12 Aralık 2019 Perşembe

Başbakanın hain olmayan amcası - BARIŞ TERKOĞLU


Ayıp, yasak, günah...
Biz hep birbirine mi karıştırıyoruz?
Ayıpların karşısına mahkemeleri, yasakların karşısına kutsalları, günahların karşısına utanmaları çıkarıyoruz. Sonunda hem ayıplı hem yasaklı hem günahkâr oluyoruz.

Akçaburgazlı Yekta’nın karşı konulmaz aşkını anlattığı Turgut Uyar şiirindeki satırlar aklıma geldi. Kovulmayı diliyordu, “insanların adaletini, yani öcü, aramaya başvurdu” ile karşılanıyordu.
Dün Hürriyet gazetesinin sürmanşetindeydi.
Bugün İngiltere’deki seçimlerde yarışacak Başbakan Boris Johnson’a bir Türk gazeteci elindeki fotoğrafı gösteriyordu. Fotoğrafta, eski Büyükelçimiz Zeki Kuneralp vardı. Johnson, fotoğrafa bakmış ve “bu benim amcam” diye iki kez tekrarlamıştı.

Bu güzel karşılaşma düşündürücüydü:  Cumhuriyet, “hain” saydığı Ali Kemal’in oğluna en kritik görevleri nasıl verdi?

Öyle ya Johnson, Ali Kemal’in İngiltere’deki Winifred ile olan evliliğinden gelen torunuydu. İlk eşinin ölümü ve İttihatçıların düşüşünün ardından Türkiye’ye gelen, Milli Mücadele’nin yeminli düşmanı Ali Kemal’in, Sabiha Hanım’dan oğlu ise Zeki’ydi. Bu karmaşık aile ilişkisi resmi tarihin anlaşılır nedenlerle “hain” olarak yazdığı Ali Kemal’in hayatının eseriydi.

Hainin oğlu devletle nasıl barıştı?

Bir hainin oğlu”nun, yani Johnson’un amcası Zeki Kuneralp’in nasıl Dışişleri’nin zirvesine kadar yükseldiğini anlamak için Orhan Karaveli’nin “Ali Kemal” kitabını açtım. (Kırmızı Kedi Yayınları, 2017)

Verilen emir, yargılanmak üzere (İzmit’ten trenle) Ankara’ya getirilmesi idi” yazıyor Karaveli. Ancak “haini yargılamaya ne gerek var” diye düşünen, dinci kimliğini önde tutan Sakallı Nurettin Paşa’nın marifetiyle 6 Kasım 1922’de linç edilerek öldürülmüştü. “Din ve Vatan Haini” yazan cesedi ise “ibret olsun diye” sergilenmişti. Cumhuriyet’in kurucularının bu yargısız infaza karşı olduğunu, linci “halkın tepkisi” olarak açıklayan Nurettin Paşa’ya karşı verdikleri mücadeleyi biliyoruz. Hain” saydıkları Ali Kemal’in Ankara’da yargı önünde hesap vermesi gerektiğini düşünüyorlar. 1. Ordu Komutanlığı yapmış Nurettin Paşa için, Atatürk’ün “Büyük Zafer’in şerefinden pay almaya en az hakkı olanlardan biridir” dediğini Nutuk’ta okuyoruz.

Ali Kemal’in ölümünden iki ay sonra eşi Sabiha ve 8 yaşındaki oğlu Zeki, Türkiye’yi terk etti. Zeki büyüdü. Avrupa eğitimli, 7 dil bilen, başarılı bir hukukçu oldu.

