplumun gözüne sokan, nasıl zenginleştikleri konusunda ‘acaba’ dedirten, olmazsa olmaz bir kare olarak yükseklerdeki siyasetçilerle fotoğraf çektirmeyi ihmâl etmeyen, bir proje gibi medyadaki görünürlükleri sağlanan bu figürlere her gün yeni bir isim ekleniyor.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Ülküdaşım, dava arkadaşım” sözleriyle sahip çıktığı, emniyet ifadesinde “suç örgütü kurma”, “yaralama”, “ruhsatsız silah taşıma” gibi suçlardan toplamda 11 yıl 2 ay cezaevinde kaldığını beyan eden Selahattin Yılmaz’ın tutuklandığı dosyada iki avukat daha vardı.
İkisi de Yılmaz gibi tutuklandı.
Her iki avukatın Türkiye Barolar Birliği'nin karşı çıktığı "çoklu baro" yasası sonrası kurulan Ankara 2 No’lu Baro’ya üye olduğunu not düşeyim.
Avukat Cem Duman
Sözünü ettiğim iki avukattan biri Cem Duman. Sosyal medyasını görünür olmanın yanı sıra bir güç gösterisi gibi de kullanan bu avukat, ki kendisinin ifadesinden Selahattin Yılmaz’la iş yerinin paylaşımı konusunda ihtilafa düştüğünü anlıyoruz, Ahmet Hakan’ın yaş gününü kutlayacak kadar kimi gazetecileri ihmâl etmemek gerektiğini bilen bir kişi.
Cem Duman’ın bürosundan verdiği pozlarda dikkati çeken zenginliği ile emniyet sorgusunda beyan ettiği 500 bin TL aylık gelir arasında uçurum olmasa da bir yamaç olduğu kesin.
Bu değirmenin suyunun nereden geldiği, yargı düzenindeki ‘borsalardan’ beslenip beslenmediği soruşturmanın konusu olabilmeli aslında.
Zira Cem Duman, Beşiktaş Belediyesi’ne yönelik operasyonda “suç örgütü lideri” olarak tutuklanan, sonrasında “etkin pişmanlık” sonucu ev hapsinden de kurtulan, dönemin ‘kara kutusu’ Aziz İhsan Aktaş’a “suikast hazırlığı” iddiasının yanı sıra “tehdit” ve “silahlı suç örgütü kurmak ve üye olmak”la suçlanıyor.
Bir detayın da altını çizmek isterim. Cem Duman ifadesinde diyor ki “Düzenlenen eş zamanlı operasyon kapsamında gözaltına alınacağımı düşündüğüm için…"
Eş zamanlı operasyonların esbab-ı mucibesi, şüphelinin olası operasyondan haberdar olmaması… Cem Duman önsezisi güçlü olan bir avukat olsa gerek.
Cem Duman’ın yanı sıra sıra dışı yükselişi olan bir diğer avukat da Semra Ilık. YouTube’daki konuşmalarının çoğunu merak edip dinledim. O da dönemin figürlerinden. Ağırlığı kendinden menkul ödüller alan, CNNTürk, TV Net, Akit TV, TV 100, Ulusal Kanal’a, TRT Kurdi’ye konuk olan, AKP’nin 2024 yerel seçim aday tanımında siyasi yorumlar yapan, KADEM Ankara üyesi, imaj ya da değil, erkekler dünyasında paralı ve güçlü kadın havası estiren Semra Ilık, “Bozkurt” işaretine de sahip çıkan bir kişi. Buna rağmen Bahçeli’nin “Ülküdaşım” dediği Selahattin Yılmaz’a kafa tutan bir kadın.
Emniyet ifadesinde Selahattin Yılmaz’la Bodrum’da yüz yüze yaptığı görüşmede aralarında gerginlik olduğunu, Yılmaz’ın kendisini avukatı Cem Duman’a yönlendirdiğini söylüyor.
Semra Ilık’ın memleketinden konuştuğum yerel kaynaklar; Ilık ailesinin yoksul bir aile olduğunu, uyuşturucu baronu Zindaşti’nin tahliyesi için ‘nüfuzunu’ kullandığı iddia edilen ve pandemi nedeniyle hayatını kaybeden anayasacı Burhan Kuzu’nun ofisinde stajını yaptığını öne sürdü. Hatta bir kaynağım “Burhan Kuzu’nun adını kullanıyordu” dedi.
Semra Ilık, kan davalı ailelerin barış buluşmasında
Ilık öyle güçlü bir kadın profili çiziyor ki memleketinde kan davalı olan Çakar ve Ilık aileleri arasında barış arabuluculuğu yapabiliyor.
Barış buluşmasındaki karelere bakıldığında erkeklerin arasında tek kadın Semra Ilık.
Ilık’ın siyasetçilerle fotoğrafları da AKP için çalışan, üyesi olan bir kişiden daha güçlü bağları olduğunu da imliyor.
Ilık, Fahrettin Altun döneminde İletişim Başkanlığı’nın Yerel Medya Çalıştayı’na da katılan bir isim.
Selahattin Yılmaz, Cem Duman ve Semra Ilık’ın yükselişi, nüfuzu, ilişkileri açığa çıkarılır mı ya da soruşturma o kadar derinlere iner mi, göreceğiz. Malum ‘çekilen tuğla’ meselesi. Ama şu net, bu isimler bu dönemin karakterini faş ediyor. Şu da net, Aziz İhsan Aktaş’ın listesi tasfiye listesi gibi duruyor.
/././
Trump, ABD Savunma Bakanlığının adını "Savaş Bakanlığı" olarak değiştirebileceğini söyledi.