Babasından farklı bir yol izlemişti. 27 yaşındayken Türkiye’ye dönüp askere gitti. İş arıyordu. “Hainin çocuğu” olarak kapılar yüzüne kapanıyordu. 1940’ta Dışişleri’nin açtığı sınavı kazandı. Ancak babasının mazisi yine karşısına çıktı. Devamını Kuneralp şöyle anlatıyor:
Sonradan öğrendiğime göre benim sınava girişim ‘Hariciye’de sorun yaratmıştı. ‘Ali Kemal olayı’nın üzerinden daha yirmi yıl bile geçmemişti ve bir ‘vatan haini’nin oğlunun ‘Hariciye’ye alınmasının doğru olup olmadığı tartışılıyordu. O tarihte bakanlığı yönetenler huzursuz olmuşlardı. Şaşırmış durumdaydılar ve ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Sonuçta durumu cumhurbaşkanına arz etmek zorunda kalmışlar. İnönü’nün ‘Bunda ne var, anlamıyorum!.. Niçin girmesin sınava?’ demesi üzerine tereddütler ortadan kalkmış!..

23 yıl sonra karşılaşma

Boris Johnson’un baktığı fotoğraf 1964’te, Zeki Kuneralp Londra Büyükelçisi iken çekilmişti. Londra’ya giderken, 23 yıl sonra, İnönü ile Kuneralp yine karşılaşmıştı. Kuneralp’tan okuyalım: 1963’ün kasım ayında Ankara’da idim. Bern Büyükelçiliği’nden Londra Büyükelçiliği’ne nakledilmiştim. Usul gereğince, o tarihte başbakan olan İnönü’nün huzuruna da çıktım. Görüşme sonunda, arz edeceğim özel bir husus olduğunu belirterek ‘Paşam, size bir şükran borcum vardır. Bugüne kadar ödeyemedim. Müsaadenizle şimdi ödemek istiyorum’ dedim. 23 yıl önce Hariciye’ye başvurduğum vakit hakkımda beliren tereddütleri ve bunların nasıl (ortadan) kalktığını anlatmaya başladım. İnönü sözümü kesti ve ‘Biliyorum evladım, biliyorum. Teşekkür ederim’ dedi. Hayretler içinde kalmıştım. ‘Olayı’ anımsamasını beklemiyordumÜstelik, bir de teşekkür ediyordu. Şaşırdım. Bir şeyler kekeleyip izin aldım ve odasından çıktım.

Meselenin daha ilginç bir yanı daha var. O da Ali Kemal’in ölümünden sonra Türkiye’yi terk eden eşine, Sabiha Hanım’a, devletin İsviçre’deki elçilikte memurluk işi vererek el uzatmasıydı. Sabiha Hanım’ın Milli Mücadele sürerken Ali Kemal’e  Ankara Hükümeti’ne destek vermesini söylediğini, ancak kocasını ikna edemediğini Ali Kemal’in biyografisinde okuyoruz. Demek ki teklif edenler de bunu biliyor.

Cumhuriyetin açtığı yol

Zeki Kuneralp’i yıkan olay 2 Haziran 1978’de yaşandı. Son anda çıkan işi nedeniyle binemediği araçla eşini yolculadı. ASALA (Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu) teröristleri tarafından taranan arabada Necla Kuneralp ve kardeşi katledildi. Hedef tabii Zeki Bey’di. 8 yaşında, henüz “hain” ne demek bilmezken, “baban linç edildi” haberini almıştı. 64 yaşında bu kez “Ankara’nın adamı” olduğu için otomobili taranmış, birkaç metre öteden hayat arkadaşının ölümünü izlemişti.

Cumhuriyet, kendi düşmanlarına karşı en güçlü silahı olan hukukla savaşmayı savunuyordu. Suç, günah, ayıp soyun değil, kişinindi. “Hain” kabul ettiklerinin eşi ve çocuğu yalnız kendi eylemlerinden sorumluydu. Bütün yurttaşlarına verdiği hakkı onlara da vermekle kalmıyor, ülke sevgisini yeşertmeleri için bir yeni hayat yaratıyordu.

İngilizler bugün sandığa giderken biz halen hesaplaşmamızı bitiremedik. Kirpiklerin birbirine değdiği aralıklarda kahramanlar ve hainler yaratmaya devam ediyoruz. Bitmeyen ayıplarımızla, günahlarımızla, suçlarımızla savaşımıza devam ediyoruz. Adalet için, hürriyet için, barış için doğuştan eşit insanlara Cumhuriyetin açtığı yoldan başka yolumuz var mı?

BARIŞ TERKOĞLU / CUMHURİYET

11 Aralık 2019 Çarşamba

Küresel döviz anketi açıklandı - HAYRİ KOZANOĞLU

53 ülkeyi kapsayan 2019 döviz anketi geçen günlerde yayımlandı. Gündelik döviz işlemleri 2016’ya göre yüzde 33 arttı. Dolar’ın tahtı sallanmazken Lira’nın döviz piyasalarındaki konumu geriliyor.

Bilindiği gibi döviz piyasaları 7/24 işlem yapılan, borsa açılış-kapanışı bulunmayan kendine özgü bir ekosistemdir. Bu nedenle küresel döviz işlemlerini izlemek oldukça zordur. Döviz piyasalarına ilişkin fikir sahibi olabilmek için tek yetkili kaynak “merkez bankalarının merkez bankası” diye de bilinen Uluslararası Ödemeler Bankası’nın (BIS) her 3 yılda bir gerçekleştirdiği anket çalışmasıdır.

1300 kurum ve 53 ülkeyi kapsayan 2019 döviz anketi geçen günlerde yayımlandı. Gündelik döviz işlemlerinin tam 6.6 trilyon dolara yükseldiği anlaşıldı. Bu yazıda anketin bulgularını, Türkiye’ye ilişkin istatistiklere özel bir ağırlık vererek paylaşacağız.


GÜNDELİK İŞLEMLER YÜZDE 33 ARTTI
Döviz piyasalarında gündelik işlem hacmi 2016’da 5.1 trilyon dolar iken, %33 artışla 2019’da 6.6 trilyon dolara yükseldi. Spot işlemlerde fazla bir değişiklik görülmezken, döviz swaplerinde yoğun bir yükseliş gözlendi. 2018 yılında dünya ticaret hacminin 19.5 trilyon dolar olduğunu göz önüne alırsak, ihracatın finansmanı 3 günlük döviz ticaretiyle gerçekleşiyor. Yılın geri kalan günleri ise “döviz spekülasyonuyla” geçiyor!

AMERİKAN DOLARININ TAHTI SARSILMADI
Bilindiği gibi dünyanın egemen rezerv parası ABD doları. Amerika’nın gerileyen küresel hegemonyası ve dünya ekonomisindeki ağırlığının azalmasına paralel olarak doların göreceli öneminin azalacağını öne sürenler var. Ne var ki istatistikler bu öngörüyü doğrulamıyor. Tüm döviz işlemlerinin %88.3’ünün bir ayağında ABD doları bulunuyor. Bu oran 2016’daki %87.6’lık ağırlığa göre biraz artışı bile içeriyor. Avro ise %32.2 payla ikinci sırada bulunuyor. Japon yeni yaklaşık 5 puan bir gerilemeye karşın %16.8’lik işlem hacmiyle üçüncü basamakta yer alıyor.

İŞLEMLERİN AĞIRLIĞI TÜREV PİYASALARA KAYIYOR
Bir günde yapılan 6.590 milyar dolarlık işlemin 1.987 milyar doları spot piyasalarda gerçekleşiyor. Diğer bir ifadeyle döviz işlemlerinde spot piyasanın ağırlığı %30’a gerilerken; swap, forward, opsiyon gibi türev ürünlerin ağırlığı %70’e çıkmış durumda.

DÖVİZ TİCARETİ 5 MERKEZDE TOPLANIYOR
En fazla döviz işleminin yapıldığı merkez 3.576 milyar dolar ve %43.1’lik payla Londra ağırlıklı Birleşik Krallık. Onu 1.370 milyar dolar ve %16.5 payla ABD izliyor. Arkalarından Singapur, Hong Kong ve Japonya geliyor. Toplam işlemlerin %79.3’ü bu 5 merkezde gerçekleşiyor.

Türkiye’nin Konumu Geriliyor
Küresel döviz piyasalarında gerçekleşen işlemlerin %1.1’inin bir ayağı TL. Türkiye bu işlem hacmiyle ülkeler sıralamasında 19. sırada yer alıyor. 2013’te %1.3 payla 16’ıncı, 2016’da %1.4 payla yine 16. sırada bulunduğumuzu hatırlatalım.