ABD Başkanı Donald Trump, ABD Savunma Bakanlığının adını "Savaş Bakanlığı" olarak değiştirmeyi düşündüğünü açıkladı. ABD Başkanı Trump, Güney Kore Devlet Başkanı Lee Jae Myung'u Oval Ofis'te ağırladığı görüşmede, basın mensuplarının gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. ABD Başkanı, "Biz ona Savunma Bakanlığı diyoruz ama muhtemelen adını değiştireceğiz. Sanırım yakında bu konuda sizi bilgilendireceğiz. Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı zamanında Savaş Bakanlığı olarak adlandırılıyordu. Bana göre gerçekte de öyle. İçimden bir his, bu bakanlığın adını değiştireceğimizi söylüyor." şeklinde konuştu.Trump, bu konuda ilgili kişilerle görüştüğünü kaydederek, birkaç hafta içinde Savunma Bakanlığının isminin değişip değişmeyeceğiyle ilgili kararı duyurabileceğini belirtti. ABD Başkanı daha önceki açıklamalarında da Savunma Bakanlığı yerine "Savaş Bakanlığı" ifadesini kullanmayı tercih edeceğini söylemişti.
Sahte diplomalı spikerler!-Asena Özkan-
Halit Kıvanç, Murat Murathanoğlu, Orhan Ayhan, Murat Kosova, Sabri Ugan, Yalçın Çetin, Güntekin Onay, Ercan TanerArkadaşlar arada sırada ses arşivlerine girip Eşref Şefik’ten Muvakkar Ekrem Talu’ya, Halit Kıvanç’tan Orhan Ayhan’a mesleğin kıdemli spikerlerinin anlatımlarını dinlese, sunuculuğun bir meşin yuvarlak, yeşil saha, 2 kale, 22 futbolcu, 5 hakem ve binlerce seyirciden ibaret olmadığını anlayacak.
Maç aktarımcısı arkadaşlarımızın anlatımları çoğu kez saç-baş yoldurtacak düzeyde. Birincisi, ki en önemlisi, hemen hepsi amigo kimliğinden arınmak zorunda. Sizin işiniz, olanı biteni yansız ve objektif olarak aktarmak, en ucuzundan ve düzeysizinden gaz vermek ve şovenizm yapmak değil.
Ayrıca nasıl bir ülkede yaşadığını da unutmuş gibi bu spikerler: Ormanlar yanıyor, deprem oluyor insanların evleri başlarına yıkılıyor ve aynı gün mikrofon başındaki “Bu galibiyeti milyonlar sokaklarda kutlayacak” cümlesini kuruyor. Hop orada dur paşam, yurttaşın derdi kendine yeter. Ayrıca memlekette ayın sonunu getiremeyenler azınlık değil ne yazık ki çoğunluk. Ve sıradan bir galibiyet onlar için herhangi bir anlam ya da önem ifade etmemekte…
İkincisi, şayet görme engelli değilsem, değilsek topun kimin ayağında olduğunu görüyorum, görüyoruz. Topu ayağına alan futbolcunun adını telaffuz etmekle sınırlı kalmak maç aktarmak değildir. Ayağına topu alan oyuncu hakkında geçmişini, performansını, kişisel özelliklerini kısaca aktarırsan işini yaparsın. Takımın kronolojisinden, kurulduğu kentin tarihinden, sanatından, kültüründen aktarım yaparsan da beğeni kazanırsın. Diplomalarınızı nereden aldınız bilmiyorum. Ama galiba çoğunuzunki sahte. Eminim biri iki tane de yüksek lisansınız vardır!..
Bir diğer önemli ayrıntı! ‘Biz’ ve ‘onlar’ ayırımcılığına artık son verin lütfen. Konuk takım demek varken ya da sadece söz konusu takımın adını zikretmek yeterli iken, sporu neden bir savaş aktarımıyla örtüştürüyorsunuz? Spor da müzik gibi evrensel olgu. Kaldı ki spor dili, dini, rengi, teması kardeşlik, dostluk ve barıştır…
Yeri gelmişken bazı oyuncular için niye durduk yerde methiyeler düzüyorsunuz? Bırakın sahada kimin iyi oynadığına izleyici karar versin.
İzleyici, spikerden maçı anlatmasını, arka plan bilgileri vermesini beklerken, çoğu sunucu kendini teknik direktör sandığı için oturuyor, takımın nasıl oynaması gerektiğini anlatıyor.
Bu arkadaşlar arada sırada ses arşivlerine girip Eşref Şefik’ten Muvakkar Ekrem Talu’ya, Halit Kıvanç’tan Orhan Ayhan’a mesleğin kıdemli spikerlerinin anlatımlarını dinlese, sunuculuğun bir meşin yuvarlak, yeşil saha, 2 kale, 22 futbolcu, 5 hakem ve binlerce seyirciden ibaret olmadığını anlayacak. Şirazeyi kaçırmamak koşuluyla, biraz aktüalite, biraz tarih, biraz dedikodu ve mümkünse bir perçem de mizah katabilseler, mikrofon başında, izleyiciler de keyiflense...
Avrupalı ya da yabancı takımlarla yapılan karşılaşmalar da sunucuların çoğu cengaver kesiliyor. Kaleyi fethetmeye çalışan kahraman Türk ordusunun öncü askeri gibi konuşuyor. Ve Türk takımı kötü de oynasa takımın galip geleceğini muştuluyor. Oysa ki dünyada spiker katkısıyla maç kazanmış takım yoktur. Verilen gaz boşa gidiyor, yapay umutlar fışkırtılıyor.