GÜNDE 71 MİLYAR DOLARLIK TL İŞLEMİ YAPILIYOR
Bir günde TL ayaklı 71 milyar dolarlık işlem gerçekleşiyor. Bunun yaklaşık üçte biri 24 milyar dolarla spot piyasalarda, geri kalanı ise türev piyasalarda yapılıyor. Döviz swapleri 35 milyar dolarlık işlem hacmiyle gündelik TL ticaretinin yaklaşık yarısını kapsıyor.

TL işlemlerin 62 milyar dolarının diğer ayağı ABD doları, 2 milyar doları avro, 6 milyar doları ise Japon yeni. Dikkat çeken nokta ise, 2013’te 6, 2016’da 4 milyar dolar olan avro işlemlerin 2 milyar dolara kadar gerilemesi. Buna karşın 2013’te 1, 2016’da 3 milyar dolarlık Japon yeni ticaretinin günde 6 milyar dolara kadar fırlaması. Rapor Japonların TL, Brezilya reali ve Güney Afrika randı cinsinden döviz swaplerine ağırlık vermesinin altını çiziyor.
Türkiye’nin 2018 yılı ihracatının 168.1 milyar dolar olduğu düşünülürse, gündelik 71 milyar dolar döviz işlemi 2.5 günlük ihracat finansmanına denk geliyor. Bu rakamın 3 günlük dünya ortalamasının altında bulunması TL’nin spekülasyona açık bir para olduğunun diğer bir kanıtı.

TL İŞLEMLER AĞIRLIKLA YURTDIŞINDA YAPILIYOR
Rapora göre Türkiye piyasalarında bir günde 19 milyar dolarlık işlem geçiyor. Bu dünyadaki işlem hacminin binde 2’sine denk düşüyor. Halbuki 2013’te 27 milyar dolarla binde 4, 2016’da 22 milyar dolarla binde 3 ağırlık söz konusuydu. Bu veriler “İstanbul Finans Merkezi” hülyasının ne kadar uzağında bulunduğumuzu gösteriyor. TL cinsinden işlemlerin 5 milyar dolarının ülke içindeki aktörler arasında, 59 milyar dolarının ülke dışında (off shore), 8 milyar dolarının ise ülke içiyle ülke dışındaki oyuncular arasında gerçekleştiği ifade ediliyor. Bu rakamların Türkiye piyasalarındaki gündelik 19 milyar dolarlık işlem hacmiyle tam örtüşmemesinin nedeni, ülke içinde belli miktarda TL dışı alım-satım yapılması olmalı.

HAYRİ KOZANOĞLU  / BİRGÜN


10 Aralık 2019 Salı

Ahmed Arif'in Otuzüç Kurşun'u heykel oldu - SOL

Ahmed Arif'in 'Otuzüç Kurşun' şiiri Mehmet Latif Sağlam tarafından heykel haline getirildi.


Ahmed Arif'in en bilinen şiirlerinden “Otuzüç Kurşun” heykel haline getirildi.
Ahmed Arif “Otuzüç Kurşun” şiirini Zahir Güvemli’nin Hürriyet’te yayımlanan bir haberinden sonra yazmaya karar verdiğini söylemişti:
“(…) okudum, başım döndü. Ondan sonra da basın yasağı geldi. 20-30 yıl da sürdü bu yasak.” 
1943 yılının Temmuz ayında, Van'ın Özalp ilçesinde yaşanan ve 33 kişinin infaz edildiği sınır dramını anlatan "Otuzüç Kurşun"u şiire nasıl aktaracağını düşünerek “Nasıl yazılır? Bunun tiyatrosu olur, hikâyesi olur, romanı olur” diyen şairin ölümsüz şiiri artık heykel de oldu.
"Otuzüç Kurşun", öğretmen ve heykel sanatçısı Mehmet Latif Sağlam tarafından heykel haline getirilerek 6-7 Aralık tarihlerinde düzenlenen sergiyle sanatseverlerle buluşturuldu.

SOL

8 Aralık 2019 Pazar

Tarihi eseri korumak pahalıya patladı: CHP'li belediyeye 7 milyon lira ceza! - CUMHURİYET

Antalya'da Konyaaltı Belediyesi, tarihi Roma Hamamı'nı dış etkenlere karşı korumak için 10 yıl önce etrafını tel çitle çevirdi. Tarihi yapının da içinde bulunduğu arsanın sahiplerinin, özel mülklerine müdahale edildiği gerekçesiyle açtığı dava sonrası belediye, tazminata mahkum edildi. Tazminatın faizleriyle birlikte 7 milyon lirayı bulduğunu söyleyen Konyaaltı Belediye Başkanı Semih Esen, “Bu korumayı yapmamız gerekiyordu, fakat hukuki düzen içindeki birtakım çelişkiler nedeniyle böyle olumsuz bir sonuç çıktı" dedi.

Konyaaltı Belediyesi, ilçe sınırlarında yer alan, 3'üncü yüzyıla ait Roma Hamamı'nın dış etkenlerden zarar görmesini önlemek için 10 yıl önce etrafını tel çitle çevirdi. Ancak tarihi yapının içinde bulunduğu arazinin sahipleri, alanlarına müdahale edildiği gerekçesiyle belediye aleyhine tazminat davası açtı. Yaklaşık 10 yıldır devam eden davada mahkeme, mülk sahibinin rızası dışında araziye müdahale ettiği için belediyeyi tazminat ödemeye mahkum etti. Tazminat miktarının, faizleriyle birlikte 7 milyon lirayı bulduğu kaydedildi.
'TEMİZLİK ÇALIŞMASI BİLE YAPAMIYORUZ'
Konyaaltı Belediye Başkanı Semih Esen, atıl durumda bırakılan başıboş arazilerde temizlik çalışması bile yapamadıklarını söyledi. Bu tür arazilerde temizlik yaptıkları takdirde mülk sahipleri tarafından belediyeye yüklü miktarda tazminat davası açıldığını belirten Esen, birileri girip tahrip etmesin diye tarihi Roma Hamamı arazisi etrafına çit yapıldığını anlattı. Esen, mülk sahiplerinin, araziye müdahale edildiği düşüncesiyle Konyaaltı Belediyesi'ni yaklaşık 7 milyon lira tazminata mahkum ettirdiğini, kamu kullanımına ayrılmış özel mülkiyete ait araziler için yasal bir düzenleme getirilmesi gerektiğini söyledi.
ARAZİNİN 4'TE 1'İ BELEDİYEYE AİT
Tarihi Roma Hamamı'nın da içinde yer alan 5 bin metrekarelik arsanın dörtte birinin belediyeye ait olduğunu belirten Esen, geriye kalan diğer hisselerin özel mülk sahiplerinin olduğunu söyledi. Semih Esen, “Roma Hamamı'nın bulunduğu arazi imar planlarında aslında ilkokul diye planlanmış. Kamusal alanlardaki vatandaş hisseleri nedeniyle çoğu hizmet yapılamıyor. Pazar yerleri alanlarında da aynı sıkıntıyı yaşıyoruz. Semt pazar yerleri olarak ayrılmış yerlerde vatandaş hisseleri var. Böyle bir durumda ya o alanları kamulaştırmak zorundasınız ya da bağış yoluyla pazarları kurmak zorundasınız. Arazinin çok kıymetli olmadığı yerlerde bu sorunlar kamulaştırma yoluyla hallolabilir. Ama Konyaaltı gibi yüksek bedelli arazilerde bunu yapmak her zaman mümkün olmuyor" diye konuştu.