Üstelik çoğu zaman Avrupa’dan konuk gelen takımlar ve oyuncuları hakkında detay içeren tek kelime yok. Kimi zaman da sadece gelen ekipten söz ediyorsunuz. İyi güzel de bu hangi ülkenin takımı, ligi kaçıncı sırada bitirmiş? Yeni sezonda kadrosuna kimleri katmış? Yabancı dil bilmiyor olabilirsiniz. İnternet’ten hangi ismin nasıl okunacağını açıklayan sesli sayfalar var. Sakın ‘zor’ demeyin elinizin altındaki klavye bilgi hazinesi içeriyor…
KKM’de tatlandırıcılardan acı reçeteye -Binhan Elif Yılmaz
KKM’ye götüren süreç geri alınabilseydi ya da hiç böyle bir yola girilmeseydi, bugün hem ekonomimiz hem de emekli, emekçi, tüccar, ihracatçı herkes çok daha yüksek bir refah seviyesinde olacaktı.
KKM (kur korumalı mevduat) 21 Aralık 2021'de tasarrufu, varlığı olanları kur riskine karşı güvence altına alan bir finansal araç olarak hayata geçti. Kur riskini yaratan ise o dönemde denenen Türkiye Ekonomi Modeliydi.
Bu denemeye göre Merkez Bankası parasal gevşemeye ve politika faizinde indirime giderse yatırım, istihdam artacak ve kur yükselirken yani rekabetçi kur ile ihracat rekor kıracaktı. Tabi ki beklendiği gibi olmadı, düşük faizle alınan kredilerin yatırıma yönlendirilmediği ve ihracatın rekor kırmadığı ortamda artan dolarizasyon ve yüksek enflasyon Türkiye ekonomisini esir aldı. Sonunda KKM ile baş başa kaldık.
Büyük bir başarı hikayesi olarak servis edilen KKM’nin hacminin artması için siyasi açıklamalar ve medya büyük çaba sarfetti. KKM’yi eleştirenler, eleştirildi.
KKM hacmi altı ay içinde 1 trilyon TL’yi geçti, bir yıl içinde 1,5 trilyon TL’yi aştı. 2023 genel seçimlerine giderken 3 trilyon TL oldu.
KKM hacminin artışında “tatlandırıcıları” oldukça etkili oldu. Tatlandırıcı eşliğinde hacimdeki artış ile kazananların sayısı ve ekonomideki yeri artmaya devam etti. Ama aynı toplumda hiç tasarrufu olmayan, zar zor geçinenler yüksek enflasyon karşısında daha da yoksullaştı. Zengin daha zengin, yoksul daha yoksul hale gelirken, toplum, tatlandırıcıları alanlara karşılık acı reçeteye maruz kalan olarak ikiye bölünmüştü artık.
KKM’nin tatlandırıcıları nelerdi?
- Faiz ve bedava opsiyon
KKM'nin özelliği, mevduat sahibine faiz ile beraber sunulan bedava opsiyon. Mevduat sahibi, eğer kur artışı KKM mevduat faizinin altında kalırsa faizden kazanıyordu, kur artışı KKM mevduat faizinin üstüne çıkarsa da kur farkını alıyordu.
İlk durumda faizi banka ödeyecek, ikinci durumda da Hazine ödeyecekti. Kur artışına karşı koruma, TL'den KKM'ye dönenler için bütçeden, dövizden KKM'ye dönenler için TCMB tarafından karşılanacaktı. KKM hesabı açtıranlar tatlandırıcıları kazanacak, hesabı başkaları ödeyecekti.
- Vergi istisnası
Bir başka tatlandırıcı, getirilere "0" stopaj avantajı oldu. Oysaki KKM’nin getirisi olan faiz, menkul sermeye iradıdır ve gelir vergisine tabi olması gerekir. Banka mevduatında, yatırım fonlarında vb’de de benzer getiriler söz konusu ve vergiye tabi iken, bu kazançlardan vergi alınmadı ve elde edilen kur farkı ve faiz gelirleri gerçek kişilerde gelir vergisinden, tüzellerde kurumlar vergisinden istisna edildi.
Hatta 30 Nisan 2024 tarihli RG’de yayımlanan CB Kararıyla mevduat vb. stopaj oranları yükseltilirken, KKM'de stopajın yüzde “0” olmasına devam edildi.
- Politika faizinin üzerinde faiz
KKM hesaplarına, giderek düşen, hatta enflasyon oranıyla farkı 50-60 puana yaklaşan politika faizinin üç puan üzerinde faiz verilmesi kararlaştırıldı başlangıçta. Ancak bir süre sonra üst limit serbest bırakıldı. Artık bankalar arasında KKM müşterisini kendilerine çekmek için rekabet başlamıştı, faiz oranlarını yarıştırıyorlardı. Bu durum KKM’ye olan talebi daha da arttırdı.
Ama, gün geldi tatlandırıcılar geri alınmaya başlandı. Genel seçimlerin ardından başlayan sıkı para politikasında 1 yıl geride bırakılırken ekonomi yönetimi artık liralaşma için KKM’ye ihtiyaç duymayacaktı, maliyet büyüyordu, asıl acı reçete dezenflasyon sürecinde dar gelirli, ücretli ve emeklinin sırtında olacaktı. Bitirilmesi için atılan adımlarla vergi ve faiz tatlandırıcıları yavaş yavaş geri alınıyordu.
31 Temmuz 2024’te 6 aya kadar (6 ay dahil) vadeli KKM hesapları yüzde 7,5 ve 1 yıla kadar (1 yıl dahil) vadeli yüzde 5 oranında gelir vergisine tabi oldu. Yani artık stopaj "0" değildi. Aynı vergi oranları, döviz ve altın dönüşümlü hesaplar için de geçerli oldu. Bir ay öncesinde de KKM ve katılım hesaplarına uygulanan kurumlar vergisi istisnası sona erdi.