'TAHRİBATA AÇIK BIRAKMAMIZ MÜMKÜN DEĞİL'
Roma Hamamı kalıntısının tarihi özelliği nedeniyle alanın korunması gereken bir bölge olduğunu belirten Başkan Esen, “Başıboş alanlara girip temizlik bile yapsak, el atma sorunuyla karşılaşıyoruz. Belediyenin bu tarihi yapıyla tasarrufu olabilir mi? Bu kamunun, insanların vicdanını yaralayan bir durum. Bizim böyle tarihi bir eseri yok sayıp, görmezden gelip her türlü deformasyona ve tahribata açık bırakmamız mümkün değil. Bu korumayı yapmamız gerekiyordu fakat hukuki düzen içindeki birtakım çelişkiler nedeniyle böyle olumsuz sonuç ortaya çıktı" dedi.
'MÜLKİYET SORUNLARINA YASAL DÜZENLEME GETİRİLEBİLİR'
Kamunun kullanımına tahsis edilmiş alanların, ilkokul, ortaokul, cami, sağlık merkezi, pazar alanı gibi değerlendirilmesi gerektiğini anlatan Esen, “Kamulaştırma bedellerinin aşırı yüksekliği nedeniyle bu alanların içerisindeki özel mülkiyetleri kamulaştıracak bütçeler birçok belediyede yok. Bunun bir an önce çözülmesi gerekiyor. TBMM yasal bir düzenleme yapabilir ama biz sorunu yerinde yaşayan yöneticileriz. Buralardaki hisselerin, vatandaşlar da mağdur edilmeyerek, eşdeğer başka hazine arazilerinin takası yoluyla buraların kamunun kullanımına açık hale getirilmesi mümkün. Eğer bu yapılmazsa pek çok yer insan sağlığını, hatta can güvenliğini tehdit eder vaziyette duruyor. Ve birçok belediye de buralarda bırakın herhangi bir tasarrufta bulunmayı, temizlik faaliyeti bile yapamıyor. Yaptığı zaman başına gelecek olan şey yüklü bir tazminatla karşı karşıya kalmak" diye konuştu.
'BİR ÇELİŞKİYLE KARŞI KARŞIYAYIZ'
Semih Esen, tazminatlara ilişkin yasada sınır olduğunu belirterek, şöyle konuştu: "Bu tip tazminatlara bütçeden ayırabileceğiniz rakam, toplam gelirin yüzde 2'sidir. Yani belediye kasasında o bütçe olsa bile o bütçenin yüzde 2'sini aşıyorsa, o parayı ödeyemezsiniz. Diğer taraftan da alacaklılar bu tazminatı almak için belediyelerin hesaplarına, araçlarına haciz koyuyor. Bir tarafta yüzde 2'nin üzerinde ödeyemezsiniz gibi bir yasal düzenleme varken diğer tarafta alacaklıların tazminatı alabilmesi için her türlü icra yolu başvurularının önü açık. Böyle bir çelişkiyle karşı karşıyayız. Yasal bir düzenlemeyle kamu kullanımına ayrılmış yerlerdeki vatandaş hisselerinin başka yerlerdeki hazine arazileriyle takas edilerek buraların kamunun kullanımına uygun hale getirilmesini talep ediyoruz."
CUMHURİYET

7 Aralık 2019 Cumartesi

Çukurova’nın 'Ayasofya'sı olarak biliniyor: Tepki çeken restorasyon - CUMHURİYET

Osmaniye’nin Kadirli ilçesinde bulunan ve 'Çukurova’nın Ayasofyası' olarak bilinen bin 800 yıllık tarihi Ala Camii'ye demir, çelik, alüminyum ve özel malzemelerden çatı eklendi. Uzay mekiklerini andıran tarihi camiye yapılan restorasyona her kesimden tepki geldi.


Roma döneminde Ayasofya Camii'nden yaklaşık 2 asır önce yapılan, yapıldığında kilise olarak kullanılan, ardından da Bizans döneminde bazilika eklenip manastır olarak kullanılan, bölgenin 15. asırda Dulkadiroğlu Beyliği hakimiyetine geçmesinin ardından Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’in dedesi Alaüddevle Bozkurt Bey'in kiliseye minare ekletmesi ile cami yapılan ve Cumhuriyet'in ilk yıllarına kadar ibadete açık olan tarihi Ala Cami restore edildi.

2014 yılından bu yana yapılan restorasyon çalışması sonucu tarihi caminin üzerine demir, çelik, alüminyum ve özel malzemelerden çatı eklenmesine tepki gösteren Tarihçi Yazar Cezmi Yurtsever, “Tarihi neredeyse 2 bin yıla uzanan Ala Cami'de bir restorasyon rezaleti var. Ala Cami Romalılarda tapınaktı, Bizans zamanında kiliseydi, Dulkadiroğlu Beyliği ve Osmanlı zamanında ise minare eklenerek cami olarak kullanıldı. Yavuz Sultan Selim’in dedesi Alaüddevle Bozkurt Bey bu yeri camiye çevirdi. Yüzyıllardır bu cami kendi özelliğini korudu. Şimdiki zamanımızda ise caminin minaresi ve çatısı bir çelik kafes içerisine alındı. 

Caminin tarihi dokusuna dokunulmuş ve tahrip edilmiş. Bu tarihe saygısızlıktır. Buna seyirci kalamayız. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan yakın zamanda Kozan ilçesine geldiğinde tarihi Hoşkadem Camisine geldiğinde orada pvc malzemesi kullanıldığını görüyor, yanlış yapıldığını söylüyor ve aslına uygun yeni baştan onarılmasını istiyor. Cumhurbaşkanımıza seslenmek istiyorum. Bu bir bilim, sanat ve insanlık faciasıdır. Bu Mimar Sinan’dan bu yana devraldığımız İslam kültür inancına ters bir durumdur. Buraya müdahale yapılmasını ve buranın aslına uygun bir şekilde onarılıp kamuoyuna açılmasını bekliyoruz” şeklinde konuştu.

(CUMHURİYET)

Robert De Niro kariyerindeki en zor rolü açıkladı.(YENİÇAĞ)

Son olarak Martin Scorsese’nin The Irishman’de Frank Sheeran karakteriyle hayranlarının karşısına çıkan Robert De Niro, 50 yıllık kariyerinde hazırlanması en zor rolünü açıkladı.


76 yaşındaki oyuncuya, The Hollywood Reporter’la gerçekleştirdiği bir görüşmede hazırlığı en zor filminin hangisi olduğu soruldu. De Niro, yönetmenliğini Scorsese’nin üstlendiği Jake LaMotta’nın hayatını anlatan 1980 tarihli filmi kastederek, “Sanırım Kızgın Boğa (Raging Bull). Epeyce kilo almam vs. gerektiği için” diye yanıtladı.

Bu projeyi üstlenmek için Scorsese’yi kendisinin ikna edip etmediği sorusuna ise ünlü oyuncu şu yanıtı verdi: "Onu ikna etmedim; (ortak zemin bulma konusunda) kendi tarzlarımız var. O dindar, ben değilim ama ortak çıkar içeren konularda anlaşıyoruz."

De Niro, dünya orta siklet şampiyonu profesyonel boksör LaMotta’yı canlandırdığında 30'lu yaşlarının sonundaydı.

Filmdeki rolü oyuncuya Baba II’deki (The Godfather II) rolüyle aldığı En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü'nden sonra En İyi Erkek Oyuncu Ödülü'yle ikinci Oscar’ını kazandırmıştı.(YENİÇAĞ)

6 Aralık 2019 Cuma

Çin'den Çorum'a 'Olağanüstü Bilimsel Sonuçlar Ödülü' - duvaR

Çorum'un Boğazkale ilçesindeki Hitit Medeniyeti'nin başkenti Hattuşa'da sürdürülen kazı çalışmaları, Çin Halk Cumhuriyeti Bilimler Akademisi'nce, "Olağanüstü Bilimsel Sonuçlar Ödülü"ne layık görüldü.


UNESCO’nun “Dünya Mirası” ile “Dünya Belleği” listelerinde yer alan tek antik şehir unvanına sahip, Çorum’un Boğazkale ilçesindeki Hattuşa antik kentinde 113 yıldır sürdürülen arkeolojik kazı çalışmaları, Çin Halk Cumhuriyeti Bilimler Akademisi’nce verilen, “Olağanüstü Bilimsel Sonuçlar Ödülü”nü almaya hak kazandı.