İlk günden servis edilen “0” stopaj KKM'nin neredeyse hiç değişmeyecek ana unsuru gibiydi. Hesap sahibi Türkiye ekonomisini uçurumun eşiğinden kurtardığını düşünüyor ve vergi istisnasından yararlanmasının normal bir durum olduğunu kabul ediyordu. Ama vergide adaleti bozucu etkisini herkes biliyordu.
Ardından KKM hesaplarına mevduat faizinin de altında faiz verilmeye başlandı. Tebliğler ile bankaların özellikle TL'den dönen KKM hesaplarının TL vadeli mevduata dönüştürmelerine ilişkin kriterlere uymaları, uymayan bankalara ek menkul kıymet tesisi zorunluluğu getirildi.
KKM, 2023 Ağustos ayının ortasında 3,4 trilyon TL’lik en yüksek hacmine ulaşmıştı. Geri alınan tatlandırıcılar ve yüksek pozitif reel faiz ortamında gerçek kişi TL mevduat hacmi artarken DTH geriliyor ve KKM’den çıkış hızlanıyordu. İlk altı ayda KKM hacmi hızla yaklaşık 2,5 trilyon TL azaldı ve 1 trilyon TL’nin altına geriledi. Ancak Mayıs ortasından itibaren sadece 100 milyar TL’lik azalış, neredeyse 2 ay sürdü. TCMB faiz indirim döngüsünü başlatmıştı ve enflasyonda beklentiler iyileşmiyordu. Sonunda KKM’ye son verme kararı cuma akşamı TCMB’den geldi.
Kısaca serüvenini anlattığım KKM’nin bir de rakamsal ve toplumsal maliyetine bakalım:
TL’den dönenlerin kur artışına karşı korunması bütçeden, dövizden KKM'ye dönenlerinki TCMB tarafından karşılanıyordu ilk başta. Bütçeden ilk ödemeler de Mart 2022’de başladı. 2022 yıl sonuna kadar TL’den dönen KKM için bütçeden 92,5 milyar TL ödendi. Bu dönemin bütçe giderlerinin yüzde 3,6’sı, vergi gelirlerinin yüzde 4,6’sı kadar TL’den dönen KKM sahiplerine bütçeden aktarım yapıldı. Döviz dönüşümlü KKM için TCMB’nin de bu düzeyde bir maliyetle karşılaştığı tahmin ediliyordu.
2023 yılının ilk yedi ayında ise TL’den dönen KKM için bütçeden 59,5 milyar TL ödendi. Bu tutarın 34,5 milyar TL’lik kısmı sadece 1-15 Temmuz tarihleri arasında bütçeden ödenen kısmıydı. Çünkü Dolar/TL genel seçim öncesinde 15,5 TL iken iki ay içinde 26 TL'nin üzerine çıkmıştı ve seçim sonrası kur artışı bu meblağı büyüttü. 2023 bütçesi (ek bütçe dahil) deprem harcamaları varken KKM'nin yükünü kaldıramayacaktı.
Yaklaşık bir buçuk yılda maliyet 152 milyar TL olurken, yıl sonuna kadar bu rakamın ikiye katlanma ihtimali yüksekti, ancak söz konusu 34,5 milyar TL KKM’nin bütçeye yükü ile ilgili gördüğümüz son rakamdı, artık bütçeden ne kadar ödeme yapıldığını izlememiz mümkün olmayacaktı.
Artık o tarihten sonra her iki tür KKM için de mevduat sahiplerine aktarım TCMB tarafından karşılanmaya başladı. TCMB de 2023 zararını 818,2 ve 2024 zararını 700,4 milyar TL olarak açıkladı ki bu zararın çok önemli kısmının KKM kur farkı ödemelerinden kaynaklanması olası.
Alternatif maliyet ise bambaşka. Bütçeye, TCMB’ye yüklenen maliyet bir yandan tüm topluma yayıldı ki KKM hesap sahiplerine verilen istisnaya karşılık ücretli, zor durumdaki esnaf, borcunu ödeyemeyenlerin durumu daha da kötüleşti, bir yandan da o maliyet ortaya çıkmasaydı gelir dağılımını düzeltecek vergisel düzenlemeler için kaynak ayrılabilir ve “mali alan” yaratılabilirdi.
Eğer KKM’ye götüren süreç geri alınabilseydi, yani yukarıda bahsettiğim model denemesinden vazgeçilmiş olsaydı ya da hiç böyle bir yola girilmeseydi, bugün hem ekonomimiz hem de emekli, emekçi, tüccar, ihracatçı herkes çok daha yüksek bir refah seviyesinde olacaktı.
Toplumda her zaman tatlandırıcıları alan var, ama KKM’nin tatlandırıcısını alan ile acı ilacı içen ayrımı çok belirgindi hep. Gelir ve servet dağılımında adaletsizliğe yol açan servet transferinin geldiği düzey umut kırıcı. Ayrıca ekonomiye olan güvensizlik ve beklentilerdeki bozulmanın izleri de önem taşıyor. Dolarizasyonun kalesini yıkmak ve rezerv toplamak için sıcak paraya yüksek faiz ödenmeye devam ediliyor.
Bundan sonra ekonomiyi neler bekliyor, bakalım: Eylül ayı içinde İmamoğlu davaları görülecek. Dış konjonktürdeki gelişmeler de karışık. TCMB ise faiz indirim döngüsüne başladı. TCMB piyasa katılımcıları anketine göre yıl sonu politika faizi beklentisi yüzde 36 ama enflasyon beklentisi yüzde 30’a yakın. 12 ay sonrası için yıllık enflasyon beklentileri ise reel sektör için yüzde 39'a gerilerken hane halkı için yüzde 54,5'e yükseldi.