Çorum Valiliğinden yapılan açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığının izinleri çerçevesinde Çorum Valiliği, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile koordineli yürütülen Hattuşa kazısının, Çin Halk Cumhuriyeti Bilimler Akademisine bağlı Shanghai Archaeology Forumu tarafından iki yılda bir verilen “SAF Research Award”a (Olağanüstü Bilimsel Sonuçlar Ödülü) layık görüldüğü belirtildi.
Kazı başkanı Prof. Dr. Andreas Schachner’in, ödülü, 13-18 Aralık’ta Çin’in Şangay kentinde düzenlenecek törende alacağı kaydedilen açıklamada, “UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Hititler’in Başkenti Hattuşa kazıları ile bilim dünyasına her yıl yeni bilgiler sunan Boğazköy Kazı Başkanı Andreas Schachner ve kazı ekibini başarılı çalışmalarından dolayı kutlarız” ifadelerine yer verildi.
AMAÇ FARKINDALIK SAĞLAMAK
Açıklamada, Shanghai Arkeoloji Forumunun, 2013 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’nin Bilimler Akademisi bünyesinde kurulan, dünya çapında araştırmaları destekleyen ve dünya arkeoloji mirasını korumaya ve değerlendirmeye çalışan bir kuruluş olduğu belirtildi.
“SAF ödülleriyle, günümüz ve geleceğe ışık tutan yeni bilgi üreten, yenilikçi metotlar kullanan olağanüstü başarılı araştırmalar yürüten bireyler ve kurumlar ödüllendirilmektedir” ifadesinin yer aldığı açıklamada, ödüllerin amacının, arkeolojik araştırmaların yenilikçiliği ile toplumsal farkındalığı sağlamak, arkeoloji, kültür varlıklarının korunması yönünde uluslararası ortak çalışmaları desteklemek olduğu vurgulandı.
HATTUŞA: 113 YILDIR KAZILAN BAŞKENT
“Tarihi Milli Park” olarak ilan edilen Boğazkale ilçesindeki Hititler’in başkenti Hattuşa, antik şehri çevreleyen 6 kilometrelik surları, anıtsal kapıları, 71 metre uzunluğundaki yer altı geçidi, Büyükkale’deki sarayı, bugüne kadar açığa çıkarılan 31 tapınağı, kentin kuzeydoğusundaki Büyükkaya sırtlarında açığa çıkarılan çok büyük boyuttaki buğday siloları ve Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı ile görülmeye değer mekanlar arasında yer alıyor. Hattuşa; şehir kalıntıları ile Aslanlı Kapı, Kral Kapı ve Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı’nın büyük bir sanatsal başarıyı temsil etmesi, M.Ö. ikinci ve birinci bin yılda Anadolu ve Kuzey Suriye’deki medeniyetler üzerinde önemli hakimiyet kurması, saray, tapınak, ticaret merkezlerinin başkentin kapsamlı görüntüsünü oluşturması, yıkılan Hitit medeniyetinin tek şahidi olması, kral sarayı, tapınaklar ve temellerden oluşan bazı yapı ve mimari toplulukların kusursuz biçimde korunması nedeniyle UNESCO tarafından 28 Kasım 1986’da “Dünya Mirası Listesi”ne dahil edildi.
Bilinen en eski Hint-Avrupalı dili temsil eden Hattuşa’nın çivi yazılı tablet arşivleri de 2001 yılında UNESCO tarafından “Dünya Belleği Listesi”ne alındı. “UNESCO’nun her iki listesindeki tek antik şehir” unvanına sahip Hattuşa, M.Ö. 1280’de Hititler ile Mısırlılar arasında yapılan ve tarihte bilinen ilk yazılı antlaşma olan Kadeş Antlaşması’nın da imzalandığı başkent. Halen Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Prof. Dr. Andreas Schachner başkanlığındaki ekip tarafından sürdürülen kazı çalışmalarında, bugüne kadar binlerce eser gün ışığına çıkarıldı. (duvaR)