Tasarrufu, varlığı olanları suni yaratılan risklere karşı koruyan ve tatlandırıcılarla daha da kazançlı hale getiren, toplumun geri kalanını yok sayan KKM artık bitti ama riskler bitmedi. Yeni riskler kapıda. Umarız artık acı ilacı riskleri yaratanlar içer.
Arap-Kürt-Türk ilişkilerinde çizilen sınırlar -Fikret İlkiz-
Toplumun korkularından beslenen siyasi iradeler; itaat edenleri ve boyun eğenleri ve yalana inananları sever. Ses çıkaran insanlar sevilmez, muhalifler düşman ilan edilirler… Ceza tehdidiyle temel insan hak ve özgürlükleri çizilen sınırlarla sınırlandırılmıştır. Susarak boyun eğenlerden olmak mıdır kaderimiz?
“Kitap, giriş, sonuç, son söz ve ekler hariç yedi bölümden ve toplam 606 sayfadan oluşmakta, referans ve kaynakça içermemektedir. (…) Kitabın ikinci bölümünde yazarın perspektifinden “Kürt gerçeğinin” tarihsel oluşumu açıklanmaya çalışılmıştır. Bu bölümde “Kürdistan” olarak ifade edilen bölgede ilk insanın ortaya çıkmasından günümüze kadar geçen tarihsel süreç analiz edilmiştir. Bu çerçevede, “Kürt varlığı ve İslami gelenek”, “İslam kültürü ve Arap-Kürt-Türk ilişkileri”, “Kürt gerçeğinde Ermeni-Süryani-Yahudi etkileşimi” konuları irdelenmiş…” (Anayasa Mahkemesi 2013/409 Başvuru kararı sayfa 6 bölüm 31)
Tüm zamanların değişmeyen gerçeği; ifade özgürlüğü tehlike altındadır. Artık “sınırları çizilmiş” siyasal iktidarın izin verdiği ifade özgürlüğü esastır; temel insan hakları, ifade ve basın özgürlüğü istisnadır. Yargının durumu perişandır ve derde derman olmasından umutlu olabilmek nafiledir.
İmralı’dan yapılan yayınlar devletin televizyonunda yayımlandığına, naklen verildiğine ve söyledikleri basında yer aldığına göre; Terörle Mücadele Kanunu’na aykırılıktan gazeteciler için açılmış bir ceza davası var mıdır? Bilindiği kadarıyla ne soruşturma ne dava yoktur. Suçu ve suçluyu övme davaları ne olacak? Hiç kimsenin yapılan yayından ve açıklamalardan dolayı soruşturulmadığı ortada iken devam eden Terörle Mücadele Kanunu 6. Maddeye ve/veya terör propagandası iddiasıyla açılmış davaların akıbeti ne olacak?
Yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulup da bunlar yalnız başına veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif cezayı gerektirirse; Terörle Mücadele Kanunu’na aykırılıktan mahkûmiyet kararı verilen yazarların, gazetecilerin, görüş sahibi kimselerin yeniden yargılanması mümkün müdür? Ne olacak?
Bir yanda silah bırakma sürecinin yasal gereklilikleri için Meclis’te toplantılarını sürdüren Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu çalışmaları, bir yanda ifade özgürlüğü… Bir yanda demokrasi, hukuk ve adalet çabaları!... Öte yanda terörden kurtulma amaçları…
Bir yanda on bir yıl önce verilmiş Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu'nun başvurucusu Abdullah Öcalan olan yazdığı kitap hakkındaki kararı…
Yayın yasaklama kararı vermek ifade özgürlüğünün ihlalidir. Demokratik hukuk devletinde yayın yasaklamak yasaktır. 25.06.2014 tarih ve 2013/409 Nolu Bireysel Başvuru numaralı kararla Anayasa Mahkemesi başvurucu Abdullah ÖCALAN'IN basılmakta olan kitabı hakkında mahkemece el koyma ve toplatma kararı verilmesini ifade özgürlüğüne aykırı olduğunu kabul etmiş, Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermişti.
Anayasa Mahkemesi Genel Kurul'u Abdullah Öcalan'ın basılmamış olan kitabına el konulması ve imha edilmesini hak ihlali saydı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı yazarı A. Öcalan olan “Kürdistan Devrim Manifestosu, Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunma)” isimli kitap hakkında PKK terör örgütünün açıklamasının yayınlandığı ve propagandasının yapıldığı iddiasıyla İmralı’da yazılmış kitabın yayın koordinatörü, editörü ve kitabı yayına hazırlayan hakkında soruşturma başlatmıştı.
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının arama kararıyla kitaba ait 3000 adet forma, 7 adet ciltlenmiş kitap, 1 adet kesilmiş kitap ve 20 adet kitap kapağına ve 632 adet nüshasına el konulmuş ve karar Bakırköy 6. Sulh Ceza Mahkemesini 18.09.2012 tarihli kararı ile onanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı kitabın Ağustos 2012 tarihli baskısının tamamında, PKK terör örgütünün propagandasının yapıldığı gerekçesiyle kitabın toplatılmasını istemiştir ve görevli İstanbul 2 No.lu Hâkimliği, 21.09.2012 tarih ve 2012/156 sayılı kararıyla bu talebi kabul etmiştir. Karara itiraz reddedilmiştir.
Sonrasında basın özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla AYM’ye bireysel başvuru yapılmıştır.
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu (25.06.2014 tarih ve 2013/409 Bireysel Başvuru No) Abdullah Öcalan'ın basılmakta olan kitabı hakkında mahkemece el koyma ve kararı verilmesinin Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir (R.G. 6 Temmuz 2014).
AYM kararında; basın özgürlüğü ve medya yoluyla politik tartışmanın önemine değinmiş, kitabın yazarının silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan hükümlü Abdullah Öcalan olması, kitabın kapağında Irak, İran ve Türkiye topraklarında bir bölgenin ayrılması ve buna dair kitap içindeki yazılarla durumun belirginleştirilmesi ve silahlı terör örgütü PKK'nın propagandasının yapılmış olması nedeniyle kitabın toplatılmasına karar verildiği özetlenmiştir.
AYM'ye göre; "Herhangi bir kimsenin yalnızca kişiliğine bağlı olarak düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne müdahale edilmesinin haklı kılınamayacağı gibi yasaklanmış bir örgütün bir mensubunun veya yöneticisinin görüş ve düşüncelerini açıklaması da tek başına düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne müdahale edilmesini haklı kılmaz. Zira böylesi bir değerlendirme, bazı kişi ve grupların Anayasa'nın 26. maddesinde teminat altına alınan haklardan yararlanmasına engel olacağından anayasal hakların kullanılması bakımından kabul edilemez."
AYM kararında; "sınırlanabilir" hak olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği görüşündedir. İfade özgürlüğüne yapılan müdahalelerin haklı bir sebebe dayanması ve müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığının tespitinde ölçülülük ilkesinde aranan ölçütler aranmalıdır.
Anayasa Mahkemesi kararında kitapta yazar tarafından ileri sürülen görüşlere değinilmektedir. Ve genel olarak yazarın (Abdullah Öcalan) kendi perspektifinden PKK terör örgütünün kuruluşundan bugüne kadar geçirdiği örgütsel ve ideolojik dönüşümleri ele aldığını, “kültür, uygarlık, hegemonya, iktidar, politika, sınıf, ulus, sömürgecilik, asimilasyon ve soykırım, kapitalist modernite koşullarında devlet, toplum, demokrasi ve sosyalizm kavramları” tanımlanmaya çalışmış, “İslam kültürü ve Arap-Kürt-Türk ilişkileri” yorumlanmıştır.
“Kitabın ikinci bölümünde yazarın perspektifinden “Kürt gerçeğinin” tarihsel oluşumu açıklanmaya çalışılmıştır. Bu bölümde “Kürdistan” olarak ifade edilen bölgede ilk insanın ortaya çıkmasından günümüze kadar geçen tarihsel süreç analiz edilmiştir. Bu çerçevede, “Kürt varlığı ve İslami gelenek”, “İslam kültürü ve Arap-Kürt-Türk ilişkileri”, “Kürt gerçeğinde Ermeni-Süryani-Yahudi etkileşimi” konuları irdelenmiş; Ortadoğu kültürünün kapitalist modernleşmenin hegemonyasına girdiği, Ortadoğu’da iktidar ile toplumun ayrıştığı tezleri işlenmiştir. Bu bölümde ayrıca, (…) “proto Kürtlerden” bugüne kadar “Kürdistan”ın Kürtlerin anavatanı olduğu; Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yazarın “beyaz Türk faşizmi” olarak tanımladığı Cumhuriyet ideolojisinin “Kürt gerçekliğini” tasfiye etmeye çalıştığı ileri sürülmüştür.” (AYM Kararı Bölüm 31)
Bölümün kalan kısmında “Güney Kürdistan” olarak tanımlanan Suriye’nin bir kısmında ve “Doğu Kürdistan” olarak tanımlanan İran’ın bir kısmında Kürtlerin geçirdiği dönüşümler ile “Kürt kimliğinin” sosyal, ekonomik ve kültürel boyutuna ilişkin açıklamalara yer verilmiştir.
Anayasa Mahkemesine göre;
Kitabın toplatılmasına gerekçe olarak gösterilen düşüncelerin bir kısmı, toplumun büyük kesimi ve devlet yetkilileri için kabul edilemez olmakla birlikte bir bütün olarak kitapta yer alan düşünceler, başvurucunun ifadesiyle Kürt gerçeğinin tanınması ve silahlı yöntemlere başvurmak yerine Kürt sorununun çözülmesi için barışçıl yöntemlerin kullanılması çerçevesinde temellendirilmiştir. (…) Terör örgütü PKK üzerindeki etkisi devam eden başvurucu, temel olarak, demokratik çözüm olanaklarına şans verilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu itibarla kitapta yer alan ve demokratik çözümün gerçekleşmemesi halinde “nihai bir savaş aşamasına geçilebileceği” yönündeki ifadeler, kitabın yazıldığı bağlam ile birlikte değerlendirildiğinde, başvurucunun şiddeti teşvik ve terör eylemlerinin yapılmasına çağrıda bulunduğu anlamına gelmemektedir. Başvurucunun bu sözlerinin, demokratik çözümün gerçekleşmemesi halinde Güneydoğu Anadolu’daki şiddetin yeniden canlanabileceği öngörüsü niteliğinde olduğu değerlendirilmiştir.”
Kitap bir bütün olarak incelendiğinde şiddeti övdüğü; başvurucunun kavramsallaştırmasına göre “önümüzdeki süreçte” kişileri terör yöntemlerini benimsemeye başka bir deyişle şiddet kullanmaya, nefrete, intikam almaya veya silahlı direnişe tahrik ve teşvik ettiği yönünde değerlendirilmemiştir. Aksine, bir süredir güvenlik güçleri ile silahlı çatışmaların olmadığı bir ortamda başvurucu, kendi bakış açısıyla Kürt meselesini analiz etmekte; silahlı çatışmaya son verilmesini ve demokratik çözüm konusunda uzlaşılmasını talep etmektedir. Başvurucunun kitapta dile getirdiği meseleler gibi kamunun çıkarlarına ilişkin siyasi açıklamalar veya toplumsal sorunlara ilişkin tartışmaların sınırlanmasında kamusal yetki kullanan makamların çok dar bir takdir aralığı olduğuna işaret etmek gerekir. Kamu otoriteleri veya toplumun bir kesimi için hoş olmayan düşüncelere, şiddeti teşvik etmediği, terör eylemlerini haklı göstermediği ve nefret duygusunun oluşmasını desteklemediği sürece (bkz. § 105) sınırlama getirilemez. Bu sebeple, başvuruya konu kitabın toplatılmasına gerekçe gösterilen nedenlerin başvurucunun düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ve bu kapsamda basın özgürlüğüne yönelik müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.
Anayasa Mahkemesi “Öcalan Kararı” ile bir kere daha ifade özgürlüğünün asıl olduğunu ve sınırlandırmanın istisna olduğunu tekrarlamaktadır. 23.10.2019 kabul tarihli 7188 sayılı Kanun değişikliğiyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunun 7’nci maddesine eklenen"Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz" cümlesi dikkatle değerlendirilmelidir. Öcalan’ın kitabı için Anayasa Mahkemesi tarafından ifade özgürlüğüne verilen değer gözetilmeli, tüm ceza davalarında dikkate alınmalıdır.
O zaman acaba Terörle Mücadele Kanunun madde 6’daki “açıklama ve yayınlama” suçu nedeniyle terörle mücadelede etmiş/eden kamu görevlilerinin isim ve hüviyetlerini açıklamak veya terör örgütü bildirilerini yayımlamak yüzünden gazeteciler, aydınlar ve görüş açıklayanlar hakkında devam eden ceza davaları ne olacak?
O zaman acaba Terörle Mücadele Kanunun 7/2. Maddesine aykırılıktan örgüt propagandası suçu nedeniyle açılmış ceza davalarının akıbeti ve davalar ne olacak?
Bir yanda gerçekler... Öte yanda devam ceza davaları, konuşmalar ve yasaklar!
İbni Haldun yarım asır önce ne demişti? "Zorbalar kendilerine boyun eğen insanların korkusundan güç alır. Boyun eğenlerden güç alan zorbalar her türlü kötülüğü yapmanın kendilerinin hakları olduğunu düşünür. Tarih boyunca insanlığın acı çekmesinde boyun eğenlerin maalesef büyük payı vardır. Çünkü boyun eğmek demek, yapılan her türlü kötülüğü kabullenmek demektir. 'Boyun eğmek' sadece kişinin kendi şahsına yapılana karşı koyamaması demek değildir. Başka insanlara, hayvanlara, doğaya, herhangi birinin malına verilen zarara karşı çıkamamak da boyun eğmek demektir.”
Toplumun korkularından beslenen siyasi iradeler; itaat edenleri ve boyun eğenleri ve yalana inananları sever. Ses çıkaran insanlar sevilmez, muhalifler düşman ilan edilirler…
Ceza tehdidiyle temel insan hak ve özgürlükleri çizilen sınırlarla sınırlandırılmıştır.
Susarak boyun eğenlerden olmak mıdır kaderimiz?
Yasaklar ülkesi yaratmayı ve yaşamın sınırlarını boyun eğenler çizer.
Suudilerin distopik şehir projesi ve Barış Alper’in kafasını karıştıran NEOM SC -Eray Özer-
Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’ne kadro bildiriminde bulunmasına 11 gün kala geldiler ve takımın en önemli isimlerinden Barış Alper’e transfer teklifinde bulunarak sarı-kırmızılıların tüm planlarını altüst ettiler.
Galatasaray’ın yıldızı Barış Alper Yılmaz’a kafayı takan NEOM SC’nin çok acayip bir hikâyesi var. NEOM, Suudi Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ın mega projesi. The Line/Çizgi ise bu projenin bir parçası olarak inşa edilen ve çölün ortasından 170 kilometre uzunluğunda çizgi şeklinde geçen inşaat halinde bir şehir. Henüz ortada şehir yok ama kulüp Suudilerin beşinci büyüğü olmaya hazırlanıyor.
Futbol dünyası birkaç gündür NEOM SC isimli Suudi kulübünü ve Barış Alper’i konuşuyor.
Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’ne kadro bildiriminde bulunmasına 11 gün kala geldiler ve takımın en önemli isimlerinden Barış Alper’e transfer teklifinde bulunarak sarı-kırmızılıların tüm planlarını altüst ettiler.
Merak ettim. Nedir, kimdir NEOM SC? Altından çok acayip, adeta distopik bir hikâye çıktı.
The Guardian ve NY Times gibi dünya çapında yayınlar da kayıtsız kalamamış bu hikâyeye.
Kitabın ortasından gireyim; NEOM bir mega proje, The Line bu projenin şeklen çok tuhaf tasarlanan distopik şehrinin ismi ve NEOM SC de bu şehri dünyaya tanıtmak için Suudilerin “devşirdikleri” kulübün adı.
The Line
Önce henüz olmayan şehirle başlayalım. NEOM, Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed Bin Selman’ın (MBS) bizzat yönettiği bir mega proje. Yunanca “yeni” anlamına gelen “neo” ve Arapça “gelecek” anlamına gelen “müstakbel” kelimelerinden üretilmiş.
NEOM projesi çerçevesinde 15 sektör belirlenmiş, toplamda 9 milyon insanın yaşayacağı NEOM’u, bu sektörlerde dünyanın ticaret merkezi haline getirmek istiyorlar. Güneş enerjisiyle ihtiyacını karşılayan sıfır karbon bir şehir konseptiyle, vergi indirimleriyle, yapay zeka altyapısıyla burayı bir “hub”a, bir teknoloji üssüne dönüşmek istiyorlar. İçinde turizm de var, dikey tarım da, robotik teknolojiler de…
NEOM Projesi’nin gözbebeği ise “The Line” yani çizgi ismini verdikleri, çölün ortasındaki distopik akıllı şehir. İsminden anlayacaksınız, gerçekten de çölün ortasından 170 kilometre uzunluğunda bir çizgi gibi geçmesi planlanan bir şehirden bahsediyoruz. The Line zeminden 500 metre yüksekte inşa ediliyor ve genişliği sadece 200 metre. Daracık yani. 170 kilometre uzunluğunda 200 metre genişliğinde ve Kızıldeniz’e paralel bir çizginin içine şehir kuruyor Suudiler.
Kızıldeniz ve The Line projesi
Akıllı şehir demek az kalıyor, şimdilerde onun yerine “bilişsel” (cognitive) şehir diyorlar buraya. Araba yok. Şehrin bir ucundan diğerine 20 dakikada şoförsüz süper hızlı raylı sistemlerle gidilecek. Tüm şehrin altyapısı yapay zekâ tarafından yönetilecek, bildiğimiz para yerine dijital paralar yani coin’ler geçerli olacak.
Bin Salman’ın özel projesi olduğu için Suudi Kamu Yatırım Fonu’ndan 1,5 trilyon dolar ayrılmış NEOM Projesi’ne (Bunun 500 milyar doları The Line’a harcanıyor). Projenin videosunu aşağıda paylaşıyorum, nasıl bir distopya planladıklarını videoyu izleyince daha iyi anlayacaksınız.(https://www.dailymotion.com/video/x9pb7om)
Tabii bir de stat olacak The Line’ın içinde. Suudi Arabistan’ın ev sahipliğinde yapılacak 2034 Dünya Kupası’na kadar şehri ve 46 bin kişi kapasiteli olması planlanan stadı bitirmek istiyorlar. Bunun için gece gündüz demeden 60 bin işçi çalışıyor. İşçilerin çalışma koşulları bütün uluslararası hak örgütlerinin takibinde, çok ciddi itirazlar var.
Şehir var, stat var… Eh, bir de ne lazım? Tabii ki bir kulüp. Bunun için de en yakındaki Tabuk şehrinin 1965’te kurulan futbol kulübü, Al Suqoor (Bir bilene, T24’ün parlak ismi Faruk Ekici’ye sordum, El Suguur diye Türkçeleştirilebilirmiş. “Şahin” demekmiş) seçiliyor. 2023’te satın alınıyor ve renklerinden logosuna kadar her şeyi değiştirilerek yeni bir kulüp yaratılıyor: NEOM SC.
Altmış yıl boyunca üçüncü, dördüncü liglerde bir düşüp bir çıkan El Suguur önce ikinci lige, geçen sezon ise Suudi Pro Ligi’ne yükseliyor. Tabii bolca para saçarak…
Suudi Pro Ligi’nde (tam adı Devrî'l-Muhterifin es-Suudî) dört büyük kulüp var. Riyad’dan El Hilal ve El Nassr, Cidde’den El İttihad ve El Ahli.
Diyorlar ki, El Suguur da beşinci büyük olarak giriyormuş Pro Lig’e. Transfer piyasasına milyonlar saçarak girmeleri, Galatasaray “olmaz” dedikçe Barış Alper için fiyat yükseltmeleri de bundan.
Anladığım kadarıyla önümüzdeki sezonu daha kontrollü geçecekler ve gelecek sezondan itibaren harcadıkları paranın miktarını artırarak lig şampiyonluğunu kovalayacaklar. Kulübün başkanı El Mutayri, NY Times’a yaptığı açıklamada beş yıl içinde Dünya Kulüpler Şampiyonluğu’nu hedeflediklerini söylüyor.
Kontrollü dediğim de şimdiden bir 90 milyon dolar harcamış durumdalar. Lakin kıyaslamanız için şöyle düşünün; 90 milyon dolara 10 futbolcunun bonservisini almışlar. Şimdi Galatasaray sadece Barış Alper için 50 milyon dolar istiyor.
Nantes’tan defansa Zeze, Nice’ten kaleye Bulka, Lyon’dan sol kanada Benrahma gibi önemli isimleri transfer ettiler. Bunun dışında Lacazette, Doucoure gibi yaşları ilerlemiş isimlerle bonservis vermeden yüksek maaşlarla anlaştılar.
Yine de henüz bir El Ahli seviyesinde transfer yapmış değil El Suguur. Inter’in yıldızı Pavard’ı çok istiyorlar ama bu transfer de netleşmiş değil. Takımın başına geçmişte Paris Saint Germain’i de çalıştırmış olan Christophe Galtier’yi getirdiler.
Bir de hepimizim malumu olduğu üzere Galatasaray’dan Barış Alper Yılmaz’a takmış durumdalar.
Hikâye böyle, ortada şehir yok ama batı medyasında dile getirildiği gibi olmayan şehrin bir takımı var.
Bakalım Barış Alper bu hikâyenin neresinde?
Nereden geliyor bu değirmenin suyu?-Ahmet Çelik Kurtoğlu-
Kimse tefecilik konusunu kaşımadı. Oysa ülkede birikimin yolu tefecilikle ve şehirleşme sürecinde rant ekonomisiyle elde edilen paralardı. Bugün özellikle Anadolu’da milyarlarca TL nakit servetin kaynağı maalesef budur

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder